Doğu, Batı (*) ? Nejdet Evren

Gün-güneşin- doğuşu ve batışını ve buna göre yönlerin bir kısmını açıklayan, kavramlaştıran ?Doğu, Batı? (*) neye ve kime göre doğu ve neye ve kime göre batıyı ifade etmektedir? Oryantalist Avrupa merkezli aydınlanma dönemi ile başlayıp günümüze kadar paradigması ile taşınan öğreti Avrupa?yı batı, Ortasında-Asyayı doğu olarak tanımlamıştır. Batının uygarlaşmasına koşut ve ona göre doğunun geri kaldığına temas edilmiştir. İşin esası böyle midir?

Fazla değil yüz-yıllar önce buharın makineye uyarlanması ile üretime koşulan enerjideki devasa artışın yaratmış olduğu üretim fazlalığı gereksinimi aşarak tüketim sanayiisinin şekillenmesine ön-ayak olmuştur. Sermaye de aynı dönemde yoğunlaşmaya başlamıştır. Ortasında-çağın bilim ve tekniğe göz yuman toplumlarının maddenin o güne kadarki keşfine dayalı evrensel bilgi birikimini kullanması kaçınılmaz olunca, bilgi göklerden ve gizeminden kopartılarak bilinmeyenler/korkulanlar tek tek açıklanmaya, bilimsel çözümlemelere tabi tutularak ?aydınlanma? ya başlanılmıştır. Doğu olarak tanımlanan toplumların filozoflarınca irdelenen felsefi görüşleri ve oradan hareketle klasik Yunan filozoflarının düşünceleri gün-yüzüne çıkartılarak, doğanın ve mistik güçlerin egemenliğide olan insan bu göbek-bağından kopartılarak bağsızlaştırılmış/kısmen özgürleştirilmiştir. Tüm bunları sağlayan ?aklın üstünlüğü? Güneş gibi doğudan batının üzerine doğmuştur. Uygarlaşmanın oryantal ölçütü ile insanlaşmanın evrensel ölçütleri arasındaki uçurum kapanmadığı gibi derinleşmiştir. Tarihi kaynakların tesbitlerine göre 1830 yılında İngilizler?in kendi tekstil sanayiinin önünde büyük bir engel olarak gördükleri Hindistan?da geleneksel el dokuma tezgâhlarında çalışan yirmi-bin ustanın parmaklarını bir gecede kestiklerine bakılırsa uçurumun derinliği çok rahat görülebilecektir.

Güneşin doğduğunu gören ilk kişi kimdir ki böylesi bir yön tesbitinde bulunabilsin!? Hem kıtalar da jeo-fizik kriterlere göre değil politik kriterlere göre adlandırılmış olmalarına göre, doğu-batı, kuzey-güney öyküleri de aynı kriterlerden nasiplenmişlerdir. Doğu olarak görülen toplumlar bu ölçütlerin bedelini fazlasıyla ödemişlerdir. Olan-ın bedelinin olmayan-dan daha az görülmesi bu nedenle olsa gerek; aynen, ?iyi nasihat yakutlardan bile ender bulunur? (1) öyküsünde olduğu gibi…Ancak öğüt/nasihat başka bir şey daha söyler; el kapılarında dilenmektense kendi çöplüğünde didinmek yeğdir. Öğrenmeyi sonuna kadar red edip yaşayarak görmeyi/öğrenmeyi denemek kolay olanı seçmektir. Ne var ki, ?bir musibet bin nasihatten iyidir? …Batıda, doğu görselleriyle vardır; ?bin-bir-gece masalları?nın egzotik gizemiyle…Halıların uçtuğu, cinlerin şişelerinden salıverildikleri, yılanların dans ettirildiği coğrafyaların düş-dünyalarındaki bu zenginliğin gündelik hayata iz-düşümleri aynı olmamaktadır. Mumbai?de ?Geceyarısı Çocukları? (**) ndan bir kısmı tarih boyunca uğradıkları istilalara eklenen önce Portekiz?lerin daha sonra İngiliz?lerin koloniyal yoksullaştırılmalarından arta kalan göbek bağını bir türlü kesip atamadıkları, onu içselleştirdikleri için düş dünyasındaki bu zenginliği pratik yaşama iz-düşememektedirler. Batının doğusuna gidilmedikçe/içersinde yaşanılmadıkça bu çocukların dünyalarının keşfedilmesi belki de olanaksızdır. ?Bedava Radyo? (2) yu ?gökyüzünden gelen ses ?Yê Akashvani hai? Urdu?ca(3) olarak yorumlamak kimin harcıdır!?

../.

Tarihi yazmak tarihsel olayın içinde olmaktan farklıdır. Geleceği kurgulamak adına geçmişi yeniden biçimlendirmek/yorumlamak günceli kayıt altına almaktan farklıdır. Güncelin kayıt altına alınmasındaki öznellik evrensel genel karşısındaki özenin öznelliği ile doğrudan ilişkilidir. Tüm bu nedenlerle gerek kayıt altına almak gerekse yorumlamak her hal ve şartta nesnel değildir. Geçmişe dair her türlü yaşanmışlıkların geride bıraktıkları kalıntılar biyolojik-kimyasal-fiziksel olanlar dışında öznel karakterlerinden dolayı nesnel sayılamazlar. Yazılı dil farkında olsun olmasın geleceğe yönelik bir iz bırakır/buna meyillidir. Bunun farkında olan yazar öyle durumlarda kalır ki gelecek ile ilişkisini kesmek ister. Bu nedenledir ki; ? … toprağın altına girdikten sonra kendisini yaşatacak, ölümsüz kılabilecek bu maddeyi (yani kağıdı) yok etmekten de eşit ölçüde zevk aldığı bilinen bir gerçektir;…? (4 ) Gelecek kuşakların bilgi edinme hakları olmalıdır/en azından olması gerekir. Dolayısı ile kayıt düşenin böylesi bir zevki yaşamak adına iz-düşümlerini yok etmesinin ne denli yerinde olduğu tartışmaya açık görünmektedir. Kayıt altına alınmayan bir eylemin kendisi zamanla yok olur/bilinmez. Kayıt altına alınması ise söz/yazı ile olur. Bu nedenle yazı dilinin gücü eylemin boyutlarını aşar. Üstelik öyle bir gücü vardır ki Kızılderili ana/ataların dediği gibi ?yönlendirmesini bilmeyene bumerang olarak geri döner? Yanı sıra, Salman Rushdie?nin tanımladığı gibi ??..panzehiri bulunma…?yan ?Zehirlerin en ölümcülü!? olan da ?söz?dür?? (5)

../.

Jülyen takvimine göre yıl 1492 yi gösterdiğinde Cristovao Colombo/Kiristof Kolomb Amerika kıtasına ayak bastı. Batının batısına gitmişti oysa…Yeni dünyayı doğu sahilleri sanması yalnızca bir hesap hatası olabilir mi? Mactazuma yerleşik ve barış içerisinde yaşayan bir toplumun önde geleniydi; savaşı tanımıyordu ve Colmombo?yu Tanrının elçisi olarak değerlendirip ona ve refakatindekilere yer gösterdi, buyur etti. Tanrıların gazabına uğrayacağından ve kılıçtan geçirileceğinden habersizdi. Mayalar, İnkalar ve Aztekler bir-bir kılıçtan geçirildiler. Uçsuz bucaksız verimli toprak ve yer altı kaynakları Avrupa?lı toplumların gözlerini kamaştırıyordu. Önce zapt ettiler, sonra emek gücüne duyulan gereksinimi karşılamak için köleleştirdikleri insanları deniz-aşırı taşıdılar ve sömürdüler. Afrika, Asya ve Amerika olarak tanımladıkları kıtları paylaştılar ve ölümcül eğlencelerine safari avı dediler. Öykü kahramanı Çehov diyor ki; ? Londra?ya aşığım…Başarılarını takdir ediyorum: bravo! Ama sonra dönüp kendi yuvama bakıyorum ve soyguncular tarafından yağmalandığını görüyorum.? (6) İnsan, türlerden biri olduğunu unuttuğu gün kendine yabancılaşmış, Elias Canetti?nin ? paylaşım yasası? dediği ilk yasayı ihlal ederek canavar-doymazlığını edinmiştir.

../.

Tektonik levhalar sürekli yer değiştirirken ?kimi yerde karışıp kimi yerde ayrışırken- farklı yer ve zamanlarda farklı kültürleri geliştiren insan türü hem yek-diğerine karışmakta hem de ayrışmaktadır. Seyahat ve yerleşme özgürlüğü tanındıktan/benimsendikten sonra bu özgürlüğü kullanan kişilere şart koşmak klasik site-hukukunun çağcıl versiyonundan öteye geçmeyecektir. Ne doğunun doğusuna ne de batısına, ne batının batısına ne de doğusuna gidildikçe ne doğuya ne de batıya ulaşılmayacak, yek-dünya gezegeninde bir tür olduğunu insan ilanihaye keşfedecektir. Koşumluk atların nal sesleri siber-uzay çağında uydu görüntülerine yerini bırakırken, posta arabaları müzelerde sergilenecektir.

Seçme/tercih yapabilme, insanı diğer canlı türlerinden ayıran en belirgin özelliğidir. Ve fakat öyle anlar olur ki kişiye tercihler dayatılır; kötünün iyisini seç anlamında bir dayatmadır bu…Ve yine insan, farklı olduğunu böylesi zamanlarda da gösterebilme gücüne/yeteneğine/yönelim ve istencine sahiptir. ?Seçmeyi reddediyorum.? (7) şeklindeki seçimi tam da bu duruma işaret etmektedir. Bireyin belki de en güçlü ve en radikal tercihi red edebilmesidir. Bunun için red etmenin karşılığında kalınacak yoksunluğu görmesi, benimsemesi ve ona karşı kayıtsız kalabilmesi gerekir.

Ne doğu doğudur ne de batı batıdır.

Nejdet Evren

Haziran 2012, Batı

(*) Doğu,Batı, Salman Rushdie, Öykü, Can Yayınları, 1 basım 2011, Begüm Kovulmaz çevirisi. 180 sayfa
(**) Geceyarısı Çocukları, Salman Rushdie, Roman, Metis Yayınları, İkinci basım Temmuz 2008, Aslı Biçen çevirisi, 492 sayfa
(1) Doğu,Batı adlı eser sayfa: 15
(2) Age, S: 25
(3) Age, S: 32
(4) Age, S: 59/60
(5) Age, S: 73
(6) Age, S: 131
(7) Age, S: 177