Sonsuzca çeşitlenen bir olanaklar yumağı olarak bütün verimini -olanca cömertliğiyle sunan yaşam, insan için en değerli ödüldür. Doğumla başlayan yaşam, doğal bir sonuç olan ölüme kadar; insanı duygusal ve düşünsel planda durmadan devindiren bir dinamo görevi yapar. Yaşam kutsaldır. Ne var ki bu kutsallık yaşamın insanla bütünleşmesiyle anlam kazanır.
İnsanın dışındaki canlılar yaşamın zenginliğidir; ama insan yaşamın anlamı demektir. Çünkü insansız bir yaşam ölçütsüz kalır ve hiçleşir. Öyleyse insanla yaşam bir bütünün ayrılmaz iki öğesi gibidir. işte bu bütünün içinde geleceğe dönük açılımlı bir edimsellik yürürlüktedir. Bu edimselliğin ibresi ise iyiye ve güzele dönüktür. Evet, her şey insan içindir, insanla değer bulur ve insanla çiçeklenir. Kültür tarihi bunun en güzel örneğidir.
Her şeyin insan için olması, insanla değerlenmesi dediğimiz süreçte, kişiye bir “kendini ödeme” yükümlülüğü getirir. Yaşamın verimliliğinden yararlanan insan bunun karşılığını vermek zorundadır. Gerçi bu zorunluluğun bir yaptırım’ yoktur ama bir insanlık gereği olarak çıkar karşımıza. insanın kendini ödeme zorunluluğu, sadece yaşama değil içinde yaşadığı topluma karşı da bir yükümlülüktür. İnsan tarihsel süreç içinde yaşadığının bedelini ödemeyi öğrendikten sonra gerçek insan olmuştur. Bu bedel ise bir insani değer olan “üretim”le ödenir ancak. İster maddi, ister manevi olsun, “kültür” insanın kendini ödemede bulduğu en geçerli yol olmuştur. Çünkü kültür bir ürün olarak yaşama eklenmiş insan demektir. Kültür insanın yaşamla ödeşmesidir.
İşte insanın yaşam içindeki bu konumu ve bu konumdaki edimselliği onun öz değerlerinin belkemiğini oluşturur. Salt almaya yani tüketmeye koşullanmış insan; kendi varlık nedenine yabancılaşmış, tarihsel sürecinden kopmuş, deyim yerindeyse şarampole yuvarlanmıştır. Böyle bir insan yaşam için olduğu kadar, toplum için de marazi bir yaratığa dönüşür. Kültür temeli zayıf olan ve kendi varlık nedenini sorgulamaktan -uzak, küçültülmüş ve her bakımdan yoksullaştırılmış ülkemiz insanı için böyle bir tehlike gündemdedir, Her insanın bu tehlike karşısında kendini dürüst olarak sorgulaması gereği vardır.
Bundan önce ‘İnsan kirlenmesi” yazımda bu konuya toplumsal düzen açısından eğilmiş ve insan için tezgahlanan olumsuzlukları dile getirmiş tim. Bu yazıda ise söz konusu kirlenmenin insan boyutu üzerinde durmayı amaçlıyorum. Çünkü insan kirlenmesi ya da insan aşınması adını ne koyarsanız koyun, bu çift yönlü bir sorundur. Bu sorunu doğuran nedenlerin bir bölümü toplumsalsa, diğer bölümü bireyseldir. Hatta bireysel olanları belki daha da önemlidir. Çünkü insan bu nedenleri ortadan kaldırdığı oranda toplumsal olumsuzluklara direnebilir. Bu bakımdan insanın kendini diri tutması çok önemlidir. İnsan kirlenmesinin toplumsal ve bireysel nedenleri sonuç olarak her ne kadar birbirini doğurursa da, bunlara karşı ayrı ayrı savaş vermek daha uygun düşer. Bir yerden başlamak bakımından önceliği bireysel nedenlere vermek akılcı olacaktır kanısındayım.
Şunu hemen belirteyim ki birey açısından, insanın kendine yabancılaşmasının en etkin panzehiri, elden geldiğince üretken olmanın yanı sıra “okumak”ur. Aslına bakarsanız okumak da bir çeşit duygu ve düşünce üretimidir. Özellikle edebiyat okumak, insanın duygu ve düşünce yapısını berkiterek her türlü yabancılaşmaya karşı bir kalkan oluşturur. Çünkü edebiyat, insanların duygu dünyalarını duygudaşlık yoluyla bileştirerek, evrensel konumda insanı insana bağlayan bir etkinliktir. Ayrıca bu etkinlik binlerce yıllık bir yaşam birikimini de kendinde taşır. insanın altmış yıllık ortalama ömrünün, insan insana eklenmedikçe hiçbir anlam ifade etmeyeceği düşünülecek olursa, edebiyatın bütünleştirici etkinliği daha bir önem kazanır. Öyleyse toplum olarak bir okuma seferberliği başlamanın tam sırasıdır diyorum.
Metin Altıok
11 Temmuz 1993
Not: Metin Altıok’un Aydınlık için kaleme aldığı yayımlanmış son yazısı