Dostoyevski, “Tüm Rus gerçekçileri Gogol’ün “Palto’sunun altından çıkmıştır” diyerek Gogol’ü gerçekçilik akımının başladığı yere oturtur. Oysa tam anlamıyla doğru değildir bu. Gogol’den önce Jukovski ve öğrencisi Puşkin tarafından gerçekçiliğin ilk adımları çoktan atılmıştır. 1809?da Ukrayna’da orta halli toprak sahibi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Gogol’ün öne çıkmasını sağlayan, kendisine kadar ulaşmış tüm tarihsel birikimi sindirerek çağına “humor’la bakmasıdır. İroni dolu bir bakıştır bu.
Onun halk diline ve kültürüne yakınlaşmasını (özellikle de Ukrayna halk kültüründe geniş yer tutan fantastik öğelerden ustaca yararlanmasını) sağlamıştır. Sçedrin?in Gogol?u ele alırken, onu gerçekçilik anlamında öne çıkarması da bu yüzdendir. Gogol, kendisini acemi bir şairden gezgine, tutunamayan bir memurdan güçlü bir öykücüye ve nihayet tutucu bir din adamına dönüştüren 43 yıllık yaşam öyküsünde, günün politik koşullarını ve yaşamın örgütlenişini gerçekçi bir bakış açısıyla ve mizahın en acımasız yüzüyle eleştirmiştir. Yaşamının sonunda üzerinde baskı kuran rahiplerin etkisiyle, yine Belinski?nin deyimiyle ?Kamçı, cehalet ve en koyu baskının savunucusu? olmuştur. 1852 yılında, en önemli eseri Ölü Canlar?ın devamı olarak yazdığı ikinci cildi kendi elleriyle yaktıktan on gün sonra da yarı deli halde ölmüştür.
Gogol?ün edebiyat dünyasındaki özgün yeri ve yapıtlarında (özellikle öykülerinde) kullandığı simgesel ve humor dolu dili ancak kendisinden 80 yıl sonra üretecek olan Kafka?da aynı yoğunlukta bir eşini bulacaktır. Aralarındaki bunca zaman farkına karşın, garip görünse de, Gogol ve Kafka aynı başlık altında ele alınabilir. Bunu sağlayan şey ise içlerinde yaşadıkları ve onların çevrelerini bir koza gibi ören sisteme karşı taşıdıkları mesafe duygusudur. Gogol?de bu tepki, feodalizm ve feodalizmin bağrında filizlenen yeni kast, ?bürokratik aygıt?dır. Kafka?daysa Gogol?de henüz yeşeren filizler kesin hükümdarlığını sağlayacak ve sanayileşmiş bir dünyanın ortasında insan da bir makineye dönüşerek (elbette başlangıçta bürokratik aygıtın etkisiyle) iyice kendi kabuğuna gömülecektir. İki yazarda da ortak olan, çıkar ilişkileriyle kirlenmiş, yabancılaşmış ve artık bir karabasana dönüşmüş bir tek dünyadır. Her iki yazar da bu dünyayı en keskin mizah duygularıyla selamlayacaklar, her iki yazar da bu dünya karşısında bir çıkış yolu bulamayıp kendi dünyalarında sarmallanarak kaybolacaktır.
Gogol?ün ?25 martta Petersburg?da pek tuhaf bir olay oldu? diyerek başlayan ?Burun? öyküsü yergiyi ve soyutu somuta dönüştürmedeki gücünü gösteren en güzel örnektir. Bu öyküde fantastik olan gerçekle, gerçek olan fantastikle iç içe geçmiştir. Ancak Gogol, öyküsündeki simgeleştirmeleri içinde yaşadığı sistemin yarattığını bilerek ve bunu ortaya çıkarmak için ustaca kullanmıştır. Kahvaltıda soğanla sıcak ekmeği aynı anda yiyemeyecek kadar yoksul olan İvan Yakovleviç?in ?Aaa! Bir burun? diyerek ekmeğinin içinden çıkışını müjdeleyeceği Kovalev?in burnu ile olayın geçtiği 25 martın Müjde Yortusu?na (Cebrail?in Meryem?e İsa?nın gelişini müjdeleyişi) denk gelmesi arasında dolaysız bir bağ vardır. Burnun Hıristiyanlığın kutsal simgesi sayılan ekmeğin içinden çıkmış olması da tesadüf değildir. Yoksul Yakovleviç?in katığının içinden çıkan beyazımtırak burun sisteme gönderilmiş eleştirilerle doludur. Kovalev?in burnu kendi yüzünden bu amaçla ayrılmıştır. Onun etrafında şekillenen dünya; burnu bulmak için gazeteye ilan vermek istemesi, takma bir burun taktırmak için doktorla görüşmesi, yüksek rütbeli bir subayın karısı olan Bayan Podtoçina?ya yazdığı mektup, burnun Danıştay üyesi kılığında sokakta görülmesi hep bu dünyayı şekillendirip hicvetmek için kullanılmıştır. Ortaya çıkan, gülmekle acınmak arasında, hilkat garibesi bir dünyadır.
1907 ile 1924 yılları arasında araklıksız yazmış olan Kafka?nın dünyayı şekillendirişi de Gogol?ün biçemine çok yakındır. Lukacs?ın Kafka?yı, kurduğu dünya ne kadar simgesel ve soyut olursa olsun, büyük gerçekçiler arasında saymasının nedeni de budur. (1)
Max Brod?dan öğrendiğimiz kadarıyla yaşamının son yıllarında (1923-24 yılları arasında) yazıldığı tahmin edilen “Yuva” öyküsü bu konuda en tipik örneklerden biridir. Öykü, yaşlı bir köstebeğin yaşamının son yıllarında (tam da ?rahata erişecekken?) henüz bitirdiği yuvası karşısında duyduğu tedirginliklerini anlatır. Yuvaya düşman saldırılarını engelleyebilmek için, şaşırtmacalarla dolu girişler, labirentler, köstebeğin bile sayısını unuttuğu kadar çok dehlizler yapmıştır. Fakat bunların hiçbiri köstebeğe yeteri kadar güven vermez. Düşmanın nereden ve nasıl geleceği hiçbir zaman belli değildir. Bu yüzden girip yuvasına yerleşemez. Yaşlı bedeniyle günlerce girişi gözetlemek için soğukta, dışarıda yatar. Her türlü tehlike hesap edilmelidir! Bu ilk bakışta paranoyaklık olarak addedilse bile köstebeğin bu davranışının paranoyaklıkla uzak yakın ilgisi yoktur. Çünkü kendisine karşı labirentler kurulan sistemin içinde düşman her yerdedir. Öykünün sonuna doğru, gürültüsüyle gelişini haber veren yabancı hayvanın gittikçe güçlenen sesinin nereden geldiğinin belli olmaması da bu yüzdendir. İçinde olunduğu halde asla kendisi olunamayacak olan sistem dahilinde sonunda av olmak kaçınılmazdır.
Öyküsü insanla köstebek arasında, yuvayla sistem arasında binlerce ufak bağlantı/ kılcal damarlar kurarak sürer. Böylece Kafka?nın öyküsü dünyanın tezahürünün okurun kafasında yeniden kurulması olarak gelişip büyür. Burjuva dünyasının inşa ettiği yeni insan modeli karşısında Kafka?nın kahramanları, bir yere saklanmak, kendini korumak ve beslenmek gibi en temel gereksinimleri için bile acizdir. Gogol?de kötülüklerinin nedeni belirsiz olan bürokratik aygıt, Kafka?nın yapıtlarında adeta çırılçıplak bırakılır. İnşa edilmekte olan dünya sistemin elle tutulacak yanı kalmamıştır ki!
Gogol?ün en önemli öyküsü sayılan ?Palto?nun kahramanı Akakiy Akakiyeviç, bu noktada güzel bir örnek olarak karşımıza çıkar. Konuşurken gereksiz ekler, ilgeçler kullanan, çekingen, kendi dünyasında yaşayan ?küçük bir memur? olan Akakiy, öykünün sonunda kaybolan paltosunun yerine kim olduğuna bakmadan önüne gelenin paltosunu çalan ve onları korkutan bir hayalete dönüşecektir. Paltoyu diktirmesinden onu çaldırmasına, bu hırsızlığı kimsenin ciddiye almamasına kadar, her aşamada Gogol, ?küçük insan?a bürokratik aygıt arasındaki uçurumu sergiler. Bu uçurumun niçin ortaya çıktığıyla ilgilenmeyen yazarı meşgul eden asıl şey, adaletin yerini bulmasını nasıl sağlayacağıdır. İşte bu yüzden ölmüş olan Akakiy Akakiyeviç, Kalikin Köprüsü?nde bir hayalet olarak tekrar karşımıza çıkar.
Kafka, ?Bir Köpeğin Araştırmaları?nda ?köpek toplumunun sonsuza kadar sessiz kalmasına? karşıdır. Bu yüzden sorular sorarak etrafta dolaşan aykırı bir köpek olmayı seçmiştir. Ancak Gogol?ün yaptığı gibi bir sona ulaşmamıştır. Bu bağlamda, Güther Anders tarafından ileri sürülmüş aşağıdaki saptamalar Kafka?nın konumunu anlamamıza olanak tanıyacaktır:
?Kafka, bir Yahudi olarak tümüyle Hıristiyan dünyasının insanı değildi. Yahudiliğini umursamayan bir Yahudi olarak tümüyle Yahudilerden sayılamazdı. Almaca konuşan biri olarak tam anlamıyla bir Çek insanı değildi. Almanca konuşan bir Yahudi olması nedeniyle, tam anlamıyla Bohemyalı bir Alman olduğu söylenemezdi. Bohemyalı olması, tam anlamıyla Avusturyalı olmasını önlüyordu. Sosyal sigorta memuru olarak tam burjuva değildi. Bir burjuva ailesinin oğlu olarak tümüyle emekçiler sınıfına girmiyordu; ama bir büro insanı da değildi çünkü bir yazar olduğunu duyumsuyordu. Gelgelelim bir yazar da değildi, çünkü gücünü ailesi uğruna harcıyordu. Oysa ?aile çevremde bir yabancıdan bile yabancı yaşıyorum? diyordu.?(2)
Editör
http://www.kafkaokur.com/
1. G.Lukacs; Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Payel yayınları, nisan 1986, s.88
2. Ernst Fischer (alıntı: Güther Anders); Franz Kafka, B/F/S yayınları, 1985, s.22