Bu metin, burjuva bireyin ilk destanıdır. Felaketler ard arda gelse de, her zaman ayakta durmasını, kazanmasını ve şükretmesini bilen örnek bir yurttaştır Robinson. Daha önceki dönemlerde, toplumun önüne geçmemesi gerektiği düşünülen ve kınanan bireysel çıkarları apaçık savunur bu yeni insan tipi. Düşünün ki, ıssız bir adada bile, elinden hesap yaptığı kağıdı ve kalemi hiç düşmez. Sayılar önemlidir yaşamak için. Sayılar, zenginliğin işaretidir…!
Dünya üzerinde tanımayan var mıdır Robinson Crusoe’yu ve onun sadık kölesi Cuma’yı? Belki kısaltılmış bir baskısı, belki çizgi romanı, belki de sinemaya, TV’ye uyarlanmış biçimi ile, her zaman ilgi çekmeyi sürdürmüştür Robinson’un öyküsü. Ancak pek de ciddiye alınmaz, nedense ortak bir yargıya varılmıştır üzerinde; o çocuklar içindir! Oysa, adı kahramanının gölgesinde kalan yazarların ilki olan Daniel Defoe, “Robinson Cruseo”su ile, modern İngiliz romanının başlatıcısıdır.
Daniel Defoe, 1660’da Londra’da doğdu. Hollanda kökenli ailesi, Protestan kilisesine mensuptu. Kiliseye girmek üzere, iyi bir eğitim alarak yetişti ama tercihi ticarete atılmak oldu. Yaşamı boyunca fırsat buldukça ticaretle ilgilendi, ancak hiç bir zaman zengin olamadı. Daniel Defoe’nun diğer ilgi alanının siyaset olduğu anlaşılıyor. Tıpkı ticarette olduğu gibi, siyasi faaliyetleri de başını derde soktu Defoe’nun. Liberal kanadı destekleyen bir yazısı sonucu hapse düştü ve hayatının en zor dönemini geçirdi. Bu durumdan kurtulmak için, dönemin güçlü isimlerinden muhafazakar politikacı Robert Harley’in koruması altına girdi. Siyasi inançlarını özgürlüğü ile değiştirmiş ve Defoe, siyaset oyununu bu acı tecrübe ile öğrenmişti. Muhafazakarlar hükümetten düşünce, yeniden Liberallerin saflarına transfer oldu. Bundan böyle, kendisini kim gözetirse, Defoe’nin kalemi onun yanındaydı.
1719 yılında yayınlanan “Robinson Crusoe” romanına kadar, genellikle siyasi makaleler yazan Defoe, romanın gördüğü büyük ilgi ile birlikte, bütünüyle edebiyatle ilgilenmeye başladı. Elbette diğer romanları da serüven ağırlıktaydı. “The Life Of Captain Singleton” (Kaptan Singleton’un Hayatı), “Moll Flanders”, The Journal Of The Plague Year” (Veba Yılı) ve “Colonel Jack”’ın dışında, “Robinson Crusoe’nun Daha Sonraki Maceraları”nı da tamamladı. Yazmaya 1731 yılında gelen ölümüne dek ara vermeyen Defoe’nun, 545 yayınlanmış kitap ve broşürü bulunuyor.
İlk deniz serüveni
Ailesinin isteklerinin aksine, denizci olmayı kafasına koyan Robinson, ondokuz yaşındayken, 1651 yılında Londra’dan kalkan bir gemi ile sefere çıkar. Bu ilk seferde karşılaştığı fırtınadan ürkmesine rağmen, gemicilerin cesaretlerinde etkilenir ve seçtiği yoldan dönmez. Bir başka gemiyle Afrika’ya gider. Orada korsanlar tarafından esir alınır. Köle olur, kaçar, Brezilya’ya giden bir başka gemi tarafından kurtarılır. Brezilya’da şeker kamışı ziraatine başlar. Ne var ki yoğun emek gerektiren bu iş için kölelere ihtiyacı vardır. Bu kez köle edinmek için çıkar Afrika yolculuğuna. Kahramanımızı ıssız adasına düşüren bu yolculukta, gemi bütün mürettabatı ile birlikte batıverir.
Öykünün bundan sonrası, Robinson’un doğayla giriştiği büyük mücadeleyle ilgilidir. Gemiden kalan son bir kaç parça eşya ve araç-gereçle işe koyulan Robinson, önce bir ev yapar, ardından yaban keçilerini evcilleştirir, yiyeceklerini yetiştirmeye başlar. Yavaş yavaş doğaya hakim olmaya başlamış, yabani hayvanları boyun eğdirmiş, bir dolu acı tecrübeden sonra iyi bir çiftçi olmuştur. Bütün bunlar 12 yılını alır Robinson’un. Ama yalnızdır. Adaya gelişinden 22 yıl sonra, sahilde insan kemikleri görünce dehşete düşer. Kemikler, yamyamların varlığını kanıtlamaktadır. Robinson, yine esirlerle birlikte adaya gelen yamyamlara saldırır, bazılarını öldürür, kalan son esiri kurtarır. Böylelikle Cuma ile de tanışmış oluruz. Robinson asıl becerisini, bu yamyamı medenileştirerek gösterecektir. Robinson ve Cuma, on yıl birlikte yaşarlar. Başlarından bir dolu serüven geçer ve sonunda yolu aday düşen bir İngiliz gemisi ile Londra’ya dönerler. Brezilya’daki tarlası da işletildiğinden, zengin bir adamdır artık o. Evlenir, çoluk cocuğa karışır. Ama, denize duyduğu özlemi dinmemiştir. Karısı ölünce, adasını görmek için yeniden denize açılır.
Yukarıda da söylediğim gibi, Daniel Defoe, ilk kitabın gördüğü büyük ilgi sonucu, Robinson Crueso’nun bundan sonraki serüvenlerini de kaleme aldı. Ancak, biraz ticariydi yeni kitap. Zengin ve yaşlanmış bir Robinson, burjuva insanın dünyayı fethinin allegorisi niteliğindeki ilk Robinson’un yanında pek sönüktü.
Bireyciliğin ilk temsili
Cervantes, “Don Kişot”u yazdığında, henüz burjuva birey tarih sahnesine çıkmamıştı. Yine de, Don Kişot, modern insana yakın özellikleriyle, ilk roman kahramanıydı. Robinson Cruseo ise, gerçek anlamda bireydir. Üstelik dinsel kaygılardan uzak, doğaya karşı güçlü, çalışması ve hırsı ile bütün zorlukların üstesinden gelebilen ve ahlaki değerleri kendisine göre kuran hesapçı bir birey…
İngiliz romanının Daniel Defoe’ya kadar olan tarihinde, romana eğitici bir işlev yüklenmiş ve roman pek saygın bir tür olarak görülmemiştir. Roman teorisi de yoktur henüz. Romanla gerçek arasındaki ilişki ise zayıftır. Defoe, “Robinson Cruseo”yu, gerçek bir öykü gibi aktararak -bir gerçeklik payı da vardır anlattıklarında- ve gündelik yaşama ilişkin ayrıntılara geniş yer vererek, bu edebi türe bundan böyle izleyeceği yolu açar. Hem gerçeğe olan bağlılık hem de anlatılan öykünün sürükleyiciliği açısından, “Robinson Cruseo”, kendinden sonra gelen yazarlar için kılavuz rolü oynamıştır. Ancak, Daniel Defoe’nin kahramanları yalınkat, anlatım dili ve üslubu ise basittir. Belki de bu nedenle, İngiliz ve dünya romanının öncüleri sayılan çağdaşları Henry Fielding ve Samuel Richardson kadar edebi eleştirinin konusu olmamış, her zaman sevilmiş ama çocuk romanı olarak önemsizleştirilmiştir.
Oysa, apaçık bir felsefi tartışması olmayan bu metin, burjuva bireyin ilk destanıdır. Felaketler ard arda gelse de, her zaman ayakta durmasını, kazanmasını ve şükretmesini bilen örnek bir yurttaştır Robinson. Daha önceki dönemlerde, toplumun önüne geçmemesi gerektiği düşünülen ve kınanan bireysel çıkarları apaçık savunur bu yeni insan tipi. Düşünün ki, ıssız bir adada bile, elinden hesap yaptığı kağıdı ve kalemi hiç düşmez. Sayılar önemlidir yaşamak için. Sayılar, zenginliğin işaretidir…!
Robinson Crusoe’da, ekonomik gerçekçilik her türlü duygunun üzerindedir. Robinson, Calvinist çalışma ahlakının romanda vücüd bulması, burjuva bireyin yüzyıllar boyu sürecek hırsının, pragmatizminin erken bir sunumudur. Ada ise, önemli bir simgeye dönüşmüştür romanda. Kısıtlamanın olmadığı, bireyin özgür iradesi ile yaptığı girişimlerin sonuçlarına razı olduğu ama bu tasarrufların da bireye hep başarılar getirdiği, feodalitenin ve devlet bürokrasisinin hantallığından uzak ütopik bir devleti temsil eder ada. aynı zamanda İngiltere için de bir modeldir. Kısaca, Daniel Defoe, siyasi ve ekonomik görüşlerini dile getirmek için araçsallaştırmıştır Robinson’u ve ıssız adasını.
Romanda ilk ötekileştirme
Don Kişot, Robinson’ların egemen olacağı bir dünya karşısında şaşkınlığa uğrayan, toplumsal idealleri, ahlaki değerleri savunan olumlu kahraman tipiydi ve trajikti öyküsü. Yaklaşık yüz yıl sonra gelen Robinson’un ise toplumsal bir kaygı taşımaz. Değerler manzumesi kısa ve özdür; çalışmak ve kazanmak..! Doğa ve kendisinin ait olduğu toplumun dışındaki insanlar, tahakküm edilmek için vardır bu yeni insan tipi için. Don Kişot ve Sancho arasındaki ilişki, zaman içerisinde birbirini etkileyen ve eşitlenen bir nitelik kazanırken, Robinson ve Cuma arasındaki ilişki, hiç değişmeyen bir efendi-köle ilişkisidir. Batı oryantalizminin bütün öğelerini barındırır “Robinson Crusoe” romanı.
Siyah adam yamyamdır, eğitilmesi gerekir ve doğal olarak beyaz adama tabidir. Daniel Defoe, bu efendi-köle ilişkisinin öylesine mantıki sebeplere dayandırarak öyküler ki, okurken hiç de insanlık dışı ögeler bulamazsınız. Doğal ve zorunludur Robinson’un tahakkümü. Her şeyi beyaz adam kurmuştur, evi o yapmıştır, hayvanları o ehlileştirmiştir, tarlayı o hazırlamıştır. Cuma’ya düşen, onun emirleri doğrultusunda çalışmaktır yalnızca. Aslında Cuma, İngiliz işçi sınıfını da temsil eder. Girişimci burjuvanın yanındaki beceriksiz emek gücüdür o. Robinson, yani burjuva birey olmasa, Cuma, yani işçi, yani emek de anlamsızdır Defoe’ya göre. Aklın ve üretim araçlarının sahibi Robinson ile kol gücünün temsili Cuma arasındaki ilişkinin diyalektiğini, F.Engels, “Tarihte Zorun Rolü” adlı makalesinde çok iyi bir biçimde çözümlemiş ve “Robinson Crusoe” romanının arkasındaki ideolojiyi, marksist bir sınıf çatışması temelinde sergilemiştir.
Ancak, “Robinson Crusoe” romanını, bugünden yola çıkarak yapılacak ideolojik çözümlemelerle mahkum etmek haksızlık olur. Diğer oryantalist metinler gibi, o da kendi toplumunun tarihi içinde yer alıyor, o tarihle ve kendi toplumsal deneyimleriyle farklı ölçüde biçimlendirme ve biçimlendirilme ilişkisinde kuruluyor ve bütün estetik biçimleriyle kültürün tarihsel deneyimlerden türüyor. Üstelik, tıpkı Don Kişot gibi, Robinson da geçen onca yıla rağmen canlılığını koruyan bir tip. Edward Said’in söylediği gibi, “Anlattıkları Robinson Crusoe’nun sanatsal değerin azaltmıyor, tersine, hegemonyayı sağlayan şey, onun bu değişmeyen yüksek sanatsal değerinde gizli…
A. Ömer Türkeş
kitapeki.com
Bir edebiyat öğrencisi olarak yorumlarınıza ve emeğinize çok teşekkür ederim. Çok detaylı ve anlaşılır bir analiz olmuş.