1982 yılında Nobel Ödülü’ne layık görülen, Kolombiyalı masal ustası Gabriel Garcia
Marquez, ömrünü hikâye anlatmaya adayarak pek çok değerli esere imza attı. 1967’de ilk baskısı yayınlanan ve o günden bu yana otuzdan fazla dile çevrilen Yüzyıllık Yalnızlık, bu masalcı adamın ismini tüm dünyanın duymasını sağladı. Marquez eserlerinde, Latin halkının sıradan hikâyesini resmederken; aile, ölüm, aşk, cinsellik, savaş, siyaset gibi işlediği konularla aslında tüm insanlığa sesleniyor…
Yakalandığı lenf kanserinin ardından Marquez, 2001 yılında “Anlatmak İçin Yaşamak” adı altında çocukluğunu, ergenliğini, yazarlık yolunda ilerleyen Gabo’nun edebiyattaki çıraklık dönemini anlatan tek kapsamlı anı kitabını kaleme aldı. Ve bu anı kitabından sonra belki de son romanı olan “Benim Hüzünlü Orospularım” yayınlandı. Evet, Kolombiya, Latin Amerika ve dünyanın dört bir yanındaki okurlarını çok üzecek olsa da bu son roman… Yazar, 2005 yılında artık yazmayacağını açıkladı; çünkü anlatacağı her şeyi anlatmıştı. Ama biz yine de usta masalcıdan bir sürpriz ve belki de bir büyü bekliyoruz… Marquez’i daha yakından tanımak, onun edebi yolculuğunun ayak izlerini sürmek için Gene H. Bell-Villada’nın, Marquez biyografisi de eşsiz bir kaynak. Kolombiyalı ustaya, Amerikalı eleştirmenin “Bir Söz Büyücüsü: Garcia Marquez” adlı incelemesinin penceresinden bakmak da oldukça keyifli ve doyurucu. Masalcının kendi eserlerinden sonra bir de bu pencereden Marquez’e bakalım dedik…
Uçsuz bucaksız bir hayal dünyasına sahip Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, kelimenin tam anlamıyla usta bir masalcı. Sözcüklerle oynayan, onları istediği eğip büken adeta yontan bir heykeltıraş; hatta bir büyücü… Ünü dünyanın dört bir yanına yayılan, Latin Amerika edebiyatının yaratıcılığını simgeleyen bu büyük romancının işi, hikâye anlatmak… Evet, kesinlikle “Bir Söz Büyücüsü: Garcia Marquez”. Amerikalı edebiyat eleştirmeni Gene H. Bell-Villada’nın, Marquez’in biyografi kitabına verdiği isim bu… Latin Amerika edebiyatı, modernizm ve büyülü gerçekçilik konularında uzmanlaşan Bell-Villada’nın bu edebiyat incelemesi, Marquez’i, nam-ı diğer Gabo’yu ve tabii ki onun eserlerini, yazınsal yolculuğunu yakından tanımak isteyen okurlar ve araştırmacılar eşsiz bir kaynak, bir başucu kitabı niteliği taşıyor…
Gerçekliğe dair ince ayrıntılar…
Bu hayalperest hikayeci, ortaya koyduğu tüm yapılarında kurmacayla gerçek dünyayı eşsiz bir şekilde harmanlamayı, hayalle gerçeği buluşturmayı başarmıştır. Bell-Villada’nın sözleriyle dile getirecek olursak onun en önemli başarısı; “kurmaca sanatını gerçek hayata yöneltmesi ve gerçeğin karmaşasını bütün zenginliğiyle ve çeşitli tezahürleriyle birlikte nesirde yeniden kullanmasıdır. Yazarın bizzat kendisi bütün bu çelişkilerin canlı özetidir. Hayalperest bir masalcı ve usta bir anlatıcı olan Garcia Marquez, kendisini tanımladığı şekilde ‘gerçekçi bir yazar’ ve yaşadığı dünyanın lirik bir tarihçisidir de.” Büyülü ve fantastik ögeleri eşsiz bir şekilde eserlerinde kullanan söz büyücüsü için gerçek, salt günlük olaylar ve ekonomik sıkıntılardan ibaret değildir; halk efsaneleri, çeşitli ritüeller, kör inançlar, kocakarı ilacı diye tanımladığımız ev yapımı ilaçlar da gerçeğin bir parçasıdır örneğin. Marquez’in kendi deyişiyle “Gerçeklik, domates fiyatıyla sınırlı değildir.” Yazar eserlerinde, doğup büyüdüğü toprakların tarihini ve folklorunu masalsı bir şölenle anlatırken gerçekliğin kendisine büyük bir sadakat duyar. Kahramanlarının giydiği kıyafetlerde, yenilen yemeklerde (örneğin; kızarmış muz) gerçekliğe dair ince ayrıntıları görürüz. Yazar, bu ayrıntıları ustaca işlemek üzere yoğun bir çalışma sürecinden geçmiştir şüphesiz. Marquez bir röportajında, “simya, denizcilik, zehir, hastalık, yemek, kocakarı ilaçları ve Kolombiya’nın iç savaşları hakkında başvurduğu kitaplardan ve ‘24 ciltlik Encyclopedia Britannica’dan’, ‘bir karidesin cinsiyetinin nasıl bilineceğini, insanın idam mangası tarafından nasıl öldürüldüğünü, muzların kalitesinin nasıl anlaşıldığını’ öğrenmek zorunda kaldığından söz eder”. (“Bir Söz Büyücüsü: Garcia Marquez”, Gene H. Bell-Villada, Çev.: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yay., Sf. 159)
Yaşadığı coğrafyanın ürünü
Marguez’in köklerini ve yaşadığı coğrafyayı, Karayipler’i-Kolombiya’yı çok yakından tanıdığını, bunun için de büyük çaba sarf ettiğini görürüz. Yazar, zaman içerisinde olgunlaşırken Afrikalı köklerinin de tam olarak ayırdında olacaktır. Gazeteci olarak Angola’ya gittiğinde şunu fark eder: “Ben bir ‘mestizo’yum (melez)… Angola’da, geleneksel sanat tarzlarının birçoğunda, bütün Karayip’te rastladıklarımıza çok benzeyen estetik işaretler olduğunu anladım. Çünkü ben Karayipliyim. Bu gerçeği kabul etmem kendi içime bakmamı ve bir mestizo olduğumu fark etmemi sağladı, aynı zamanda ülkemizin tarihsel koşullarını daha net bir şekilde görmeye başlamama yaradı.” (Sf. 44-45) Usta masalcı, Kolombiya’daki hayatın ürünüdür; dolayısıyla “sezgilerinin ve dünya görüşünün o bölgenin çok ırklı nüfus yapısından kaynaklandığını, Kolombiya içindeki toplumsal bölünmelerin, ideolojik mücadelelerin ve coğrafi farklılıkların onun yapıtlarının temelinde sürekli var olduğunu akıldan çıkarmamalı”. (Sf. 69)
Düzenli ve disiplinli yazma alışkanlığı
Marquez, gündelik gerçeğe olan yakınlığını gazetecilikteki deneyimlerine borçludur. Ömür boyu sürdüreceği bu meslek sayesinde açık ve net, ortalama okurun anlayabileceği bir şekilde yazmayı öğrenmiştir. Bell-Villada’nın incelemesinden bu noktada şu bilgiyi ediniyoruz: “Gazeteciliğinin romancılığı üzerindeki etkisi sorulduğunda Garcia Marquez açık ve net düzyazının değil, düzenli ve disiplinli yazma alışkanlığı ve uzun bir düzyazıyı inanılır kılan küçük ayrıntıları metne katmasının altını çizer.” (Sf. 99) Marquez; sıradan insanı, avamı ve sokak yaşamını adeta sözcüklerle resmeder. Yazar, en iyi bildiğini ve yarattığını iddia ettiği bu dünyada kaçakçılara, sokak satıcılarına, fahişelere, horoz dövüşlerine, işçilerin grevlerine ve siyasi isyanlara kusursuz betimlemelerle yer verir. Gerçeklik, büyü-efsane, siyaset, terör, mizah, aşk; dahası hayatın kendisi vardır onun yapıtlarında. Üstelik tüm bunları oldukça kısa cümlelerle anlatır; eserlerinde uzun cümlelere pek rastlayamazsınız. Ayrıca Marquez, diyalog kullanmaktan da pek hazzetmez.
Unutulmaz fantastik ögeler
Marquez kendisini her ne kadar “gerçekçi yazar” olarak nitelese de onun en özgün yanı büyülü ve fantastik malzemeleri hafızalardan silinmeyecek bir şekilde ustaca kullanmasıdır. Üstelik yazar, “fantezi” sözcüğüne de karşıdır! Çünkü gerek yapıtlarında işlediği konular gerekse kullandığı biçim, gerçekçi yazar nitelemesine vurgu yapar. Zaten Marquez’in eserlerindeki fantastiklik, genel olarak Latin Amerika’nın yaşanmışlık dokusundan gelmektedir, yani o büyülü malzemelerin kaynağı da yaşadığı coğrafya ve toplumdur. Hayalperest masalcı, fantastik ögeleri kullanırken kurnazca abartma yoluna gider ve anlatımında sürekli ancak dozu iyi ayarlanmış bir şekilde aşırı büyük şeyler sunar. Bunun en güzel örneğini, yazarın unutulmaz eseri Yüzyıllık Yalnızlık’ta görürüz. Söz gelimi; Macondo’ya dört yıl, on bir ay ve iki gün boyunca aralıksız yağmur yağar. Ya da havaya yükselen bir rahip, göklere çıkan bir kadın, sarı çiçek yağmuru ile karşılaşırız romanda. Halk destanlarında, klasik epikte, ortaçağ romanslarında, masallarda, gotik romanlarda ve bilimkurguda bolca yer verilen olaylar, dikkat çekici bir şekilde işlenir bu unutulmaz eserde. Öyle ki Yüzyıllık Yalnızlık, yazarın sınırsız hayal gücünün ürünü olan bu fantastik ögeleriyle hafızalarda yer etmiştir; titizlikle işlenen gerçekçiliğiyle değil. Bell-Villada, Marquez’in bu kitabında özel olan noktanın; tüm doğaüstü, tuhaf olayları geçekçi bir metinde anlatılan gündelik hayata kusursuzca katılması olduğunu belirtir.
Gabito’nun masalcı büyükannesi
Karayip Denizi kıyısında, hüzünlü ve bozuk sokaklı Araca kasabasında yoksul bir mahallede dünyaya gelen ve orada büyüyen Gabo, yaşamının ilk sekiz yılını anneannesiyle dedesinin yanında geçirir. Küçük Gabito, hayli kalabalık bir evde unutamayacağı anılarla büyür. Ve geleceğin söz büyücüsünün hikayeciliği bu evde yeşermeye başlar. Melankolik ve içe dönük Gabo, masalsı/büyülü hikayeciliğini, yarattığı sözlü destan ve gelenekler dünyasını, bir bakıma büyükannesine borçludur diyebiliriz; gördüğü en inanılmaz ve etkileyici kadına… Gündelik işlerini avaz avaz aşk şarkıları eşliğinde yapan bu kadın torununa, hikaye anlatma becerisi gibi muhteşem bir miras bırakmıştır. Yaşlandığında gözleri görmez olan büyükanne, yüz ifadesini değiştirmeden her türlü hikaye anlatır, insanlardan söz ederken yaşayıp yaşamadıklarını ayırt etmezdi. Büyükanne Tranquilina Iguara, Gabo’ya neredeyse duyulabilir bir hikaye sesi armağan etmiştir. Marquez, ihtiyaç duyduğu üslup ve tınıyı kendisine sağlayanın, eşsiz masallar anlatan büyükannesi olduğunu belirtir. Elbette büyükbabası Albay Nicolas Marquez’in de Gabo’nun hayatında ayrı bir yeri vardı; onun yanındayken ayaklarının yere bastığını ve hayatta sağlam bir yeri olduğunu hissettiğini belirtir yazar. Gabo beş yaşındayken büyükbabası, onu yazarlık yazgısındaki en temel kitapla tanıştıracaktı; “Her şeyi bilen” ve “hiç yanılmayan”, içi resimlerle dolu dev gibi bir sözlük armağan etmişti henüz okuma yazma bile bilmeyen küçük Gabo’ya. O sıralar her şeyi resimlerle ifade edebilen Gabo’nun yazılı sözcüğe ihtiyacı yoktu. Marquez bu dev sözlükle tanışmasıyla ilgili olarak şunları aktarıyor: “Dedem sözlüğü bana hediye edince, sözcüklere karşı öyle bir merak duydum ki, onu alfabetik sırayla bir roman gibi, hemen hemen hiçbir şey anlamadan okumaya başladım. İşte yazar yazgımdaki en temel kitapla tanışmam böyle oldu.” Anlatmak İçin Yaşamak, Gabriel Garcia Marquez, Can Yayınları, Sf. 114)
Ona rehberlik eden yazarlar
Geleceğin büyük yazarı Gabo’ya okuma-yazma yolculuğunda rehberlik eden, eserlerinde izleri sürülen önemli edebiyatçılar söz konusudur elbette. Genç Gabo henüz yazarlık yolculuğunun başlarındayken Franz Kafka, William Faulkner ve Virginia Woolf’un eserlerinden çok şey öğrenmiş, onların edebi tekniklerinden beslenmiştir. Marquez edebiyatın; çok çalışarak, başka yazarları sınırsızca okuyarak öğrenilen bir bilim olduğunun farkındaydı ve 1979 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları aktarmıştı: “Edebi kültürü küçümseme ve kendiliğinden olana, icat edilene inanma eğilimi var. Aslında edebiyat insanın öğrenmesi gereken bir bilimdir ve yazılan her hikayenin gerisinde 10 bin yıl yatar. Edebiyatı öğrenmek için mütevazı ve alçakgönüllü olmalısınız. Edebiyatın tamamını incelemek, 10 bin yıl önce neler yapıldığını, insanlık tarihinin neresinde bulunduğumuzu bilmek için, yazma sürecinde olabildiğince mütevazılığa ihtiyaç vardır. Sonuçta edebiyatı üniversitede değil, başka yazarları sürekli okuyarak öğrenirsiniz.” (Söz Büyücüsü, Sf. 108) İşte kendisi de bu yolda ilerlemiş; Avrupalı ve Amerikalı çağdaşlarının yapıtlarından önemli dersler almış, Yunan tragedyalarını keşfetmiş, özellikle Sofokles’i okurken tüm yazarlık yaşamı boyunca işine yarayacak ustalıklar edinmiş (Yaprak Fırtına’sında, Antigone’den uzunca bir alıntı olması tesadüf değildir), içindeki “onca güzel hikaye” için lisedeyken İncil’i okumuş; bu kutsal kitaptaki karakterleri ve fantastik öyküleri kendi amaçlarına uydurmuştur. Yani Marquez’in sanatının biçimlenmesinde kuşkusuz İncil’de önemli bir rol üstlenmiştir. Bell-Villada, felaket boyutundaki bir şiddet döneminde yetişkinliğe adım atan Gabo’nun Vahiy’deki Kıyamet Günü’nü hatırlatan malzemeye her zaman ilgi duyduğunu belirtir. Bunun en güzel örneğini de yine Yüzyıllık Yalnızlık’ta görürüz. Kitabın bitiş paragrafında Mocando, “İncil’de yer alan bir kasırga” denilen, felaket habercisi sayılan bir şeyle yıkıma uğrar. Yine Mocando’daki dinmek bilmeyen yağmurlar da İncil’deki tufanı (Nuh Tufanı) akla getirir.
On dokuz yaşındaki Genç Gabo’nun Kafka’yı keşfetmesi ve Dönüşüm’ü okuması hayatını değiştirmişti diyebiliriz. Bell-Villada’nın ifade ettiği üzere; “Garcia Marquez’in imgeleminin potasında keskin bir kıvılcım çaktıran ilk yazar Franz Kafka olmuştu.” Gregor Samsa’nın dev bir böceğe dönüştüğü ilk paragrafta büyülenen Gabo üzerinde bu kitap, kalıcı bir etki bırakmıştır. Üstelik büyükannesi de tıpkı bu Çekoslavak Yahudisi yazar gibi hikaye anlatmaktadır. Bu keşif Gabo’yu yoğun bir şekilde Kafka okumaya sevk edecekti. Ve büyülü gerçekliğin klasik örneği sayılan Yüzyıllık Yalnızlık, Gabo’nun Kafka’dan aldığı eğitimin başarılı bir ürünü olarak ortaya çıkacaktı.
Okumayı güçlükle öğrenir
Onca eşsiz eser ortaya koyan, Nobel Ödüllü bu masalcı yazarla ilgili ilginç bir noktaya da değinmekte fayda var: Gabo’nun okumayı öğrenmesi hayli zor olmuştur! Öğretmeni ona harflerin adlarını değil de seslerini öğretince okumayı başarmıştır. Böylece evin yüklüğündeki tozlu bir sandıkta bulduğu ilk kitabı okuyabilmiştir. Ve bu olayı şöyle aktarır Marquez: “Dikişleri sökülmüş ve bir parçası kaybolmuştu ama öyle bir dalmıştım ki okumaya, Sara’nın sevgilisi ürkütücü bir kehanette bulunmuştu: ‘Carajo! (Hay Allah!) Bu çocuk yazar olacak!’ Yaşamını yazarak kazanan birinin bunu söylemesi üzerimde büyük bir etki bırakmıştı. Kitabın Binbir Gece Masalları olduğunu anlayana kadar bir sürü gece geçti.” (Anlatmak İçin Yaşamak, Sf. 119-120) Üstelik Gabo’nun sayılarla da arası hiç iyi olmamıştır: “Ben asla bölme yapmayı, karekök almayı ya da soyut fikirlerle başa çıkmayı öğrenemedim” der kendisi.
Ve masal burada biter…
Kolombiyalı ustanın Anlatmak İçin Yaşamak adlı, roman tadındaki anı kitabının epigrafı onun hayatı nasıl yaşadığını açıkça ortaya koyar: “İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.” Evet, bugün 83 yaşındaki söz büyücüsü, koca ömrünü anlatmak için yaşamış, tüm yaşanmışlığını bir gün dünyaya anlatmak üzere ceplerinde kelimeler biriktirmiştir. Hatırladıklarını masal tadında yazıya döken hayalperest Marquez, artık anlatacak hikayesinin kalmamasının rahatlığı içinde 2005 yılında yazmaktan vazgeçtiğini açıklamıştır. 1999 yılında konulan lenf kanseri tanısının ardından anılarını kaleme alma zamanının geldiğini hisseden Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak’ı kaleme almıştı. Ve biz okurlar, en azından bu anıların devamının gelmesini umut ediyoruz…
Elif Şahin Hamidi
(elif.sahin@gmail.com)
Bu yazı Remzi Kitap Gazetesi’nde yayımlanmıştır.