Burnundan kıl aldırmayan okurun Yedinci Gün’e bakışı – Cem Kalender

Orhan Pamuk?tan sonra edebiyat okurunu en fazla heyecanlandıran yerli yazardır İhsan Oktay. İlk kitabı Puslu Kıtalar Atlası?yla okurla kurduğu rabıta hiç zayıflamamış bilakis her yeni kitabında biraz daha güçlendirerek, az yazara nasip olan ?Çok okunan nitelikli yazarlar? sınıfına dahil olmuştur.

Büyük yazarlar okurun beklentilerini yükselttiği için belli bir evreden sonra okuyucuyla buluşmaktan korkar, tereddüt eder. Bilirler ki burnundan kıl aldırmayan titiz okurlar edinmişlerdir ve bunlar öyle kolay beğenmez, kusur kabul etmezler. İhsan Oktay, burnundan kıl aldırmayan okurun gözünde hep başarılı sınavlar vermiş, okurunu hayal kırıklığına uğratmamıştır.

Suskunlar?ın ardından beş yıl susan yazar nihayet okurunu, kurduğu ziyafet sofrasıyla baş başa bırakıp uzun bir susma evresine geri dönmüştür.

Ben de her İhsan Oktay okuru gibi Yedinci Gün?ü yavaş yavaş, hazmede hazmede, tadını çıkarta çıkarta okudum. Akabinde kitapla ilgili neşredilen eleştiri yazılarına göz attım. Belli ki kitap diğer kitapları gıbiçok beğenilmişti. Bununla beraber birkaç küçük itiraz da yok değildi. Ben de genel çerçevesiyle kitabı beğenmekle birlikte birkaç itirazı mı da burada söyleme ihtiyacı hissettim. Öncelikle bir edebiyat eleştirmeni olmadığımı söylemeliyim; yukarıda bahsettiğim üstadın burnundan kıl aldırmaz, zor beğenen, titiz okurlarından olduğumu de ekleyerek.

Kitap, Paşaoğlu karakteriyle öyle güçlü bir giriş yapıyor ki, daha ilk sayfalarda kitabın senkronuna ritim tutup alegorilerini zihninize yedirmeye başlıyorsunuz. Paşaoğlu?nun yegâne amacı en dindar, en temiz kalpli ve dini bütün şeyhleri kullanarak Tanrının mesajına ulaştırmaktır. Bunun için bir tapınak inşa edip elektrik akımı verdiği şeyhlerin beyinleri aracılığıyla Tanrı?dan sinyaller bekler ama bir Moğol tarafından öldürülmeyi hesap etmemiştir. Paşaoğlu?nun ölmesiyle bayrağı İhsan Sait alıyor ama, dilde ve temada hafif de olsa bir tökezleme oluyor.

Bir dil işçisi olduğunu bildiğimiz Üstat?ın eski ‘Türkçeye ne kadar hâkim olduğunu biliyoruz. Özellikle Suskunlar?da anlatımı tam bir dil resitaline dönüşmüştü. Öyle ki size yabancı gelen, anlamını bilmediğiniz sözcüklerle duygusal bir rabıta .oluşturuyordunuz. Bir cümleyi anlamak için iki sözcüğü bilmenizyeterli oluyordu. Ama bu kitapta birçok sözcük dilinize dolaşıyor, anlatım yavaşlıyor, tema bazı yerlerde mürekkep gibi dağılıyor.

Yine üstatın dinsel ve tarihsel mitlere göndermeler yapıyordu ve biz daha önceki kitaplarında birçok defa tecrübe etmiştik bunu. Bu kitapta da bolca görüyoruz ancak düz bir ifade tarzıyla. Mesela kısa bir Avrupa tarihi özeti geçmesi, Emile Zola?nın Dreyfus Olayı?yla ilgili yazdığı ?İtham Ediyorum? başlıklı ünlü makalenin aynı başlıkla İ. Amil Zula adıyla kitaba iliştirmesi İhsan Oktay inceliğinden çok uzak geldi bana.

Artık okurun da kanıksadığı ?kadınsızlık durumu? bu kitapta da kendini gösteriyor. Kitaptaki şu cümleyi İhsan Oktay?ın kadın karakterlere yüz vermeyişinin alt metni olarak yorumladım ben: ?(…) Klodfarer adlı bu münevverhaneye de kadın kız alınmaz, daha doğrusu Cins-i latif böyle yerlere girmeye asla cesaret edemezdi.? Üstadın böyle bir amacı olmadığını biliyorum ama cins-i latif?e yüz vermeyişini zorlama da olsa, bu şekilde yorumladım.

Kadın cinselliğini, ?Hele hele eli, kadınların bebek beslemesine yarayan bir organa doğru kayınca, kız çığlık atıp ayağa fırladı? cümlesiyle sarakaya alması da, yazarın mizah anlayışının güzel bir yansıması olsa gerek.

Kitabın nihayetinde, ?Yazdırınca muhterizleri de düşündü ve , bu kitabındaki kusurları, rastlayınca sevinip tatmin olsunlar ‘ diye onlara sadaka olarak verildi? ifadesi iki türlü sakıncalı geldi bana. Birincisi, tüm kibrinden kurtulmak için yıllarca cefa çekmiş birisinin böyle kibirli bir ifade kullanmasını, söyleyen açısından büyük bir çelişki olarak yorumladım. İkincisi -bu biraz zorlama olabilir- okuyucuyu hizaya çekme gayreti olarak algıladım’..
Elhasıl, biz okurlar da Yedinci Gün?ü keyifle okuyup tıpkı kendisi gibi olarak yeni kitabi raflara konuluna kadar susmaya yattık.

Cem Kalender
(SoL Kitap Eki, 13 Kasım 2012)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here