İnsan Neyi / Kimi Yarattı? ? Nejdet Evren

?İnsan? sosyolojik bir olgudur/canlıdır. Tarihsel-kültürel birikimin sonucunda türler arasından farklılaşan, doğa güçlerini denetimi altına alarak her koşulda türünü sürdürmeyi başaran bir canlıdır. İnsanı insan yapan olgu, abartısız olarak imgesel düşünme yeteneğini geliştirip, dil/konuşmayı yaratmasıdır. İnsan, biyolojik olarak evrimleşme sürecini henüz tamamladığında, kültürel/insanlaşma sürecinin emekleme aşamasındaydı. Gordon Childe şu tesbitte bulunmaktadır, ? Homo Sapiens iskeletlerinin jeolojik kayıtlarda ilk ortaya çıkışında, aşağı yukarı 25.000 yıl önce, insanın vücut gelişimi artık durmuştu, oysa kültürel gelişimi henüz başlamaktaydı.? (1)

El-ayak-dil-göz-beyin diyalektiğini şekillendiren doğal belirlemeciliğin etkileri yazıyla anlatılmaya başlanınca, önceleri sözlü olarak aktarılan kültürel mirasın kalıcı bir yöntemle aktarımı sağlanmış ve bu şekilde olguları temsil eden imgeler, kuşaklar-arası uzlaşmayı doğurmuştur. Bu durum, giderek olgudan soyutlanan imgelerin, düşün-selini zenginleştirmesi ile karşılıklı ve diyalektik bir etkileşmenin/çoğaltmanın zeminini hazırlamıştır. Düşünce/idea çıktığı olguya yönelmiş ve ?yaratıcı aklın sentezi? ni kullanarak olgu ile iç-içe geçmiştir. Olgu ve insanın karşılıklı etkileşimleri/tepkileşimleri bu sayede hız kazanmıştır. Tam bu noktada Gordon Childe şunu vurgulamaktadır; ? Demek ki, insanın gelişmesine katkıda bulunan gelişim aşamaları gerçekte hem birbiriyle hem de insanın kendi oluşturduğu kültürel değişiklik ve gelişmeyle yakından ilgili ve bağlantılıdır.? (2)…? Gerçekten de dil, özü açısından sosyal bir üründür; sözcükler ancak bir toplum içinde ve bu toplumun üyeleri arasında sessiz bir anlaşma yoluyla anlam kazanır ve nesneleri ya da olayları ifade eder.? (3) Bu tespitler, ?Kendini Yaratan İnsan? tanımı ile birebir örtüşmektedir.

?Çağ? denilince yüz-yıllık bir zaman dilimi çağrışım yapmakta ise de, arkeologlar için bu ifade on-bilerce yılı içermektedir. Uygarlaşma sürecindeki insan topluluklarının ?üretim biçimleri?ne göre oluşturdukları kültürel dokuya ilişkin yazılı kalıtları yaklaşık 5 bin yıllık bir geçmişe ışık tutmaktadır. Oysa ki, o dönemde ?insan? tür olarak biyolojik evrimini tamamlamış bulunmaktaydı. İnsanın bu aşamaya gelmesi için geçen yaklaşık 500.000 yıllık karanlık dönemde neler olmuştu? Bu soru paleontologların, jeologların, antropologların, arkeologların ve tarihçilerin eldeki objektif verilerle fantastik dünyaları/düşlemleri ve metayı zorlayan akıl yürütmeleri ile açıklanmaya/aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Yazılı dönemin daha önceki döneme göre kısalığı/genç oluşu bu dönemdeki kültürel sıçramayı göz-ardı etmek için bir neden değildir. ?Kandini Yaratan İnsan? adlı eserinde Gordon Childe, insanlaşma sürecinin anlaşılabilmesi için doğal süreçlerin bilinmesine ve asıl olan ?kültürel tarih? in ?üretim araçları ve ilişkileri? ne koşut nesnel/objektif diyalektik etkileşimlerin önemine vurgu yapmaktadır.

Uygarlık kendi yatağında akar; bir o yana bir bu yana çekiştirmekle akışına engel olunamaz. Bu akış içerisinde ?politik tarih? yaklaşımı yerini daha bilimsel olan ?kültürel tarih? yaklaşımına bırakmış ve bu sayede insanın öz-geçmişini doğru değerlendirerek ?aynı denize akan ırmaklar gibi- toplumların kucaklaşabilmelerine ön-ayak olunmuştur. Kültürlerin renkli dansına ise diyecek yoktur.

Günümüz insanları için çok sıradan görünen bir kısım ?en basit araçların- balta, bıçak, çapa vs. oluşum/üretim biçimleri ve süreçleri kayda değer bir emek/zamanı gerektirmiştir. Bu değerin biliniyor olması ile bilinmiyor olması arasındaki fark ise, uzay teknolojisinin gerek ve kullanım biçim ve amacının biliniyor olup olmaması ile tüm bilimsel çalışmaların anlam ve öneminin biliniyor olup olmamasıdır; süreçlerin/yaşanmışlıkların kendileri bile ibret vericidir/heyecanlandırıcıdır/özendiricidir; ki, çanak-çömlek denilip beş-para etmez sanılan çömleğin Neolitik Döneme damgasını vuran toplumsal üretimin en önemli ögesi olduğunu bilmek gibi… Gordon Childe diyor ki; ?Çömlek sanatının yapıcı niteliği insan düşününde tepki yarattı. Çömlek yapımı insan yaratıcılığının önemli bir ürünüydü. Kil hamur iyice plastikti, insan dilediğince bu hamuru yoğurabilirdi. Oysa taş ya da kemikten bir alet yaparken nesnenin biçimi ve boyutuyla sınırlıydı; bu nesneyi ancak parçalar kopararak biçimlendirebilirdi. Oysa çömlekçinin işinde böyle bir sınır yoktur. Hamurunu biçimlendirir, eklemlerin sertliği ve dayanıklılığını umursamadan dileğince hamuruna yeni parçalar ekeler. ?Yaratıcılık? , olmayan bir biçimin elle yaratma süreci yinelenerek, insan düşününe girmesi demektir.? (4)

Bunun gibi ilkin güneşte kurutulan ve daha sonra fırınlanarak bu işleme tabi tutulan tuğla parçasının yan-yana/üst-üste gelerek/dizilişleri ile emeğin kolektif ürünlerini ortaya çıkartması ve yanı-sıra eserlerin/yapıtların hacim/boyutlarının sınırsızlığını yaratması ile de düşünce dünyasını zenginleştirdiğini bilmek ayrı bir heyecan olsa gerek. Önceki zamanlarda korkulan ateşin yarattığı etkinin insan düşüncesindeki iz-düşümünde gizemi yaratıp daha sonradan onun en güçlü üretim araçlarından birine dönüşmesi serüveni de ayrı bir yere sahiptir. Ancak gizemli düşüncenin kaynağını oluşturan ateş ve en büyüğü güneş doğada olmayan tuğlayı biçimlendirmekte kullanılmış olmakla Neolitik Dönemden günümüze kadar ve hemen hemen tüm toplumlarda ayrıcalıklı yerlerini korumuşlardır.

Günümüzde çoğu birer süs eşyasına dönüşen yakut, akik, firuze gibi taşların bir zamanlar gizemli taşlar olarak değerlendirilmeleri onların günümüzde algılanma biçimlerinin temellerini oluşturmuşlardır. İlkinde bir gereksinim olan bu taşların sonrasında birer süs eşyası ve zenginlik ölçüsü olarak ve halen önemlerini korumuş olmaları insan türünün tarihsel belleğine ne denli bağlı kaldığının bir göstergesi olsa gerek. ?Tabu? ların ortaya çıkmasında bu taşlarda var-sayılan gizil güçlerin etkisi ve bunun insan düşüncesindeki başkalaşımı yaratarak zamanla şekillere dönüşmesi ile koruyup/kollayan/sahiplenilen olguları belirlemesi ve giderek birer ticari meta yaratıcısı olmaları ilginç olsa gerek. Gordon Childe bu belirlemeyi şöyle açıklamaktadır; ? Taşı bir muska biçiminde oymaktansa, üstüne bir nesnenin, …simgesinin, resmi kazınıp değeri arttırılabilir. Bu tür kazınmış boncukların özel bir yeteneği vardır: yumuşak kil üzerine bastırılınca, üstlerine kazınmış olan resim bu yumuşak maddeye geçirilebiliyordu. Artık büyü ve giz bu yumuşak maddeye işlenmiştir. Sonuç bir büyü işlemiydi. Budunbetimcilerin (etnografların) tabu koymak dedikleri işlem budur. Kazılı taş artık mühür olmuştur. Bir kabın üstü kille kapatılır ve üstüne mühür basılırsa, kabın içindeki madde bu mühürle korunmuş olur. Mühür kırılınca, tabu kırılmış olmakta ve büyü cezaları gerekmektedir. Böylece mühürlemek varlıkların korunması ve mülkiyetin saptanması anlamına gelir. Yazı bulununca, mühür imzanın yerini alacaktır.? (5)

Gordon Childe?nın anlatmaya çalıştığı ?kültürlerin çatışması? ve ?istila? ile toplumların değişim ve dönüşümü sağlayıp, sermaye birikimini yakaladıkları yönündeki belirlemelerinin yaşanılmışlık olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunları, gelişmenin ölçüsü olarak bir zorunluluk olarak görmediği düşünülebilir. Ancak bu konu irdelenmeye ve tartışmaya açık görünmektedir.

?İnsanı insan yapan insandır? (6)

Yazan: Nejdet Evren
1/12 Kasım 2009, Batı

Kaynak Kitabın Künyesi
Kendini Yaratan İnsan
(Man Makes Himself)
Gordon Childe
Çeviren: Filiz Ofluoğlu
Varlık Yayınları
Dokuzuncu Basım,2007
168 Sayfa

________________
(1) Age, Sy:32
(2) Age, Sy:26
(3) Age, Sy:28
(4) Age, Sy:72
(5) Age, Sy:85
(6) Age, Sy:166

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir