Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk), Şeyh Galip “Aşkın ve ateşin şiiri”

Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesnevi Şeyh Galip’in (1757-1799) başyapıtıdır. 2101 beyittir. Aruzun “mefulü-mefailün-feülün” kalıbı ile kaleme alınmıştır.
Kendisi bu eseri, 1782’de girdiği bir iddia üzerine 6 ayda yazmıştır. Son dönem divan edebiyatının en önemli örneklerinden biri olmasının yanı sıra, tasavvufi alt yapısı ve sembolizmi ile genel olarak edebiyat ve spiritualizm açısından çok önemli bir eserdir. Eserin kahramanları güzellik (hüsn) ve güzelliğe yönelişin sonucu olan aşk’tır. Eserin her bir satırında tasavvufi simgeler bulunur; kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile kaleme alınmıştır.
Şeyh Galib eserin, Der beyân-ı sebeb-i te’lîf kısmında, bir oturumda Nâbî’nin Hayr-âbâd isimli eserinin fazla övülmesinden rahatsız olarak eseri yazmaya karar verdiğini belirtir. Şeyh Galib, Nâbî’nin eserinin özgün olmadığını öne sürmüş ve özgün bir eser kaleme almak istemiştir. Bu doğru bir tespittir; zira Baltacı Mehmed Paşa adına 1705’te kaleme alınan Hayr-âbâd, Attâr’ın İlâhî-Nâme isimli eserindeki bir hikayeden temel almaktadır. Çoğu motifi ve kurgusal detayı söz konusu hikaye ile aynıdır. Aslında dönemin ünlü edebi eserleri düşünüldüğünde, bu pek normaldir. Şeyh Galib bu eseri özgün olmadığı için kınamış ve kendisi hem edebi anlamda gelişmiş hem de özgün olan bir eser kaleme almak istemiştir. Ayrıca eserdeki tasavvuf ağırlığı ve Şeyh Galib’in tasavvufi yönü göz önüne alınırsa, eserin yazılış amaçlarından biri de önemli bir tasavvufi eser yazmak istemesidir.

Eserin Konusu
Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir tema ve temele sahip bir mesnevidir. Mesnevide anlatılan hikaye şöyledir:

Sevgioğulları (Beni-mahabbet) isimli bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız bir de erkek çocuk doğar, erkeğe Aşk kıza Hüsn ismini verirler, bu ikisini birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler, bu okulda Munlâ-yı Cünun isimli büyük bir hoca vardır. Bu sıralarda Hüsn Aşk’a aşık olur. İkisi zaman zaman Mânâ gezinti yeri`ne gitmekte gezinmekte, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır ki bu kişi her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Fakat, Hayret isimli kudretli bir kişi Hüsn ile Aşk’ın görüşmesine mani olur. Bir süre Suhan yoluyla mektuplaşırlar. Aşk’ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikidi Aşk’ın gidip Hüsn’ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabile büyükleri ise Aşk’ın bu arzusuyla alay eder ve eğer Hüsn’e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne denli zorlu ve korkunç olduğunu da anlatırlar, Aşk yolda dev, cin ve cadılarla karşılaşacak, ateşten bir denizden geçmek zorunda kalacaktır. Aşk ile Gayret Kalb ülkesine yola koyulurlar ve başlarından birçok badire geçer. Her badirede onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten hikayede; işin sonunda Aşk’ın Hüsn’ü kendinden ayrı sanmasının onu yanlış yollara düşüren şey olduğunu, aslında Aşk’ın Hüsn, Hüsn’ün de Aşk olduğunu, birlikte ikiliğin var olmayacağını aslın birlik (teklik) olduğu mesajı ile karşılaşılır.

Kahraman ve yerlerin isimlerinden hikayenin sonucuna kadar neredeyse her unsur tasavvufi bir anlam taşımaktadır. (Örneğin; Hüsn ile Aşk seven ve sevileni yani hüsn-ü mutlak(Allah) ile dervişi, edep; dergahı, Munlâ-yı Cünun; mürşidi, Kalp şehri; Allah?ın tahtı olan gönlü ve oraya yapılan seferin, çile dolu sevgi mücadelesinin simgeleridir.) Bu nedenle Hüsn ü Aşk tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir eserdir.

Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk adında bir mesnevisini bir iddia sonunda yazıştır. Bir mecliste Nâbî?nin Hayrâbâd?ı okunmuş, çok övülmüş ve artık bu başyapıtın üzerine bir şey yazılamaz denmiştir. Bu düşünceyi savunanlara göre ?gökkubbe altında söz tükenmiştir!?. Şeyh Galib bu düşünceleri çürütebilmek adına bu muhteşem eseri yazar. Hüsn ü Aşk, alegorik bir eserdir. Bu eserde tasavvufî unsurlar sembollerle anlatılarak, ilahî aşk macerası anlatılmıştır.


(*) “Şeyh Galip’in 18. yüzyılda yazmış olduğu Hüsn ü Aşk, tasavvuf felsefesini anlatan alegorik bir mesnevîdir. Konusunu şöyle özetleyebiliriz : Beni Muhabbet kabilesinden iki çocuk, Hüsn ve Aşk aynı `mekteb-i edep’e gitmiş, arkadaş olmuş ve birbirlerini sevmişlerdir. Aşk’ın kızla evlenebilmesi için kabile bir şart koşar: Aşk, Diyar-ı Kalp’e gidecek ve orda kimyayı bulup getirecektir. Aşk yolda türlü engellerle, zorluklarla karşılaşır: kuyuya düşer, bir dev tarafından hapsolunur; sonra sihirbaz bir cadının eline düşer, derken Çin padişahının kızı tarafından kandırılır vb. Bütün bu tuzaklardan, kötü durumlardan Aşk’ı kurtaran Sühan adlı ihtiyardır. Diyar-ı Kalp’e ulaştıklarında Sühan, Aşk’a `Esrâr-ı hafiyye’yi açıklar ve Aşk da anlar ki Hüsn kendi içindedir, ondan ayrı değildir. “

(**) “Hüsn ü Aşk mesnevisi hem Şeyh Galib?in yeni üslubu ile hem de Hüsn ü Aşk’ın renkli çeşitliliği ile kendisinden sonra bir çok şairi etkilemiştir.

Özellikle Şeyh Galib’in bizdeki Sebk-i Hindi akımının en büyük mensubu olması onu 20. yy’a kadar taşımıştır. Onun üslubundaki bu kapalılık, çeşitli ve yepyeni mazmunlar, zihni, hayale dayalı şiir anlayışı, renklerle örülmüş mısraları 19. yy Servet-i Fünun şairleri için büyük önem ve örnek taşımaktadır. Belki de bu kadar yadırganmalarına rağmen Servet-i Fünun şairleri, Şeyh Galib yolunda olarak modern sembolizme büyük katkıda bulunmuşlardır.

Şeyh Galib daha 18. yy’da iken Hüsn ü Aşk’ı sembolizmin esaslarına dayandırarak, kapalı bir söyleyişle, yepyeni bir üslupla, renklere dayanan bir kelime kadrosuyla ince ince işleyerek oluşturulmuştur.

Bir çok şairi etkileyen Şeyh Galib ve Hüsn ü Aşk meslevisi romanlara da konu olmuştur. Muallim Naci, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip, Emine Işınsu ve Orhan Pamuk bu konuları romanlarında işlemiştir. Ayrıca Turan Oflazoğlu’nun “Güzellik ile Aşk”, “III. Selim Kılıç ve Ney” adlı oyunlarına, Kenan Işık’ın “Aşk Hastası” isimli oyununa da konu olmuştur. Abdülbaki Baykara Dede?nin eserleri arasında bulunan “Hüsn ü Aşk” isimli manzum bir tiyatro da vardır.”

Şeyh Gâlib’in yaşam Öyküsü
(1757 İstanbul – 3 Ocak 1799) Divan edebiyatı şairi, mutasavvıf.
Mustafa Reşid Efendi babası, Emine Hatun ise annesidir. Daha çok küçük yaşlarda büyük bir kabiliyet ve başarı gösteren şair, ilköğrenimini babasından görmüş, daha sonraları dönemin ünlü şairlerinden Farsça’nın inceliklerini öğrenmiştir. Ailesinin etkisiyle Mevlâna Dergâhı’nda (Konya) çileye girdi, sonra yine ailesinin etkisiyle çilesini tamamlayamadan İstanbul’a geri döndü. İstanbul’a döndüğünde Yenikapı Mevlevihanesi’nde çilesini tamamlamıştır. Daha sonra, 1791’de Galata Mevlevihanesi Şeyhliği yapmıştır. Ansızın, 3 Ocak 1799’da, İstanbul’da ölmüştür; ölümünün nedeni bilinmemektedir. Türbesi bu mevlevihanenin bahçesindedir.

Esed ve Galip mahlaslarıyla yazdığı şiirlerini toplayarak 24 yaşında iken divanını meydana getirdi (1780). Şeyh Galip, hiç kuşkusuz Nedim’den sonraki dönemin en önemli şairlerindendir. Sembolizm benzeri bir tarzın Türkiye edebiyatındaki öncüsü olmuş, birçok buluşu ve yarattığı manzumlarla divan edebiyatının gelişmesinde büyük bir rol oynamış olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de kopmamıştır. Bugün Şeyh Galip’in şiirleri gösterdiği harika sembolizm ve betimlemelerle özellikle Batıda fazlasıyla beğeni toplamaktadır. Şeyh Galip’in eserlerinin en önemli yönlerinden birisi de tasavvufi temellere sahip olmasıdır. Şeyh Galip tasavvuf edebiyatı açısından çok önemli bir isimdir.

Eserlerinden Örnek
Dûzah behâr-ı hüsnüne bir gül-sitan senin
Kulzüm şirâr-ı aşkına bir katre kan senin

Bir gevherim var eşk midir dil midir desem
Peydâ benimdir ol dür-i yektâ nihan senin

Bir mihribân gûşederiz âdı mihr ü dâd
Gelmez mi subh-ı sînene ol mîhman senin

Cânan mısın belâ mısın âşub-ı can mısın
Ey bî amân gayrı elinden aman senin

Gâlib durûğ imiş tutalım va’di ol bütün
Îman getür ki dînine sığmaz yalan senin

Eserleri
Divan (Şiirler)
Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)

1.Divan edebiyatının son büyük şairidir. Divan şiiri gerçek anlamda onunla sona ermiştir.
2.Şiirinde yeni imgeler bularak, kısırlaşan ve ifade zorluğu yaşayan Divan şiirinin ufkunu genişletmiştir.
3.Güçlü bir hayâl gücü olan şair, modern anlamda sembolizme benzeyen ve Sebk-i Hindî adıyla anılan bir edebi akımın etkisinde oldukça derin ve kapalı bir şiir dünyası oluşturmuştur.
4.Şiirlerinde son derece kapalı, mecazlı sözlerle dolu, söz sanatlarına ağrırlık veren bir dil kullanmıştır.
5.Yenilikçi yapısı ve derin hayâlleriyle, düşünce ve betimlemeye dayalı özgün bir anlatım dili oluşturmuştur.
6.Bir Mevlevî şeyhi olan Galib?in şiirlerinde Mevlevîlik çok önemli bir yer tutar. Tasavvuf düşüncesini şiirleştirmiş, ilahî aşkın Divan şiirindeki en büyük ve doruk şairi olmuştur.
7.Şiirlerinde genellikle İlahî aşkı, dinî-tasavvufî konuları, insanın yüceliği ve hoşgörü gibi temaları işler.
8.Âteşin ve aşkın şairi olarak bilinir.

Sebk-i Hindi

Edebiyatta (özellike divan edebiyatında) Hint tarzı, Hint biçemi demektir. Türk edebiyatında bir edebi akım olarak ortaya çıkmıştır. Hindistan?da, Babürlü Hint-Türk hükümdarlarının saraylarında Farsça yazan ozanlarca geliştirilmiştir.Edebiyatımızda XVII.yüzyıldan başlamak üzere etkisini göstermeye başlamış kimi şairlerimizde bütün özellikleri görülürken kimi şairlerimizi kısmen etkilemiştir.Sebk-i Hindi’nin edebiyatımıza ses, kafiye ve yeni kelime bulma yönünden etkileri olmuştur.

XVII. yüzyıl divan sanatçılarından Nef?i, Naili, Neşati gibi ozanlar, bütünüyle bu akım içinde yer almamakla birlikte ondan etkilenmişlerdir.Nabi hikemi üslup içerisinde yer almakla birlikte bu akımdan etkilenmiştir ancak onun şairliği hikemî tarzda daha baskındır ve bu yönüyle bilinir. Bu akımın 18. yüzyıldaki en önemli temsilcisi Dinav edebiyatının son ve en büyük şairi Şeyh Galip’tir.

Böylece, Sebk-i Hindi?nin, “Bilmeceyi andıran karmaşık mazmun ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili” (Fahiz İz) olarak sıralanabilecek özellikleri, divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır denilebilir.

Bir bakıma bu, şiiri bütünüyle zihinsel çalışmanın ürünü yapıyor, çevreden, yaşamdan kopararak düşünceyle sınırlıyordu. Şiirde bilgece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur.

(*) Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, Yayına Hazırlayanlar: Nazan Aksoy – Oya Berk, İletişim Yayınları
(**) Gonca Kuzay

Previous Story

Martı Jonathan Livingston – Richard Bach

Next Story

Bana Doğru Gelen Kim? – Nilgün Marmara

Latest from Şiir Kitapları

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ