İzzet Harun Akçay, Türk edebiyatında, son otuz yılda ortaya çıkan postmodern bozulmanın yaratmış olduğu karamsarlıktan yüreğimizi kurtaran, insanlığa umut aşılayan bir üslubun temsilcisi oldu. 2009’da yazdığı Ay Uğuru romanın yayım zamanının, halkın şu anda siyasi ranta dönüşen HES projelerine, yerli yabancı su şirketlerine karşı savaşımlar yürüttüğü; suyuna yani hayatına sahip çıktığı bir döneme denk gelmesi oldukça anlamlıdır.
Edebiyatın dışına itilen toplumcu insan
Bugünün edebiyatında unutulmaya yüz tutmuş en temel unsur, toplumcu insan ve insanın kendinden bölüşümcü, paylaşımcı, iyilikçi özüdür. Akçay, romanında bu özü gerçeklikten kopararak idealize etmiyor aksine yaşamda somut-nesnel karşılığı olan emeğin, toprağın ve yurdun birleştirici etkisine dayandırarak ele alıyor; halkın suyuna kasteden sömürü düzeni karşısında umuda ve geleceklerine sahip çıkan insanların cesareti, dayanışması ve ortak mücadelesiyle taçlandırıyor.
Ter damlası düştüğünde oluşan görünmez, kokulu buğunun sesini ancak toprak ve içinde yaşayanlar duyar. ( Ay Uğuru, sf.121) En eski kokular bile, bir esintiyle gelir. Alan hep gün kokar ve insan. (Sf.108)
?Evrensel iyilik? için birlik ve mücadele çağrısı
Ay Uğuru?nun temel dileği: İyilik. Evrensel iyilik. Gümüş pelerini ancak bir kişi görür ve ne dilerse o olur. Dilek daima iyiliktir. O nedenle ay uğuru denir. (Sf. 185)
Tüm insanlık için en büyük dilek, iyiliktir. Bireyi insanlaştıran bu erdem ?Ay Uğrun?da kendini salt dilekle gerçeklemiyor; Oğuz, kız kardeşi Canan ve arkadaşlarının yansımasında başkaldırıya ve eyleme dönüşüyor. Havali?nin suyuna saldıran yerli-yabancı su şirketlerine, talancılara, siyasi rantçılara, mafyaya karşı cesaret, dayanışma ve birliktelik sarmalında baştan sona bir çağrı’ya tanıklık ediyor. Birliktelik hayatı güzelleştirmenin tek yoludur:
Ağaç olmak ne güzel! Göğe yakınsın, güneşe, aya ve yıldızlara, burada göle. Birliktesiniz.
Birlik olmak ne güzel, bir olmak!
Su hayattır, insanlar da hayatları için mücadele etmeliydiler. ?Bir damla su bile köye ve alana bağlılık-sevgi çağrısıdır.
Tüm baskılar, yıldırmalar ancak halkın ortak gücüyle alt edilebilir. Sapanca?daki Ayanköylüler köyün kaynak suyunu satmazlar; Ayanköy halkının sömürücü su şirketlerine ve onların siyaset mafya bağlantılarına tek bir cevabı vardır: ?satılık değiliz?
Akçay evrensel iyiliği hedefleyen insanı, tamlık duygusuyla ifade ediyor; insana el uzatan, tutunan, dayanışan, direnen, mücadele eden; adalet ve dürüstlük sahibi insan tam insandır.
Otoritenin maskesi ve meşruiyetsizliği
Temsili siyaset, burjuva toplumlarda çoğunlukla kirli siyasettir, doğası gereği böyledir, çünkü halk tarafından geri çağrılamaz ve denetlenmez; bir süre sonra da hukuk, yasa dinlemeyen, kar ve rant girdabının içinde gasp eden, mülkiyetine geçiren, ötekileştiren; halka cefa çektiren bir baskı ve zor makinesine dönüşür. Yerel ve merkezi gücün insanlık üzerindeki yasa dışılığını, zorbalığını hiç öyle dolandırmadan olduğu gibi cesurca anlatıyor Akçay.
?Tam bir çete. Eksiksiz aile çetesi. Şu Geyvelilerden söz ediyorum. İyi vallahi! Biri milletvekili, başbakanın yakın takımından, A Takımı, diyorlar ya öyle, rüşvetçi ve iş takipçisi. Bir diğeri Adapazarı Belediye başkanı olmuş. Şimdi gözü Büyükşehir belediye başkanlığında. Doymak yok, yola devam. Üçüncü de emlakçi ve sucu. Sucu olan ikinci fabrikayı kuruyor, dere içine, devlet arazisini yağmalıyorlar. Ruhsat yok. Ormanın dere kenarındaki kısmını kelleştirmiş. Belediye kaymakam vali herkes her şeyi biliyor. Kimseden ses yok. Hukuk da yok.(Sf.19)
Ötekileştirilmeye başkaldırı: “toprağını terk etme!” çağrısı…
Egemen güç; aç gözlü ve göz açtırmayan doğasıyla insani erdemlerden uzaklaşır, ahlaki çürümeye evrilir ve yerel alanlarda muhafazakâr kötücül şekillenmeler oluşturur. Bu bir yönüyle doymazca mülkiyetine geçirme, zenginlik elde etmekse diğer yönüyle güçsüzü, yoksulu, zayıfı, farklıyı ezme; dışlama yani ötekileştirmedir. Oğuz, bölgeye arada bir gelip küçük şeyler satarak ekmek parası kazanmaya çalışan çingenelerin haksızca bölgeden kovulmasına tanık olur; kovanlar Havali?nin içinde, insaniyetini kaybetmiş, otoritenin ahlaki normlarına ayak uydurmuş sıradan ?küçük? insanlardır. Bu kovulmanın acısını derinden hisseder Oğuz; karşı çıkar, bunu yapanları kendince cezalandırır. Ayrıca fuhuş mafyasının tuzağına düşen eski sevgilisinin de yaşadığı yeri terk etmek zorunda bırakılışı başkaldırısını perçinler.
İnsan bu memleketi terk etmeyi nasıl düşünebilir? Bu göl, insanlar, kokular ve ay, gece ve toprak nasıl terk edilir? (Sf 81) Çağrı şuydu: Sevgi, dostluk ve insanlığın olduğu bu toprak da sen de varsın. Bu insanlardan birisin, buraya aitsin unutma.( Sf 108)
Akçay?ın aynı zamanda insan-doğa bütünlüğü yaklaşımından kaynayıp gelen ve kendine özgü kollar, yataklar açarak ilerleyen şiirsel anlatımı, dilin tüm zenginliklerinden yararlanıyor; çağıltının ve dinginliğin bileşkesinde insanın tüm yaşam sevinçlerine ve umutlarına ulaşıyor. Ay, güneş, göl, su? Tüm imgeler insanın; içine soğurup, evrensel iyiliğe dönüştüreceği bir şenliğe dönüşüyor.
Ay, doğudan yükseldi. Ağustos dolunayı. Tam ay. Gül sarısı, ışıl, ışıl, kocaman. Yüzünde kül rengi kedilerin ayak izleri?(Sf.5)
İzzet Harun Akçay?ın Ay Uğuru romanı, Berfin yayıncılıktan çıktı fakat kitabını görme şansı olmadı, 17 Ekim 2011 tarihinde, bir yazar için henüz en verimli çağında aramızdan ayrıldı. Şimdiye kadar yayımlanmış üç öykü, iki roman ve edebiyat eleştirileriyle insanlığın ve edebiyatın yolunu aydınlatacak. Henüz yayımlanmayan iki öykü, iki roman ve şiir kitabı yapıtlarının okuyucuyla buluşturulması dileğiyle buradan kendisini saygıyla ve sevgiyle anıyorum.
Berivan Kaya
Not: Bu yazı, 1 Kasım 2011 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Kitabın Künyesi
Ay Uğuru
İzzet Harun Akçay
Berfin Yayınları / Roman Dizisi
Yayın Yönetmeni : İsmet Arslan
İstanbul, 2011, 1. Basım
192 sayfa
Kitabın Tanıtım Yazısı
“Gümüş pelerini ancak bir kişi görür ve ne dilerse o olur. Dilek, daima iyiliktir. O nedenle Ay Uğuru denir.”
Tüm insanlık için en büyük dilek, iyiliktir. Bireyi insanlaştıran bu erdem Ay Uğuru’nda kendini salt dilekle gerçeklemiyor. Oğuz, kız kardeşi Canan ve arkadaşlarının yansımasında bir başkaldırıya, eyleme dönüşüyor. Havalinin suyuna saldıran yerli-yabancı su şirketlerine, talancılara, siyasi rantçılara, mafyaya; onların uluslararası bağlantılarına, tetikçilerine karşı; cesaret, dayanışma ve birliktelik sarmalında baştan sona bir çağrı’ya tanıklık ediyor.
Başka türlü olamayacağı için duruma aldırmazlık, ilgisizlik insanlık nezdinde en büyük yıkımken, su, adalete, havaliye, köyüne, yurduna, ormanına, toprağına, emeğine sahip çıkmanın imgesel gücüne erişiyor.
“Su, hayattır, insanlar da hayatları için mücadele etmeliydiler.”
“Bir damla su bile köye ve alana bağlılık-sevgi çağrısıydı.”
El koyan, mülkiyetine geçiren, ötekileştiren, terk etmeye-sürgüne zorlayan zorbaların, haksızların dünyasında; irade, akıl ve bilinçle dostluğun, dayanışmanın kolektif gücünü bir araya getiren cesaretli, onurlu insanların yürek çarpmalarına, coşkularına, çırpınışlarına dokunuyoruz bu kitapta; toprağa akan terlerin buğusundan gelen ortak iç sesi duyumsuyoruz.
“Ter damlası düştüğünde oluşan görünmez, kokulu buğunun sesini ancak toprak ve içinde yaşayanlar duyar.”
İzzet Harun Akçay’ın, insan-doğa bütünlüğü yaklaşımından kaynayıp gelen ve kendine özgü kollar, yataklar açarak ilerleyen şiirsel anlatımı, dilin tüm zenginliklerinden yararlanıyor; çağıltının ve dinginliğin bileşkesinde insanın tüm yaşam sevinçlerine, umutlarına ulaşıyor. Ay, güneş, göl, su… Tüm bu imgeler, insanın içine soğurup evrensel iyiliğe dönüştüreceği, coşkun bir şenliğe dönüşüyor.
“Ay, doğudan yükseldi. Ağustos dolunayı. Tam ay. Gül sarısı, ışıl, ışıl, kocaman. Yüzünde kül rengi kedilerin ayak izleri.”
Berivan Kaya