Savaşın incittiği insanlara bir ses veren Erich Maria Remarque, bize hatırlattıklarıyla her zaman el üstünde tutulması gereken bir yazar. Savaşın dehşetini, beraberinde getirdiği yıkımı, insanoğlunu birbirine nasıl yabancılaştırdığını birinci ağızdan, çarpıcı bir şekilde dile getiren Remarque, savaşla ilgili bildiğimizi sandığımız gerçekleri sorgulamamızı sağlarken, edebiyatın ne kadar güçlü ve ölümsüz bir kaynak olabileceğini de bir kez daha kanıtlar.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un devamı niteliğinde olan Dönüş Yolu, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle evlerine dönen bir grup askerin topluma uyum sağlamakta yaşadıkları zorlukları anlatıyor. Başta aileleri olmak üzere tüm toplumdan kopmuş, ıssızlaşmış askerler gündelik hayatın akışına kapılmakta, askerdeki hiyerarşik ve sosyal düzenin artık geçerli olmadığını idrak etmekte güçlük çekmektedirler. Onca ölüm gördükten sonra yaşamın anlamını sorgulamaya başlayan eski askerler nihayetinde birbirlerine de yabancılaşmaya başlarlar.
Yayımlandığı günden bu yana güncelliğini koruyan Dönüş Yolu, şimdi Burhan Arpad’ın Remarque’la yaptığı röportajla birlikte Everest Yayınları’nın dünya klasikleri dizisindeki yerini alıyor.
(Everest Yayınları Tanıtım Bülteninden)
Kitabın Künyesi
Dönüş Yolu
Erich Maria Remarque
Everest Yayınları / Edebiyat – Roman Dizisi
Editör: Berrak Göçer
Çeviri: Burhan Arpad
Ankara, Mayıs 2012, 1. Basım
296 sayfa
Nazi rejimi tarafından yasaklanan ve 1933 yılında ünlü kitap yakma operasyonunda yakılan, 1931’de yayınlanan Erich Maria Remarque’nin Dönüş Yolu adlı bu çok sevilen romanında, yazar, savaş sonrası, insanın yalnızlığını, döndüğü eski çevresine yabancılaştığını vurgular. Bu yabancılaşma, romanın kahramanlarından birinin kendini öldürmesine varacak kadar yoğundur.
(*) “Remarque, Dönüş Yolu’nda, yenilmiş Alman İmparatorluğu?nu ve patlayan devrimi, kitlelerin umutla devrime katılmalarını, askerlerin terhisten sonra ikiye bölünerek bir kısmının devrimin, diğer bir kısmının ise karşı-devrimin saflarına katılmasını anlatıyor. Kitabın girişi savaşın son günlerini anlatsa da, kitap bir savaş kitabı sayılmaz. Savaş sonrasında terhis olmuş askerlerin toplumla bağ kuramamasını, işsiz güçsüz sokaklarda dolaşmalarını, gelişen devrimi ve ardından gelen karşı-devrimi anlatması bakımından oldukça önemli Dönüş Yolu. Zira 1918?in toplumsal krizini, yükselen devrimci dalgayı ve Sosyal Demokrasinin ihanetini, Spartakistlerin yetersizliğini çok yalın bir şekilde anlattığından dolayı, öğreneceklerimiz var bu kitaptan. Askerler ne düşünürler, aç susuz ve işsiz güçsüz kalmış yığınlar ne istemektedir, tepkileri ne olmaktadır: tüm bunları içten bir dille ve hiçbir abartmaya yer vermeden anlatıyor Remarque.
Terhis olan askerlerin cephe hatlarından çıkıp yollara düşmeleri sırasında yaşanan ilginç bir olayı anmadan geçmeyelim: ?Amerikalılar bizleri görünce şaşırıyorlar. Konuşmaları yarıda kesiliyor. Ağır ağır yaklaşıyorlar. Arkamızı sağlama almak için bir sundurmaya doğru geri geri çekilip, bekliyoruz. Yaralıları ortamıza alıyoruz. Bir dakikalık bir sessizlikten sonra, sırık gibi uzun bir Amerikalı mangadan ayrılıp bize el sallıyor. “Hello arkadaş!” Adolf Bethke de elini havaya kaldırıyor: “Arkadaş!” Gerginlik azalıyor. Amerikalılar yanımıza geliyor. Bir saniye içinde sarılıyoruz. Esir düştükleri veya vuruldukları zaman böyle yakından görmemiştik onları.?
Amerikalı askerler de Alman askerlerini o güne kadar yakından görmemiştir. Yıllarca düşman diye karşı cephelerde birbirlerinin boğazına sarılan bu askerler gerçekte aynı sınıfın evlatlarıdır. Yoğun bir burjuva milliyetçi ideolojinin etkisinde kalan askerler, savaşta çarpışırken öldürdüklerinin kimler olduklarını sorgulamaya pek zaman bulamazlar; dahası karşıdakiler de aynı durumdadır ve sürekli bir kör dövüşü yaşanır. Ölüm ve yaşamın ne demek olduğunu çok iyi bilen askerler, aradaki düşmanlıkların kırıldığı ortamlarda dostça sarılmaktan geri durmazlar. Her iki taraftaki insanlar da aynı refleks içindedir; savaşın tüm iğrenç yüzünü görmüşler ve bunun kendi savaşları olmadığının öyle ya da böyle farkına varmışlardır. O güne kadar hiç tanımadıkları insanların kendileri gibi emekçi sınıflardan olduğunu ve düşman olmadığını, cani hiç olmadığını kesinkes anlamışlardır. İşte bu, buzların eridiği ve kardeşçe bir ilişkinin gelişmekte olduğu anlardır. Böylesi birçok örnek mevcuttur. 1917 Rus Devrimi olduktan sonra Rus ve Alman askerlerinin savaşmayı bir kenara bırakıp, kendi mevzilerini terk ederek, günlerini birlikte geçirdikleri bilinmektedir. Rus askerleri bildiriler dağıtarak devrimi anlatırken, Alman askerleri de onlarla devrimi tartışmaktan ve kendi komitelerini örgütlemekten geri durmamışlardı.
Dönüş Yolu?nun amacı bir anlamda, savaştan bitkin çıkmış askerlerin durumunu anlatmak ve bu askerlerin devrimle olan ilişkisini kurmaktır. Uzun yıllar cephelerde kalmış ve her an öldürülme tehlikesi içinde yaşamış bu askerlerin toplumla bağ kurması kolay değildir. Ama öte yandan, klasik deyimle hayat da devam etmektedir. Cephede edinilmiş dostluklar, ölüm arkadaşlıkları toplumsal yaşamın içinde parçalanıp gidiverir. O güne kadar dost olan askerler, sivil yaşama geçince, devrimin de etkisiyle kendi sınıfsal doğalarına göre hareket etmeye başlarlar. İşçiler yine işçidir ve yoksullukları işsizlikle birleşince çekilmez bir hal alır; az ya da çok mülk sahibi sınıfın çocukları ise ayrıcalıklarını kaldıkları yerden sürdürürler. Cephelerde can ciğer olan askerler tez zamanda sınıfsal bir bölünme yaşarlar.
Sonra devrim Sosyal Demokrasi eliyle boğazlanır ve egemen sınıflar kendi işlerini yürütmeye devam ederler. Burjuva kurumlar çalışmasını sürdürür. Daha düne kadar, egemen sınıflar cephelerdeki askerleri kahraman olarak ilan ederek ikiyüzlüce alkışlamışken, şimdi onların paspas kadar değeri yoktur. Askerler, burjuva düzen için çarpışarak ölmüşler ve çevrelerinden yüzlerce arkadaşlarını yitirmişlerdir; fakat bunlar çoktan unutulmuştur. Bir olaydan dolayı mahkemeye düşen askerleri egemen sınıfların intizamlı çalışan kurumları ağır bir şekilde cezalandırmaktan geri durmaz. Yoksul sınıfın bu üyelerinin yaşadıkları, bir kez daha sınıfsal ayrışmayı gözler önüne sermekte ve savaşın kimin savaşı olduğunu ortaya koymaktadır.
1918 Devriminin nasıl bir umutsuzluk içinde yitip gittiğini anlattığı sahneler bakımından kitap oldukça önemli. Devrimin emekçi sınıflara getirdiği pek bir şey yoktur. Burjuva düzen olduğu gibi devam etmektedir. Sosyal demokrat SPD kitleleri kandırmaya devam eder; devrimi burjuvazinin çıkarları doğrultusunda rayından çıkartır. Oysa yoksul sınıfların ihtiyacı olan, sorunlarının bir an önce çözülmesidir. Binlerce işçi doğru düzgün ücret alamadığı gibi ücretler düşüktür; işsizlik had safhadadır; binlerce asker savaşta sakat kalarak sokağa terk edilmişken, yüz binlercesi terhis olduktan sonra işsiz kalmıştır. Köylüler yoksulluk içinde kıvranmaktadır; kentli küçük-burjuvazi mülkünü kaybederek açlığın pençesine düşmüştür. Yani ezilen geniş yığınların umudu devrimdir. İşçiler ve askerler, SPD devrime ihanet ettikten sonra tekrar sokaklara çıkmaktan ve bir kez daha silaha sarılmaktan geri durmazlar. Ama ne yazık ki, Rusya?daki toplumsal krizi bir devrimle emekçi kitlelerin iktidarını kurma doğrultusunda çözen Bolşevik Parti Almanya?da yoktur; Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki Spartakistler ise çok güçsüzdür. Devrim başarıya ulaşamaz.
Kitabın en trajik sahnelerinden biri binlerce işçi ve askerin Berlin?de gösteriler düzenleyerek hükümet binalarına karşı yürüyüşe geçtikleri andır. Berlin?de gece boyunca olaylar yaşanır. Belediye binasını saran göstericiler içinde askerler de vardır; buna karşın belediye binasını koruyan askerlerin ve rütbelilerin bir kısmı aynı askerlerin cephe arkadaşlarıdırlar. Ancak sınıfsal ayrışma, bu cephe arkadaşlarını karşı karşıya getirmekten geri durmaz. Ve göstericilerin önünde yürüyen askerler, yine cephe arkadaşları tarafından yere indirilir; öldürülür. Düzen safındaki askerler tüm kitlenin üzerine kurşun yağdırır. İşte bir sahne: ?Evlerin kapı ağızlarında yüzüstü yatmaktayız. Kurşunlar vınlıyor. İnsanlar haykırışıyor. Kapılıp sürükleniyoruz. Nefretten çılgın gibiyiz. Kaldırımlar kan içinde. Yine askerler olduk. Savaşın gümbürtüsü ve kudurması yine üzerimizden akıp geçiyor, aramızda ve içerimizde dolaşıyor. Her şey bitti. Makineli tüfekler arkadaşlığı delik deşik etti. Askerler askerlere ateş açıyor. Arkadaşlar arkadaşlara ateş ediyor. Bitti, her şey bitti??
Devrimin başarısızlığı, bununla birlikte toplumsal krizin devam etmesi, kitlelerde hiç bitmeyen bir huzursuzluğa ve umutsuzluğa yol açar. Devrim yenilmesine karşın, burjuvazi düzeni bir türlü sağlayamamıştır. Kitlelerin düzene duydukları nefret, komünist bir önderlik tarafından doğru yola kanalize edilememiş ve yerini umutsuzluğa bırakmıştır. Bu umutsuzluk gelecekte faşizmi iktidara taşıyacaktır. Küçük-burjuva kitleler devrime arkalarını dönerek umutsuzluklarının hesabını devrimden sormaya başlayacaktır. Bunu ise, bizzat Nazizmi destekleyerek, işçi sınıfına saldırarak yapacaklardır. Perişan askerler, işsizlikten bunalmış askerler, sakat kalmış ve birer süprüntüye dönüşmüş askerler, hayatta kalabilmek ve yaşama umutlarını sürdürmek için, düzen vaat eden faşizme bağlanacaklardır. Dönüş Yolu faşizmin yükselmesini anlatmıyor, hatta bu konuya değinmiyor. Fakat toplumsal çöküşün tablosunu çok iyi veriyor. İnsanlar umutsuzca intihar ediyor; bir kısmı çıldırıyor. Devrimin muzaffer olamadığı koşullarda toplumsal krizin karşı-devrimle son bulduğunu, akabinde ise Almanya?da faşizmin yükseldiğini bugün biliyoruz. Dönüş Yolu, bu sürecin toplumsal koşullarını anlatıyor.
Bir taraftan ise Alman egemen sınıfları gelecekteki savaşa hazırlanıyorlar. Okul çocuklarına yine savaş bir ülkü olarak sunuluyor. Bir önceki savaşta yenilen askerler birer düşman, Bolşevik vatan haini olarak damgalanıyorlar. Gelecekte, Alman onurunu şimdiki öğrenci-askerler kurtaracaklardır! Eğitim yaptırılan öğrenciler, ormanda dolaşan askerleri gördüklerinde, ?yaşasın cephe! yaşasın cephe!? diye slogan atarlar. Bu sahnede bir asker, ?Evet, böylece her şey yeniden başlıyor? demektedir. Devrimin yenilmesi sonucunda, burjuvazi umutsuz yığınları kendi çıkarları için kullanmaya devam etmekte, kuşkusuz öncesinde düzenini sağlamlaştırmaktadır. Evet, her şey yeniden başlamaktadır ve gelecekteki savaşta Alman emperyalizmi için çarpışanlar işte bu küçük neferler olacaktır!
Emperyalist savaş çanlarının dünya üzerinde çalındığı bir ortamda, Remarque?nin bu iki önemli kitabını yeniden gündeme almak, genç kuşaklara savaşın ne menem bir şey olduğunu anlatmak bakımından önem taşıyor.
Son olarak şunu söyleyelim ki, bu iki kitap bir bütündür ve mutlaka birlikte okunmalıdır. Daha az bilinen ve bulunan Dönüş Yolu savaşın sonrasında yaşananların anlaşılması bakımından oldukça yararlıdır. Dahası Dönüş Yolu devrim karşı-devrim kapışmasını, toplumsal yıkımın nasıl faşizme giden yolu açtığını anlatması bakımından mutlaka okunması gereken bir kitaptır.
(*) Alıntı Kaynak: Marksist Tutum dergisi, Şubat 2006