Ne Değişti? (Kürt Kadınların Zorunlu Göç Deneyimi) – Ayşe Tepe Doğan, Handan Çağlayan, Şemsa Özar

“Sanki hayatımız bir pazıl ve durmadan bu pazılda bir şeyler eksik oluyor, bir araya gelinmiyor”

1990’ları belirleyen toplumsal değişimlerden biri, zorunlu göç idi. Milyonlarca vatandaşın toprağını, evini, sahip olduğu her şeyi geride bırakarak, belirsiz bir geleceğe doğru göç ettirildiği yıllar. Zorunlu göç, hem toplumsal ve siyasal hem de kişisel bir travma olarak yaşandı, henüz bu travmanın boyutlarını tam olarak bilemiyoruz. Elinizdeki kitap, kadınların zorunlu göçü nasıl deneyimlediklerini ortaya koyuyor. Bir sabah akraba ziyareti için komşu köye gidip bir daha evine dönememek, kardeşlerini yeniden bulduğunda onlarla aynı dili konuşamadıklarını fark etmek, en çok ihtiyacı olan yaşlarda anne ya da babasından ayrı kalmak…

Yerinden yurdundan edilmiş bu kadınların hikayelerini dinleyerek hem büyük bir mağduriyetin ama hem de etkileyici bir yaşam mücadelesinin izini sürüyoruz…
(Arka Kapak)

Kürt kadınlarının zorunlu göç deneyimi… İrem Kılıç
(3.11.2012, BirGün Kitap)
?Tarihe gönderme yapmak, daima, tamamlanmamış ve asla tam olarak deşifre edilmemiş olandan söz etmektir.? (Iain Chambers)

Bir düşünün, sıradan bir gün anahtarınızı alıp evden çıkıyorsunuz, belki pijamanızla belki ayağınızda bir terlikle. Kapıyı kapatmadan önce evdekilere dönüp ?bakkala gidiyorum bir şey isteyen var mı?? diye soruyorsunuz. Belki akşam yemeğinizin tek eksiği olan bir ekmeği belki tuzu, şekeri ya da canınızın istediği herhangi bir şeyi alıp geleceksiniz. Alacağınızı alıp eve doğru yavaş yavaş yürümeye başlıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz eviniz cayır cayır yanıyor! Ailenizin bağırışlarını çığlıklarını duyuyorsunuz. Polisler ailenizi yaşadığınız yerden koparıp atmak için uğraşıyor. Yangını, çığlıkları, onları durdurmak istiyorsunuz ama hiçbir şey yapamıyorsunuz. Elinizdeki anahtarla öylece kalıyorsunuz.
Böyle kareler ne yalnızca Amerikan filmlerinde intikam almaya yeminli esas oğlanın geçmişinde ne de yüz yıllar öncesinde yaşanmış -artık tekrarlanması imkansız olan- kanlı bir savaşın ardında saklı. Çok değil, yaklaşık on-on beş yıl önce Doğu ve Güneydoğu?da uygulanan zorunlu göçle yerinden yurdundan edilen milyonlarca Kürt?ün yasadıkları hikayelerden yalnızca biri. Yanı başımızda binlerce köyün yıkıldığı, sırf Kürt kimlikliklerine sahip olmaları nedeniyle yaşanan acılar, kayıplar, hak ihlalleri, baskılar… Gerek rakamlarla gerek köye dönüş projeleriyle ört bas edilmeye çalışılırken gerçekleri, yaşananları ve şimdi nelerin değişip değişmediğini tüm şeffaflığıyla nasıl öğrenebileceğiz?

Handan Çağlayan, Şemsa Özar ve Ayşe T. Doğan?ın ortak çalışması olan Ne Değişti? Kürt Kadınların Zorunlu Göç Deneyimi, Kürtlerin göç öncesi hayatlarından günümüze kadar yaşadıklarına birinci ağızdan tanıklık etmemizi sağlıyor. Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran özellik ise göç hikayelerini kadın ve kız çocuklarının penceresinden ve dilinden aktarması. Kitapta kadınlar ve kız çocuklarının aile ilişkilerini, mahalle yaşamlarını, okullarda ve iş yerlerinde karşılaştıkları muameleyi, cezaevleri ve polis baskınlarıyla sarsılan yaşamlarını ve siyasi mücadeleye katılımlarını anlatıyor. Anlatılanlar bir metropolde hem kadın hem de bir Kürt olarak yaşamanın ?nasıl bir kaosu? ortaya çıkardığını hikâyeler aracılığıyla takip etmemizi sağlıyor.

GERİDE KALAN ?CENNET?
Çalışmanın alt başlığında da bulunan kitap içerisinde de sık sık kullanılan ?zorunlu göç? kavramı, bazı kavramların tersine, yanlış algılama ve konumlandırmalara yol açmadığı düşünülerek seçildiği ifade ediliyor. Örneğin ?yerinden olma?, ?yerinden edilme? gibi kavramlar insanların kendi evlerinden başka yerlere göç etmelerine neden olan faili gizleme niyeti taşıdığı için, ?mağdur? nitelemesi ise zorunlu göç sonrasında yaşanan hak ihlallerinin mağduriyet yaratmasına rağmen kadınların direnme yollarının, direniş gücü ve pratiklerinin göz ardı edilmesi ve kadınların kurbanlaştırılmasına neden olacağı için kullanılmadığı belirtiliyor.

Üç ayrı bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde, zorunlu göç ve sonrasındaki ilk dönem üzerinde duruluyor. Göçün bu döneminde ailelere, Kürt olmaları nedeniyle, hiç kimsenin kalacak yer vermediği, ailelerin tüm mal varlığının yakılıp yıkıldığı ya da talan edildildiği gösteriliyor, ardından ailelerin kimi zaman bir bodrumda kimi zaman da bir inşaatta yaşamak zorunda kalmasının yarattığı travma ortaya konuyor. Bütün bu olup bitenler; anne ya da babanın cezaevinde olması, eve sürekli baskın yapılması, kadınların eve kapanması… kadınların tanıklığı/aktarımı ile anlatılıyor. Okudukça bu ve buna benzer sorunların yalnızca birkaç ailenin değil neredeyse bütün ailelerin karşılaştığı sorunlar olduğu görülüyor.

Tüm bunlarla rağmen gelinen yere ve hayata tutunma yolları da bir yandan devam ediyor. ?Aile dayanışması?, ?annelerin/toparlayıcı rölü? ve ?birden fazla aile üyesinin çalışması? bu dönemin temel eğilimlerini karakterize ediyor. Tüm anlatılarda ortak olan şey ise eskinin şimdiye göre her zaman daha iyi olarak anlatılması. Elbette ev, maddi durum, sosyal hayat, iş koşullarının iyilik derecesi anlatılarda farklılık gösterse de, şimdinin eskiye göre ?daha iyi? olduğu görülse bile, eski her zaman geride bırakılmış ve her zaman daha iyi olarak hatırlanan bir ?cennet? olarak tanımlanmaya başlıyor.

EVE DÖNÜŞÜN İMKÂNSIZLIĞI
?Göç, tek yönlü bir yolculuktur. Geriye dönülecek bir yuva yoktur.? (Stuart Hall)
İkinci bölümde göçün ardından değişim ve sürekliliklerin neler olduğu üzerinde duruluyor. Burada kadınların birinci bölümde görülen ?mutlak eve kapanma?sının yerini, yaşadıkları semte açılma, yakın çevreyle ilişki kurma alıyor. Bu ?açılmanın? -bütün kadınları kapsamasa da- gerçekleştiği evlerde giderek evliliklerin daha fazla rızaya dayalı bir hal almaya başladığı, hayatın içine başka kaygıların yerleşmeye başladığı görülüyor. Tabii bunlar, göçün ardından ?ne değişti?? sorusunun kesin cevapları olarak verilemiyor. Çünkü görüşmelerden elde edilen verilerin göçten mi yoksa göçü önceleyen bir durumdan mı beslendiği kesin olarak belirlenemiyor. Yalnızca zorunlu göçün ardından geçen zamanda en belirgin değişikliklerden birinin eğitim olanaklarının artması ve kadınların evden çıkması olarak belirtiliyor.
Kitabın son bölümünde ise iş yerlerinde, okullarda ayrımcılık ve dışlanmaya ilişkin deneyimler aktarılıyor. Tüm bu yaşananlara rağmen geri dönmek ya da kalmak söz konusu olduğunda görüşmecilerin çoğu mümkün olsa terk edilen yere geri dönmek istediği belirtiliyor. Ancak bu isteğin gerçekleştirilmesi yalnızca %3.1 oranıyla sınırlı kalıyor. Dolayısıyla varılan her yer ?bir geçiş noktası? olarak kalırken ?hikâyenin noktalanması? ya da ?eve dönüş için kestirme yolun bulunması? imkânsız gibi duruyor.

EDİ BESE!
?Gerçek kardeşlik, paylaşılan acıda başlıyor? (Mülksüzler, Ursula Le Guin).
Kitap yalnızca Kürt kimliklerinden dolayı aşağılama, ayrımcılık ve güven(ce)sizlikle, hiçbir zaman bitmeyen korkuyla, huzursuzlukla dolu bir hayata mahkûm edilen milyonlarca insanın nasıl bir mücadele verdiğini görebilmemiz için bize bir imkân veriyor. Tüm bunların yaşandığını bilirken hâlâ ?Kürt kardeşim? diye seslenenleri dinlemeye devam edebiliriz ama bir kere olsun düşünebilir miyiz korunma ve korumadan yoksun, elinde anahtarıyla ortada kalan kişinin kardeşimiz olduğunu? Bütün bunlar yanı başımızda ?sessiz sedasız? gerçekleştirilirken artık yeni bir düşünce tarzı geliştirmenin zamanı gelmedi mi? Önceden belirlenmiş ve her zaman ?bildiğimiz? ve ?düşündüğümüz? gibi olmayan, toplumsal/tarihsel olanı tekrar tekrar ele alıp değerlendirdiğimiz, yeri geldiğinde düzeltebildiğimiz, yanlışları dillendirip her şeyi yerli yerine oturtabildiğimiz ya da oturtmaya çabaladığımız bir düşünce tarzı, neden bir kez de ?zorunlu göç? mağdurları için harekete geçirilmesin?

‘Zorunlu göç’, zorunlu yaşam… ?Sema Aslan
(16/03/2012 tarihli Radikal Kitap Eki)
‘Ne Değişti? Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi’, köyleri yakılarak zorunlu göçe maruz kalmış kadın ve kız çocuklarının deneyimlerini aktarıyor.
Başak Kültür ve Sanat Vakfı?nın 2004 yılında zorunlu göçün çocuk ve gençler üzerindeki etkilerini incelemek üzere gerçekleştirdiği ve ?Zorunlu Göçün Çocuklar ve Gençler Üzerindeki Etkileri? ismiyle yayımlanan çalışmasını takiben, 1 Aralık 2009 ? 31 Ağustos 2010 tarihleri arasında, bu kez Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulama Merkezi ile ortaklaşa olarak gerçekleştirilen alan araştırmasının sonuçları ?Zorunlu Göçün Çocuklar ve Gençler Üzerindeki Etkileri ? 2004 ? 2010 Karşılaştırmalı Araştırma Sonuçları? başlığıyla yayımlandı. ?Ne Değişti? Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi? ise, yukarıdaki araştırmanın kadınlar ve kız çocukları açısından ele alındığı, yorumlandığı bir araştırma. Kitabın yazarları Prof. Dr. Şemsa Özar, Dr. Handan Çağlayan ve sosyolog Ayşe Tepe, İstanbul?un Anadolu yakasında on üç ve Avrupa yakasında iki ilçede olmak üzere, bir önceki alan araştırmasında çalışılan hanelerle tekrar odak grup toplantıları, derinlemesine mülakat ve anketler yaptılar. Sonuçlar, tablo, grafik ve istatistikler üzerinden okunabilir elbette fakat deneyimleri okumak, daha kalıcı bir bilgi ve derin bir özdeşlik yaratması açısından ?konunun niteliğine hiç yakışmayacak bir ifadeyle, büyük bir ?fırsat?.
Kitap, ?Zorunlu Göç ve Sonrasındaki İlk Dönem?, ?Göçün Ardından Değişim ve Süreklilik? ve ?Ayrımcılık, Dışlanma, Güvensizlik, Belirsizlik? ile bir sonuç bölümünden oluşuyor. Yirmi beş kadın ve kız çocuğuyla yapılan alan araştırması, kimini daha evvel ?bir şekilde? duyduğumuz, bildiğimiz sonuçları aktarırken, büyük bölümüyle aslında hiç bilmediğimiz, hatta bilemeyeceğimiz bazı sonuçları da aktarıyor.
Günün birinde, hakikaten günün birinde, aniden, hiç hazırlıksızken, taşınabilir / taşınmaz varlıklarınızı geride bırakarak, kaçarcasına, kovalanarak evinizi, toprağınızı, hayvanlarınızı, mezarlarınızı, anılarınızı, deneyimlerinizi, hayat bilginizi, dilinizi, tüm sosyal dayanaklarınızı geride bırakarak, hiç bilmediğiniz, tanımadığınız ve korktuğunuz bir yere gittiğinizi, büyük ihtimal, evinize bir daha hiç dönemeyeceğinizi düşünün. Bu deneyime ?zorunlu göç? diyoruz. Sizi zorunlu tuttukları şey, katman katman derinleşen, kuşak kuşak taşınan sorunlara, travmalara yol açıyor. Kendi evinizde kalmanıza izin yok, gittiğiniz yerde yaşamanıza izin yok. Bir de yetmiyormuş gibi ?Canım İstanbul?u da mahvediyorsunuz!?

Dilleri yok, evlerde hapisler
Kadınlarla yapılan araştırmalardan çıkan birkaç sonucu aktarmak gerekirse,
Evleri ve toprakları varken, yaşanan tüm baskı ve zulme karşı yaşayabiliyorken, zorunlu göçle birlikte yaşam kaynakları ellerinden alınmış insanlar, geçmişi ?durumumuz iyiydi,? diye anıyorlar. Bu, araştırmada da değinildiği gibi nostaljik bir duygunun esinlemesi olarak mı okunabilir sadece? Yoksa zorunlu göçle gelinen / gidilen şehirde bazen iki göz, çoğu zaman tek göz evlerde birkaç hane birlikte yaşamanın, konu komşudan kaçak, korkarak eve girip çıkmanın, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamamanın, çocuk yaşta ağır işçi olmanın ve dayanışma ağlarıyla nispeten rahat olan kadınların yeni bir baskıyla çevrelenmelerinin bir sonucu olarak mı okunmalı?
Orta yaş ve üzerindeki kadınların en büyük engeli, dil. Tek kelimesini bilmedikleri bir dille kuşatılmışlar. Bir başkasına, çoğu zaman çocuklarına ya da kocalarına mecbur bırakılmışlar. Bir faturayı ödeyebildiğini, çarşı pazar gezebildiğini söyleyebilmesi için kadının senelerce süren mücadeleden de ?galip? çıkabilmiş olması gerekiyor. Görüşmecilerden Münevver?in anlatısı, dil engeline bir örnek: ?Kimseyi tanımıyordum, ekmeğin adını bile Türkçe bilmiyordum. (?) Hatırlıyorum, bir gün ekmeğin Türkçe adını öğrenmiştim ama nasıl istendiğini bilmiyordum.? Değil mahalleye, aylarca, yıllarca evlerinin kapısının önüne çıkmayan, çıkamayan, bir ekmek için akşam kocanın eve dönüşünü beklemiş olan kadınlar var görüşmeciler arasında?
Eğitim yoksunluğu ve çocuk işçiler, bir diğer mesele. Fakat ?ölçülebilen? bu sorunlara değil de, ilk anda göremeyeceğimiz, ancak derinlemesine görüşmelerde ortaya çıkabilen ?bazı durumlarda belki de tamamen derinlerde saklı kalan sorunlar ve mücadele hatları üzerine düşünmek, daha anlamlı olabilir.
Söz gelimi, çocukların zorunlu göçle birlikte yaşanan tüm travmaları, o deneyim sırasında henüz bir bebek olmalarına rağmen üstlenmiş, sahiplenmiş olmaları? Sanki kendi deneyimiymişçesine, zorunlu göçü anlatabilmeleri? Bir diğer mesele, farkında olarak ya da olmayarak, bu deneyimden ötürü annelerine, babalarına öfke duymaları. Bu, genelleştirilebilir bir duygu değilse de, bir çaresizliğe işaret ediyor. Çünkü örneklerde açık seçik görülüyor ki, göç, hiçbir baskıyı hafifletmiyor, tersine, güvenlik güçlerinin baskısına yeni sosyal yapının baskısı, ekonomik baskı, duygusal baskı ekleniyor. Nereye giderse gitsin, takip devam ediyor, gözaltılar ve tutuklamalar sürüyor. Bu sürekli baskı, ailelerin parçalanmasına neden oluyor. Birbirinin dilini anlayamayan kardeşler, birbirini tanımayan baba ? çocuk ve hatta işkence altında koca desteğiyle pes ettirilmeye çalışılan kadın!
Bu bir tablo. Deneyimlerin, grafiklerin, istatistiklerin işaret ettiği bir tablo. Ama kitabın yazarlarının da sıkça vurguladığı gibi, zorunlu göçe maruz kalmış kadınların hikâyesini sadece bu tabloyla değerlendirmek, büyük haksızlık. Çünkü aynı kadınlar, tüm baskılara meydan okuyarak ekonomik bağımsızlıklarını kazanmanın, siyasi partiler içinde söz sahibi olabilmenin, toplumsal konumlarını ve hatta evliliklerini cesurca sorgulayabilmenin örneklerini de veriyor. ?Ne değişti?? sorusunun cevabı, biraz da burada gizli çünkü.

Kitabın Künyesi
Ne Değişti?
(Kürt Kadınların Zorunlu Göç Deneyimi)
Ayşe Tepe Doğan, Handan Çağlayan, Şemsa Özar
Ayizi Kitap / Araştırma-İnceleme Dizisi
Katkıda Bulunan : Tennur Baş
Hazırlayan : Aksu Bora
İstanbul, 2011, 1. Basım
206 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir