Düşler, Beden ve Dans Uygulamaları – Elena Cervellati

Erken ortaçağda bedenle ilgili algılar kaçınılmaz olarak dans uygulamaları üzerinde de etkili olur. Bir yandan bedenin aşağılanıp çileye tabî tutulması, diğer yandan övülüp yüceltilmesi çok şiddetli bir gerilime neden olur; tiyatro mekânlarının harabelere dönüşmüş olmasından dolayı yetim kalan bedenler, halka açık meydanlarda veya kiliselerin içinde kendilerini sergilemeye devam ederler. Bazen düzensiz ve dehşet dolu, bazen de görkemli ve huzurlu olan bu gösteriler, döneme özgü davranış ve düşüncelere sıkı bir şekilde bağlı olan hareketin simgeleşmesini gözler önüne serer ve yayılmasına katkıda bulunur.

Bedenle ve Duyularla Çelişkili bir İlişki

Genelde reddedilen bir katılık geleneği

Bedenle ilgili yaklaşımlar, erken ortaçağda geliştirilip Batı kültürünün en temel yönlerinden bazılarını şekillendiren düşünce ve davranış kalıplarına örnek oluşturur. Jacques Le Goff’un (1924-) une histoire du corps au Moyen Age [Ortaçağda Bedenin Tarihi] adlı kitabında belirttiği gibi, Hıristiyanlığın kolektif kimliğimize temel bir unsur olarak yerleştirdiği, bedenin aynı anda hem yüceltilip hem bastırılması, hem övülüp hem de yadsınması şeklindeki sorun bu dönemde ortaya çıkar.

Michel Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nde®’ (1976), Paul Veyne’in de La société romainé’de [Roma Toplumu] (2004) belirttiği gibi, cinselliğe yaklaşım ve içe dönük gözlem dahil olmak üzere bedenin bakımına gösterilen katılık açısından ilk Hıristiyan doktrinlerinin antikçağın stoacı inancını açık bir şekilde sürdürdüğü doğrudur. Öte yandan Ambrosius (y. 339-397) ve Augustinus (354-430) gibi Kilise Babalarının eğitiminde muhtemelen rol oynamış geç imparatorluk döneminin bilimsel kültürüne duyulan saygının, Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş insanların bu kültürden uzaklaşmasına ve onu reddetmesine engel olmadığı görülür. Böylelikle, insanoğlunu algılamanın yeni bir şekli demek olan ve Hıristiyanlığın kurumsallaşmasıyla güçlü bir destek ideolojisi -ve uygun toplumsal yapılar ile düşünce kalıpları- edinen bir ayrılık oluşur.

Bedenin ruhun gereksinimlerine boyun eğdirilmesi

Le Goff’a göre ortaçağ gözyaşlarının armağan, kan ve spermin tabu olduğu, gülüşün yasaklandığı, rüyaların bastırıldığı, seçilmişlerin bedenlerinde İsa’nın yara izlerinin belirdiği; VI. yüzyılın ortalarından itibaren vebanın, VII. yüzyıldan itibaren de cüzzamın yayıldığı; ölülerin canlılarla bir arada olduğu, mezarlıkların kentsel mekânların merkezinde yer aldığı; canavarların, hipertrofik, deforme, kesik veya kırık çıkık vücutların, yarı hayvan, yarı bitki veya farklı cinsiyetlerde bedenlerin var olduğu dönemdir. Oysa Hıristiyanlık, seküler araçları yoluyla tam da bu yönleri ortadan kaldırmaya, bedeni pürüzsüz ve geçirimsiz, çarpıklıklardan, girinti ve çıkıntılardan yoksun kılmaya çalışır; fiziksel boyutu kutsal boyuttan ayırt etmeye çalışan bu süreç, dini litürjiye dahil olmayan yöntemlerle kutsal boyuta ulaşma imkânını ortadan kaldırmayı amaçlar gibidir. Çileci idealden doğan monastisizm o ideali kurumsal hale getirir: Zevkten feragat etme ve günahla mücadele, ruhun bedenin zindanından kurtulması için birer araç olarak görülür ve uygulanır. Oruç -veya en azından bazı gıdalarla ilgili yasaklar- ve insanın kendi kendine uyguladığı ıstırap daha önceden beri söz konusu idiyse de, XI. yüzyıldaki monastik reformdan itibaren belli bir takvime göre yılın tamamına yayılır ve dindışı halkı da kapsar hale gelir. Gregoryen reformla ise beden üzerindeki kontrol cinselliği de kapsarve hem dini hem de sivil çevrelerde cinselliğin -evlilik içinde ve dışında- süreleri ve şekilleri belirlenir.

Kilise Babalarının bedeni yüceltmesi

Bu arada Kilise Babaları, Tanrı’nın suretinden yaratılmış olup Tanrı’nın oğlunu da barındıracak olan bedenin güzelliğini ve sevecenliğini yüceltir. Ambrosius Hexaemeron [Altı Günde Yaratılış] (IV. yüzyıl) eserinde ilahi nefesle canlanacak olan uzuvları över, Augustinus De genesi ad litteram’da [Yaratılış’ın Kelime Anlamı] (401-y. 415) insan bedeninin bir bütün olarak eşsiz görünümüne dikkat çeker, Cassiodorus ise (y. 490-y. 583) De anima [Ruh Üzerine] (554’ten önce) eserinde yüzün düşünceleri ve duyguları dışarıya yansıtma kabiliyetini konu alır. Alessandro Ghisalberti’nin (1940-) II pensiero medievale di fronte al corpo [Ortaçağda Bedenle İlgili Düşünceler] (1983) adlı inceleme yazısında belirttiği gibi, erken ortaçağda zindan olarak beden algısının aşılıp ruhun tapınağı olarak algılama eğilimi görülür; dolayısıyla beden sadece alt edilecek bir köle olarak görülmez, ruhun da yoldaşı statüsüne yükselir.

Hıristiyan kültüründe beden özerk olarak kabul edilmeyip sadece ruhla bağlantılı olarak ele alınır. İç ve dış arasındaki analojik yorumlar yoluyla sıkı bağlantılar söz konusudur. Suriye ve Mısır’da yaşayan Çöl Babaları III ile V. yüzyıllar arasında insan ile Tanrı arasında bir araç olarak algılanan beden üzerinde etkili olarak kişiliği yeniden oluşturmayı amaçlar. Zaten felsefi açıdan ruh ile beden arasında içkin bir bağlantının var olduğunun öne sürüldüğü Aristoteles’in (MÖ 384-322) doğa felsefesini konu alan yazıları -özellikle Ruh Üzerine- XII. yüzyıl ortalarından itibaren saygıyla okunur ve benimsenir, sonraki yüzyılda da filozoflar tarafından, Aristoteles’in psikolojisine getirilen yorum farklılıkları içerisinde de olsa, insanoğlunun bütünleştirici algısı çerçevesinde anlatılır.

Hareketin Önemi

Jean-Claude Schmitt’e (1946-) göre ortaçağ antropolojisinin tamamının ana ilkesini oluşturan ve tüm yönleriyle dünya algısına antropomorfik açıdan nüfuz eden, ruh ile beden arasındaki temel birlik kabul edilince, hareket, görünmez bir ruhun görünen tezahürü sayılır ve ruhun kendini disipline edip yükseltmek için bir araç olarak görülür.

“Hareket temelli uygarlık” ile hareketlerin kontrolü

Nitekim ortaçağ uygarlığı “hareket temelli uygarlık” olarak tanımlanmıştır. Hareketler toplumsal ilişkileri sağlamlaştırır: Siyasal veya dini iktidarın aktarılmasına izin verir, yeminleri güçlendirir, toplumu oluşturan ordines’ten birine aidiyeti belli eder, hiyerarşileri teyit eder, çatışmaları düzenler, hatta gündelik yaşamın çeşitli eylemlerine anlam kazandırırlar.

Kilise Babalarına göre, özellikle din adamları, önemli makamlara sahip olanlar ve seçkin sınıflara ait kadınların hareketleri, davranışları ve duruşları açısından beden, uygun şekilde bir sisteme bağlanmış, uyumlu, akılcı hareketler aracılığıyla düzenlenir ve kontrol altında tutulur. VI. yüzyıl civarında oluşan Batı monastisizmi, özellikle Regula Magistri [Öğretmenler İçin Kurallar] ve Aziz Benedictus’un (y. 480-y. 560) Regula eseri yoluyla, uygun veya uygunsuz uygulamaları, davranışları ve duruşları açık bir şekilde anlatarak bedeni disipline eden somut kurallar belirler. Ancak bu çileci el kol hareketlerinin yanı sıra bedenin geniş ve hızlı hareketlerini, şarkı söylemeyi, enstrümantal müziği ve dansı yücelten kutsal el kol hareketleri de gözlemlenir; örneğin 1100 yılı civarında üretilmiş fildişi bir kutuda, dört meleğin taşıdığı badem şeklindeki bir formun içinde resmedilmiş olan İsa, Tanrı’nın kendisine doğru uzattığı ele doğru canlı bir edayla atılır. Karolenj döneminde, VII ile XI. yüzyıllar arasında, örneğin Terentius’un (MÖ 195 / 185-159) komedilerinin sayısız elyazması kopyasına veya metinin daha katı sınırlarından bağımsız, hareketli ve coşkulu insan figürlerinin resmedildiği ünlü Utrecht Salteriosu’na (IX. yüzyıl) eşlik eden zengin ikonografide görüldüğü üzere, ortaçağ insanının bedeni çok çeşitli durumlarda anlamlı hareketlerde bulunur. Daha sonraki Otto döneminde ise XI. yüzyılın altın süslemeli, bol renkli minyatürlerinde hareket daha statik ve ağırbaşlı bir dini özellik kazanacaktır.

Macrobius gibi V. yüzyılda yaşamış pagan yazarlar bile hareket diğer kesin bilimlerle (aritmetik, geometri, astronomi) quadrivium içinde yer alan müzik arasında ayrılmaz bir bağlantının olduğuna inanır. Platon (MÖ 428/427-348/347) ile Yeni-Platoncu filozoflara göre bedenin hareketi, gök cisimlerinin hareketinin ve müzikle şarkı söylemenin temelinde yatan sayısal ahenk ve ritim tarafından desteklenmelidir.

Martianus Capella’ya (aktif olduğu dönem 410-439) göre ise hareketin evrenin ahengine uyması için sanat yoluyla akılcı bir şekilde düzenlenmesi gerekir, çünkü insan bedeni evrenin metaforudur (insan bedeni ayrıca kilisenin, devletin ve şehrin de metaforudur). Ancak halka açık gösteriler sunanlar uygunsuz hareketleriyle tasvir edilirler; örneğin Sevilla piskoposu İsidorus (y. 560-636) İnstitutionum Disciplinae [Disiplin Kurumu] eserinde “pandomim oyuncularının kıvranmalarını, oraya buraya koşturan soytarıların hareketlerini” kınar. Sonraki dönemlerde de hareketi konu alan teorik ve normatif metinlerde aktörlerin olumsuz ve aşırıya kaçan gesticulatio’su (el kol hareketleri), iyi hatiplerin ve iyi Hıristiyanların olumlu ve mütevazı gestusu’yla (hareketi) karşılaştırılır. Ancak XII. yüzyıldan itibaren, monastik değerlerden bağımsız değerler içeren kentsel kültürün giderek yayılmasıyla beraber soytarılar bazen sıra dışı olumlu yönleri de kendilerinde toplamaya başlar.

Kendini ifade etme ve sergileme aracı olarak dans

Ortaçağda kabul edilen beden algısının dans üzerinde de etkili olması kaçınılmazdır; bir yandan seyirciler açısından kendini sergileme, diğer yandan kendini ve içsel düşünceleri ifade etme, ayin kutlama ve toplumsal ilişkileri yansıtma anlamına gelen dans, antikçağın tiyatro mekânlarının yok edilmesiyle artık kamusal meydanlarda kiliselerin içinde, kırsal bölgelerde veya nüfuz sahibi kişilerin konutlarında sergilenmeye başlar.

Yine Le Goff’un dikkat çektiği üzere, ortaçağda “beden çelişkiler yumağıdır,” çünkü günahın merkezidir, ama aynı zamanda, İsa’nın şehit edilmiş ve yüceltilmiş bedeninden anlaşıldığı üzere, günahlardan arınma ve kurtuluş aracı olabilir. Aracı ve temel maddesi beden olan dans da Kitabı Mukaddes’teki iki karşıt model -Kral Davud’un Tanrı karşısında sunduğu ağırbaşlı dans ile Salome’nin Herod’un şöleninde sergilediği zalim dans- arasında gidip gelir. Beden konusundaki çelişki ve bedene atfedilen çelişkili değerler dansı da şekillendirir; bu sıra dışı özelliği sayesinde, akılcı ilmin sistemleştirici kapasitesine kıyasla sonsuz olana işaret çokluğunu temel alan dans yüksek ile alçak, maddi olmayan ile maddi olan arasındaki insana özgü bağlantıları ifade etme gücüne sahiptir.

Bkz.

Edebiyat ve Tiyatro: Erken Ortaçağda Gösteri Sanatının İzleri, s. 674


EDİTÖR
UMBERTO ECO

ORTAÇAĞ
BARBARLAR * HIRİSTlYANLAR * MÜSLÜMANLAR

Çeviri:
Leyla Tonguç Basmacı

ALFA TARİH

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir