Yaşar Kemal, Torosların ve Çukurova?nın derelerini, çaylarını anlatırken, ?Sularının dibine kitap düşse okunur.? diyor. İnce Memed 4?te bunu sayfalar boyunca birkaç kez tekrarladıktan sonra ?Ve sularının dibine Kuran düşse okunur.? diyerek tamamlıyor.
?Kitap?, kültürümüzdeki önemli sözcüklerden biri. ?Kuran? ve ?Mushaf? sözcükleriyle eşanlamlı olarak da kullanılır.
Tam yerine denk getirince, bazı sözcüklerin eşanlamlı kullanılması anlatımı güzelleştiriyor, etkiyi artıyor.
Dilsel ve kültürel zenginliği sağlayan bir başka unsur ise, sözcükler ve kavramlar arasındaki nüanslardır.
KİTAP, EDİSYON, BASIM, NÜSHA
Türk Dil Kurumu sözlüğünde öyle yazıyor olsa da, ?Kuran? ve ?mushaf? kelimelerini her zaman birbirinin yerine kullanmak doğru değil. Kuran, elinize aldığınız bir mushafın içindeki anlam, kağıda yazılı olmanın ötesinde varolan söz?
Hz. Muhammet?ten dinleyenler tarafından çeşitli şekillerde kaydedilmiş olan sözlerin toplanarak iki kapak arasına alınan sayfalar haline getirilmesinden önce de vardı, Kuran. İlk kez Hz. Osman tarafından mushaf haline getirilip çoğaltılarak bugüne ulaşan biçimini aldı.
Bu konuda düşünürken, nüsha ve edisyon sözcüklerini de dikkate almakta fayda olabilir.
Edisyon, kitabı yayımlamaya, başka bir deyişle, nüshalar halinde çoğaltmaya hazır hale getirmek.
Nüsha ise, edisyonu tamamlanmış bir çalışmanın, birbirinin aynısı olacak şekilde çoğaltılmış örneklerinden her biri?
Bir kitabın çok satıldığı için yeniden basılıp piyasaya sürülmesi, onun yeni basımı değildir. Çünkü kitabın daha önce satılmış olan nüshalarının aynısı matbaada yeniden basılmakta, yani nüshaları çoğaltılmaktadır.
Yeni ?baskı? olması için, yeni bir edisyon çalışması gerekir. Yıllar geçtikten sonra görülen gereksinim üzerine veya başka bir dile çevrilirken kitabın yeni baskısı yapılabilir. Ama birkaç ay önce yayımlanmış ve matbaada çoğaltılmaya devam edilen kitabın, 5 yüzüncü de olsa 100 bininci de olsa her biri aynı baskının nüshalarıdır.
Kitap, bu nüshalardan her biri olarak görülebileceği gibi, onların dışında bir anlamdır aslında. Bir içeriktir.
Bu ?içerik?in kağıda basılmayıp elektronik ortamda yayımlanması, onun ?kitap? olduğu gerçeğini değiştirmez elbette.
KİTABIN ORTAYA ÇIKARILMASI
Bir kitabın üretimi, üç faklı süreçle gerçekleşiyor.
Bunlardan ilki, yazmak; içeriği belirlemek. Metnin biçimi ve dili gibi anlam üretiminin unsurları da içeriğe dâhil kabul edilmeli.
İkinci süreç, metni yayına hazırlamak, olarak düşünülebilir. Yani editörlük.
Kabul gören bir yayınevinin onayından geçmeden insanlara sunulan bir çalışma, genellikle, hevesli bir kişinin boş zamanlarında uğraştığı, kendi kendine yazdığı sözler olarak algılanıyor. Böyle bir kitabı dağıtımcıya, kitabevine, en önemlisi de okura ulaştırmak mümkün olamıyor.
Kitabın ortaya çıkartılmasındaki üçüncü sürece ise, dağıtım süreci, denebilir. Tanıtımını yapmak, okura ulaştırmak gibi işler. Kitabın hangi raflarda duracağı, hakkında nerelerde ve nasıl söz edileceği?
Kitabı ortaya çıkaran üç süreçte yapılan işler, birbirinden farklı özellikler gerektiriyor. Dolayısıyla, farklı insanlar tarafından yapılması gerekiyor. Zaten bu işlerden birinde başarılı olacak yapıdaki bir insanın, diğerinde başarılı olması beklenemez.
Yazarın öncelikli derdi söz söylemek değil midir? Yani öze biçim vermek, güzellik yaratmak. Ve bu, sessiz bir odada yalnızken yapılacak türde bir iş. Bunun dışında, bir köşede anlaşılmayı bekler. Hatta onu bile beklemeyebilir. Kalkıp da satış ve tanıtım işleriyle uğraşması olacak şey değil.
Fakat ortaya çıkacak sonuç açısından, her süreci matematik işlemindeki birer çarpan gibi görebiliriz. Çarpanlardan biri sıfır olunca, elbette sonuç da sıfır olacaktır.
SÜREÇLERİN KARIŞMASI
Kitap fuarları, bu üç sürecin birbiriyle en fazla iç içe geçtiği yerler oluyor.
Bir kitap fuarında gezerken dikkat ederseniz, en fazla sıkıntı yaşayanların yazarlar olduğunu görürsünüz. Hele bir imza etkinliği düzenlendiği için orada bulanan ama pek geleni gideni olmayanlar…
Çoğu zaman bu sıkıntı, kitaplarının satılmıyor oluşundan dolayı değil, müşteri bekleyen satıcı konumunda kalma kaygısından kaynaklanır.
Çünkü kitap fuarlarında asıl amacın yazarla okuru buluşturmak olduğunu kim ileri sürebilir?
Bir yazarla, kalabalık içinde ayaküstü laflayarak değil, ancak kendi başınıza kaldığınızda, okuduğunuz kitap yoluyla buluşabilirsiniz. Sessiz bir odada, etraftan kendinizi kopardığınız sırada bir otobüs koltuğunda, işyerinizde öğle tatilinde?
İletişim teknolojisindeki gelişmeler, yakında fuar gibi etkinliklerin önemini azaltacaktır. Aslında bir satıcı-müşteri buluşma alanı olan fuarlara gerek kalmayacaktır.
İnternet sayesinde aracıların ortadan kalkacağı; şiirlerin, öykülerin, romanların okura daha kolay ulaştırılacağı düşünülebilir. Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan gibi, sanatçıların halkla doğrudan iletişim kurabileceği umulabilir.
Ama müzik, kitap, film gibi sanat ürünlerinin çoğaltılması (basımı) ve dağıtımı kolaylaştıkça, onları halka ulaştıran aracıların önemi de artıyor. Çünkü ?piyasadaki? ürün sayısı, bir okurun veya izleyicinin eleyebileceği miktarın çok çok üstünde oluyor.
Ne yazık ki, bu aracılar, yeni ürünlerin ortaya çıkmasını sağladıkları kadar, belki ondan daha fazla, ürünlerin kaybolup gitmesine neden oluyorlar. Yani yayınevleri, yeni kitapların halka ulaşmasına engel olan mekanizmalar haline de geldiler.
Yazar-okur buluşması yanılsaması yaratan fuarlar ortadan kalkacak olsa da, kitabı ortaya çıkaran üç farklı süreçteki işler birbiriyle karışmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bu sorunun çözümü için iyi yazarlar ve okurlar kadar, işini iyi yapan yayıncılara, editörlere, dağıtımcılara da gereksinim var.
MEDET KİTAP!
Peki, kitap dünyasının kağıtsız ve fuarsız hale gelmesi, içeriği nasıl etkileyecek? Yani birinci süreçte yazar tarafından üretilen, varlığı kağıda veya ekrana bağlı olmayan öz ve biçimi?
Yazarı asıl ilgilendiren mesele, sayfa yapısı falan değil, okuyacak hayata etkisini sürekli artıran ?hız?. Okurlar daha sıkça ve daha kısa süreli okuma alışkanlığı edinecekler gibi görünüyor.
Bu durum metinlerin boyutuna, sözcük sayısına, paragraf yapısına, hatta içeriğine etki edebilir. Üslup, biçim, öz? Her şeyde artık bu hız meselesi dikkate alınacaktır.
?Hız?ı dikkate almamak, hayatın dışında kalmak sonucuna neden olabilir. Fakat hız içinde kaybolup gitmek ve her şeyin iyice poplaşması tehlikesiyle de karşı karşıyayız. Yüzeysel ürünler, kısa süreli şöhretler, edebiyata magazinsel ilgi göstermeler? Eh, ilk akla gelen bu olası sorunlar şimdikinden çok da farklı değil.
Zaman geçiyor, dünya değişiyor. Ama çağın hakkını vermek, sadece ona uyum sağlamakla olmuyor; çağa direnmek de gerekiyor. Zamanı ve mekanı aşan değerler üretmek için?
Bakalım, bu hız meselesini nasıl aşacağız? Üstelik yazarlık uğraşının yayıncılıkla ve dağıtımcılıkla iç içe geçmiş şekilde yürütülmesi sorunu devam ederken.
***
Okur olarak bizim işimiz, Batılılara göre daha zor. Matbaanın büyük bir gecikmeyle geldiği bu memlekette, yeterince okuma alışkanlığı geliştiremeden televizyonun etkisinde kalmış bir topumuz biz.
Sözel kültürden yazılı kültüre geçen; bir konuya yoğunlaşabilen insanların yaşadığı, söylentiye değil araştırmaya, komplo teorilerine değil analiz yapıp düşünmeye değer veren bir toplum olamadık. Bu nedenle görsel kültüre eksik donanımla geçtik.
Televizyonun bu kadar zararlı, programların bu kadar düzeysiz oluşu, yazılı kültür aşamasından geçmemiş olmamızdan kaynaklanıyor.
Şimdi de sanal âleme daldık.
Olsun, buna engel olamayız. Tek çaremiz, kitaptan medet ummak. İki kapak arasına alınan sayfalar olmadan da kitap olacaktır.
1000 yaşındaki genç Yaşar Kemal, gelecek yüzyılda kaybolacak değil ya.
Zafer Köse
zaferxkose@gmail.com