Masumlar – Burhan Sönmez

?Sır kitabı? taşıyan bir kadın, masum şiirlere inanır.
Uykusuz bir adam, mezarlıklardan ve ölümün kıyısından geçerek hayata tutunmaya çalışır.
Herkesin bir sırrı ve bir günahı vardır.
Adamla kadın, bir gün kaderin kırık köprüsünde karşılaşırlar.
Kadın ?kitap falı? bakar, adam kendi kendine bozkır türküleri mırıldanır.

Haymana Ovası?nda, Tahran?da ve Cambridge?te geçen hayatlar?

Eski zamanların umudunu taşıyan bu romanda Burhan Sönmez, farklı rüzgârların savurduğu çok sayıda kahramanı usta bir incelikle bir araya getiriyor.
2011 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Semavi Ödülleri – Edebiyat Ödülü

Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayınız.

Haymana?dan Cambridge?e uzanan köprü… – Tomris Sakman – Tayfun Topraktepe
(15.12.2012, BirGün Kitap Eki)
İlk kez 2009?da Kuzey romanı ile tanıdığımız Burhan Sönmez?in ikinci romanı Masumlar 2011 yılında yayınlandı. Aynı yıl Sedat Simavi Edebiyat Ödülü?ne değer görülen Masumlar, Ankara (Haymana Ovası) ve Cambridge?de geçen, bir bakıma doğu ile batıyı birleştiren bir roman. Bunu hem romanın geçtiği mekânlardan hem de üsluptan çıkarsamak mümkün. Haymana?da geçen olaylar masal diliyle anlatılırken, Cambridge?de geçen olaylar kısa ve yoğun diyaloglarla ve detaya inilmeden, bir bakıma okura hayal etme payı bırakacak şekilde anlatılmaktadır.

KENDİ KURALLARI OLAN BİR ADA
Haymana Ovası?nda geleneksel kırsal yaşam tarzı hüküm sürmektedir ve doğuştan gelen statü ön plandadır. Buna bağlı olarak hem coğrafi hem de toplumsal hareketlilik sınırlıdır. Yaşam, aile ve geleneklerin belirlediği kesin değerler ve ahlak kuralları tarafından düzenlenmektedir. Herkes birbirine kan ya da evlilikle bağlıdır. (I) Yoksulluğun kader sayıldığı, ölümlerin sıradan karşılandığı, mutlu olayların nadiren yaşandığı bir coğrafyadır. Dünyadan kopuktur. Öyle ki, büyük savaşın bittiğinden, hatta Mustafa Kemal?in öldüğünden bile haberleri yoktur. Bir bakıma Haymana Ovası bir adadır. Adaleti, adaletsizliği, kendi kuralları olan bir ada: ?Tatar fotoğrafçı daha buralarda yokken Haymana Ovası?nda kurtlar, tilkiler ve bir boz ayı dolaşırdı. Serin duvarlı evler, uluyacakları zamanı bekleyen köpekler ve gelinlerin yalnız bıraktığı pınar, akşamları dolunaya sarınarak yatardı. Ekmek az olur, ölüm sık görülür ve aşk bazen yaralı bir su gibi kanlı akardı.? (s. 91) Tatar fotoğrafçı bu adaya zaman zaman uğrayan ve dış dünyadan haberler getiren biridir. Keza savaşın bittiğini, Mustafa Kemal?in öldüğünü de o söylemiştir. Benzer şekilde belki de Hatip Dayı?ya hediye ettiği makineyle Haymana Ovasına ilk fotoğraf makinesini sokan da Tatar fotoğrafçı olmalıdır. Tatar?ın çektiği fotoğraflar, Hatip Dayı, İhtiyar Os, Koca İsmail, Brani Tawo ve belki de Feruzeh?in yaşamlarını etkileyecektir. Tatar fotoğrafçının, adaya gelen bir yabancı gibi, mevcut dengelerin ve düzenin sarsılmasına neden olduğunu ve onun gelmesi ile birlikte kimi durumların geri döndürülemez şekilde değiştiğini görmekteyiz. Öldürdüğü Lille?nin fotoğrafını bir sene sonra Tatar?ın elinde gören Koca İsmail?in ertesi sabah hayatını kaybetmesi gibi.
Cambridge ise, Haymana?ya, hatta o dönemin Ankara?sına kıyasla, modern şehir kavramının tüm özelliklerini taşıyan, endüstrinin ve ticaretin egemen olduğu, insanların birbirleriyle yakın duygusal ilişkilerden çok çıkara dayalı, rasyonel, hesaplı ilişkiler kurdukları, daha hızlı, rekabetçi ve dinamik bir yaşam sürdükleri bir yerdir. Bireyin yalnızlaşması, suç ve intihar vakalarının artması bu şehirleşmenin doğal sonucudur. (II) Wittgenstein?ın mezarı başındaki beyaz mantolu kadının kimsesizliği, ?Ben ölüyüm artık. Hayatım bitti? (s.69) ve ?Ne şiirlerimi kitap haline getirebildim ne de ölmeyi becerebildim.?(s.143) diyen Brani Tawo?nun da intihara meyil etmiş olması bu yalnızlaşmaya örnektir.

Brani Tawo?nun iki kez bisikletinin çalınması, (s.34/s.100) ?Üç günlük uykusuzluktan sonra nihayet yatabildiğini, müziği biraz kısmalarını istemesine? (s.36) rağmen komşusunun bu konuda pek duyarlı olmaması, bisikletini çalan gençlerin ?Siktir ülkene git!?(s.100) diye bağırması, gibi daha da çoğaltabileceğimiz birçok örnek, modern şehir hayatının kaçınılmaz gerçekleridir.

DOĞU İLE BATI?NIN USTACA BAĞLANMASI
Yazar, ustaca kullandığı ayrıntılarla kültürel ve zamansal olarak birbirinden çok uzak olan Haymana ve Cambridge?i romanın sonunda bir fermuarın kapanması gibi birbirine bağlar. Roman karakterlerinden Biranî Tawo?nun Haymana?ya ait en son anılarından biri arkadaşları ile birlikte dinledikleri radyo tiyatrosudur. Bu ayrıntı, başlangıçta çok önemli değilmiş gibi görünse de sonunda tren istasyonunda geçen sahneyle olan paralelliği yazarın doğu ile batıyı ustaca ve yumuşak bir geçişle birbirine bağlamasına olanak verir. Sosyolojik açıdan bakıldığında tren imgesi batı ile doğu arasında köprü vazifesi görür. (Örneğin, Şark Ekspresi) Biranî Tawo?nun Haymana?da dinlediği radyo tiyatrosu bölümünü çıkardığınız zaman, romanın sonu kuşkusuz aynı tadı vermeyecektir.

Brani Tawo?nun evinin duvarında asılı olan Juliet Binochette fotoğrafı da önemli bir ayrıntıdır. Romanın sonlarına doğru fark edileceği üzere bu fotoğraf Feruzeh?e benzemektedir. Bu sayede Feruzeh karakteri okurun gözünde canlanır. ?Aşırı yorum? riskini de göze alarak, belki de bu noktada doğu kültüründeki ?surete aşık olma? halinden de söz edilebilir. Duvarda asılı olan o fotoğraf aylardır en ince ayrıntısına kadar aklına kazınmıştır Brani Tawo?nun. Bu suretin Feruzeh?de vücut bulması bir nevi kader olarak kabullenilmiş olabilir. Wittgenstein?ın mezarı başında beyaz mantolu kadının sorduğu ?Kadere inanır mısın?? sorusuna Brani Tawo?nun verdiği ?Sadece aşk konusunda? cevabı bu yorumu destekleyecektir. Kurmaca metinlerde sıkça karşılaştığımızın tersine yazar, Feruzeh ile Brani Tawo?nun aşkını anlatırken artık iyice içi boşaltılmış, alışıldık sözcüklere başvurmadan yapar bunu. İkisinin arasında filizlenip boy veren aşkı bayağılaştırmadan aktarır.

Romanın ilk cümlesi: ?Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde? ve ?İnsanlar nerede ölmek istiyorsa, orası onların vatan duygusunun karşılığıdır.? (s.26) cümlelerinden daha başlangıçta Brani Tawo?nun yaşanmamış olması arzulanan bir hayatı olduğunu anlarız. Wittgenstein?ın mezarının yanına bir ölü gibi uzanıp başucunda bir mezar taşı hayal etmesi bu duygunun belki de doruk noktasıdır. (s.117) Brani?nin ifadesiyle anneannesi Kewe?den miras türküyü söylerken yakınlardan gelen keman sesi, ağıt ile requiem?i bir araya getirir. Yani bir nevi Haymana ile Cambridge?i tekrar birbirine bağlar.

?BEN NEREDEN GELDİM?
Romanda varoluş teması da sıkça işlenmektedir. ?Çocukluğumda ?Ben nereden geldim? diye sorardım. Annem ve yengelerim gülerdi. İnanmadığım cevaplar verirlerdi. Bazen gece yarısı uyanır, sessizliği dinlerdim. Karanlıkta yok olduğumu sanırdım. Bu dünyaya nasıl geldiğimi ölüm kadar merak ederdim?(s.122) Dayısının fotoğraf makinasını kırarak içine bakması ve bir fotoğraf makinesinin insan suretini nasıl yarattığını anlayabilirse kendi sorularına da cevap bulabileceğini düşünmesi de buna örnektir. Varoluş sorununun bir başka yansımasını, yaşadığı coğrafyaya tutunabilme, kendinin yapabilme, kendinden bir iz bırakabilmeye evrilmesinde görürüz. Bu evrilme, Kewe?nin kendi köyündeki elma ağacının çekirdeklerini şimdiki evinin önüne ekmesinden başlayıp, Brani?nin mezarlıkta Wittgenstein?ın yanına uzanarak toprağa kök saldığını hissetmesine, hikâyenin sonunda Feruzeh?in de İran?dan getireceği elma çekirdekleriyle İngiltere?de kendi kimliğine dair bir iz bırakmak istemesine kadar sürer.
Kolay okunan bir roman ?Masumlar?; ancak Mevlânâ’nın, ?Ben konuşurum, herkes kendi kabınca alır.? cümlesiyle ifade ettiği gibi, okuyan herkesin kendi kabınca alacağı, meraklısı için çok ilginç ayrıntılarla örülü bir roman. Bazen açıkça bazen de göndermelerle yazarın birçok düşünür ve edebiyatçıya atıfta bulunduğunu görürüz. Bu düşünür ve edebiyatçıların eserlerine vâkıf okurların, Masumlar?ı okurken çok daha fazla keyif alacağı, felsefi, edebi, sosyolojik hatta teolojik sorular soracağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

I.- II : Ferdinand Tönnies, (2002 [1887]). Community and Society. (Cemaat ve Cemiyet) UK: Dover Publications. (Aktaran: Martin Slattery, (2010) Sosyolojide Temel Fikirler. (Yayına Hazırlayan: Ümit Tatlıcan ve Gülhan Demiriz) 3.baskı. İstanbul, Sentez Yayınları.

Burhan Sönmez?den altüst edici bir roman: ?Masumlar? – Pakize Barışta
(29.05.2011, http://www.taraf.com.tr)
Edebiyat hakikatin peşine düşerken, kendisi hakikat olur çıkar!

Bu hâl, gerçeğin peşine düşmekten farklı bir arayışın sonucudur; bu arayış dış?tan ziyade, iç?te yaşanır.

Yazar, hakikat arayıcısı olarak içten dışa bakmayı bilen ?böyle bir terbiyeye sahip- bir aynadır!

Hakikat ?gerçeğin tersine- sırlarla buluşan, beslenen ve bu büyülü yol marifetiyle insanı, doğayı, toplumu, velhasıl hayatın tümünü özüyle, tözüyle kavrayan bir ?yol?dur bana göre.

Edebiyat bu yolda zamana meydan okur; kendi zamanını yaratır ve bu zaman içinde de ne geçmiş, ne şimdi, ne de gelecek, sınırlanmıştır. Onun zamanı, duygunun tarihselleştirilmesiyle ilgili bir sonsuzluğu içeren ve her an yaşayan ölümsüz bir zamandır.

Edebiyatçının (yazarın) sözüyle kalemiyle ürettiği bir başka zamandır bu!

Burhan Sönmez, bir kez daha (ilk romanı Kuzey?den sonra) bizi hem kendi hakikatimizi, hem de karşımızdakinin hakikatini keşfetmeye yönlendiriyor, Masumlar adlı yeni romanıyla.

Ve bu sırlı tembihle de sonunda bir bütünlüğe ulaşılabiliyor: hakikatin (o derin ve evrensel hakikatin) birer hücresi olan bizlerin bütün olarak birliğimize; yani hakikatin evrensel birliğine…

Bir yol yordam varsa şayet, hayatın sırrını çözecek bu hakikat arayışında; o da, her insanın bir diğerinin aynası olduğunun farkına varılmasıdır. Yazarın işareti bu yönde:

?Başımı çevirdim. Karşımdaki kızla göz göze geldim. Onun benim yüzümde ne gördüğünü merak ettim. Nasıl bir aynaydım ben ona? Gözlerimi indirdim. (…) Başımı kaldırdım. Pencereden yeşil tarlalara, tepelere ve uzaktaki köylere baktım.

Burhan Sönmez: Ölüm, yaşamın bir adım ötesi – SERBAY MANSUROĞLU
(31.01.2012, BirGün Gazetesi)
Burhan Sönmez: ?Herhalde iki derdi vardır yazının. BM rakamlarına göre dünyada her gece bir milyar insan yatağa aç ve üşüyerek giriyor. Masumlar öncelikle onlardır.
İkinci kısımdakiler ise, kalbi kırık insanlardır: aç veya tok, zengin ya da fakir, kadın veya erkek kaç milyon kişi bilmiyoruz, gece yatağa kalbi kırık giden insanlar, garipler, yetimler, mutsuzlar, terk edilmişler, umutsuzlar… Onlar bizim masumlarımızdır. Onlara söyleyecek tek şeyimiz olabilir. Umut ki bizim en yüce bayrağımızdır, onu asla yere düşürmemek lazım. Büyük Fransız filozofu Sartre’ın söylediği söz: ‘İnsanların çıplak ayakla dolaştığı bir dünyada yazarın görevi ayakkabı yapmaktır.’ Bugün biz masumlar için ayakkabı yapmaya çalışıyoruz, yazarak.”
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanan BirGün yazarı Burhan Sönmez, ödül gecesinde, son kitabı Masumlar’dan yola çıkıp, yukarıdaki konuşmayı yaparak ödülünü dünyanın bütün masumlarına adadı. Burhan Sönmez’in hayatından izlerin de olduğu Masumlar’da; Haymana’dan yola çıkıp Cambridge’e ve Tahran’a uzanan yaşamlar ve bir aşk anlatılıyor. Üçüncü kitabına hazırlanan Burhan Sönmez’le Masumlar’ı ve yazarlığı konuştuk.

>> Yazmak çok meşakkatli bir süreç. Yazarı masa başına oturmaya iten şey nedir?
Yazarın zihni tercihleri başka, onu harekete geçiren, yazmaya başlatan nedenler başkadır. Bir çocuk neden şarkı söyler? Bir insan neden resim yapmak ister? Neden kol kola girip halay çekeriz? Bunlar sanat tarihi boyunca tartışılan konular. Yazar kendi ruhunu ve zihnini en iyi yansıtabileceği bir yol, bir ayna arar. Onu ifade eden ayna, yazmaktır. Bir şarkı ya da bir resim fırçasına değil, ruha hitap eden kelimelere tutunur. Yazar oturup yalnız başına kalarak, kelimelerle yeni bir dünya yaratma arzusunu biçimlendirir. Geceler, aylar, yıllar boyunca yazarı masa başına oturtan bu duygudur.

??BİR ESER YARATIRKEN KENDİNİZİ DE YARATIRSINIZ??
>> Daha spesifik düşünürsek sizi yazmaya iten şeyler nelerdir?
Bir eser, sanatçının duygu ve düşünce dünyasını yansıtır, derler. Bir metinde, metnin kendisini tanırken, diğer yandan yazarı da tanımaya başlarız. Ama diğer yandan, yazar da, bir sanat eseri inşa ederken aslında kendini de inşa eder. Bir eser yaratırken kendinizi de yaratmış oluyorsunuz. Sanatsal üretim hem bir tatmin, hem bir zihinsel faaliyet, aynı zamanda yazarın kendini var etmesini sağlayan bir haldir. Yazarın mutluluğu veya varlığın sınırına bir türlü ulaşamadığı için yaşadığı mutsuzluğu buradan gelir.

>> Rus edebiyatının Gogol?un Palto?sundan çıktığına dair bir ifade var. Sizin içinden çıktığınız Palto? Kimlerden etkilendiniz, kimleri okudunuz, kimleri beğeniyorsunuz?
Sevdiğim yazar sayısı az değil, fazladır. Cengiz Aytmatov, Yaşar Kemal, Turgut Uyar, Nazım Hikmet, Dostoyevski, Orhan Kemal, Marguez, Tanpınar? Daha pek çok isim sayabilirim.

>> Sizin kitaplarınızla birlikte, unutulmak üzere olan ?anlatı geleneği? yeniden hatırlanıyor. Bu gelenekten beslendiğinizi görüyoruz. Dilinizde, sözün gücüne güvenen ve yazılı anlatıyı buna göre kuran bir ses var. Anlatı geleneğiyle ilişkinizi nasıl açıklıyorsunuz?
Bazen yatay genişlemeyi tercih edersiniz, bazen ise derinlemesine. Söz ve yazı arasındaki paradoks, temel dertlerimden biridir. Yazının bilinen tarihi, birkaç bin yıllık. Sözün ise yüz bin yılı aşkın? Mısır?da filozofların atası Hermes yaşardı. Hermes, bir gün Firavun?a gidip, ?Yeni bir şey buldum? der. Firavun ne olduğunu sorar. Hermes, ?Yazıyı buldum? der. ?Nedir o?? diye sorar Firavun. Hermes ?Her sözü bir şekle dönüştüreceğiz, böylece konuştuğumuzu göreceğiz? der. Firavun, ?Olmaz, der, o zaman insanla insan arasına bir araç koymuş oluruz. İnsani bir buluş değil bu.? Yazının insanlık tarihi içindeki konumunu eleştiren Rousseau veya Condillac gibi düşünürler olmuştur. Ben yazarken, sözlü geleneğin ruhunu diri tutmaya, kelimelere böyle bir nefes vermeye çalışıyorum. Yatay değil, derinlemesine bir ilişkidir bu. Sözle yazı arasında bir köprü kurmaya gayret ediyorum.

>> Masumlar?da ?İnsan insanın sığınağıdır? diyorsunuz. Fazlasıyla iyimser bir yaklaşım değil mi?
Masumlar?ın genel ruh hali, insana olan inanca yaslanır. Romandaki olayların çoğu acılıdır. Buna rağmen insana duyulan sevgi ve umut hep yanı başımızdadır. ?İnsan insanın sığınağıdır? ifadesi insanın varlığına hamasi bir övgü değil, insanın kendisini daha iyi kılabileceğine dair bir güvenin de ifadesidir.

??ÖLÜM YAŞAMIN GÜZEL BİR PARÇASIDIR??
>> Kitapta insanlar ölümle anılıyor. Hatta kitabın bir yerinde ?ölüm hayatın aynasıdır? diyorsunuz. İnsana ve hayata umutla bakan bir yazar olarak ölümle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Modern çağın ölümle ciddi bir sorunu var. Modern dünya, ölüm yokmuş gibi yaşamayı dayatıyor bize. Mezarlıklar bile büyük duvarlarla çevrili ya da şehrin dışında, yalıtılmış halde. Oysa kırsalda mezarlar köyün içindedir. Çocuklar mezarlığın içinden geçerken, oranın hayatın bir adım ötedeki parçası olduğunu hisseder. Orada insanın geçmişle ve ölümle pozitif bir ilişkisi vardır. Şehre geldiğinizde, modern yaşam biçimi, bizi sanallığa hapseder. Yaşamak için var olmak, hayatın tek amacı haline gelir. Hayatın ölümle birlikte var olduğu, ölümün de hayatımızın güzel bir parçası olduğu gerçeğinden korkulur, ondan kaçılır. Yaşlılığı huzur evlerine, deliliği tımarhanelere, ölümü de görünmez mezarlıklara havale edince, mutlu bir hayat yaşayacağımızı sanırız.

??HER YER İNSANIN EVİ OLABİLİR??
>> Kitapta sürgün yaşamlar da söz konusu. Bir yerlerden bir yerlere sürüklenme hali var?
İnsanlar yerlerinden edilir, yaşadıkları yer onlara cehennem olur. Diğer yandan insanların istedikleri yere gitmesi de engellenir. Oysa her yer insanın evi olabilir. Bir yere gidip, oranın sahibi gibi yaşayabilmemizin önünde insani ve dünyevi bir engel yok. Sadece günümüz siyaseti ve devletler buna sınır koyar. Kuşların sınırı yok, insan da her yerde yaşayabilir, yeter ki birileri engel olmasın.

>> Masumlar, geçmiş ve geleceğin dilini taşıyor. İki dillilik var?
Masumlar?ın içeriği farklı bir tarzı gerektirdiği için çift dilliliği tercih ettim. Romanın bir kısmı köyde yani geçmişte, diğer kısmı bugünde yani şehirde geçiyor. Modern ile modern öncesi arasında bir karşılaşma ve karşılaştırma görünüyor. Bu iki ayrı düzlemi ortaya koyarken, anlatımın ritmi de farklı olmalıydı. Bu nedenle köy kısmında masalsı bir dil kullanırken, şehirde daha az konuşan ve durgun bir dili tercih ettim. Masumlar?da birbirinin tersi karakterlere yaslanmak yerine, üsluptaki iki farklı düzlemin gerilimine yaslandım. Böylece kullandığım iki dilin, anlattığım dünyanın halini ortaya koyması mümkün olabilirdi.

??HER YAZAR KENDİ OKURUNU ARAR??

>> Okur-yazar ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Her okur, kendini bulduğu bir dil arar. Onu bulduğunda ise, ?işte benim yazarım? der. O yazarı izlemeye, okumaya başlar. Bilinmeyen şudur: Aslında her yazar da kendi okurunu arar. Yazar için, hayali bir okurdur bu. Kendi zihninde var ettiği, platonik bir ilişki söz konusudur. Yazar, okuru görmeden, kendi başına yaşar, kendi başına yazar. Âşık olduğu okuru da kendi içinde taşır.

Kitabın Künyesi
Masumlar
Burhan Sönmez
İletişim Yayınları
3.Baskı Haziran 2012, İstanbul (1.Baskı Mayıs 2011, İstanbul)
159 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir