Kafka’nın kendi bedeninden memnuniyetsizliğinin eserlerine yansımaları
Gerek bütün yapıtlarında gerekse belli bir ölçüde günlüklerinde ve mektuplarında Kafka, insan bedeninin sefaletini ortaya serer. Kendi bedeni sürekli sorun yaratıyordur. Günlüğündeki 1910 tarihli ilk notlardan biri oldukça kasvetli bir tondadır (yirmi sekizine henüz basmıştır): “Kendi bedenim ve bu bedenin geleceği konusunda müthiş bir karamsarlıkla yazıyorum bu satırları.” Birkaç sayfa ileride yine aynı ton karşımıza çıkar: -“Böyle bir bedenle hiçbir iş başarılamaz.” Hiçbir şey yazamadan koltuğunda saatlerce oturduğundan yakınır. Çok yaşamayacağından korkar: “Olur da kırkıma varırsam… Ama kırkıncı doğum günümü görmem pek mümkün değil; kafatasımın sol yarısında sık sık duyduğum gerilim bunun aksini söylüyor.”
Kehanet kabilinden bu kasvetli satırlar yirmili yaşların sonunda yazılmıştır; 1924 yılında, daha kırk birine basmadan ölür. Keza son hikayelerinden “Bir Köpeğin Araştırmaları”nın başkahramanı köpek, her yerde ölüm kokusu alır. Gerçi bu anlaşılabilir bir durumdur, zira hikayeyi yazdığı zaman, Kafka kendisini sanatoryuma kapatacak olan tüberküloza çoktan yakalanmıştır.
Bununla beraber, Kafka’nın ilk dönemlerinde yazdığı en önemli metinlerin, özellikle de “Dönüşüm”ün söz konusu ölümcül hastalığı açığa vurduğu yolundaki indirgeyici varsayımlar için sağlam bir dayanak yoktur. “Yargı” ve “Dönüşüm” (ve Amerika romanının ilk kısımları) gibi Kafka’nın edebiyat alemine attığı metinler, 1912 yılının birkaç mucizeyi ayında yazılmıştır. Kafka’nın kanlı öksürükleri ancak 1917’de başlar. Gelgelelim, daha 1913 Kasım’ında, rüyasında bir sanatoryumun bahçesinde oturduğuna dair satırlar düşer günlüğüne. Kaldı ki, “Dönüşüm”de Gregor’un mahkum olduğu odadan gördüğü manzara, yoğun bir sisle kaplanmış uzun mu uzun bir hastane ve devasa bir böceğe dönüşmeden yıllar önce akciğerlerinin kötü durumda olduğunu hatırlaması daha da manidardır.
Kafka’nın kendi bedeninden memnuniyetsizliğinin kökenleri epey eskiye, ta çocukluğuna dayanır ve babasına ölümünden birkaç yıl önce yazdığı suçlamalarla dolu meşhur mektupta kâğıda dökülmüştür. Bu mektupta Kafka, çelimsiz bir çocuk olarak kendisiyle güçlü baba figürünü, “kocaman adam”ı (riesige Mann) karşılaştırır ve kendini neredeyse “bir hiç” (ein Nichts) olarak görür. Annesinin büyük bir basiretle hiçbir zaman yollamadığı bu mektup, “Yargı”da Georg’un ihtiyar babasını seyrederken zihninden geçiveren düşünceyi getirir akla: “Babam hâlâ kocaman bir adam.” Suçlamalarla dolu mektupta, Kafka umumi bir hamamda, babasıyla karşılıklı soyunurken kendi bedeninin nasıl da aciz göründüğünden bahseder. Çocukluğundan beri kendini babasının gözünde acınası bir böcek olarak gören Kafka, babasının arkadaşlarından birini Ungeziefer (böcek, haşere) diye aşağılamasını acıyla hatırlar. “Dönüşümün ilk cümlesinde Gregor’un dönüştüğü iğrenç böceği tasvir etmek için Kafka yine Ungeziefer sözcüğünü kullanır. Kendi kırılganlığından ve zafiyetinden devamlı şikayet etmiş, ama bunları edebi temalara dönüştürmeyi de başarmıştır. Yazdığı son metinlerden “Şarkıcı Josephine ya da Fare Ulusu” ölümden korkan bir fare ulusuna (Kafka’nın hikayelerinde hayvanlar — kemirgenler, böcekler, köpekler— sık sık başkahraman olarak karşımıza çıkar) dair imgeler sunar. Hayat mücadelesinden bitkin düşen, ızdırap ve korku içinde yaşayan, ama her şeyden çok da ölüme aşina (“den Tod wohl kennend” ) bu fare ulusu, Fare Josephine’in (pek de şarkıya benzetilemeyecek) sanatsal ıslıklarının bile iyileştiremeyeceği bir korkudan muzdariptir. Sanatçının ıslığı azıcık da olsa duyulabiliyor mudur? Sanatçının kaderi, hiç kulak verilmeden, hatta hiç işitilmeden sessizliğe gömülmek değil midir?
Ölüme aşina olmak; Kafka’nın Fare Ulusu için kullandığı bu ifade adeta kendi hayatı için de bir epigraf ya da yazıt olarak kullanılabilir pekala. Bu tema pek çok metninde tekrar tekrar karşımıza çıkar. “Şarkıcı Josephine”le aynı dönemde kaleme alınan “The Burrow” adlı hikayede, karanlık bir labirentte yaşayan bir yeraltı hayvanı (köstebek midir acaba?) yeraltındaki barınağında bir an olsun huzur yüzü görmez, kanlı bir ölüme dair imgeleri saplantı hâline getirerek ölümcül bir mücadele üzerine sayısız senaryo üretip durur. Bu senaryolara göre, görünmez bir düşman eninde sonunda (hep bir sürpriz olarak kalacaktır bu) ölümcül bir yayaya sebep olacaktır. Michael Wood’un Kafka’nın yapıtlarının temeli olarak gördüğü, yazarın “sürprizin ehlileştirilmesi”” için kullandığı muhayyel stratejileri işe yaramaktan acizdir düpedüz. Sürpriz hep beklenmediktir ve her zaman bir felaketle sonlanır.
Yara daha en baştan mevcuttur elbette. “Bir Köy Hekimi”ndeki hasta çocuk kocaman, cerahatli bir yarayla doğmuştur sanki. “Dünyaya getirdiğim tek şey şu yara” diye içini döker doktora. Kafka’ya özgü daha geniş bir bağlamda bakıldığında, yara tehditkar baba figürüyle ilişkili gibidir. Gregor’un babasının son hızla fırlatmak suretiyle, oğlunun dönüştüğü savunmasız böceğin arkasına isabet ettirdiği elma; hiç şüphesiz ki ihlale, günaha, suçluluğa, cennetten kovulmaya ve neticede dünyaya yaz edilen ölüme dair sembolik çağrışımlar taşır. Çoğunlukla belirtildiği üzere, tıpkı “Yargı”da babanın, oğlu Georg’u ölüme mahkum etmesi gibi, Gregor’un babasının sebep olduğu ölümcül yara da arketip ataerkil kurban etmeleri; gerek Tanrı’nın buyruğu üzerine İbrahim’in oğlunu kurban edişini getirir akla. Kafka daha ziyade Tanrı’nın kendi oğlunu kurban edişine gönderme yapıyor gibidir. Georg, bahası tarafından verilen ölüm cezasını yerine getirmek üzere palas pandıras merdivenden inerken gündelikçi kadına rastlar; kadın o anda “İsa aşkına” diye bağırır. Metnin daha önceki bir yerinde Georg, Rusya’daki farazi arkadaşı hakkında babasıyla tartışırken balkondaki rahibe dair hikayeden bahseder. Rus Devrimi sırasındaki bir kargaşa anında, rahip avcunu keserek -kandan haç” (Blutkreuz) çizer ve kızgın kalabalığı sakinleştirmek üzere avcunu uzatır.
İlerleyen yıllarda Kafka, Soren Kierkegaard’ın Korku ve Titreme kitabından fazlasıyla etkilenir. Kitapta, İbrahim’in iki veçhesi ve Tanrı’nın İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmesine dair buyruğu son derece önemli roller üstlenir. İbrahim’in ve Kierkegaard’ın “abes”e duyduğu inanç Kafka’da hem şaşkınlığa hem de sorgulamaya yol açar. Max Brod’un ima ettiği üzere, Kierkegaard’ın dünyeviyle dini amaçlar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin anlayışı, Kafka’nın Şato’da Kadastrocu kahramanı aracılığıyla bu iki unsuru bir şekilde bağdaştırmaya çabalamasına sebep olur.” Thomas Mann, Kafka’nın “dini bir mizahçı” olduğunu ve söz konusu romanda insan âlemiyle aşkın âlem arasında “grotesk bağlantılar” bulma çabasına girdiğini söylerken hakikate daha çok yaklaşır aslında.” Gelgelelim mizahıyle grotesk Kafka’nın yapıtlarında otorite figürlerinin, özellikle de korku saçan baba figürünün ağırlığını ortadan kaldırmaz.
Furcht (korku, dehşet) sözcüğü 1919 tarihli “Babaya Mektup”un ilk cümlesinde karşımıza çıkar ve ilk paragrafta tam dört kez tekrarlanır. Sözcük, babanın tehditlerini kayda geçerek tacizlerine yönelik suçlamaya dayalı ana temayı belirten Bu tehditler ölümden, dayaktan (“seni paramparça edeceğim”; dayak atma amacıyla çıkarılan meşum pantolon askıları), arkadaşlarından haşere diye bahsederken ya da kendi çalışanları hakkında nobranca konuşurken (“zıbarsın köpek oğlu köpek” [Er soll krepieren] sergilediği zalimlik ve saygısızlıktan çok daha kötüdür Kafka için. “Dönüşüm”de de gündelikçi kadın, artık bir kenara atılacak iğrenç bir çöpten ibaret olan böcek ölüsünden bahsederken Krepieren filini kullanır. “Dönüşüm”ün üç bölümünde baba şiddeti belirgindir. Neticede bu yapıt, Kafka’nın başka pek çok yapıtında olduğu gibi, bir ceza fantezisidir.
İlk günah gibi, ilk suç da ceza kavramının temelinde yatar. Dille kurduğu gönül bağı sayesinde etimolojik ve semantik tınılara karşı hassas olan Kafka hikayesine “Yargı” (“Das Urteil”) başlığın’ seçerken, Ur- önekinin (Kafka’nın hoşuna giden bir diğer sözcük Ursache’de de bu önek bulunur) köken ya da ilkellik (örneğin Uralt, Urbild ya da Urgrund’da olduğu gibi; sırasıyla “ilkel”, “arketip imge”, “asli sebep” demektir) anlamına geldiğini biliyordun Aslında “Yargı” hikayesi hem arketipe dayalı durumu (baba ile oğul arasındaki çatışmayı) hem de ataerkil otoritenin temelinde katı bir arkaik yasa bulunduğu gerçeğini yansıtır. Hikaye bir pazar, yani Tanrı’nın gününde başlar. İşin ironik yanı, ilkbahar başlarında, yani pek de ölüm cezasını çağrıştırmayan, yeniden doğum ve yenilenme zamanında kurgulanır. Ancak, Georg’un ataerkil otoriteye kafa tutması, çok geçmeden karşılıklı bir ölüm arzusuna yol açar. Gizliden gizliye babasının yerine geçmeye ya da onu bertaraf etmeyi arzulayan oğul, “kocaman adam”ın devrilip kendisini ezdiğini hayal eder. Yataktaki ihtiyar adamın üzerini örtmeye davranırken, aslında onu çarşafların altına gömmeyi haval eder. Ama ihtiyar adam toparlanır ve oğlunu boğularak ölüme mahkum eder. Hikayenin sonunda ataerkil otoritenin gücü öyle ezicidir ki, oğul babasının yargısını içselleştirir ve nehre atlayarak ölüm cezasını özgür iradesiyle bizzat yerine getirir.
Korkulukları üzerinden atlarken Georg’un sergilediği ataklık, intihar etmenin ya da ölüm cezasını bizzat gerçekleştirmenin bir tür özgürleşme olarak görüldüğüne işaret eder. Nasıl Georg suya düşerken anne babasına beslediği sevgiyi düşünüyorsa, “Dönüşüm”de böceğe dönüşen Gregor da ailesi sıradan hayatına dönüp yine güzel bir ilkbahar günü gezmeye gittikleri sayfiyede, gelinlik çağındaki kızlarına muhtemelen evlilik planları yaparken, kendi isteğiyle ortadan kaybolun iki hikayede de oğulun hayata sevinçle veda etmesi, yüce bir buyruğa, “ölüme karşı yaşam” gibi bir cevap vermek anlamına gelir. “Dönüşüm”ün sonuna doğru Gregor, ortadan kaybolması gerektiği konusunda kız kardeşinden bile daha emindir.
İntihar fikri Kafka’nın özel notlarında sık sık karşımıza çıkan bir motiftir. 8 Mart 1912’de (“Yargı” ve “Dönüşüm”ü yazmadan birkaç ay önce) günlüğüne içini döker. Sıradan bir konu yüzünden yine babasının ithamlarına maruz kalan Kafka koltuğuna uzanıp ümitsiz bir halde “pencereden atlamayı düşünür.” Hatta Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesinin modern bir kent uyarlaması gibi görünen cinayet öyküsü “Kardeş Katli” (“Ein Brudermord”), kişinin kendini kurban etmesin üzerine bir anlatı olarak yorumlanabilir. Kurban Wese, adeta kaderle buluşmaya gidercesine, Schmar’ın bıçağına koşar (geht ins Messer des Schmar). Walter Hinderer’in büyük bir dirayetle öne sürdüğü gibi, Wese bölünmüş bir kişiliği temsil eder ve kardeşi de Doppelgangerdir (ikizidir), bu durumda da cinayet aynı zamanda intihar anlamına gelir. Kafka’nın diğer kahramanları gibi Wese için de ölüm arzulanan bir özgürleşme olabilir.(Eski Yara, sayfa 68-75)
Victor Brombert
Kitabın Künyesi
Fanilik Üzerine Düşünceler
(Tolstoy’dan Primo Levi’ye)
Victor Brombert
Kolektif Kitap / Edebiyat Dizisi
Yayına Hazırlayan : Poyzan Şahiner
Son Okuma : Murat Oğurlu
Kapak Tasarımı : Deniz Akkol
Çeviri : Akın Terzi
224 s.