Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmamız (1832-1852) – Sergey Timofeyeviç Aksakov

Edebiyat eleştirileri, çevirileri ve doğa tasvirleriyle 19. yüzyıl Rus kültür hayatının önde gelen figürlerinden biri olan Sergey Aksakov’un Gogol’le yirmi yıllık dostluğunu anlattığı bu kitapta edebiyat tarihinde kalıcı izler bırakmış iki büyük yazarın sevinçleri ve üzüntüleri, ümitleri ve hayalkırıklıklarını okurken büyük yazar Nikolay Gogol’ün hem edebiyat ve hayatla ilgili görüşlerine hem de ruhsal dünyasına derinlemesine nüfuz edeceksiniz. Bir büyük yazarın hayatına mektuplar ve kişisel anlatımlarla ışık tutan Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmamız edebi tanıklık ve hatırat türüne yapılmış eşsiz bir katkı.

“Gogol’ün benim açımdan her zaman bilmece olarak kalmış tuhaflıkları olduğunu da söylemeliyim. Onun davranışlarını çok kere başkalarına açıklamaya çalıştığım gibi, kendime de açıklamak zorunda kaldım. Bizimkinden belki yüz kat daha ince olduğundan, onun sinirleri bizim hissedemediklerimizi hissediyor, bizim algılayamadığımız şeylerden etkileniyordu.”


Yeniden tanışma: Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız – Büşra Uyar (t24.com.tr)

Gogol, bugün bile nitelikli ya da yüzeysel bir edebiyat sohbetinde mutlaka ele alınan, “ideal” olarak gösterilen önemli bir yazar. Bu açıdan Rus edebiyatının birçok ikonik yazarı gibi, Gogol de etkileyiciliğinden bir şeyler kaybetmiş değil. Ancak onun kaleminin kesin bir şekilde idealleştirilmesi, çoğu edebiyatçıda olduğu gibi, onun da kişiliğini keşfetmemize yönelik bir engel teşkil ediyor. Oysa hâlâ etkisini koruyabilen edebiyatçıların kişiliğini, yazım süreçlerinin dönemin atmosferinde nasıl girift bir hâl aldığını anlayabilmek, gerek dönem edebiyatının gerek çağdaş edebiyatın zeminini oluşturabilmek için son derece mühim. Okura bu olanağı veren ve şahsiyeti tüm gerçekliğiyle yansıtan mektup türü ise belki en şeffaf ve naif zemin oluşturucu.

İletişim Yayınları’ndan çıkan Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız bu naif zeminin başarılı örneklerinden. Önemli Rus edebiyatçılardan Sergey Aksakov ile Gogol’ün mektuplaşmalarını kronolojik olarak okurla buluşturan kitap, ikilinin ilişkisi üzerinden şekilleniyor. Aksakov’un dilinden Gogol’ün aile yaşantısı, eser verme süreçleri, çalışmasının dinamiğini oluşturan Avrupa seyahatleri ve iki yazarın da sıcacık mizaçları, sade bir şekilde aktarılıyor.

Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız, iki edebiyatçının birbirleri üzerindeki etkilerini gözlemleyebilmemiz açısından da son derece samimi bir kaynak. Gogol’ün Aksakov üzerindeki etkisinin yalnızca Aksakov’un kalemine değil, bütün yaşantısına yansıdığını görmek, okur için iki yazar arasındaki duygusal bağı kanıtlar nitelikte. Aynı zamanda Gogol’ün Ölü Canlar’ın yazım sürecinde nasıl şartlar altında bulunduğu, eserlerini nasıl bir ruh hâli ve iç disiplinle kaleme aldığı, bu süreçte Aksakov’un Gogol için nasıl fedakârlıklarda bulunduğunu görmek, kültür üretimindeki ikili ilişkilerin farklı bir örneğini gözlemlemek için sıradışı bir fırsata dönüşüyor.

Aksakov ve Gogol’ün mektuplaşmaları dönemin Rusyası’na, edebiyat süzgecinden geçmiş bir bakış açısı kazandırıyor. Özellikle Ölü Canlar’ın yayımlanmasından sonra gelişen eleştiri ortamı, eleştiri türünün ve eleştiri kültürünün Rus topraklarında nasıl şekillendiğini idrak edebilmemiz için önemli. Okur kitlesinin nasıl tabakalara ayrıldığını, eserlerin toplumun gündelik hayatında nasıl yer bulduğunu ve yayıncılık hayatının nasıl aktığını mektuplar ve Aksakov’un anlatımıyla gözlemlemek, bugünün edebiyatçılarıyla dönem edebiyatçılarını aynı “dert” paydasında buluşturuyor. Gogol’ün Müfettiş gibi çeşitli türlerdeki eserlerinin gündelik hayatla nasıl buluştuğuna ve edebiyat camiasıyla olan ilişkisine şahit olmaksa, diğer sanat dallarının dönem içerisindeki var oluşuna dair ciddi ipuçları veriyor.

Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız özelinde Gogol’ü yalnızca “mizah yeteneği keskin bir yazar” olarak düşünmek haksızlık olur. Zira tüm edebiyatçıların ilginç olmayan ama bizi her seferinde hayrete düşüren bir “insanî” yanı vardır. Gogol için de bu geçerli: Güçlü bir kalem ama aynı zamanda absürd, komik ama aksi, düzen aşığı ama dinamik, dürüst ama küçük yalanlara hayati açıdan bağlı…

Tüm bu açılardan bakınca, Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmalarımız yalnızca iki edebiyatçının dostluğunu anlatmıyor, 19. yüzyıl Rusyası’na edebî ve sosyolojik bir perspektiften bakmamızı sağlıyor ve mektuplar, Gogol ve Aksakov’la tekrar tanışmamıza vesile oluyor; bu sefer en yalın ve insancıl şekilde…


KİTAPTAN BİR BÖLÜM

Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmamız adlı henüz tamamlanmamış olan bu eseri yayımlamak düşüncesiyle kaleme almamıştım. En azından, bu kitapta anlatılan kişilerden artık yaşayan kimse kalmadığı, sansürün serbest bırakıldığı ya da tamamen kalktığı; Rus toplumunun şu an takındığı, uzak geçmişin olayları konuşulurken bile sansürden daha engelleyici nezaketsiz tavırdan, bazen de şüpheci asabiyetten kurtulacağı bir zamana ötelemiştim. Gogol’ü tanıyan, onunla yakın ilişkisi olan dostlarımın hepsini, anılarının tamamını samimi şekilde yazmaya çağırdım. Böylece ileride büyük yazarın kişiliğiyle ilgilenen geleceğin biyografi yazarlarına yeteri kadar tam ve doğru malzeme bırakmış olacaktık. Bence bu çalışmalar, Rus edebiyatı tarihine ve gelecek nesillere gerçek bir hizmet olurdu. Teklifimin ne kadar ilgi gördüğünü bilmiyorum, ancak ben üzerime düşeni
yaptım ve niyetimi gerçekleştirdim. Doğal olarak bazı sorular ortaya çıkıyordu: Basılmak için yazılmamış bir eser neden yayımlanmalıydı ki? Beni düşüncemden vazgeçirip, kitabı yazmak zorunda bırakan neydi? Ortaya çıkan ilk soruyu cevaplamak kolaydı: “Gogol ile tanışmamızın geçmişi”
bağlamında o gün için yayımlanması olanaksız bulunan her
şey metinden temizlendi. Böyle yapmamın nedenleri kısaca
şöyle: Gogol, dört yıldan beri artık aramızda değildi; biyografi kitaplarında, dergilerde onun hakkında yayımlanan birçok makale dışında hâlâ yazılmakta olanlar var; Gogol’ü yazanların hepsi –özel biyografi yazarı bile–, onu şahsen tanımadıkları, onunla yakın ilişkide bulunmadıklarından, eserlerinde doğru olmayan fikirler ortaya atarak, onun hakkında yanlışlıklar yapıyorlar. Benim hiçbir yanıltıcı duygu taşımayan içten yazılmış anılarım (kimileri Gogol için bunun önemi olmadığını söyleyebilir), belki büyük yazara değil, ama onun kişiliğine gerçek anlamda ışık tutabilir. Gogol’le olan dostluğumuz, onunla olan anılarımız, sanırım böyle davranmamı gerektiriyor.
* * *
İlk tanışmamız 1832 yılının bir bahar günü oldu.
Slepzov’un evinde otururken, hiç beklemediğimiz bir anda Nikolay Vasilyeviç Gogol’ü getirmişti bana. Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları adlı eseri çoktan okurla buluşmuş ve hepimizi heyecanlandırmıştı. Ben de okudum, ancak hasta eşime sesli okumak için kitaplıktan diğerleriyle birlikte tesadüfen almıştım onu. Böyle bir sürpriz karşısında ne kadar sevindiğimizi tahmin edebilirsiniz. Eserin gerçek yazarının kim olduğunu önce anlamamıştık; ama Pogodin bir ara Petersburg’a gitmişti bir iş için, orada Rudi Panka’nın3
kim olduğunu öğrendi. Onunla tanıştı ve bize “Dikanka’yı” Gogol-Yanovskiy’nin yazdığı haberini getirdi. Yani o daha önceden tanıdığımız, değer verdiğimiz bir isimdi.
Cumartesi günleri öğlen yemeğini bizde yiyip, akşamları yakın dostlarımla birlikte geçirmeyi âdet edinmiştik. Bu akşamlardan birinde çatı kattaki odamda dört kişi kâğıt oynuyorduk, oyuna katılmayan üç kişi daha oturuyordu masanın kenarında. Oda sıcaktı, ben dâhil birkaçımız ceketlerimizi çıkarmıştık. Pogodin aniden tanımadığım çok genç biriyle
paldır küldür içeriye daldı ve doğru bana gelip: “İşte size Nikolay Vasilyeviç Gogol’ü getirdim,” dedi. Bu bende müthiş etki yaratmıştı. Çok utanmıştım, ipe sapa gelmez bir şeyler mırıldanarak, ceketime davrandım. Gogol’le böyle hazırlıksız karşılaşmak istemezdim. Misafirlerim de (P. G. Frolov, M. M. Pinskiy ve P. S. Şçepkin vardı, diğerlerini hatırlamıyorum) şaşırmış ve donup kalmışlardı. Karşılama soğuk değil, lakin biraz sıkıntılı olmuştu. Oyuna ara vermiştik, fakat Gogol ve Pogodin, yerimi alacak kimse olmadığından oyuna devam etmeye ikna etmişlerdi beni. Bu arada içeri giren Gogol’ün yanına gidip, onunla duygu ve coşku dolu bir konuşmaya girişti. Çok mutluydum, dalgınca oyunu sürdürürken, bir kulağım Gogol’deydi, lakin alçak sesle konuştuğu için bir şey duyamıyordum.
Gogol’ün o zamanlar tamamen farklı ve olumsuz etki yapan bir dış görünüşü vardı: Kâküllü başı, şakaklarına inen saç tıraşı, düzgünce kesilmiş bıyıkları ve çenesine dayanmış sert kolalı yakaları ona, kişiliğiyle çelişen farklı bir fizyonomi kazandırıyor, bizde de zeki bir Ukraynalı izlenimi uyandırıyordu. Giyimi modaya önem verdiğini gösteriyordu. Üzerinde, büyükçe zinciri olan açık alaca bir ceket olduğunu anımsıyorum. Evimizde, Konstantin’e armağan ettiği, o zamanki görünüşüyle çizilmiş tabloları bulunmaktadır.

İlk karşılaşmamızda ne yazık ki, söze hep benim başlamam dışında, aramızda geçen konuşmaları hatırlayamıyorum. Bir saat sonra, buluşmalara ne yapıp edip sabah erkenden geleceğini söyleyip, onu tanışmaya can attığı, çok yakınımda oturan Zagoskin’e götürmemi rica ederek ayrıldı. Konstantin de konuşulanları anımsamıyordu. Aklında kalan sadece, Gogol’ün eskiden sağlıklı ve gürbüz, şimdi ise zayıf ve hasta olduğunu söylemiş olmasıydı; ancak, kuşkusuz öyle olmadığı halde, nedense dünyayı umursamayan, kibirli bir görünüşü olduğunu anımsıyordu. Davranışlarında itici etki yapan uyumsuzluk,
istisnasız herkesin hoşuna gitmemişti. Nerede kaldığını bilmediğimiz için iade-i ziyarette bulunmamız da mümkün değildi: Oturduğu yeri bize söylemek istememişti. Onun kendisiyle tanışmak istediğini Zagoskin’e bildirdikten birkaç gün sonra, sabahın erken bir vaktinde Nikolay Vasilyeviç çıkageldi. “Dikanka” için coşkulu övgü ifadeleri sarf ettiğimde, anlaşılan sözlerimi sıradan komplimanlar olarak kabul etmiş ve soğuk durmuştu. Onda, bende fazlasıyla olan samimi ve candan davranma yeteneğini engelleyen itici bir şey vardı. Ricası
üzerine hemen Zagoskin’e doğru yürümeye başladık. Yol boyunca hastalığından (o sırada Konstantin’e bundan bahsettiğinden habersizdim) şikâyet ederek beni şaşırttı. Çaresi bulunamayan bir hastalık olduğunu söyledi. Sıhhatli bir görünüşü olduğundan, şaşkın ve kuşkucu gözlerle bakarak ona: “Nasıl bir hastalığınız var?” diye sorduğumda, hastalık nedeninin bağırsaklarda olduğu şeklinde belli belirsiz bir yanıt vermişti.
Yolda Zagoskin hakkında konuştuk. Gogol onun neşe veren üslûbunu övdü, ancak tiyatro için asıl olması gerekenleri yazmadığını söyledi. Hiç düşünmeden itiraz ederek,

“Ey boş dünya, güldürecek en küçük bir saçmalık bile kalmadı sende…”
dizelerini anımsatıp, dünya yaşamının monoton, hareketsiz olmasından kaynaklanan bir boşluk içinde bulunduğunu, kaleme almaya değer bir konu kalmadığını söylediğimde,
Gogol bana ciddi ciddi bakarak: “Bu doğru değil, komiklik her yerde gizlenmiştir. İçinde yaşarken onu görmeyiz, ancak sanatçı onu sanata taşıyıp, sahneye çıkardığında, daha önce
bunu nasıl fark etmediğimize şaşarak, gülmekten yerlere yatarız,” dedi. Tam tamına bu sözcükleri kullanmadıysa da ifade etmek istediği fikir buydu. Gogol’den bunu duymayı beklemediğim için önce iyice şaşırmıştım. Rusça komedi türüne karşı güçlü bir ilgi duyduğunu, bu konuda kendine özgü bir bakışı olduğunu anladım. “Dikanka’yı” çoktan okumuş olan Zagoskin, yapıtı mükemmel olarak değerlendirmemişti. Ukrayna doğasıyla ilgili anlatımlarda, genç yazarın coşkusundan kaynaklanan gayritabii zorlamalar, lüzumsuz abartmalar görmüş; yapıtın her yerinde bilgisizliğe varacak kadar dil yanlışları bulmuştu. Beri yandan, iyi yürekli ve her insan gibi onuruna düşkün olduğundan, herkesin övgüsünü kazanmış olan Gogol’ün vakit kaybetmeden kendisini ziyaret etmesi hoşuna gitmişti. Bizi açık kollarla, coşkulu övgülerle karşıladı; Gogol’ü kucaklayıp birkaç kez öptü, sonra bana dönüp, hamster, yer sincabı gibi lakaplarla omzumu yumrukladı; kendi usulünce nazik davranıyordu. Zagoskin sürekli kendisinden bahsetti: Yapmakta olduğu birçok çalışmadan, okuduğu sayısız miktarda kitaptan, arkeolojik çalışmalardan, bulunduğu yabancı ülkelerden (Danzig’den daha uzak bir yere gitmemişti aslında), Rusya’yı boylu boyunca
gezip dolaştığından vs. vs. Bu saçmalıklara tek inananın sadece Zagoskin’in kendisi olduğunu herkes bilirdi. Gogol bunu hemen anlamış ve onunla kırk yıllık dost gibi, ama doğal olarak tatlı sert bir üslûpla konuşmaya başlamıştı. Zagoskin
kitap raflarına döndü ve daha önce dinlediğimden, benim
için yeni olmayan bir hamle yapıp, övgüyle kitaplarını, enfiye kutularını, sonra süslü çekmecelerini göstermeye başladı.

Ben de sessizce oturup, neşeyle bu sahneyi seyre başladım.
Ancak kısa süre sonra Gogol bunlardan sıkıldı: Birden saatini çıkardı ve yine geleceğine söz vererek, gitmesi gerektiğini söyledi ve oradan ayrıldık.
“Ee nasıl, Gogol’ü beğendin mi?” diye sordum Zagoskin’e.
“Ah, çok sevimli,” diye atıldı; “cana yakın, alçakgönüllü,
hem de zeki bir kardeşimiz!” Halbuki Gogol, gündelik sıradan sözler sarf etmek dışında bir şey yapmamıştı.
Poltava’dan Petersburg’a giderken yaptığı bu ziyarette, aramızda yakın bir dostluk kurulmuş değildi. Ne kadar geçti anımsamıyorum ama Gogol kısa süreliğine yine Moskova’ya
gelmişti. Bize de uğradı ve yine birlikte Zagoskin’e gitmemizi rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.
Sabahleyin Zagoskin’deydik; eskisi gibi kendine özgü candan bir misafirperverlik ve nezaketle karşıladı Gogol’ü. Gogol de kendi usulünce, sıradan şeylerden konuşarak karşılık
verdi; ev sahibi defalarca konu etmesine karşın, o edebiyatla ilgili tek kelime etmedi. O gün, Zagoskin Gogol’e katlanabilir koltuklarını gösterirken, iki elimi yayların arasına sıkıştırıp beni bağırttığı olayı saymazsak, olağanüstü bir şey olmamıştı.

Bu gösteri uzun süre parmaklarımın acımasına sebep olmuştu. Gogol buna gülmemişti bile. Ancak bu gülünç olayı sıkça anımsayıp arada bir öyle ustaca anlatırdım ki, kendim hariç,
dinleyenler gözlerinden yaş gelinceye kadar gülerlerdi. Ruslara özgü mizah yeteneği içeren esprilerde genellikle, çok orijinal ustalıklar, deyimler vardır; onlardan vazgeçmek mümkün değildir. Sonraki sayısız deneyimlerimde, Gogol’ün bu sözleri kendi telaffuzuyla tekrarladığında, dinleyenlerin gülmekten yere yattıklarını fark ettim; ancak, onları ben ya da bir başkası söylediğinde aynı etki ortaya çıkmıyordu.

Bu gelişinde Gogol’le olan dostluğumuzda bir ilerleme olmadı. Olga Semyonovna ve Vera’yla tanışmıştı hatırladığım kadarıyla. 1835 yılında, Stürmer’in Saman Pazarı’ndaki evinde oturuyorduk. Bu arada Gogol “Mirgorod” ve “Arabeski” adlı eserlerini bitirmişti. Büyük bir yetenek olduğunu tam anlamıyla ortaya koymuştu. Dikanka’daki öyküleri taze,
büyüleyici, hoş ve sanatla süslü iken, “Eski Zaman Beyleri” ve “Taras Bulba” adlı eserlerinde büyük yazar artık derin ve ciddi bir anlayış sergiliyordu. Konstantin, ben, ailem ve sanatı anlama yeteneği olan herkes, Gogol’e hayranlık duyuyordu. Gerçeği söylemek gerekirse, toplumun her sınıfında
varolan edebiyatseverler dışında, Gogol’ü en iyi ve çabuk anlayanlar genç insanlar olmuştu. Yeni ortaya çıkan bu büyük
yeteneği ilk olarak yüksek sesle dile getiren Moskovalı üniversite öğrencilerinin hepsi ona hayrandılar.
Bir akşam Bolşoy Tiyatrosu’nun locasında oturuyorduk;
aniden kapı açıldı, hiç görmediğimiz neşeli ve dost tavrıyla
içeri giren Gogol, “Merhaba!” diyerek elini uzattı. Ne kadar
şaşırdığımızı ve ne kadar memnun olduğumuzu söylemeye
hacet yok. Hatta Gogol’e herkesten çok saygı duyan Konstantin, nerede olduğunu unutup, yan locadakilerin dikkatini çekecek yükseklikte bir çığlık atmıştı. Antrakt sırasında olmuştu bu. Gogol’ün arkasından locamıza Aleksander Pavloviç Yevremov girdi. Konstantin eğilip onun kulağına, “Biliyor musun yanımızdaki kim? Bu Gogol,” dedi. Yevremov sevinç ve şaşkınlıktan gözleri yuvalarından fırlamış
halde hemen koltuklara koşup, haberi artık aramızda olmayan Stankeviç’e ve diğer ortak tanıdıklarımıza yaymıştı. Birden tekli-çiftli birkaç dürbün bizim locaya çevrilmiş ve koltuklardan “Gogol, Gogol,” sözcükleri yükselmeye başlamıştı. Bu hareketliliği Gogol’ün fark edip etmediğini bilemiyorum, ama yine kısa süre için Moskova’da olduğunu söyleyip,
biraz konuştuktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Ziyaretin kısa olmasına, ayrıca yokluğunda bizi yaklaştıracak nedenler bulunmamasına rağmen hepimiz, Gogol’ün
bizimle olan ilişkilerinde daha farklı bir tutum içine girmiş
olduğunu fark etmiştik. Kendiliğinden locamıza gelişi, artık
ondan hoşlandığımıza emin olduğunu gösteriyordu. Bu değişikliğe hem sevinmiş, hem de hayret etmiştik. Daha sonra
Pogodin’le sohbetlerimizde ben onun [Gogol’ün] yetenekli olduğuna dair görüşlerimizin, onun yapıtlarına gösterdiğimiz sıcak sevginin, Gogol’ün öykülerini farklı hale getirdiğine hükmettim (bugün de öyle düşünüyorum). Pogodin’le
bu sohbetlerimizden hemen sonraydı Gogol’ün gelişi, o gün
önce bize uğramış, evde bulamayınca, tiyatroda olduğumuzu öğrenip locamıza gelmişti.
O zaman herkesin “Nişanlılar” olarak bildiği “Evlenme”
adlı komediyi de Petersburg’a beraberinde götürecekti. Pogodinlerin evinde Gogol, bütün tanıdıkları huzurunda eseri okumayı önerdi. Pogodin bu öneriyi iyi değerlendirip, hayli büyük bir odayı tam anlamıyla dolduracak kadar misafir çağırmıştı. Ne yazık ki ben bu harika okumada, hastalandığım
için bulunamadım. Zaten cumartesiye rastlamıştı, benim günümle çakışıyordu, misafirlerim de oraya davet edilmemişlerdi. Fakat Konstantin tabii ki gitti. Gogol o kadar güzel okumuş, daha doğrusu kendi piyesini o kadar güzel oynamıştı ki,
sanattan anlayanlar, özellikle Podkolesin’i oynayan Sadovskiy
gibi en iyi aktörler sahnede rol almasına rağmen, komedinin,
yazarın kendisi okuduğunda olduğu kadar mükemmel, o derece güldürücü olmadığını bugün bile konuşurlar. Sonradan
Gogol’ün güldürücü bir şeyi okuma konusunda eşi bulunmaz bir usta olduğunu anladığım için, ben de aynı fikri paylaşmaktayım. Dinleyenlerin bir kısmı bayılacak kadar güldü;
ancak, ne yazık ki komedi anlaşılır değildi! Çok kişi, piyesin
doğal güldürü içeriği olmadığını, insanların gülmesinin Gogol’ün müthiş komik okuyuşundan kaynaklandığını söyledi.

Pogodinlerde bulunamayışım Gogol’ü üzmüştü; öğlen
yemeğine gelip, bana ve tüm aileme komediyi okumak üzere belli bir gün verdi. Kararlaştırılan gün, komediyi Gogol’den dinlememiş olan yakınlarımızın hepsini davet ettim. Onların içinde Stankeviç ve Belinski de vardı. Gogol, son zamanlarda sıkça yaptığı gibi, yemeğe çok geç geldi. Misafirleri aç bırakmaya daha fazla dayanamayıp, saat beşte sofrayı hazırlamalarını söylemiştim. Tam bu sırada
Pazar Meydanı boyunca Gogol’ün yürüyerek bizim eve gelmekte olduğunu gördük. Lakin beklentimiz gerçekleşmedi: Komediyi bugün okuyamayacağı için beraberinde getirmediğini söyledi. Bu hoşuma gitmemişti, dolayısıyla sonradan ümit ettiğim yakınlaşma Gogol’ün bu Moskova ziyaretinde de haliyle gerçekleşmemiş oldu. Pogodinlerde onunla bir kez daha görüştüm. Ertesi gün Petersburg’a gideceğini öğrendim.
1935 yılında Petersburg’dan Gogol’ün dram yazarı olarak tam anlamda yeni bir yeteneğini ortaya koyan Müfettiş’i
yazdığı haberleri bize kadar geliyordu. Söylenenlere bakılırsa bu piyes aslında sansürden geçmezdi, ama Çar basılmasını ve sahneye konulmasını buyurmuştu bir kere. Sahnede çok başarılı olan bu komedi Gogol’e birçok düşman da
kazandırmıştı. Yüksek rütbeliler çevresine, hatta Çar’ın kulaklarına kadar gelmeye başlamıştı bu kötü niyetli söylentiler. Moskova’ya çoktandır böylesi gelmemiş olan Müfettiş’i
okumak için, başka bir şeyle kıyaslanamayacak derecede
sabırsızlanıyorduk. Müfettiş’i ilk okumam çok şaşırtıcı bir
şekilde olmuştu. Bir gün geç vakit, Velikopolski’yle birlikte (İvan Yermolaviç, 1798-1868) oyuna daldığımız İngiliz
Kulübü’nden çıkıyorduk. Tam bu sırada kapı görevlisi adıma bırakılmış bir pusula uzattı bana: Sabah altıya doğru yolu buradan geçen bir albayın Fyodor Nikolayeviç Glinka’ya
(1786-1880, Dekabrist) Müfettiş’in bir nüshasını bıraktığı;
Glinka’nın nüshayı bize gönderdiği ve herkesin dinlemek
üzere beni beklemekte olduğu yazılıydı. Durumu heyecanla
Velikopolski’ye anlattığımda, o da kendisini Müfettiş’i dinlemekten mahrum bırakamayacağı için, süratle evin yolunu tuttuk. O sırada Eski Basmannaya’da Kurakin’in evinde
kalıyordum (bina sonradan üniversite oldu). Vakit artık geceyarısını geçmiş, bire geliyordu. Kimse uyumamış, herkes,
annemle kalan Bayan Potot bile odamda oturmuş beni bekliyordu. Müfettiş’i ilk kez okuduğumda hakkını verememiştim doğrusu, lakin dinleyicilerin de kabul ettiği gibi, şimdiye kadar kuşkusuz hiç kimse böyle heyecanla okumamıştı onu. Gogol’ün Müfettiş’i 2.500 ruble kâğıt para karşılığında Petersburg yönetimine satmasından sonra, çok geçmeden onu Moskova’da da sahneye koymaya başladılar. Gogol, Mihail Semyonoviç Şçepkin’i yakından tanıyordu. Müfettiş’i sahneye koyma görevini, hayli faydalı önerilerde bulunup, destekleyerek ona vermişti. Bu arada Gogol’ün Petersburg’da nedense işlerinin iyi gitmediğini, çok sıkıntıda olduğunu, Müfettiş’in kalan nüshalarını ve diğer eserlerini yok pahasına satıp, ülke dışına çıkmaya hazırlandığını
öğrenmiş bulunuyorduk. Bu durum beni ve diğer hayranlarından çoğunu üzmüştü. Bu arada Şçepkin aniden bana geldi. Müfettiş’i sahneye koymakta onu huzursuz eden hususlardan bahsetti. Arkadaşların rahatsız olduklarını, uyarılarını hiç dikkate almadıklarını söyledi. Ve bu yüzden piyesi
denetime tâbi tutmadan, olduğu şekliyle, artistlerin keyfine
bırakarak sahnelemek daha iyi olacaktı. Bir kurul üyesi ya
da yönetmene şikâyet olursa, o zaman, kurul üyesi ve yönetmen bir şey bilmedikleri ve bu gibi işlerle hiç uğraşmadıkları için, işlerin daha da kötüye gideceğini; aktör efendi-
15
lerin ise Şçepkin’e inat olsun diye oyunu iyice berbat edeceklerini anlattı. Şçepkin, Gogol’ün verdiği görevi layıkıyla yerine getiremeyeceğini düşünerek, bu zor durumdan yakınıyordu. Sonra da sözlerine, yegâne çıkar yolun, oyunu
sahneye koyma işini benim üzerime almam olduğunu, aktörlerin beni sevip saydığını, yönetimin tüm üyelerinin benim yakınlarım olduğunu; durumu Gogol’e yazacağını ve
onun memnuniyetle görevi bana vereceğini ilave etti. Fazla düşünmeden razı oldum. Gogol’e, oyunu sahneye koyma işini Şçepkin’in değil de benim yapmamın uygun olacağını, ancak aslında benim elimle her şeyi düzenleyecek olanın yine Şçepkin olacağını gerekçeleriyle açıklayan mektubu Petersburg’a bizzat kendim yazacağımı söyledim. Ona
yazdığım ilk mektuptu. Gelen şu cevapla ilk mektuplaşmamız gerçekleşmiş oldu:
Beni sevindiren mektubunuzu aldım. Girişiminiz beni
duygulandırdı. Rahatsızlık duyan büyük bir kitle içinde, eserlerime vefakâr bir samimiyetle inanmış olan seçilmiş kişilerin oluşturduğu bir dayanışma çevresinin
olduğunu düşünmek ne güzel; mektubunuzda ifadesini
bulan sevgi ve dikkatin eserlerime yönelmiş olması daha da güzel.
Piyesimle ilgili sorunların yükünü üstlenmeyi kabul
edişinize ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu işi Şçepkin’e
vermiş ve Zagoskin’e bu hususta bir mektup yazmıştım.
Gerçekten yönetimle geçinmesi mümkün olmuyor ve
mektubu Zagoskin’e henüz vermemişse beni haberdar
edin: Zagoskin’e hemen yeni bir mektup yazayım. Size
gelme imkânım yok, zira 30 Mayıs’ta, olmazsa 6 Haziran’da kesin çıkacağım seyahat için hazırlanmakla meşgulüm. Yabancı diyarlardan dönünce her zamanki gibi
eski başkentte kalacağım.


KİTABIN KÜNYESİ
Gogol’le Dostluğumuz ve Mektuplaşmamız (1832-1852)
Sergey Timofeyeviç Aksakov
Çeviri
Varol Tümer
1. baskı – Temmuz 2019
244 sayfa


Sergey Timofeyeviç Aksakov
1 Ekim 1791’de Rusya’nın Ufa şehrinde doğdu. Oranburg Guberniya’daki Novo-Aksakovka adlı aile malikânesinde büyüdü ve orada ömrü boyunca sürecek doğa sevgisini kazandı. Küçük yaşlarda Keraskov’un Rossiada’sı ve Sumarokov’un trajedilerini okudu. Kazan Jimnasyumu’nu bitirdikten sonra 1805’de Kazan Üniversitesi’ne kaydoldu. 1807’de üniversiteyi bırakıp St. Petersburg’a yerleşti ve devlet memuriyetine girdi. 1811’de devlet memuriyetinden ayrılıp Moskova’ya yerleşti ve 1812’de ilk imzasız şiirini yayımladı. 1820’lerin ilk yıllarında çevirileri, edebiyat eleştirileri ve makaleleriyle edebiyat çevrelerinin dikkatini çekti. 1827’de Moskova Sansür Komitesi’ne seçildi. 1832’de sarhoş polislerle ilgili bir hicvin yayımlanmasına izin verdiği için Komite’den çıkartıldı. 1833’te müfettiş olarak tekrar memuriyete girdiyse de 1838’de memuriyetten temelli ayrıldı. 1832’de Gogol’le tanıştı; 1830’lar ve 1840’larda Gogol’le ahbaplığına dair tuttuğu notlar ve ikilinin mektuplaşması Aksakov’un ölümünden otuz yıl sonra 1890’da yayımlandı. 1834’te Gogol’ün etkisi altında ilk gerçekçi öyküsü Kar Fırtınası’nı yazdı. 1840’ta kendisine Rusya çapında şöhret kazandıran kitabı Aile Kroniği’ni yazmaya başladı. Balıkçılık Üstüne Notlar (1847) ve Orenburg Vilayeti’ndeki bir Avcının Notları (1852) ile Turgenyev ve Gogol gibi büyük Rus yazarlarının takdirini topladı. 1858’de yayımlanan Çocukluk Yılları adlı yapıtı Rus yazın dünyasında gerçekçiliği ile büyük yankı uyandırdı. Edebiyat eleştirileri ve Rus soyluluğunun gündelik yaşamını betimleyen yarı-otobiyografik anlatılarıyla 19. yüzyıl Rus kültürüne damgasını vuran Sergey Aksakov, 12 Mayıs 1859’da Moskova’da vefat etti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir