Son zamanlarda masamın üzerinde okumak için sıraya koyduğum kitaplar arasında ?öykü? yoktu. Müslüm Kabadayı?nın ?Salkım Saçak Keldağ? adlı öykü kitabının elime geçmesiyle bu eksikliğin farkına vardım. Hemşehirlim Müslüm Kabadayı, kitabını bana imzalarken ?Sevgili Adil Okay?a, kentimiz Antakya?da buluşmanın sevinciyle.? diye not düşmüş. Elbette o sevinç ortaktı. Araştırmacı ? yazar olarak bildiğimiz Kabadayı?nın karşımıza bir öykücü olarak çıkması beni – bizi ayrıca sevindirdi.
Zor iş elbette. ?Şiir öldü, öykü okunmuyor varsa yoksa aşk-erotizm ve biraz da polisiye? propagandalarının arasından sıyrılıp, gerçeğin ? hayatın sesine kulak vermek. Gerçeği estetize edip, dönüştürüp öykü diliyle yeniden yaratmak. Post-modernizmin kolaycılığına düşmeden yeni bir dil-üslup oluşturmak. İşte, Müslüm Kabadayı, bunu denemiş öykülerinde. Popülizmin tuzağına düşmemiş. Edebiyatı ve hayatı ciddiye almış. ?Modası geçti bu temaların?, diyenlere inat: İnsan demiş. Önce insan.
Elbette kapitalizmin zaferini ilan ettiği son çeyrek yüzyılda edebiyatın da içi boşaltıldı. Ekonomik alanda küreselleşme- felsefi alanda ve sanatta postmodernizm baş tacı edildi. Neo liberalizm çağında kapitalizmin en büyük kazanımı budur. Okumayan, sorgulamayan, diplomalı köleler yaratmak. Ama bu çürümüş döngünün dışına çıkan, her dönem muhalif ve müdahil olan yazarlar var. İşte Müslüm Kabadayı bunlardan biri. Hem yürüyerek hem konuşarak hem de yazarak, en zor dönemde, 12 Eylül karanlığında bile ?hayattan ve insandan? kopmamış.
Zira o ?Makas değiştiren yol? adlı öyküsünde betimlediği gibi: Yoksulluktan Parasız Yatılı?ya kayıt için 17 kilometre yaya yürüyen bir sınıfın mensubudur. Zira o, ?Yolunu arayan çocuk? adlı öyküsünde, mükemmel bir kurguyla, ?öteki? olmanın, ?pis fellah? olmanın, ?en alttakilerden? olmanın ne olduğunu-olmadığını ?okul önlüğü? imgesi etrafında anlatmıştır. Kabadayı?yı okurken, Günter Grass?ın Trompet (Teneke) adlı romanı düşüyor aklıma. Savaş boyunca trampet çalan çocuk. Ya da hemşehirlimiz, büyük ağabeyimiz Ali Yüce?nin ?Şeytanistan? adlı romanı.
Kabadayı, ?Yolunu arayan çocuk? adlı öyküsünde, hem alt sınıftan olmanın hem de azınlık mensubu olmanın ülkemizde ne denli zor olduğunu; yoksulluktan okula gidemeyen bir çocuk gözüyle anlatıyor. ?Arkasından teneke çalan çocuklar, bu kez önlüğüyle alay ediyorlardı. O anda yer yarılsa içine girecekti Salah. Önlük giymek de onu? Kurtarmamıştı. Şimdi okuma yazma bilseydi en azından levhalara bakarak yönünü tayin edebilirdi. Konuşması düzelir insanlara rahat soru sorabilirdi. Kendisi gibi Arapça konuşan çocukların bile ?dehi? diye aşağılamalarına bir anlam veremedi başlangıçta. Daha sonra düşündü: Onlar top oynayan şehirli çocuklar, giyimim kuşamımla, duruşumla köylü olduğumu anladılar? (s.33)
İşte bu öyküyle araştırmacıların yüzlerce sayfa raporla yapmaya çalıştıklarını başarmış Müslüm kabadayı. Sınıf farkının yaratığı adaletsizlik duygusunun çocuk yaşlarda yarattığı travmanın sancısı verilmiş. Ve aynı zamanda ?pis fellah-Alevi? olarak itilme -kakılma sorunu. Mahalle baskısı.
?Denizde Kaybolan? adlı öyküde yeni bir deneme yapmış Kabadayı. ?Arkası yarın ya da bin bir gece masalları? gibi. Öykü bitiyor, heyecan dorukta ama bir şeyler eksik. Sonraki öykü, ?Dağda Nabız Atarsa?da, öldü sandığımız kayıp Gazel yeniden çıkıyor karşımıza. Üstelik bu öyküde Hatay ve Suriye?de yaşayan Ermeniler görünüyor sahnede. Ve Kürtler. Sınırlar betimleniyor. Sınırların yapaylığı. Bir avuç egemenin cetveli alıp, sınır adı altında insanları sağa sola savurması dolaylı olarak çağrışımlarla veriliyor.
?Gazel ? adını verdiği serinin üçüncü öyküsü? Ve ?Nasıl yaşar? ile de seri tamamlanıyor. İlginç bir deneme. Öyküler hem tek başına bütünlük içerisinde hem de birbirini izlediğinde anlam bütünlüğüne varabiliyor. Öykü?nün özgürlüğü burada işte. Durum öyküsü- olay öyküsü diye birçok tür var. Ve bir öykü, olayın hayatın ortasından da başlayabilir, sonundan da. Yeter ki, betimlenen ?duvardaki silah patlasın?. Kabadayı bu özgürlüğü değerlendirmiş.
Sırada ?Tüten Direnç? var. Tekel işçilerinin şanlı mücadelesine bir selam diyebileceğim güçlü bir öykü. Bende ziyarete gitmiştim Tekel işçilerini, bir grup yazarla, onlara kitaplarımızdan armağan etmiş, destek sunmaya çalışmıştık. Ve arkasından bir tiyatro oyunu yazmıştım. ?Tekel işçisi bir kadının uyanışı? adlı. Oyunum sahneye de konulmuştu. Şimdi Müslüm Kabadayı?nın şanlı ?Tekel direnişi?ni, öykü formatında betimlemesi bütün bunları aklıma getiriverdi?
Hepsi bu kadar değil. Daha sırada üç öykü var. Antakya ve Suriye meselesi, dün ve bugün, sıradaki öykülerde ana tema sayılır. Son öyküsü ?Kopmayan Bağ?da, Akdenizi, Antakyalı şair Sabahattin Yalkın?dan ödünç aldığı eğretilemeyle ?Aşkdeniz? olarak betimlemiş kabadayı. ?Kopmayan bağ?da, Ebuzer?i konuştururken, birkaç kapıyı atlanmış gibi geldi bana: ?Bak amca, (?) Sen de bilirsin ki, bizim dört kapımız vardır. İran, Türk, Yunan ve Arap kapılarımız??
Müslüm Kabadayı, öğretmen olmasından da kaynaklanıyor olabilir, yer yer didaktik anlatımla okuyucunun hızını kesmiş. Yer yer de devrik cümlelerle yormuş. Bu iki sorun dışında başkaca eleştireceğim nokta yok. Keyifle ve elbette genelde hüzünle okuduğum öyküleri bizi anlatıyor, sizi anlatıyor, iyi de anlatıyor.
Yeniden Öykü okumaları için bir fırsat size.
Künye: Müslüm Kabadayı, Salkım Saçak Keldağ, Phoenix yayınevi, Ankara, 2013.