Karamazov Kardeşler
Dostoyevski, 1856’da bir arkadaşına yazdığı mektupta, “Gençken insanın üzerine fikirler adeta yağıyor, ne var ki bunları hemen kapmak ve söze dökmek hata olur. İnsanın sentezi beklemesi, düşünmesi ve bir fikri meydana getiren her bir ayrıntının bir bütünü oluşturacağı günü beklemesi gerekir” der. Dostoyevski, eserleriyle ilgili olarak, muhteşem bir fikri sık sık gerektiği gibi sahnenin içine oturtamayarak harcadığından yakınmıştır. Ancak özlemini çektiği o sentez, son romanında gerçekleşmiştir: Karamazov Kardeşler, külliyatın büyük finalini oluşturur.
Bir baba cinayetinin heyecan uyandıran hikâyesi, insanın iyi ve kötü arasında yaptığı benzetme formunda olağanüstü bir teknikle anlatılır. Herkes, suçluyu ve ona bu suçu işleten nedenleri bildiğini zanneder. Bulgular eksiksiz gibidir. Oysa gerçek katil çok kurnazca ve soğukkanlı davranmıştır. Suçu onun işlediği hiçbir şekilde kanıtlanamaz. Mahkeme, yanlış bir hükme varır. Ancak başka ve çok daha yüce bir düzlemde olsa da, adalet yerini bulacaktır.
BİR BABANIN ÜÇ OĞLU VARDIR.
Toprak sahibi Fyodor Pavloviç Karamazov, hayvanların bir araya toplandığı yer gibi tuhaf bir adı olan Skotoprigonevsk’te yaşar.
Hainlikte ve gülünçlükte rakip tanımayan bu adam, yoldan bir çitle ayrılan, bahçe içindeki büyük evinde “hiç kimseye yararı olmayan, sefahat içinde” bir yaşam sürer. “Fizyonomisi, çöküş dönemindeki Romalı yaşlı bir aristokrata benzeyen”, ahlaki deformasyona uğramış bir çağdaştır o. Alkolün buğulandırdığı karmakarışık bir beyinle, başarılı ticari işlere imza atar. Ayrılıkla sonuçlanan iki evlilikten üç oğlu vardır: Dimitri (Mitya), İvan ve Aleksey (Alyoşa). Masallarda nasıl en küçük oğlan çocuk genelde ahmağın biriyse ve hikâyenin sonunda canavarı öldürerek, genç kızı kurtarıyorsa, burada da küçük Karamazov, yani Alyoşa, romanın girişinde “kendine özgü tuhaf bir insan” tanımıyla başkahraman ilan edilir.
Baba, oğullarını yok saymış, eğitimlerini rastlantılara ve ellere bırakmıştır. En büyük oğul Dimitri uçarı genç bir subaydır, mirastan payını almak umuduyla sürekli yeni borçlara girer. Ancak babası onu oyalar ve mirastan geriye metelik bırakmaz. Dimitri aldatıldığını anlayınca öfkeden deliye döner, duruma açıklık getirmek üzere doğduğu kasabaya geri döner. Anlatıcı, romanda geçen felaketlere bu durumun yol açtığından bahseder. Diğer iki oğul, Karamazov’un ikinci evliliğinden dünyaya gelmişlerdir, anneleri ölünce onları da başkaları büyütür. Kendi halinde, düşünceli ve zeki bir genç olan İvan, liseye, sonra da üniversiteye devam eder. Babasından para istemeyecek kadar gururlu olduğu için, özel dersler verir, gazetelere makaleler yazar. Hiç beklenmedik bir anda günün birinde baba evine yerleşir. Kavgada babası ile ağabeyinin arasını bulacağından söz edilir. Üçüncü oğul Alyoşa, liseyi yarıda bırakmış, annesinin mezarını ziyaret etmek için geri dönmüştür. Kasabanın yakınlarındaki manastırda münzevi bir rahip olan Starez Sossima ile tanışmıştır, onun yanında manastır müridi olarak yaşamaktadır. Üç kardeş, babalarının ahlaken yargılanmayı hak ettiği konusunda hemfikirdir. Yazar bunun dışında üç zıt karakter çizer; Dimitri şehveti, İvan aklı, Alyoşa da dengeli bir
ruhsal yapıyı simgeler. Baba Karamazov bir gün şaka yollu, Starez Sossima’nın hücresinde toplanmayı ve rahibin önünde aile sorununu tartışmayı önerir. Sossima önce şaşırır (“Sizin hakeminiz olmaya beni kim tayin etti?”), ama sonra bu buluşmaya onay verir.
MANASTIRDA SKANDAL.
Güzel bir ağustos gününün öğle öncesinde, baba Karamazov, oğlu İvan’la manastırda buluşur. Starez’in hücresinin önünde bir kalabalık birikmiştir, bunların hemen hepsi, rahip tarafından kutsanmayı bekleyen köylü kadınlardır. Asil konuklar için ayrılmış özel, küçük odada toprak sahibesi Hohlakova ile felçli kızı Lisa beklemektedirler. Sossima, yanında Alyoşa’yla görünür: Rahip, altmış beş yaşında, orta boyludur, hafif kamburu vardır, dudakları ince, burnu kuş gagası gibidir. Baba Karamazov, kendini maskara olarak tanıtır: “Islah olmaz saray soytarısıyım, ta çocukluğumdan beri, ben böyle doğdum, muhterem Peder, geri zekâlı olarak dünyaya gelmek gibi bir şey benimkisi! Ya da içimde kirli bir ruh gizlenmiş olabilir, üstelik öyle çaplı bir ruh da değil!” Karamazov, gevezeliğiyle konuşmaları yönetir. O ana kadar huşuyla dolup taşmış olan oda, onun maskaralıkları ve dehşet verici gülünçlükleriyle kutsallığını yitirir.
Sossima arada bir koridora çıkar. Köylü kadınlar ona günah çıkartırlar, acılarını anlatırlar, rahip de onları kutsar. “Görgülü ve duygusal bir kadın” olan Bayan Hohlakova, kızı şifa bulduğu için Starez’e teşekkür eder, kızı da Alyoşa’ya, Dimitri’nin nişanlısı Katerina İvanovna’nın gönderdiği davetiyeyi verir. Starez hücreye geri döndüğünde Dimitri hâlâ gelmemiştir, bunun üzerine İvan’ın bir gazetede yayımlanan güncel kilise ve devlet ilişkisi üzerine yazdığı bir makalesi üzerine sohbet edilir. Yazar, Rus kilisesinin devlet içinde kaybolup gitmesinin ya da Roma Katolikliğinde olduğu gibi bir tür devlet kuruluşuna yükselmesinin yanlış olacağını, kilisenin devleti bünyesine alması gerektiğini anlatır: “Her devlet sonunda tümüyle kiliseye dönüşmelidir.” O zaman, suça bakış açısı da değişecektir: En büyük ceza, sadece İsa Peygamber’in emirlerinin bildirildiği vicdanın sesi olacaktır.
Derken, bu arada ordudan ayrılmış olan Dimitri Karamazov şık bir sivil elbise içinde çıkagelir, yapılı ve sevimli bir genç adamdır, ancak özellikle konu babasıyla kavga etmek olunca doğuştan gergin ve sinirli biridir. Gecikmeden dolayı özür diler. Tartışmaya kaldığı yerden devam edilirken, Sossima sözlerini keser; İvan’ın dürüstlüğünden kuşku duymaktadır: “Çünkü büyük olasılıkla ne ruhunuzun ölümsüzlüğüne ne de kiliseyle ilgili kendi yazdıklarınıza inanıyorsunuz!” Baba Karamazov araya girer: “İlahi Aziz Starez: Bu benim oğlum, canımdan kopma, benim en hürmetkâr Karl Moor’um, şu öteki ise oğlum Dimitri, en hürmet bilmez Franz Moor, bu durumda ben de doğal olarak hükümdarlık yapan Kont von Moor’um!” Sossima, böyle soytarılıklara izin vermeyeceğini söyleyince, baba Karamazov, Dimitri’yi parasını orduda çarçur etmekle ve sersem kadınlarla gezerek eski komutanının kızı olan nişanlısını küçük düşürmekle suçlar. Dimitri, karşı saldırıya geçer; babası edepsiz bir şehvet düşkünü ve adi bir komedyendir, aslında kızda gözü vardır, kastı, sırf kıskandığı için öz oğlunu suçluluk duygusunun içine hapsetmektir: “Böyle biri neden yaşar?” “Duyun, ey rahipler, baba katilini duyun!” diye baba Karamazov haykırır. Seslerin yükseldiği skandalın orta yerinde Starez ansızın Dimitri’nin önünde diz çöker: “Bağışlayın, herkesi bağışlayın!” der. Konuklar keşişhaneyi telaş ve şaşkınlıkla terk ederler.
Manastırdaki öğle yemeğine giderken, Alyoşa, papazlık öğrencisi Rakitin’le konuşmaktadır, Rakitin, Sossima’nın kendini dizlerinin üzerine atmasıyla alay eder: “Bir suçun kokusunu aldı. Starez, simgesel olarak bir katile işaret etti. Karamazovların hepsi adi şehvet düşkünleri. Gruşenka denen kadın yüzünden birbirlerine düşecekler!” İki genç manastıra geldiklerinde yeni bir kavga başlamıştır. Masaya henüz oturulmuştur ki, kasabadan ayrılacağına söz veren baba Karamazov umulmadık bir anda manastıra çıkagelir; rahiplere, dahası Starez’e hakaretler yağdırır: “Siz, Aziz Pederler, halkın kanını emiyorsunuz!” Oğlunu oradan çekip alacak ve manastıra artık para bağışlamayacaktır! Yemek salonunu bağıra çağıra ve el kol hareketleri yaparak terk eder.
DİMİTRİ GÜNAH ÇIKARIR. Alyoşa, Katerina İvanovna’nın yanına giderken, yolda ağabeyi Dimitri’ye rastlar. Dimitri’nin anlaşılan keyfi çok yerindedir, bir meyve bahçesindeki kameriyeye oturmuş, Schiller’in Sevinç Türküsü şiirinden mısralar okumaktadır. Aslında korkunç bir ikilem içinde kıvranmaktadır: Nişanlısı Katerina’yı alçakça aldatmıştır, şimdiyse büyük bir tutkuyla Gruşenka’ya âşıktır. Güzelliğe nasıl yaklaşılmalıdır? Ruhla mı, şehvetle mi? Yoksa Azize Meryem’in kusursuzluğunun ifadesi olarak mı, ya da şehvet ve kötü huyların cisme bürünmüş hali olan Sodom kusursuzluğuyla mı? Dimitri anlatır, Katerina eski amirinin kızıdır, ona pek yüz vermeyen, güzeller güzeli okullu genç bir hanımefendidir. Dimitri bir gün, kızın babasının zimmetine geçirdiği bir meblağı karşılaması için Katerina’ya para vermiştir. Aslında bu durumu kullanabilecek durumdadır, ancak duruşunu hiç bozmamıştır. Kız, babasının ölümünden uzunca bir süre sonra büyük bir mirasın sahibi olunca Dimitri’ye borcunu öder ve onunla evlenmek ister. Nişanlanırlar. Ne var ki Dimitri çaresizdir: Kızın belki de sadece yüce gönüllülüğünü sevmektedir? Derken, fettan Gruşenka’yla tanışır.
Yıldırım çarpmış gibi bir ihtirasa kapılır: “Vücudunda öyle kıvrımlar var ki!” Gruşenka’yla Mokroye’ye giderler, sabaha kadar eğlenirler; Dimitri hesabı, Katerina’nın verdiği paradan öder. Alyoşa, parayı Katerina’ya iade etmesini önerir: “İyi de, nereden bulayım? Babamdan mı? Babamın bana hukuken borcu kalmadı, olsa olsa ahlaken hâlâ borçlu! – Ondan metelik çıkmaz. – Biliyorum, hele bundan sonra, asla. Kendisi çılgın gibi Gruşenka’ya âşık. Evinde günlerdir 3 bin ruble hazır, pembe kurdeleli bir zarfa koymuş, üzerine de şöyle yazmış: ‘Meleğim Gruşenka’ya, bana gelmek isterse.’ Gruşenka gerçekten yanına gidecek olsa, kan çıkar. – Kimi öldürmek niyetindesin? – İhtiyarı. Ondan nefret ediyorum, tiksiniyorum. Hayır, Gruşenka’yı öldürmem!” Dimitri babasından onun adına para istemesi için kardeşine yalvarır sonra da Katerina’ya “veda selamını” götürmesini ister.
SMERDYAKOV – DALKAVUK. Karamazovların tek katlı evinde, birçok çatı ve sandık odası, saklanmaya uygun garip yerler ve umulmadık merdivenler vardır. Buralara fareler de yerleşmiştir, ama baba Karamazov bu durumdan rahatsız değildir. Gece olunca hizmetlileri, yaşlı Grigori ile karısı Marfa’yı ve Smerdyakov’u yandaki müştemilata yollar. Bahçeye açılan kapı akşamları kilitlenir. Zekâ özürlü olduğunu bütün kasabanın bildiği “Kokmuş” Lisaveta’nın (Smerdyaşçaya) evin hamamında bir erkek çocuk dünyaya getirdiğine ve sonrasında hayatını kaybettiğine Grigori bir zamanlar tanık olmuştur. Anlatılanlara göre, çocuğun babası, baba Karamazov’dur. Grigori çocuğu büyütmüş ve ona annesine dayandırarak Smerdyakov adını vermiştir. Kuruntulu bir kişiliğe sahip bu çocuk, küçük yaşlarda sara nöbetleri geçirmeye başlamıştır. Kedileri büyük bir zevkle asarak öldürmüş, sonrasında büyük cenaze törenleri düzenlemiştir. Kitaplara pek ilgi göstermemiş, ama temizliği ve temiz giysiler giymeyi çok sevmiştir. Artık delikanlı olmuş, evde aşçı ve ikinci uşak olarak görevlendirilmiştir.
Alyoşa eve geldiğinde öğle yemeği vakti geçmiştir. Babaları, Grigori ve Smerdyakov’un önünde İvan’la telaşlı telaşlı konuşmaktadır. Dinin gücü ve güçsüzlüğü üzerine tartışmaktadırlar. Smerdyakov, konu kendi çıkarı olunca insanın dini inkâr edebileceğini keskin zekâsıyla kanıtlar. Sonra babanın emriyle uşaklar odayı terk ederler. “Smerdyakov’un sana ilgisi nereden geliyor?” diye babası İvan’a sorar, “Nasıl etkiledin onu? – Hiçbir şey yapmadım sayılır. O, doğuştan dalkavuk. Zamanı gelince, ölmek için koşarak savaşa gidecektir! – Yerinde olsam, bu manastır işine bir son verirdim” der babası ve Alyoşa’ya döner: “Rus topraklarındaki şu bitmek tükenmek bilmeyen mistisizmi ortadan kaldırmak, kökünü kazımak gerek! O zaman darphaneye ne çok altın girerdi! – Neden kökü kazınacakmış ki? – Gerçekler su yüzüne çıksın diye! – Ama gerçekler su yüzüne çıkarsa, önce sizi soyar ve ortadan kaldırırlardı! – Bu Starez yok mu, bu Strarez” diye baba devam eder, “o, bir Rus Cizvit’i ve sefih! Onda Mephisto havası var, Tanrı’ya da zerre kadar inandığı yok!” Ancak baba Karamazov’un en sevdiği konu kadınlardır. Laf arasında, iki oğlunun annesini mistisizmden kurtarmak için, kadın yanındayken bir ikonanın önünde kustuğunu anlatır. Karısı bunun üzerine bayılmıştır. Alyoşa öfkeden kendini kaybeder.
Aynı anda öndeki odadan bir çığlık duyulur. Dimitri kendini içeri atar, Gruşenka’yı aramaktadır: “O burada!” diye haykırır, “onu köşeyi dönerken gördüm!” Babasının saçlarına yapışır, adamı yere savurur, çizmesinin topuklarıyla yüzünü çiğner: “Öldüreceğim ben bunu!” İvan, kardeşini babasının üzerinden güçlükle alır: “Bir haşarat diğerini yutacak!” diye geveler. Yara bere içinde kalan baba Karamazov, kendisini kaldırmaya çalıştıkları sırada, ansızın Alyoşa’ya dönerek, aslında Dimitri’den çok İvan’dan korktuğunu söyler. Alyoşa evden ayrılırken, İvan, avlu kapısının önündeki bankta oturmaktadır. “Bu kadın bir hayvan!” der ve babasını korumaya söz verir.
GÜZEL KADINLAR KAVGASI.
Alyoşa, Katerina İvanova’nın evine vardığında hava artık kararmıştır. Dimitri’nin veda selamını aktarırken Alyoşa biraz mahcuptur. Katerina etkilenmez ve aldatılmış olmasına karşın Dimitri’den ayrılmak istemez. Gruşenka konusunda şunları söyler: “Bu tutku, aşk değil. Kadın, Dimitri’yle evlenmeyecek. Şu kız ise bir melek, büyüleyici bir canlı!” Birisi kapının önündeki perdeyi iter. Alyoşa’nın önünde Gruşenka, İvan’ın deyişiyle “hayvan” durmaktadır şimdi. Çocuksu ve temiz yüz hatları, bu Rus güzelinin dolgun vücudu, yumuşacık beden hareketleri ve melodik konuşma tarzıyla bağdaşmaz. Katerina, Gruşenka’dan büyülenir ve kadının yaşam hikâyesini anlatmaya koyulur: Gruşenka, beş yıl önce bir subay tarafından terk edilmiştir, bu arada subayın karısı ölmüştür ve adam Gruşenka’yı mutlu etmek için ona geri dönmek üzeredir. Gruşenka, noktasız virgülsüz konuşmayı burada keser: “Zavallı Dimitri’yi, canım onunla alay etmek istediği için baştan çıkardım! Ama şimdi yeniden hoşuma gitmeye başladı. Belki de onunla kalırım? – Az önce
hiç böyle konuşmuyordunuz ama!” Gruşenka, Katerina’nın öpmek için elini tutar ancak sonra aklı başına gelir: “Yok, sizin o nazik elinizi öpmeyeceğim! – Terbiyesiz sizi!” der Katerina, kendini tutamayarak: “Defolun, sizi ahlaksız yaratık, satılık kahpe sizi! – Ayıp oluyor, kibar hanımefendi. Siz, kısa bir süre önce güzelliğinizi para karşılığında satmamış mıydınız?” Gruşenka, bu imayı yaptıktan sonra evi terk eder. Katerina çıldırmış gibidir: “Bu kadını kırbaçlamalı, ayrıca darağacında cellat yapmalı bu işi, herkesin gözleri önünde!” Alyoşa sendeleyerek kendini sokağa atar, hizmetçi kızlardan birinin cebine soktuğu Lisa Hohlakova’nın mektubunu yarı bilinçli kabul eder. Manastıra giderken Dimitri yolunu keser, o da ağabeyine konuşmaların devamını anlatır. “Bu kadın cehennemden çıkma. Bütün cehennemden çıkma kadınların kraliçesi!” der Dimitri. “Ona zimmete para geçirme hikâyesini anlatmış mıydın? – Evet, ben alçağın biriyim, bu artık kesin.” Alyoşa düşünceli düşünceli manastıra döner, geceyi keşişhanenin girişteki odasında geçirir. Yatmak üzereyken aklına mektup gelir. Lisa, onu sevdiğini, onunla evlenmek istediğini yazmıştır.
ARA BÖLÜMLER.
İkinci bölümün hızla değişen sahnelerini Alyoşa’nın gözünden izleriz. Delikanlı, ölüm döşeğindeki hocası ve dostu Sossima’yı, aile kavgasında arabuluculuk yapmak üzere yalnız bırakırken çok isteksizdir. Evdeki kahvaltıda babaları iğneli bir şekilde, İvan’ın dışarı çıktığını, büyük olasılıkla Mitya’nın nişanlısını vazgeçirmeye çalışacağını söyler. Ayrıca İvan, babasının Gruşenka’yla evlenmesine karşı çıkar: “İyi de neden benimle konuşmaz? Konuştuğu zaman zaten gerçek yüzünü göstermiyor. Bu İvan, alçağın biri! […] Sadece seninle kavgasız geçen birkaç dakikam olmuştur, onun dışında gözünüzde kötü bir adamım. – Hayır, siz kötü bir adam değilsiniz. Siz sadece bozulmuş bir adamsınız!” der Alyoşa gülümseyerek. Ancak Dimitri adına para isteyince, baba Karamazov öfkelenir.
Alyoşa, Lisa Hohlakova’nın yanına giderken, okul çocuklarının taş kavgasına karışır. Taşların hedefinde çelimsiz, hastalıklı bir çocuk vardır; üzerine atılan taşları kendince geri savurur, bunu yaparken açıkça Alyoşa’yı da hedef alır ve taşı canını yakacak şekilde isabet ettirir. Taşları atan bu kızgın çocuk kimdir? Hohlakovlar, Alyoşa’yı evlerinde beklemektedirler. Yan kapılardan birinden kaprisli Lisa yanına gelmesi için Alyoşa’ya el sallar. Karşı karşıya geldiklerinde ısrarla yazdığı aşk mektubunu geri ister ama alamaz, Alyoşa ileride kendisiyle evleneceğine söz verince sakinleşir. Bu arada ağabeylerinin aşk maceraları Alyoşa için gitgide içinden çıkılmaz olur. Katerina İvanovna gerçekte kime âşıktır? Salonda Katerina ve İvan’la karşılaşır. Katerina, Dimitri’ye sadece acıdığını, ancak ondan vazgeçmek istemediğini söyler: “Onun taptığı Tanrısı olacağım, kendimi onun mutluluk kaynağına dönüştüreceğim!” İvan, söz arasında yakında Moskova’ya gideceğinden bahsedince, Katerina ondan kurtulacağı için rahatlamış görünür. “Bu kibirli kadın benim dostluğumu hak etmiyor!” der İvan alaylı bir gülümsemeyle. Katerina, onurunu kıran Dimitri’den intikam almak için onu kullanmıştır: “Bana, sizi şimdi bağışlayamayacağım kadar bilerek acı çektirdiniz.” – “Yok, teşekkür istemem hanımefendi!” diye Alyoşa Schiller’den alıntı yapar ve vedalaşmadan evden ayrılır.
Katerina, Alyoşa’ya, emekli Yüzbaşı Snegiryov’a vereceği 200 rubleyi götürmesini rica eder. Snegiryov, baba Karamazov’un çevirdiği ticari işlerde maşalık etmiş, karşılığında Dimitri’den dayak yemiştir. Snegiryov’un oğlu, babasının aşağılanmasına tanıklık etmiştir. Taş atan çocuk budur işte! Alyoşa, yoksulluk içinde yaşayan ailenin ziyaretine gider, hastalıklı ve zekâ özürlü bir kadın, iki kız çocuğu ve perdenin arakasındaki yatakta onların küçüğü hasta oğlan İlyuşa’yla karşılaşır. Gönderilen parayı teslim eder, ancak yüzbaşı banknotları Alyoşa’nın ayaklarının dibine savurur. Onurunun satılık olmadığını söyler. Alyoşa, haklı, gururunu kıran hamilerinden nefret ediyor, diye içinden geçirir. Başka bir derdi vardır: “Ağabeylerim felakete koşuyorlar, babam da öyle.” Acilen Dimitri’yi bulmalıdır, çünkü büyük bir felaketin yaklaştığından emindir. Dimitri’ye rastlayacağını umduğu kameriyenin yakınlarında bu kez Smerdyakov’la karşılaşır. Smerdyakov, genç bir kıza gitar çalıp, basit aşk şarkıları söylerken, hayat görüşlerini de açıklar: “Rusya’dan topyekûn nefret ediyorum. Keşke Napolyon bu ülkeyi mağlup etseydi. O zaman burada başka yasalar ve başka bir düzen olurdu!”
İVAN İLE ALYOŞA ÖĞLE YEMEĞİNDE. BÜYÜK ENGİZİSYONCU.
İvan bu arada Başkent restoranına oturmuştur. Kardeşini gördüğüne sevinmiş, onu balık çorbası ve çay içmeye ve vişne kompostosu yemeye davet etmiştir. Kendiliğinden anlatmaya koyulur; kendinden, yaşama tutkusundan ve Avrupa’ya gitmeyi planladığından söz eder. “Ama Dimitri’yle babamın durumu ne olacak? – Bana ne bundan. Ben ağabeyimin çobanı mıyım?” Katerina’yla ilişkisinin de sonuna gelmiştir. “En iyisi başka şeylerden, Tanrı’dan ve ölümsüzlükten, sosyalizm ve anarşiden söz edelim.” Genç Rusya’nın o günlerde bunlarla uğraştığını söyler. “İnsanlar Tanrı’yı kafalarından uydurmuşlar. Bu dünyadan olmayan bir şey hakkında nasıl hüküm verilebilir ki? Bu durumda Tanrı’yı kabul ediyorum, ancak onun yarattığı dünyayı kabul etmiyorum. – Dünyayı neden kabul etmediğini bana açıklar mısın?” Dünyada çok acılar vardır, özellikle masum çocukların acıları çok büyüktür. Gelgelim suçlulardan kimse hesap sormaz. “Misilleme istiyorum, ya da artık yaşamak istemiyorum! Uyum istemiyorum, insanlığa duyduğum sevgiden dolayı istemiyorum. Bu uyumun bedeli çok ağır. Benim reddettiğim Tanrı değil. Sadece dünyaya giriş biletini ona derin saygıyla iade ediyorum.” Alyoşa ona İsa’yı, bütün acılardan kurtaranı anımsatır: “Bina, onun üzerine kurulacak!” İvan, bu konuda bir “manzume” yazdığını söyler: “Şiirimin adı Büyük engizisyoncu, absürd bir hikâye, ama ben yine de anlatacağım.”
Engizisyon dönemlerinde Sevilla’da kâfirlerin debdebeli bir gösteriyle yakılmalarından sonra İsa görünür. Küçük bir kızı ölümden uyandırınca halk onu tanır ve çevresini sarar. Engizisyoncu, İsa’yı tutuklatır ve onu kutsal mahkeme sarayının zindanına attırır. Gece olunca tutukluyu ziyarete gider ve ona şunu sorar: “Neden geri döndün, bizleri yıkmak için mi? Sabah olur olmaz davana bakacağım ve seni kâfirlerin kâfiri olarak kazıklar üzerinde yaktıracağım.” Engizisyoncu, yaptığı uzun bir monologla, Hıristiyanlık felsefesine uygulanan değişiklikleri haklı çıkarmaya çalışır: “İnsanları kendilerinden koruyabilmek için; düşüncesizce açıklanmış olan din ve vicdan özgürlüğü kaldırılmış, yerine kilise iktidarı getirilmiştir. İsa, şeytanın yaptığı akıllıca önerileri benimseme fırsatını kaçırmıştır: Sen, taşları ekmeğe dönüştürmeye ve açları doyurmaya tenezzül etmiyorsun! Tanrı’nın varlığını sınamak istemediğin için tapınağın çatısından atlamadın, insanoğlunu mucize üzerinden inanca yöneltmek istemediğin
için haçtan da yere inmedin. Son olarak, bu dünyanın bütün zenginlikleri önerisini de geri çevirdin. İmparatorun kılıcını ve kaftanını kabul etmiş olsaydın, dünya egemenliğini kurar ve dünyaya barış getirirdin. Öyle ya, vicdanları ve ekmekleri ellerinde olanlar yapmazsa, insanlara kim hükmedecek?” Engizisyoncu, şeytanla işbirliği yaptığını kabul eder: “Onun elinden Roma’yı ve imparator kılıcını aldık ve de hükümdarın bizler olduğumuzu açıkladık!” Alyoşa, ağabeyinin durumunu anlar: “Engizisyon ve Cizvitler; bu, Katolikliğin kötü bir yoludur. İktidara ve dünya mallarına talip olmak, yeni bir kölelik türüdür. Senin engizisyoncu Tanrı’ya inanmıyor, onun bütün sırrı bu!” Ne var ki İvan kardeşine katılmaz: Darda kalınırsa, zayıf insanlar şeytanın öğütleri doğrultusunda aldatılabilecek, onlara hükmedilebilecektir – Engizisyoncunun dediği gibi, bu mucize, sır ve otoriteyle yapılır- çünkü amaç, bu biçare âmâların nereye götürüldüklerini anlamamalarıdır. Mutlu insanlar topluluğu ancak böyle yaratılabilecektir. Hikâyenin şaşırtıcı bir sonu vardır: İsa, hiçbir tartışmaya katılmaz, susar, Engizisyoncuyu “kanı çekilmiş, doksan yıllık dudaklarından” öper ve zindanı terk eder.
İvan eve döner, avlu kapısının önündeki bankta Smerdyakov oturmaktadır. İvan, nedenini kestiremediği bir antipatiye karşın, uşakları ve olası üvey kardeşiyle sık sık konuşmuştur. Smerdyakov’da oldum olası, incindiğine ve aşağılandığına inanmış birinin sınırsız bencilliğini sezmiştir. Smerdyakov’a gelince, o İvan’la kendini bir şekilde dayanışma içinde hissetmiştir. “Buradan neden çekip gitmiyorsunuz?” diye Smerdyakov sorar: “Efendim, eminim ki yarın uzunca bir nöbet geçireceğim, merdivenden düşebilirim, mahzene de yuvarlanabilirim. – Nöbet taklidi mi yapacaksın?” Smerdyakov, kaçamak yanıt verir: Uşak Grigori de hastadır, kanyakla tedavi edilmiştir, mutlaka birazdan derin bir uykuya dalacaktır. Gruşenka gelecek olursa, baba Karamazov’la aralarında kararlaştırdıkları şifreyle kapıyı çalacaktır. Smerdyakov ayrıca içinde üç bin rublenin bulunduğu Gruşenka için hazırlanmış zarfı da anımsatır, hem Dimitri Fyodoroviç’in şu sıralar paraya ihtiyacı vardır. “Yerinizde olsam çeker giderdim. Böyle bir olayın içinde kalmaktansa, gitmek daha doğrudur!” İvan ansızın, ertesi sabah Moskova’ya gideceğini söyler.
İvan o gece pek uyuyamaz. Hiçbir dayanağının kalmadığı duygusuna kapılır, kendinden nefret eder. Gece sık sık kalkar, babasının alt kattaki odalarından ses gelip gelmediğini dinler. Ancak çıt çıkmaz. Ertesi sabah kendinde önce alışılmadık bir enerji hisseder. Babasına, bir daha dönmemek üzere oradan ayrılarak Moskova’ya gideceğini söyler. Yaz bitmek üzeredir, bu pırıl pırıl günde yüksek bir moralle yola koyulur. Ne var ki trene biner binmez, nedenini kestiremediği vicdan azabıyla kıvranır. Aynı akşam Smerdyakov bir nöbet geçirir ve mahzene yuvarlanır. Baba Karamazov o gece Gruşenka’yı ağırlayacaktır.
ALYOŞA MANASTIRDAN AYRILIR.
Alyoşa, keşişhaneye döndüğünde, hocası ve dostu ona yakında dünyaya açılması için destek vereceği vaadinde bulunur. Çok acı çekecektir, ancak karşılığında mutlu olacaktır. Alyoşa, Sossima’nın ölümünden sonra, Starez’in anlattığı son hikâyeleri ve aralarında geçen konuşmaları aklında kaldığı kadarıyla kâğıda dökecektir: Bunlar, Starez’in arınarak rahibe dönüştüğü süreç içinde başından geçen olaylar, gerçekleşemeyen bir düello, ona bir cinayeti itiraf eden ve yerine başkasının cezaya çarptırıldığı “esrarengiz konuk” ile ilgili bölümlerdir ve hepsi de romanın ana konusunun
yansımalarıymış duygusunu uyandırırlar. Sossima, “öğreti”lerinde, din kardeşleri için bir davranış modeli geliştirmiştir. Sadece inançlı olan insanın, dünyanın dışa yansımamış yapısal mantığını kavrayabileceğini belirtmiştir. “Çünkü her şey okyanus gibi, her şey akıyor ve birbirine değiyor, bir yerinde ona dokunuyorsun ve dünyanın öbür ucunda bu hissediliyor ve yankılanıyor”. Sossima, büyük engizisyoncunun dünyaya hükmetme talebinin karşısına, içine insanın dahil edildiği, insanlık tarihini yansıtan evren imgesini koyar. Her şeyden sorumlu, her günahta payı olan insan, hükümdar ya da yargıç rolüyle kendini diğerlerinden üstün bir yerde konumlandırarak sesini yükseltme hakkına sahip değildir.
Starez’in ölüm haberi çabuk yayılır. Kalabalık, mucize bekler. Ancak bir süre sonra açık tabuttan ceset kokusu yayılınca haberin gerçek olduğu kavranır ve halk büyük bir öfkeye kapılır. Demek ki o aziz değildir! Zaten biliyordur onlar! Memurlar, entelektüeller, manastırdaki konuklar ve rahipler Starez’i acımasızca eleştirirler, bilgeliğini ve modernleşme adı altında getirdiği yenilikleri yerden yere vururlar. Sossima’nın ölümü, derinden sarsılan Alyoşa için hayatının dönüm noktası olur. Hocasının uğradığı haksızlık, yasını derin bir hüzne dönüştürür, keşişhaneyi terk eder. Onu yolda, bir ağacın altında bulan Rakitin, birlikte Gruşenka’ya gitmeyi önerir.
Bir papazın kızı olan Gruşenka, on sekizindeyken bir subay tarafından baştan çıkarılmış, ardından hemen terk edilmiştir, sonra bu kente gelmiş, arkadaşı ve hamisi olan yaşlı tacir Samsonov’un aracılığıyla bir daire kiralamıştır. Gruşenka, Samsonov’dan “işler çevirmeyi” öğrenir ve kendine küçük bir servet edinir. Tacir ona, olsa olsa baba Karamazov’la evlenmeyi ve adamın mal varlığının bir kısmını üzerine geçirtmeyi öğütler. Dimitri’yle evlenmek söz konusu bile edilmemelidir. Gruşenka habersiz gelen konuğunu görünce sevinir, sedire önce onun yanına, sonra kucağına oturur. Acısından perişan Alyoşa, baştan çıkarılacak durumda değildir. Gruşenka, Starez’in öldüğünü öğrenince haç çıkarır, Alyoşa’nın kucağından iner. Kadının onu ciddiye alması ve ona acıması delikanlıyı rahatlatır. Bu arada ulak arabayla gelir, Gruşenka’yı Mokroye’ye, subayının yanına götürecektir. Alyoşa karanlıkta tek başına tarlalardan geçerek manastıra döner.
Alyoşa, merhum papazın günah çıkarma hücresinde dua etmek üzere diz çöktüğünde büyük bir yorgunluk hisseder. Çok uzaklardan Peder Paissi’nin sesini duyar gibi olur; Peder, Yeni Ahit’ten Kana Düğünü’nü okumaktadır. Derken hücre genişler ve Alyoşa kendini düğünün ortasında bulur. Sossima ona doğru gelir: “Neşelenelim, yeni, büyük sevincin şarabını içelim. Görüyor musun, ne kadar çok konuk gelmiş? Başla sevgili oğlum, görevine başla!” Alyoşa, bu “öteki dünyayla mistik temas”tan acı ve heyecan duyar. Ayılır ve kendini açık havaya atar. Şiddetli bir darbe yemiş gibi yere yuvarlanır, sonra kalkar ve kendini ansızın yaşama karşı hazır hisseder. Üç gün sonra manastırı bir daha dönmemek üzere terk eder.
DİMİTRİ’NİN ÖFKEDEN GÖZÜ DÖNER.
Sossima’nın ölümü ve Alyoşa’nın dünyaya açılmasıyla birlikte, üçüncü bölümde manastır dünyası romanda yer almaz. Anlatıcı, kıskançlıktan gözü dönen Dimitri’ye yönelir. Gruşenka, parası uğruna babasının kollarına mı atılacaktır? Oysa ona, Dimitri’ye gelse, onunla dünyanın sonuna kadar gitmeye hazırdır. İyi de bunun için parayı nereden bulacaktır? O güne kadar sadece para harcamıştır. Ama nasıl kazanıldığı konusunda hiçbir fikri yoktur. Gruşenka’nın finansörü Samsonov’a gider, Çermaşnya çiftliğindeki en az 25 bin ruble değerindeki payını adamın üzerine geçirmeyi önerir, Samsonov’dan karşılığında 3 bin ruble ödemesini ister. Samsonov bu öneriyi telaşla geri çevirir. Dimitri tabancasını bir ahbabına rehine verir; Katya’yı İvan’la evlendirmek istediğini ve kendisinden nefret ettiğini bildiği Bayan Hohlakova’ya gider. Belki ondan kurtulmak isteyen bu kadın, ihtiyacı olan parayı ona verecektir? Kadın Dimitri’yi aşırı bir coşkuyla karşılar, ona şansını deneyebileceği Sibirya altın madenlerinden söz eder, gelgelelim verebilecek 3 bin rublesi yoktur. Dimitri evden çıkar, durup dinlenmeden deliler gibi eliyle göğsünü yumruklar, bu hareketin anlamını okur daha sonra öğrenecektir. Gruşenka’ya koşar, ancak onu evinde bulamaz. Mokroye’de nişanlısının yanında mıdır acaba? Ya da Dimitri’nin babasının? Cebine madeni bir çubuk sokar. Karanlıkta çitten atlar, ışığın yandığı bir pencereye gizlice sokulur ve babasının nefret ettiği yüzünü görür. İçini dayanılmaz bir öfke kaplar, cebindeki çubuğu çekip çıkarır. Film burada kopar. Metinde boş bir sayfa belirir.
Grigori uyanmış, bahçede kontrol turu atarken yanından birinin koşarak geçtiğini fark eder. Bahçeye gizlice giren kişiyi tanır: “Canavar, baba katili!” diye bağırır, ancak başına aldığı darbeyle kanlar içinde yere yığılır. Dimitri, “Tanrım, ben bunu neden yaptım?” diye dövünür, çubuğu rasgele elinden atar, kaygıyla uşağın üzerine eğilir, sonra çitten atlar ve uzaklaşır.
Üzeri kanlar içinde ve elinde yüzer rublelik banknot destesiyle tabancasını geri almak üzere ahbabına gider. “Altın madeni mi buldunuz? – Ya, evet, altın madeni! – Ceketiniz kan içinde! Yoksa birini mi öldürdünüz?” Dimitri mezeciye şarap ve şekerleme sipariş eder. Artık doğru Mokroye’ye gidecektir. Atlı kızakla yaptığı çılgın gibi yolculuk, heyecanlı ruh haline işaret eder. Yaşlı uşağı gerçekten öldürmüş müdür? “Tanrım, beni mahkemenle sınama!” Gruşenka’yı bir kez daha görmek ve diğer adama gitmesi için yolunu açmak istemektedir. Mokroye’deki motelde ışıklar henüz sönmemiştir. Büyük misafir salonunda birkaç toprak sahibi, Polonyalı “damat”, bir arkadaşı ve Gruşenka oturmaktadır. Gruşenka, Dimitri’yi görünce çok sevinir. Dimitri’nin çağırdığı Yahudi müzisyenler, kızlar korosu ve Çingenelerle çılgın bir içki âlemi başlar. Gruşenka sarhoşken de olsa Dimitri’ye aşkını itiraf eder. Kadının uykusu gelince, Dimitri onu perdenin arkasındaki yatağa yatırır ve o da itirafta bulunur: “Seni, sadece seviyorum! Seni Sibirya’da da seveceğim, sonsuza kadar!” Ev ansızın ölüm sessizliğine bürünür. Mitya gider, ortalığı yoklar. Oda, tıka basa insan doludur, aralarında bölge komiseri, savcı yardımcısı, komiser muavini ve de Dimitri’ye şunları söyleyen sorgu yargıcı vardır:
“Bu gece, babanız Fyodor Pavloviç Karamazov’u öldürmüş olmakla suçlanıyorsunuz!”
İLK SORGULAR.
Cesedi, yaralı uşak Grigori’nin karısı Marfa bulmuş ve Komiser Makarov’a haber vermiştir; yürütme erkine bağlı memurların büyük bir kısmı o akşam komiserin yanında toplanmışlardır. Birlikte olay yerine gidilir. Bölge hekimi, baba Karamazov’un kafatasının kırıldığını tespit eder. Cinayet silahı olduğu tahmin edilen demir çubukla, içinde daha önce Gruşenka’nın parasının bulunduğu zarf boş olarak bulunur. Evin bahçeye açılan kapısı, ardına yaslanmıştır. Memurlar durum değerlendirmesi sonrasında hemfikirdirler. Sabah 5’te Mokroye’ye gelirler.
Dimitri sorguda, babasını öldürmediğini söyler. Grigori’nin sadece yaralı olduğunu öğrenince rahatlar. Ona, kadın uğruna yapılan kavga sorulur. 3 bin rubleye neden ihtiyaç duymuştur, demir çubuğu yanına almasının nedeni nedir? Olay yerinde bulunmasını nasıl açıklamaktadır ve ansızın sahip olduğu para nereden gelmiştir? Dimitri’nin yanıtları kopuk ve genelde tutarsızdır. Sonra ceplerini boşaltması ve soyunması istenir. Kişiliğine yöneltilen aşağılanmanın şokundadır, ancak masum olduğuna dair ısrarını sürdürür. Parayı Katerina İvanovna’dan aldığını itiraf eder. Yarısını, o tarihlerde Gruşenka’yla harcamıştır; kalan yarısını saklamış, bir bezin içine dikmiş ve muska gibi boynunda taşımıştır, şimdi de kullanmak üzere çıkarmıştır. Peki, tanıklar önünde sık sık 3 bin rubleden söz etmiş olmasına ne diyecektir? Parayı sözümona içine diktiği kumaş parçasını neden tarif edememektedir? Dimitri dinlenme molası ister ve pencere önüne geçer. Dışarıda yağan yağmur, derme çatma kulübelere daha da karanlık ve hüzünlü bir görüntü vermektedir. Dimitri yorgunluktan uyuyakalır, düşünde, yanıp kül olmuş bir köy ve yol kenarında ağlayarak dilenen kadınlar görür. “Neden?” diye arabacıya sorar. “Çünkü ‘yavrucak’ aç ve üşüyor. – Peki, neden böyle?” diye Mitya sorar. “Çünkü yoksullar, her yer yandı ve yiyecek ekmekleri yok!” Dimitri uyanınca tutanağı imzalaması istenir. Birazdan kente götürülecektir. Gruşenka üzerine doğru eğilir: “Seni nereye yollarlarsa yollasınlar, sonsuza kadar yanında olacağım! – Gruşa, seni felakete sürüklediğim için beni bağışla!”
ALYOŞA VE ÇOCUKLAR.
Dördüncü ve son bölümün başında, anlatıcı okuru çocukların dünyasına götürür. İvan bile, masum çocukların ıstırabını yaradılış karşısında tartışma konusu etmiştir. Alyoşa, küçük Snegiryov’un çaresizliğini, babasının aşağılanması üzerine öğrenmiştir; Dimitri düşünde, açlıktan kıvranan “yavrucak” görmüştür. Ancak çocuklar aynı zamanda gelecek, dünyanın yenilenmesinin bir yolu demektir.
Dimitri’nin Mokroye için siparişler verdiği meze dükkânının yakınlarındaki bir evde, dul memur eşi Krassotkin oğlu Kolya ile birlikte yaşamaktadır. Kolya, İlyuşa Snegiryov’un okul arkadaşıdır.
Alyoşa bu arada, babası dayak yediği için İlyuşa’yla alay eden mahalle çocuklarının ondan özür dilemelerini, sonra da onu evinde ziyaret etmelerini sağlamıştır. Hırslı bir çocuk olan Kolya Krassotkin bir gün Snegiryovlara gelir, Alyoşa’nın gözünde sivrilmeye çalışır, kendi modern görüşlerini göklere çıkarır: Bilime inanmaktadır, sevgili Tanrı ise uydurmadan başka bir şey değildir: “Ben sosyalistim, Karamazov! Şimdi beni hor mu göreceksiniz? – Nedenmiş o? Sizin gibi gösterişli birinin böyle bir saçmalık içinde çürüyüp gitmiş olmasına üzüldüm!” Kolya, suçüstü yakalandığını hisseder. Hatasını düzeltmeye çalışır, komik duruma düşmekten sürekli korktuğunu itiraf eder. “Komik duruma düşme korkusu, yaygın olan bir akıl hastalığıdır” der Alyoşa. “Şeytan, bu kibrin içinde barınır!” Bayan Hohlakova’nın çağırdığı, Moskova’daki hekimler düzeyindeki doktor, bu arada İlyuşa’yı muayene etmiştir. Çocuğun babasına doğru eğilerek, “Her şeye hazırlıklı olun” der ve İlyuşa’yı Siraküza’daki hastaneye, karısını ise Parisli bir psikiyatra göndermesini önerir. Alyoşa, bir kez daha Hohlakovalara gider. Evin annesinin dava seyriyle ilgili yüzeysel gevezeliklerine katlandıktan sonra, Lisa’nın odasına girmeyi başarır. Can sıkıntısıyla kıvranan şımarık kız her şeyden şikâyetçidir. Kibri, sahte öfkesi ve kendini yargılamasıyla Kolya Krassotkin’i andırır: Kız, yetişkinlik yolunda bir yeniyetmedir.
İVAN’IN KUŞKULARI VE SANRILARI.
Gruşenka, İvan ve Katerina, Moskova’nın ünlü avukatı Fetyukoviç’i hep birlikte dava vekili seçmişlerdir. Dimitri hapishanede erkek kardeşine, Rakitin’in onun hakkında bir makale yazdığını anlatır. Rakitin, ortamı sorumlu tutar: “Öldürmemesi olanaksızdı. Onu bunu yapmaya çevresindeki koşullar zorladı.” Rakitin, Dimitri’ye insanın sinirleri sayesinde yaşadığını da söylemiştir: “İnsanoğlu bir ruha sahip olduğu için değil, sinirlerin kuyrukları olduğu ve bunlar yerinde duramadıkları için! Kimya, kardeşim, fen! Yeni bir insan tekâmül etmektedir!” Alyoşa onu kendine getirir: “Yarın senin için Tanrı’nın hükmü verilecek ve sen kalkmış nelerden konuşuyorsun! – İvan, Gruşenka’yla Amerika’ya kaçmamı öğütlüyor. Bunu kafasında kurmuş, gerekli parayı bile verecek. Sibirya’da nikâh kıymak mümkün müdür acaba? – Önce hükmü beklemeli, sonra karar vermelisin!” Alyoşa sonra, İvan’ın yanına gider; İvan, Dimitri’nin bu suçu işlediğine inanmaktadır. Ortada kanıtlar vardır. “Olamaz” der Alyoşa, sonra kehanette bulunurcasına konuşur: “Bildiğim tek şey var: Babamızı öldüren sen değilsin! Tanrı, sana bunu söylemem için beni gönderdi!”
İvan, karın lapa lapa yağdığı, buz gibi soğuk bir hava ve sert bir ayazda Smerdyakov’a gider, onu o güne kadar pek çok kez sorgulamıştır. Smerdyakov sonunda cinayeti itiraf eder, ancak İvan’ı suçlar: “Asıl katil sizsiniz, ben size sadece el verdim, sadık uşağınız oldum. Bu işi sizin isteğiniz üzerine yaptım!” Baba Karamazov’u, Grigori dışarıda yaralı halde yerde yatarken ve Dimitri kaçtıktan sonra bir mektup ağırlığını başına vurarak öldürmüştür. İvan’a çaldığı parayı, “hepi topu 3 bin ruble”yi, aziz tablosunun arkasında saklı durduğu yerinde gösterir. Bu yeri ondan başka kimse bilmemektedir. Olay gecesi evin kapısı kapalıdır. Grigori yanılmıştır. Onun yanlış ifadesi yüzünden tamamen masum olan Dimitri cezalandırılacaktır! İvan, Smerdyakov’u mahkeme önüne çıkartmakla ve kendini de ihbar etmekle tehdit eder. Smerdyakov aldırmaz. Üvey kardeşinin bu kadar cesaretli olabileceğini sanmamaktadır.
İvan evde Smerdyakov’un itirafını gözden geçirirken, bir şey fark ederek dehşete kapılır: Kanepede biri oturmaktadır! Bu, düş müdür? Sanrı mıdır? Hekimler onu uyarmıştır. Gece konuğu kendini şeytan olarak tanıtır: “Satanas sum et nihil humanum a me alienum puto”.- Ne var ki bu şeytan, Goethe’nin Mephisto’suna kıyasla daha bir insanidir. İvan kuşkuya düşer: Karşısında gerçekten şeytan mı oturmaktadır, yoksa bu görüntü sanrı mıdır? Konuk, bunun önemli olmadığını söyler, önemli olan, İvan’ın duyduğu kuşkudur: “Bu bocalama, bu kuşku, huzursuzluk, inançla inançsızlığın birbirleriyle boğuşması, bu öylesine bir ıstıraptır ki, insanın kendini asıp kurtulası gelir.” Oysa her şey çok basittir: “Tanrı fikri insanlığın içinden çekip alınsa, her şey arzuya göre gelişir. O zaman ‘insan Tanrı’ doğar ve ‘eski uşak insanlara’ aldırmaz. Bu yeni Tanrı için yasa diye bir şey yoktur. Her şey serbesttir, o kadar!” İvan, konuğun üzerine öfkeyle bir çay bardağı fırlatır. “Bu adam Luther’in mürekkep hokkasını anımsadı! Beni düş sanıyor, üzerime çay bardakları atıyor!” Evin kapısı çalınır. İvan yerinden fırlar. Çay bardağı dokunulmadan yerinde duruyordur, karşı duvarın önünde oturan da yoktur. Alyoşa seslenir: “Smerdyakov bir saat önce kendini astı!” İvan düşünür, Smerdyakov öldüğüne göre onu ihbar etmenin ne yararı olabilir? Elinde kanıtı olmadığına göre ona kimse inanmayacaktır.
ADLİ HATA. SAVCININ KONUŞMASI.
Duruşma günü gelmiştir. Bu, kasaba için büyük bir olaydır. Çeşitli kentlerden büyük kalabalıklar gelmiştir. Giriş biletleri tükenmiş, duruşma salonu tıka basa dolmuştur. İzleyenlerin yarısı kadındır, “isterik bir merakla” hem sanığın beraat etmesini hem de soylu Katerina’nın, “sosyete fahişesi” Gruşenka’yla karşılaşmasını beklerler. Erkeklerin başlıca ilgisi, Moskovalı ünlü avukat Fetyukoviç ile yerel savcı arasında geçecek düellodadır. Mübaşir, Dimitri’yi içeriye alır. İddianamenin okunmasından sonra sorguya geçilir: Suçunuzu kabul ediyor musunuz? Dimitri, her türlü yasadışı davranışını kabul eder, ancak babasını öldürmediğini temin eder. Sıra, tanıkların dinlenmesine gelmiştir.
Alyoşa, babalarını Smerdyakov’un öldürdüğünü savunur, gelgelelim elinde kanıtları yoktur. Sonra Katerina İvanovna, sanıkla arasındaki ilişkiyi açıklar, dokunaklı bir dille o eski hikâyeyi, Dimitri’ye gitmesini, ondan para almasını anlatır. Kızın açıksözlülüğünden herkes etkilenir. Sanık ansızın yüce gönüllü, baba katili olamayacak ve onun parasını çalamayacak bir insan izlenimi uyandırır. Gruşenka da Dimitri’nin masum olduğunu, ona inandığını söyler. Ona göre bütün bunların tek sorumlusu Katerina İvanovna’dır – bu, sonuçları ağır olacak bir savdır. Tanık sandalyesine geçen İvan, hasta olduğunu, özel bir şey anlatamayacağını açıklar. Sonra ansızın Smerdyakov’un para paketini masanın üzerine bırakır ve onu cinayetle suçlar: “Babamızı o öldürdü, ama ona öldürmeyi ben öğrettim! Babasının ölmesini kim istemez? Herkes babasının ölmesini ister. Baba katilliği diye bir şey olmasa, herkes öfke ve sinirden dağılıp giderdi!” Polis, İvan’ı dışarı çıkarırken, salonda kargaşa başlar. Katerina sinir krizi geçirir, bağırarak, bir açıklama daha yapmak istediğini söyler. Kırılan onuru, intikam duygusu ve de Gruşenka’nın çirkin suçlamasıyla tahrik olan Katerina, duruşmada adı geçen ve Dimitri’nin cinayeti önceden haber verdiği mektubunu mahkemeye sunarak Dimitri’yi ifşa eder. Sorgu sona erer. Verilen aradan sonra, mahkeme başkanı, sözü savcıya bırakır.
İppolit Kirilloviç, sanığın suçlu olduğuna tamamen inanmıştır. Önce “hastalıklı” Rus toplumuna saldırır, sinizmini, son zamanlarda artan cinayet ve intihar eğilimini eleştirir. Karamazov ailesi tablosunda -davaya böyle geçiş yapar- halihazırdaki toplumun temel unsurlarını saptamıştır: Uğursuz baba, dönemin sık rastlanan baba modeline benzemektedir. Büyük oğul şimdi sanık sandalyesinde oturmaktadır. Kusursuz bir eğitim almış, keskin bir zekâya sahip genç bir adam olan ortanca oğul inançsızdır, üstelik babasının hastalıklı bir ahmak olan, şimdi de canına kıyan gayri meşru oğlunu fikirleriyle zehirlemiştir. Küçük oğul henüz delikanlılık çağındadır, ateist ağabeyinin aksine dindar, alçakgönüllüdür. Savcı sonra sanığa yönelir, o günün Rusya’sını herkesten çok onun çelişkili kişiliği yansıtır: Bir yanıyla iyiliksever ve dürüsttür, öbür yanıyla çabuk parlayan, saldırgan, anlık duygularının peşinden giden biridir. Onu bu cinayeti işlemeye, babasına karşı duyduğu hiddet ve ölçüsüz kıskançlık itmiştir. Bu, taammüden işlenmiş bir cinayettir! Bunu anlamak için, sanığın babasının evine kadar süren başarısız para arayışlarını izlemek, cebindeki çubuğu dikkate almak yeterlidir. Terbiyeli terbiyeli pencereden kaçmıştır, öyle mi? Bu şuursuz, kendi üzerindeki her türlü kontrolü kaybetmiş adamın suçu, kuşku götürmeyecek kadar aşikârdır. Avrupa standartlarına uyarlanmış yeni Rus hukukunun temsilcisi İppolit Kirilloviç, vakayı sistematiğine uygun kusursuz bir şekilde açıklamış, veriler ve bulgulardan mantıklı, psikolojik tutarlılığa sahip gibi görünen bir bütün oluşturmuştur. Gelgelelim, salonu dolduranlar onun konuşmasına tepki göstermezler. Herkes, savunmanın yanıtını bekler.
ADLİ HATA. SÖZ SAVUNMANIN.
Fetyukoviç, sanığın kuşkusuz zapt edilmesi güç bir insan olduğunu söyleyerek savunmasına başlar. Ancak orada hazır bulunan topluluk, cinayetten önce sanığı gönüllü olarak aralarına almıştır. Dimitri, davacının evine bile her zaman istekle kabul edilmiştir! Ayrıca savcı, kendisi muhtemelen kibar bir psikologdur, vakadan açıkça bir roman kurgulamaya çalışmaktadır. Elbette bir dizi ipuçları vardır, ancak kanıt yoktur. Baştan beri ortaya konulan veriler tamamen farklı şekillerde de yorumlanabilir. Örneğin: Sanık ve sözümona katil, cinayet silahı olan demir çubuğu neden görünür bir yerde bırakmıştır? Bir an önce ortadan kaybolması gerekirken, neden yaraladığı uşak Grigori’nin durumuyla ilgilenmiştir? Çünkü babasını öldürmemiştir. Avukat, gösterilen kanıtların sözümona mantığını madde madde çürütür ve savcının “ince psikoloji”sini yerle bir eder. Fetyukoviç, gizli kalmış ipucu zincirini sistematik şekilde ortaya çıkarmadaki kriminalistik yöntemin büyüsünü bozar. Onun gözünde fail, Smerdyakov’dan başkası değildir. Dimitri gittikten sonra cinayeti o işlemiştir. Avukat, müvekkilinin suçsuzluğunu savunur, beraatını talep eder ve heyeti adli bir hata yapmak üzere oldukları konusunda uyarır. Dinleyiciler arasında bir heyecan fırtınası kopar. Son söz, sanığındır: “Benim saatim geldi, Tanrı’nın elini üzerimde hissediyorum. Ne var ki cinayeti ben işlemedim. Beni yanlıştan koruyun!” Ancak jüri onu suçlu bulur.
EPİLOG.
Dava karara bağlanmıştır, ancak Karamazov kardeşlerin kaderi için aynı şey söylenemez. Katerina İvanovna, hastalanan İvan’ın bakımını ve tıbbi tedavisini üstlenmiştir.
Ne var ki İvan kısa zamanda iyileşecek gibi değildir. Sibirya’da kürek cezasına çarptırılan Dimitri, kaçış planlarına başlamıştır bile. Bu arada sinir krizi geçirmiştir, kasaba hastanesinin tutuklulara ayrılan servisinde yatmaktadır. Alyoşa da ona kaçmasını öğütler: “Sen, Sibirya’ya hazır biri değilsin, hem bu yükü üzerine alma! Seni asla yargılamayacağım! – Elbette kaçacağım, mutlaka. Ama ben kendimi yine de yargılıyorum! Amerika, benim için ‘diğer sürgün’ olurdu. Gruşenka sence Amerikalı mı?” Burada Katya ortaya çıkar, birbirlerine karşı bir zamanlar duydukları, ancak çoktan bitmiş olan aşklarını itiraf ederler. Beklenmedik bir anda odaya Gruşenka da girer. “Beni bağışlayın, diye Katya yalvarır. – Dimitri’yi kurtar, o zaman sana ömrüm boyunca tapacağım!” Ne var ki kadınların barışması gerçekleşemez.
Aile dramından sadece en küçük kardeşleri yara almadan çıkmıştır ve yaşam artık önündedir. Alyoşa’nın dünyaya açılması bir yoksul cenazesiyle başlar. Hayata veda eden İlyuşa’nın çiçeklerle donatılmış küçük tabutu Snegiryovların evinden alınarak, mezarlığa getirilir; cenaze ayini eski, metruk bir kilisede yapılır. Sakin, havanın açık olduğu bir gündür, hafif bir buzlanma vardır. Yoksulluğun ve çaresizliğin yansıtıldığı sahne, Dostoyevski’nin ilk romanı İnsancıklar’da üniversite öğrencisi Pokrovski’nin cenaze törenini anımsatır.
Alyoşa çocuklarla birlikte bir patikada yürüyerek, İlyuşa’nın o çok sevdiği taşa kadar ilerler, sonra çocuklara bir veda konuşması yapar: “Bu kasabayı yakında terk edeceğim, ancak burada birbirimizi hiç unutmayacağımıza söz verelim. Çocukluktan, baba evinden kalma iyi bir anıdan daha yüce ve değerli başka bir şey yoktur.” – “Var ol Karamazov!” diye Kolya Krassotkin seslenir. “Bir de merhum yavrucağı ‘ebediyen anmak’tan” diye Alyoşa ekler. “Mutlaka bir gün dirilecek ve yeniden buluşacağız. Ama şimdi konuşmayı keselim ve cenaze yemeğine gidelim. Bu, atalarımızın çok eski bir geleneğidir!”
Şipşak Dostoyevski
Klaus Stadtke
Çeviren: Regaip Minareci
Doğan Kitap