Çıkrıklar Durunca(*) – Yusuf Şaylan

Karacaoğlan derki bakın haline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş biz burada yok iken

Yaşadığı coğrafyayı ve toplumu dönüştürmeyi düşünenler, içinde bulundukları toplum ve coğrafyanın tarihini bilmek zorundalar. O coğrafyada daha evvel olup bitenler geleceği kurtarmak ve kurmak iddiasını güçlendirecek gelenekler barındırıyorsa, onlara değer vermek ve açığa çıkarmak gerekir.
Bizde bir kolaycılık vardır, tarihi herkes kendinden başlatır. Oysa bu topraklarda sürmüş bir sürü mücadele deneyimi vardır. İmparatorluk döneminde ve cumhuriyetin kuruluşunda yaşanmış önemli denebilecek bir sürü deney küçümsenir. Hatta bu yanlış yaklaşım sol tarihimiz ile ilgili olarak da 1970 öncesine “Elli yıllık revizyonist geçmiş” denerek küçümsenirdi. Oysa hiçte öyle olmadığı daha sonra ki mücadele süreçlerinde yaşanılan büyük acılarla anlaşıldı. Tarihe öyle bakarsanız kendinize tarihsiz ve köksüz olduğunuzu söylemiş oluyorsunuz. Dünün devrimci demokratları bu nedenle bugün yavaş yavaş tarih sahnesinden çekiliyorlar. “Siz tarihe kurşun sıkarsanız o size topla yanıt verir”(**).

Bu girişi neden bu kadar uzattım? 1931 yılında ilk basımı yapılmış uzun süre unutulmuş 70 yıl sonra tekrar basımı yapılan bir kitaptan söz edeceğim. Evet, bu kitap “Çıkrıklar Durunca” 1931 yılında Sadri Ertem tarafından kaleme alınmış. O zamanlar İstanbul’da Resimli Ay Matbaası tarafından basılıp yayınlanmış. Yazarımızın bu kitabı dışında roman, gezi, deneme ve ders kitapları gibi birçok kitabı mevcut.1939’ da Kütahya Milletvekili olarak mecliste görev yapan Ertem’in kitapları kendi döneminde birçok yabancı dile çevrilmiştir.

Yazar edebiyat tarihimizde önemli bir yeri olan “Resimli Ay” dergisinin yazarlarından. Burada Resimli Ay’dan bir satır bahsetmeden olmaz. Nazım Hikmet’in “Putları Yıkıyoruz” Kampanyası edebiyat tarihimizin önemli olaylarındandır. Resimli Ay’da bir hesaplaşma başlatılır önceki edebi akımlarla, tabi ki bu ayrıca irdelenebilecek bir konu. Yazarın gerçekçi edebiyatımıza katkıları göz ardı edilemez. Ayrıca yazar bu kitabıyla bir yandan da Osmanlının üretim ilişkilerine vurgu yapmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki dokuma sektörü temel sektörlerden birisidir. Bu sektörün uluslararası güçlerin eline geçmesi dışa bağımlılığı artıran bir işlev görüyor. Biz şimdi kitaba (Çıkrıklar Durunca’ya )dönersek… Ben kitabın adını ilk Yusuf Ziya Bahadınlı’nın anı-roman olarak yayımlanan “Öyle Bir Aşk” adlı kitabını okurken gördüm. Yusuf Ziya Kayseri Pazarören Köy Enstitüsünde okurken kütüphaneyi düzenleme görevi alıyor. Orada birçok kitapla tanışma ve okuma olanağı buluyor. Okuyup etkilendiği kitaplar arasında “Çıkrıklar Durunca”dan bahsediyor. Başkaca kitaplar da var etkilendiği, bunlar benim de okuduğum ve bildiğim kitaplardı. Ama Çıkrıklar Durunca’yı hiç bilmiyordum. Yukarıda belirttiğim gibi 70 yıl sonra Otopsi Yayınları(2001) tarafından çıkan yeni baskısını buldum. 1931–2001 70 yıl geçmiş. Kitapta anlatılanlar 1883 yılında İmparatorluğa bağlı Kastamonu Vilayeti Bolu Mutasarrıflığının Gerede Nahiyesinin Adaköyünde geçiyor. Adaköy bir alevi köyüdür, Osmanlının her bölgesinde olduğu gibi uzun süren savaşlara asker göndermekten usanmış, asker kaçaklarının bol olduğu bir yerdir. Bu bölgede insanlar yaşamlarını dokumacılık yaparak sürdürürler. Yaptıkları dokumaları köy ağası Sıddıkzade’ye verirler. Ağa’da ürünler karşılığında kendi dükkanından köylülerin bazı ihtiyaçlarını karşılar. Fakat köylüler ağaya her zaman olduğu gibi borçludurlar. Ağa merkezi hükümetinde desteğiyle astığı astık kestiği kestik bir biçimde köyde terör estirir. Köylüler homurdanırlarsa da fakat yinede yaşam akıp gitmektedir.

Adaköyde alevi köyü olduğu için bazı mistik örgütlenmeler söz konusudur. Mesela bir dergah vardır ve bu dergahta etkili kadın kahramanlar vardır. Bunların başında Dudu ve Esma adlı kadınlar ermiş gözüyle görülür. Bu arada bir kötü haber gelir, İstanbul merkezli olan bu haber artık Avrupa’dan fabrika dokuması kumaşlar geldiğidir. Bu ne demektir artık köylülerin dokumasının para etmeyeceğidir. Tek geliri dokumacılık olan Adaköylüler şaşkındır. İçlerinden bazıları taa İstanbul’a kadar gider fakat hiç iyi haber yoktur. Aslında gelmekte olan tehlike büyüktür İmparatorlukta dışa bağımlılık arttıkça çöküntü hızlanmaktadır. Sadece Adaköyü değil bir bütün olarak Osmanlı yakayı Avrupalılara kaptırmak üzeredir.

Adaköylüler yinede dokuma yapmaya devam ederler. Merkezi hükümeti temsil eden Vali Paşa bu durumdan hoşnut değildir. Dokuma tezgahları kapatılacaktır ve tüm tezgahlara el konacaktır. Köy ağası Sıddıkzade de evinde topladığı din adamlarıyla Adaköylülerle ilgili karar alıp vermektedir.

Alevilerin katli vaciptir. Bunların hepsi haindir. Kadından ermiş mi olur gibi Dudu ve Esma’yla ilgili laflar ortalıkta dönmektedir. Her şeye rağmen bazı kadınlar üretilen dokumaları satmak için Kastamonu’ya giderler. Zaptiyeler müdahale edip kadınları dağıtırlar. Vali Paşa bu işi hallettik diye oh çekip kendisine kahve ısmarlar. Bu sırada Kastamonu’nun başka bir mahallesinden top top kumaşların kervanlara yüklendiği görülür. Vali Paşaya haber verilir. Hemen zaptiyeler ve askerler görevlendirilir fakat köylüler buradan kumaşları yükleyip yola koyulurlar. Askerler bir yerde kervana yetişirler ancak kaçakçılardan ve çoğu eski asker olan kervancılar zaptiyeleri kısa sürede geri püskürtür.

Kervan Adaköye doğru yol alır. Artık Adaköy bağımsız bir yönetim gibi davranır. Zülfükar adını verdikleri kendi ordularını kurarlar. Çevre halka propagandalara başlarlar. Vergiler kalkacak, öşür alınmayacak ve askerlik olmayacak gibi vaadlerle taraftarlarını güçlendirirler. Bu tabiî ki çevrede şok etkisi yaratır. Osmanlının bitmek bilmeyen savaşları insanların canına tak etmiştir.

Kastamonu’dan kaçakçıların getirdikleri ile birlikte köyde bulunan bütün fabrika malı kumaşlar, köy meydanında bir dağ gibi yığılan kumaşlar mistik bir tören eşliğinde yakılır. Bunu duyan köy ağası ve merkezi yönetim bunlar ateşe tapıyor, din elden gidiyor çığırtkanlığıyla cahil halkı harekete geçirmek için işe koyulurlar. Vali Paşa ayaklanmayı bastırmak için, stratejik hesaplar yapar ve çevre vilayetlerden asker takviyesi istenir. Adaköyde huzursuzluk sürmektedir. Pazvantoğlu komutasındaki Zülfükar Ordusu Devrek nahiyesine baskın yapıp mahalli yönetime el koymuştur. Devrekte de vergi kalkmıştır, öşür alınmayacaktır, devlete olan borçlar affedilmiştir, cezaevi boşaltılıp askere alınmakta durdurulmuştur diye tellal aracılığıyla duyuru yapılır.

Devrek’ten sonra Mengen seferi başlar. Mengen halkı Zülfükar ordusunu iyi karşılar. Fakat mücadele düşüşe geçmeye başlamıştır. Değişik nedenlerle kendi aralarında sorunlar başlar. Merkezi hükümette gerekli hazırlıkları yapıp müdahale anını hesap etmektedir. Çevre illerden ve İstanbul’dan gelen destekle bir baskın yapılacaktır.

Pazvantoğlunun kardeşi Süleyman, “Vali Paşanın ajanı”, teslim olması halinde canının bağışlanacağını söyleyerek onu ikna etmeye çalışır. Bir duyulur Pazvantoğlu İmparatorluk askerlerine teslim olmuştur. Herkes şaşkın, vay hain, vay yezit, koynumuzda yılan beslemişiz gibi laflar dolaşır. Direnişe devam edenlerle İmparatorluk askerleri arasındaki kapışmada Zülfükar ordusu askerleri katledilir.
Ay o gün kanlı bir derenin kenarında yüzünü yıkar, ufuk mosmor, topraklar kıpkırmızıdır.

Yusuf Şaylan

(*) Sadri Ertem, Çıkrıklar Durunca, Otopsi Yayınları, 2001
(**) Resul Hamzatov, Benim Dağıstanım, Düşün Yayınları, 1984

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir