Başlıktaki soru bir süre önce Sarah Kaplan’ın Washington Post’ta yayınladığı, konu ile ilgili yazıya ait. Okumanın ya da kurgu okumanın kişilik, hayal gücünün zenginleşmesi vb. üzerine etkileri hakkında pek çok araştırma ve yazı yayınlandı. Kaplan aşağıdaki yazısında konuyu kişisel deneyimleri ve bilimsel çalışmalar üzerinden basit bir dille ve keyifli bir şekilde anlatıyor;
Kurgu Okumak Sizi Daha İyi Bir İnsan Yapar mı?
Hayatım boyunca inek bir öğrenci oldum. Daima “o çocuk” idim, teneffüste bir köşede okuyan ve sanki gerçek insanlarmış gibi Jo March ve Ponyboy hakkında konuşan biri.
El feneriyle Katherine Paterson’ın Terabithia Köprüsü’nü okumak için yatma zamanımı geçirdiğim, 8 ya da 9 yaşlarımla ilgili canlı bir anım var. Boğaz düğümleyen sona vardığımda, aşağı koridordan annemi çağırmaya yetecek kadar yüksek sesle ağlamaya başlardım. Elimdeki kitabı gördüğü anda aslında kötü bir şey olmadığını bilirdi. Annem geçenlerde bana “Seni rahatlattığımı düşünürdüm” dedi. “Umarım ‘ ağlamayı bırak, o gerçek değil.’ dememişimdir.” ( Bu olayın herhangi bir ayrıntısını hatırlamadığını iddia ediyor.)
Bu hikâyeyi bana tam anlamıyla yabancı olan Keith Oatley’ye anlattığımda, kurgusal karakterlerin akıbetleri üzerine bu kadar çok heyecanlandığım için aptal gibi hissetmemem gerektiğini söyledi ve “Sen sadece bir insan gibi davranıyordun,” dedi.
Oatley, Toronto Üniversitesi’nde bir bilişsel psikolog, romancı ve Trends in Cognitive Sciences’de kurgunun bilişsel etkilerine odaklanan bir yazar. Geçtiğimiz on yılda konuyla ilgili yaptığı araştırmalarda, başka insanlarla ilgili hikâyelerle bağlantı kurmanın empatiyi ve zihin teorisini geliştirebildiği sonucuna vardı.
“ Başka insanlar hakkında okuduğumuzda, kendimizi onların yerinde hayal edebiliriz ve o kişi gibi olmayı hayal edebiliriz” diyen Oatley sözlerine “ Bu diğer insanları daha iyi anlamamızı ve onlarla daha iyi işbirliği yapmamızı sağlar,” diye devam ediyor.
Oatley 2006 yılında, empati ve sosyal dayanıklılık testlerinde daha iyi performans göstermenin kurgu okumayla bağlantısını kuran bir çalışmanın yapılmasına yardım etti. Katılımcılar, ilk olarak yazar isimlerini tanıyabilme yeteneği üzerine teste tabii tutuldu – kaç kitap okudukları ve hangi türlerde okuduklarını bulmak için iyi çözüm.
O ve çalışmanın yardımcı yazar ekibi, “Kitap kurdu klişesine hepimiz aşinayız. Akla otomatik olarak bir görüntü gelir: Bu, yaşıtlarının topluca görmezden gelmeyi seçtiği, böyle birinden bekleyebileceğiniz sosyal beceriksizliği büyük ölçüde karakterize eden tavırlara sahip zavallı, demode görünümlü ve gözlük takan bir bireydir,” diye açıkladılar.
(not: gözlüklü bir kitap okuyucu olarak, bu açıklama beni can evimden vurdu.)
Ama çalışmanın ikinci yarısında Oatley, klişenin haksız olduğu izleniminin edinildiğini söylüyor.
Katılımcılar daha sonra, empatiyi ve bir duyguyla aktörlerin gözünün fotoğraflarını ilişkilendirerek başkalarının zihinsel durumlarını yorumlama becerisi ölçen Göz Testinde Zihin Okuma için tasarlanmış Kişilerarası Tepkisellik İndeksi üzerine değerlendirmeye alındı. Yazar tanıma testinde, daha fazla sayıda roman yazarı tanıyan katılımcılar sosyal zekâ testinde de yüksek puan aldı.
Oatley “ Daha çok roman okuyan insanlar empatide ve diğerlerini anlamada daha iyiydi,” diyor. Bu kadarını size her yazar söyler ( Yine de onlar bunu yaparken bir çıkarları var). Aynı zamanda Oatley’ye göre, psikoloji kurgu araştırmaları konusunu küçüksemiştir. “İnsanlar onun sadece uydurma olduğunu düşünür. Peki, olup olmadığını kim bilebilir ki?”
Ama son on yıl ve bir yarısında bu eğilimde bir kayma görüldü. 2000 yılında Almanya’daki Utrecht Üniversitesi’nden Jemeljan Hakemulder, sosyal yeteneklerin daha iyi olması ve okumanın arasındaki bağlantı hakkında yaklaşık iki düzine deneyin sonucunu özetleyen “The Moral Laboratory” adlı bir kitap yayınladı. 2013 yılında, Amerikan Psikoloji Derneği’nin Estetik, Yaratıcılık ve Sanatın Psikolojisi dergisinde empati ve olumlu sosyal davranışta okuma bir artışa neden olurken hayali sahnelerin işleyişini bulan bir çalışma yayınladı. Oatley’yle 2006’da yardımcı yazar olarak çalışan bir psikolog olan Raymond Mar, başkalarının duygu ve düşüncelerini çıkarım için kullanan, insanlar hikâyeleri işlerken MRI makinesinde parlayan beyin parçaları buldu. Bu fenomene “zihinselleştirme” adı verilir.
Bu fenomen muhtemelen nötr bir formdadır – çalışmalar insanların izlediği “The West Wing” ve “The Wire” gibi televizyon şovları ya da oynaıkları sürükleyici, hikayesi olan video oyunlarının edebiyat okumalarıyla aynı etkiye sahip olduğunu gösterdi.
Ancak bazı araştırmalara göre ise hikâye türü önemlidir.
2013 yılında New School’dan araştırmacılar, edebi kurgunun -kurgusal olmayan ya da bilim kurgu gibi popüler bir türün aksine- başkasının kafasında neler olduğunu hayal edebilme yeteneği olan zihin teorisini kısa bir süreliğine geliştirdiğini savunan bir makale yayınladıklarında büyük sükse yaptılar –
Yazarlar, edebi kurgunun, karakterlerin içine odaklanmaya, kurgusal olmayan ya da hikâye türünden daha eğilimli olduğunu, söyledi; Okuyucular, psikolojik etkiye yol açan şeyin, karakterin kafasının içine girmek zorunda.
2004’teki bir çalışmada benzer şeyler bulundu: Amerikalı Müslüman bir kadın hakkındaki bir romandan bir alıntı okuyan katılımcıların, hikâyenin yalnızca özetini okuyanlara göre ırklar üzerine genel varsayımlar yapma oranı daha düşüktü.
Oatley okuma eylemini bir uçuş simülatöründe olmaya benzetiyor:
“ Kısa bir sürede çok fazla durum deneyimliyorsun. O kadar çok ki, hayatımız boyunca bu deneyimlerin bize gelmesini beklesek bile aynı deneyimi elde edemeyiz. Hayat simülatörleri. Onlar herhangi birinde kendimize görmemiz için olanak sağlıyor. Gerçekten tüm sanatlar metafordur. Okuduğumuzda Anna Karenina ya da Harry Potter oluruz… Onları içimizden hissederiz.”
Oatley bunun daha iyi bir insan olmak için bize yardım ettiğine inanıyor. Oatley, erken mağara sanatıyla ilk cenazelerin aynı zamana tekabül ettiğini kaydetti. Her iki hikâye anlatma biçimi de – bir duvar üzerine işaretleme, bir kefen içindeki bir ceset – hayali olanla fiziksel olanı bağlamanın bir yoludur. “Bu işaretler bir attır,” diyen kişi hatıramızda ya da başka bir dünyada yaşıyor. Ve her iki fenomen de ekseriyetle, dünyanın en işbirlikçi türlerinden bir olan insanlara özgü.
Oatley son olarak şunları ifade ediyor: “Bizler, son derece sosyal olmamız sebebiyle diğer insanları anlamak zorundayız ve kültürün tamamı buna dayanmaktadır. Cenazeler, sanat, edebiyat, TV – bunların hepsi diğerinin kafasındakiyle ilgili birbirine fikir veren evrimsel adaptasyonlardır. İşbirliği olmadan yapamazsınız. Ve bu neredeyse insan olmanın ne demek oluğunun merkezidir.”
http://www.rotka.org/ Eylül 16, 2016