Korkarım bu daha başlangıç! – Fehim Taştekin

Paris’te dün Charlie Hebdo dergisine düzenlenen ve 12 kişinin öldüğü saldırı ‘Büyük Ortadoğu’da yakılan ateşin orada hapsolup kalmayacağına dair sarsıcı bir emare. Faili ister Irak-İslam Devleti (IŞİD), ister Kaide, ister bu iki örgütten etkilenen kişiler, ister başka bir örgüt olsun saldırı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da müdahalelerle yaratılan ve anormalliklerle beslenen yeni tür cihatçılığın doğrudan ya da dolaylı olarak Avrupa’yı kanlı elleriyle selamlamasıdır.

2006’da Hz. Muhammed’in karikatürlerini yayımlayarak şiddetli gösterileri körüklemiş olan Charlie Hebdo da üreteceği yankı açısından sansasyonel bir hedef.

Elbette saldırı Avrupa’da yaşayan Müslümanlar için sıkıntılı bir süreci de tetikleyecek. Avrupalı Müslümanlar 11 Eylül 2001’de ABD’deki saldırılar, 2004’te Madrid’de tren istasyonunda 191 kişinin öldüğü patlamalar ve 2005’te Londra metrosunda 52 kişinin öldüğü bombalı saldırıların ardından tırmanan İslamofobiadan dolayı mustarip. Travma atlatıldı derken bu kez IŞİD, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yapanların değirmenine epey su taşıdı. Mesela Almanya’da eylemleriyle giderek taraftar toplayan neo-faşist Pediga, IŞİD bahanesiyle ortaya çıkmış bir hareket. Charlie Hebdo’ya saldırı hem İslam dünyası hem Avrupa açısından ciddi bir özeleştiriyi zorunlu kılıyor.

RADİKALLEŞME SÜREÇLERİ

Özelde Fransa, genelde Avrupa açısından önce şunu söylemek gerekiyor: Ortadoğu ve Afrika’daki müdahaleci serüvenlerin şiddet olarak kendilerine dönmesi beklenen bir sonuç. Avrupa’nın son yıllarda kendi iç çelişkileri ve açmazlarının beslediği neo-faşist dalgaya paralel olarak Müslüman çevrelerde de ciddi radikalleşme yaşandı. Toplumsal ve kültürel olarak dışlanan, ikinci sınıf insan muamelesi gören, ne okul ne de işte tutunabilen gençler öfkelerinin karşılığını Kaide çizgisindeki örgütlerde buldu. Yıllarca bu gidişata karşı ciddi önlemler alınmadı. Afganistan ve Irak işgali radikalleşme sürecine yeni argümanlar kattı. 2011’den sonra Arap isyanları şiddete bulanıp cihatçı mücadele için zemin oluşturunca bu kez Avrupalı Müslüman gençler kendilerini ortaya koyabilecekleri yeni mecralar buldu. Özellikle bu son merhalede Suriye’de devrim peşindeki Batılı güçler ile bölgesel müttefiklerinin birinci dereceden rolü ve sorumluluğu var.

AFRİKA’DAKİ MÜDAHALELERİN ETKİLERİ

Malum Fransa, 2011’de Muammer Kaddafi’ye karşı sadece Libya değil Sahra altındaki ülkelerin de başına bela olan cihatçı selefilerin palazlanmasına yol açan askeri müdahalede başı çekti. Fransa uluslararası koalisyonun oluşmasını beklemeden rol çalarcasına ilk saldırıyı yapan ülkeydi. Fransa sonradan Libya’da ele geçirilen silahlarla Mali’nin kuzeyini zapt eden Kaidecilere 2013’te müdahale etmek durumunda kaldı. Şu sıralar Mali’ye ilaveten Nijer, Çad, Moritanya ve Burkina Faso’da 3 bin 200 askerle Kaidecileri kovalayan Fransa son olarak Nijer’de Libya sınırına 100 km mesafede inşa ettiği askeri üssü kullanarak Libya sınırını aşacak militanları vuracağını duyurdu. Bu bölgelerde Kaide’den kopup IŞİD’e biat edenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Haliyle Fransa’yı vuran şiddetin buralardan beslenmesi de mümkün.

SURİYE’DE KAN DÖKMEYİ ÖĞRENDİLER

Afrika’daki eski kolonilerden ziyade Suriye’nin geri beslemeleri üzerinde durmak gerekiyor. Afrika’daki krizler ve müdahaleler Fransa içindeki Afrika kökenlileri etkilese de Suriye doğrudan Avrupalılar için cihat okuluna dönüştü.

Afrika, Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Balkanlar’dan Suriye’ye birden fazla ‘cihat otobanı’ oluşturulurken Fransa ‘devrim’ serüveninin baş destekçilerinden biriydi. Hayli kışkırtıcıydı. Bu cihat otobanının Avrupalı Müslüman gençleri de içine çekeceğini ya da bu boyuta varacağını öngöremediler. Suriye’de Kaide ve ardından IŞİD’in saflarında kan döken bu gençlerin kendi ülkelerini de vurabileceğine dair güçlü işaretler ortaya çıkınca önlem almaya başladılar ama artık çok geçti. Suriye ve Irak’ta 15 bin civarındaki yabancı savaşçı içinde Batılıların sayısı 3-4 bini buldu. Fransa 900’ü aşkın savaşçıyla Avrupa’dan Suriye’ye ‘mücahit’ göndermede şampiyon. Burada IŞİD’in Avrupalılar için ne anlama geldiği önemli.

IŞİD’in geçen yaz hilafet ilan etmesi ve ‘İslam Devleti’ne ‘hicret’ edilmesi yönünde yaptığı çağrılar İslami bir toplumda yaşayamamanın mutsuzluğu içindeki Avrupalı huzursuz gençleri daha da kendine çekti. Hilafet ilanından sonra IŞİD’in saflarına katılan Avrupalıların sayısı yüzlerce. Suriye ve Irak’ta savaşanlar arasından geri dönüşler olunca paniklemeye başladı. 24 Mayıs 2014’te Suriye’de savaşmış bir Fransız, Brüksel’de Yahudi Müzesi’ne saldırıp 4 kişiyi öldürünce korkular haklı çıktı. Geçen ayın rakamlarına göre Fransız vatandaşı 234 kişi Suriye’den ayrıldı, 185’i eve döndü, 118’i tutukladı, kimisi bırakıldı. Brüksel’de Yahudi Müzesine saldıran da İstanbul’dan Frankfurt’a uçtuktan sonra Almanların uyarısına rağmen serbest bırakılan bir Fransız’dı.

MARC SEMO’NUN KORKUSU

Saldırganların Suriye’de savaşmış ya da IŞİD ile bağlantılı kişiler çıkması halinde söylenecek ilk şey: Bunun devamı gelir.

E-posta yoluyla mesajlaştığım Liberation gazetesinden Marc Semo’nun öngörüsü de farklı değil: “Korkunç bir trajedi. Karikatürist bir nesil öldürüldü. Korkarım bu sadece bir başlangıç. Batıdan ve tabi Türkiye’den yüzlerce cihatçı Suriye’de öldürmeyi öğrendi. Gelecek ay ve yıllarda hepimiz için bu problem büyüyecek.”

Elbette şiddet her zaman kendine bir bahane bulabilir. Fransa daha önce de Afrika ya da Ortadoğu’daki iştigallerinin yansıması sayılabilecek şiddet olaylarına tanık olmuştu. Misal Cezayir ordusunun Fransızların örtülü desteğiyle sandıktan birinci çıkan İslamcılara darbe yaparak başlattığı kanlı sürecin doğurduğu Silahlı İslami Grup (GİA), 1995’te Paris’teki Saint-Michel istasyonunda 8 kişiyi öldürüp 150 kişiyi yaralamıştı.

Fakat Suriye krizi Cezayir’le kıyaslanamayacak kadar büyük ölçekli bir tehdit üretti. Bu sadece Avrupa’yı değil Türkiye’yi de ziyadesiyle ilgilendiren bir tehdit. Korkarım bu zamana ve koşullara ayarlı bir bomba.

08/01/2015, http://www.radikal.com.tr/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir