Geçmişten günümüze sanatçılar hep mükemmellik peşinde olmuştur ve mükemmelliğe ulaşabildikleri veya yaklaşabildikleri ölçüde sanatçı kabul edilmişlerdir. Nitelik, Rönesans İtalya’sında üstün bir değerdi ve Antik Yunan’da biz ölümlülere bir parça tanrısallık esintisi sunuyordu. Günümüzde sanat tarihçileri güzelliğe, mükemmelliğe veya Niteliğe atıfta bulunmaktan kaçınıyor, çünkü bunlar objektif veya tanımlanabilir kavramlar değil, sanat otoritelerinin sınırlarını zorlamaya cüret edemediği unsurlardır.
Patrick Doorly bu cüreti gösteriyor, mükemmelliğin izini sürmeye çalışıyor. Tarih boyunca üstün kabul edilen sanatçıların izledikleri yolları, mükemmeliğin yollarını keşfe çıkıyor; Leonardo’nun, Michelangelo’nun, Rembrandt’ın, Goya’nın, Shakespeare’in şifrelerini arıyor. Ve eski ustaların o üstün beceri ve fikirlerinin ilahi bir ilhamla doğduğu düşüncesini reddediyor, bunun yerine belki daha zorlu ama yine de daha erişilebilir bir mükemmellik ve yetenek paradigması oluşturuyor.
Kitaba Başlamadan Önce Lütfen Okuyun
Her şeyden önce bu kitabın bir ders kitabı olmadığını söylememiz gerekir. Geride kalan üç yüz yıl boyunca sanatı tanımlamak
adına sergilenmiş çeşitli çabaları araştırıp, sonrasında da bu girişimlerden her birinin niçin yetersiz kaldığını ortaya koymak niyetinde değiliz; çünkü zaten sanatın unsurlarının ne olduğu
konusunda herhangi bir fikir birliğinden söz etmek mümkün
değil. Sanatta Hakikat, sanatın doğası üzerine sunduğu tez açısından farklılaşıyor, çünkü sanatı deneyimlere ve tarihe dayalı kanıtlarla test ederek ele alıyor. Gerçek şu ki, sanat bir değer yansıtır.
İnsan yapımı bir eser, biz o eserin niteliğini fark edip algılayabildiğimiz ölçüde sanat eserine dönüşür. Kötü bir sanat eseri, tıpkı
kötü beceri ifadesi gibi bir oksimorondur, birbiriyle çelişen terimlerin bir arada kullanılmasıdır.
Sanat terimi, bir obje kategorisini veya belli sınıftaki aktiviteleri ifade edecek şekilde yanlış kullanıma maruz bırakıldığında Sanat bir Gizeme Dönüştü – Birinci Bölüm’ün Başlığı. Bu vahim hata, klasik heykelcilik etkinliklerinin tamamının birden “sanat” olarak ilk kez etiketlendiği on sekizinci yüzyılın ortalarında yapıldı. Aynı yüzyılın daha erken dönemlerinde güzel sanatlar, bir kategori olarak tanımlanmıştı; böylece niteleyici unsur olan “güzel” ifadesinin düşürülmesi, klasik heykelciliğe ait tüm etkinliklerin sanat başlığı altına kaymasına neden oldu. Önceki yüzyıllarda durum böyle değildi. Resim, heykel ve mimarlık sanatlarının uygulayıcılarının sanatçı olarak adlandırılmadığı Rönesans Dönemi İtalya’sında bu etkinlikler için oluşturulmuş genel bir başlık yoktu. Antik Yunan’da Platon, ayakkabıcılıktan, gemi kaptanlığından ve tıptan sanat olarak bahsediyordu. Resim ve şiire ise kötü gözle bakıyordu, çünkü iddiasına göre bu sanatlar ilimden yoksundu. Sanatın ilimle karıştırılması, klasik felsefeden kalan ve ilerleyen dönemde de Batı’nın entelektüel geleneğini açmaza sokan bir mirastı.
Bugün de sanatın ne anlama geldiği konusunda şaşkınlık içindeyiz, çünkü nitelik kavramını ayırt edici özelliği üzerinden değerlendirmiyoruz. Kitap da bu noktadan başlıyor. Sonrasında da, sanatla ilgili düşüncelerimizi böylesi düğümler haline getirmiş iplikleri birer birer çözmeye koyuluyor. Saygı uyandıran transandantal bir gizem olarak sanatla, kelimeyi esneterek sanat olarak tanımlanan ve pek fazla ilgi çekmeyen sayısız günlük aktivite arasında büyük bir ayrım olduğunu kabul ediyoruz. 1937 yılında felsefeci R. G. Collingwood,
gündelik meşgaleleri de “gerçek sanat” olarak değerlendirmek şeklindeki “görgüsüz yanılgı”yı reddetmiştir. Diğer yandan 1950 yılında E. H. Gombrich, meşhur sözünü söyleyerek artık büyük S ile başlayan bir Sanat olmadığını ilan ediyordu, ama eski Sanat’tan ne kastettiğini ifade etmemişti. Çok sayıdaki bu gösterişsiz sanatlar ancak
1974 yılında bir kahramana kavuşabilecekti; Robert M. Pirsig’in Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı* adlı kitabı nitelik kavramını çığır açıcı bir şekilde sorguluyordu. Kitap birçok entelektüel arasında hayranlık uyandırmış olmasına rağmen, Pirsig’in yüksek nitelikli çaba
olarak ortaya koyduğu sanat anlayışı sanat tarihçileri tarafından görmezden gelindi; biz ise hak ettiği ilgiyi burada göstereceğiz.
* Robert M. Pirsig, Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı
Yayınları. (y.h.n.)
İkinci Bölüm, sanata dair Birinci Bölüm’de tanımlanan yaklaşımlardan en umut verici üç tanesini keşfe çıkıyor. Collingwood, sanat üzerine görüşlerinin çoğunu Immanuel Kant’tan türetmişti; ki Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi* adlı eserinde (1790) estetiğe dair oluşturduğu formül, Sanatla ilgili en modern varsayımların başlıca çıkış noktasıdır diyebiliriz. Kant, niçin herkesin, amacı güzellik olan bir beğeni anlayışı üzerinde uzlaşması gerektiğini
açıklamaya çalışmıştı. Bu nafile bir girişimdi, çünkü hiçbir entelektüel yapı, güzelliğin ne olduğunu saptayamaz; özellikle de takdir ettikleri bu erdemden yoksun olanlar bunu yapamaz. Tıpkı nitelik gibi güzellik de, bakanın gözlerinden bağımsız olmadığı için hiçbir tanıma sığmaz. Akademisyenler, bilimin ve bilgeliğin alamet-i farikası olarak gördükleri nesnelliğin peşinde oldukları için, ne nesnel ne de ölçülebilir olan nitelik meselesinden uzak dururlar.
Diğer yandan nitelik, öznel de değildir; çünkü Michelangelo’nun, Mozart’ın veya lüks bir arabanın ya da lezzetli bir yemeğin üstün özellikleri gözlemcinin, seyircinin, sürücünün veya yemeği yiyenin uydurmaları değildir. Pirsig, Niteliği, özne ve objenin birliğinde
bulmuştu: Nitelik, bir organizmanın çevresine gösterdiği reaksiyondur. (Tam bir özne-obje deneyimini işaret etmek için büyük N harfini kullanıyordu.)
Nitelik, öznel olduğu yaftasından kurtulduğunda akademik alana katılabilir hale gelir. Sanat, iyi veya kötü icra edilebilen bir aktivitedir ve işin sanat kısmı bunu iyi icra etmekte yatar. Pirsig, Nitelik kavramının izini felsefenin kurucu babalarına kadar sürerek kavramı felsefi ana akıma da geri kazandırmıştı. Platon’un
diyaloglarında Sokrates, geleneksel olarak “erdem” şeklinde tercüme edilen ve daha yakın zamanda “mükemmelik” olarak aktarılan
aretê kelimesinin tanımı konusunda muhataplarıyla sürekli çekişme içindeydi. Nitelik veya Niteliklilik kelimesi, Sokrates’in rasyonelliğini sarsan erdem için daha bile iyi bir kelimedir diyebiliriz.
Nitelik kavramının tecrübe edilişi dinamik ve sözlerle ifade edilemeyen bir deneyim olduğu için, kelimeyi tanımlamaları için meydan okuduğu sofistlerin hepsi başarısız olmaya mahkûmdu. Aretê,
kelimelerle tanımlanamaz, ama varlığı hissedilir durumdadır ve
çok sayıdaki tezahüründen sanat tarihi açısından önemli esaslar
* Immanuel Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi. (y.h.n.)
oluşturulmuştur. Aslında Latince ars kelimesi ve Yunanca aretê,
ortak bir Hint-Avrupa dil ailesi kökenine sahiptir.
Estetik başlıklı İkinci Bölüm, Gombrich’in (güzel) sanatlar diyerek kast ettiği imge yaratıcılığını da göz önünde bulunduruyor.
Gombrich’in en büyük başarılarından biri, heykeltıraş ve ressamların, Platon’un iddia ettiğinin aksine doğayı taklit etmediklerini
göstermek olmuştu. Bunun yerine, Gombrich’in iddiasına göre,
kendi öncülerinin eserlerine öykünüyorlardı, deneme yanılmalarla doğru ayarı yakalayarak doğayla gitgide daha yakın bir bağlantı içine giriyorlardı. Bu amaç, elbette ki, yalnızca belli dönemlerde ve belli yerlerde, özellikle eski Yunan’da ve Rönesans Dönemi İtalya’sında benimsenmişti. Sanatçıların her zaman her yerde arayışında oldukları şey mükemmellik olmuştur, buna da, miras aldıkları geleneği yaşadıkları dönemin ihtiyaçlarına göre ayarlayarak ulaşmaya çalışırlar. Pirsig ve Gombich’in derin analizlerinin
bu sentezi kitabın tezini oluşturmaktadır.
Kant, güzel sanatlar icracısını Dehayla özdeşleştirmişti, dolayısıyla Üçüncü Bölüm bu baştan çıkarıcı yeniliğin liyakatini değerlendiriyor. Deha kelimesi, “ruh” kelimesinin Latince karşılığıydı; Shakespeare de bu kelimeyi bu anlamıyla biliyordu. Ancak on
sekizinci yüzyılla beraber Deha, başarıları orijinalliğiyle ve kural
tanımazlığıyla farklılaşan bir süpermene dönüştü. On sekizinci
yüzyılda anlaşıldığı şekliyle Deha kavramı Leonardo için kullanıldığında ciddi ölçüde yanlış bir tanımlamaydı. Rönesans Dönemi İtalya’sında en fazla hayranlık duyulan değer virtù, yani erdemdi; kelime, Platon’un aretê anlayışını Latince ifade etmek için Roma
dilindeki virtus kelimesinden türetilmişti. Dördüncü Bölüm
virtù’yu, yani erdemi Nitelik olarak yorumlamaya çalışıyor ve
Michelangelo, Shakespeare ve Rembrandt’a ne kadar uyduğunu
gösteriyor.
Geçmiş dönemin sanat anlayışıyla modern sanat anlayışı arasında bir diyalog kurulması uzun süredir imkânsız kabul edilmektedir, çünkü geçmişin sanatçıları modern dönemin ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmiyorlardı. Nitelik kavramı, yazılı ve görsel kayıtları eşdeğer klasik değerlerle yeniden bir araya getirir. Temelden
farklı bilgi anlayışlarına rağmen hem Platon hem de Aristo, ilimin
bir dalı olacak şekilde bir sanat tanımlanabileceğini varsaymışlardır. Bu felsefi büyü, 1674 yılında Longinus’un ilmi eseri On the Sublime’ın [Yüce Üzerine] Fransızcaya çevrilmesiyle kırılmıştır ancak. Longinus, sanatın tanımının technologia olduğunu söylüyordu, ancak ona göre yüce olanı ifade etmek adına kullanılacak
herhangi bir kelime bu yüceliği mahvederdi. Sofistlerin Sokrates’e
hiçbir zaman veremediği yanıt buydu. Yüce hakkındaki Beşinci
Bölüm, sanatın eski kurallarını yeniden yazıyor; böylelikle okurlar
da, sanatçıların ve eleştirmenlerin eski kuralları ellerinin tersiyle
ittiklerinde yaşadıkları heyecanın bir kısmını yaşama imkânı bulabiliyorlar.
Bilginin erişim alanının ötesinde konumlanmış bir değerin
yarattığı ürpertiler, sonraki bir buçuk yüzyıl boyunca Avrupa’nın
kültürel manzarasını yeni baştan şekillendirdi. Bu yeni oluşumun
bir sonucu da, estetik felsefecileri tarafından ortaya konan yaratım
ve bununla beraber sanata getirilen modern yaklaşımdı; bir diğer
sonuç ise Deha’yı benimsemiş olmalarıydı; üçüncü bir sonuç ise
Altıncı Bölüm’ün konusu olan, şu anda Romantizm olarak adlandırdığımız kültürel dönüşümdü.
Değer’i, sanatın kalitesinin belirleyicisi olarak kabul etmenin
çok önemli bir avantajı, değer anlayışının en önde gelen savunucusu olan Platon’un, bu anlayışın geçmişi hakkında bugün artık
bize bilgi verebiliyor olmasıdır. Burada yine Pirsig, Platon’un üstün
değer anlayışını daha sonraki nesiller için anlaşılmaz kılan hatayı
tanımlayarak bize Platon’u anlama imkânı veren zemini oluşturmuştur. Platon’a göre, bilen kişiye bilmenin gücünü veren şey İyi
İdeası’dır. Eğer İyi, belli ve değişmeyen bir İdea ise, Platon’un yaptığı bu saptamanın anlamı belirsiz kalır. Ama eğer İyi’nin özgür ve
tanımsız olmasına izin verilirse, bildiğimiz ve değer verdiğimiz her
şey yaşadığımız deneyimden ibarettir, bilim insanları ve sanatçılar
da buna dahil. Pirsig, ikinci kitabı Lila’da*(1993) İyi’yi ikiye ayırır;
birincisi, Arşimet’i banyoda ayağa kaldırıp bağırtan heyecandır,
dinamik Niteliktir; ikincisi ise, statik Niteliktir, yani bu heyecanın
sonunda ortaya çıkan özgül ağırlık yasasıdır veya dinamik olaydan
elimizde kalan her şeydir denebilir.
Etiketlerin dikkatimizi dağıtmasına izin vermemeliyiz: mükemmellik, İyi, güzel, yüce, virtù, aretê, Nitelik; bunların hepsi anlam ve değerin aniden ortaya çıkışında hazzımızı ifade eden kodlar.
* Robert M. Pirsig, Lila, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınları. (y.h.n.)
Statik Nitelik ise bu yaratıcı an geçtikten sonra varlığını sürdüren
her ne varsa onu ifade eder. Platon ve Aristo’yu sanatı ilimle karıştırmaya götüren yaklaşım, bir hasta için doğru tedaviyi bulmak yerine, tıp bilimini bir kitapta yazan bilgiler olarak düşünmeye benzer.
Eğer İyi’yi rehberimiz kabul etmiş olsaydık, sahip olduğumuz
kültürün İyi’nin ardında bıraktığı dalgalarla şekilleneceğini düşünerek, buna uygun nasıl bir entelektüel yapı oluşturabilirdik? Pirsig, Lila’da böylesi bir çerçeve önermişti, buna da Nitelik
metafiziği diyordu. Sekizinci Bölüm, sanat anlayışımızı netleştirmek
için bu metafiziğin erdemlerini ele alıyor. Çoğu insan, yeni entelektüel sistemlere muhaliftir; bu yüzden Pirsig’in bu metafiziğinin
çok eski bir anlayışa dayandığının ve yalnızca evrensel uygulamaları daha doğru tanımlamak arayışında olduğunun altını çizmekte
fayda olduğunu söyleyebiliriz. İçgörü ve yaratıcılık anları geçidir,
ancak sanat eserleri, onlara değer veren duayenlerin varlığıyla
birlikte zamana meydan okur. Gombrich, sonraki dönem sanatçıları tarafından başlangıç noktası olarak benimsenen başyapıtlara
kalıplar demiştir. Böylesi kalıplar bir arada ele alındığında kanon
halini alır. Dokuzuncu Bölüm’de bu kavram, kanonu bir tür baskı
aracı olarak görenlere karşı savunulmaktadır. Nitelik üzerine inşa
edilmiş bir metafizik, değere yer vermeyen, özne ve nesneye dair
bir entelektüel ikilikten ziyade deneyimlere daha yakın duruyorsa,
buna bir kulak vermemiz gerekir.
Onuncu Bölüm, çağdaş güzel sanatların değere dair nasıl bir
çerçeve yansıttığını ele alıyor. Bunun yanı sıra kitabın ortaya koymuş olduğu tezi, kavramsal sanatın babası Marcel Duchamp’ın
çalışmasına karşı test ediyor. Duchamp, “bir görsel kayıtsızlık reaksiyonu… tam bir anestezi” arayışında olduğunu söylemişti ısrarla; bu da onu herhangi bir Nitelik referansına bağlı kalmanın ötesine taşır görünüyordu, ta ki bizler Duchamp’ı yönlendiren
görsel-olmayan değerleri yeniden ortaya çıkarıp ele alana kadar.
Nitelik metafiziği oldukça kapsamlı bir yaklaşım, Duchamp’ın yanı
sıra Ek Bölüm’de gözden geçirilen yirmi birinci yüzyıl güzel sanatlar icracılarına da kucak açıyor.
Sanatta Hakikat bir araştırma yürütüyor ve bu araştırma sürecinde başlangıçta tasavvur etmediği yeni yollarla karşılaşıyor. Değer kavramının test edilmesi birçok sürprizi de beraberinde getiriyor; kitap da bu sürprizleri, öğrencilerin ve eğitimli kitlenin
de kitabın iddialarını yargılayabileceği şekilde tarihsel bir çerçeve
içine yerleştiriyor.
Hepsinin ötesinde bu kitap, Güzel ve İyi için çaba sarf ederek
kültürümüzü oluşturmuş ve yeniden şekillendirmiş sayısız sanatçının çalışmalarında bulduğumuz hazzı barındırıyor.
Patrick Doorly
Oxford, Ocak 2013
Künye
Kitabın Adı: Sanatta Hakikat
Alt Başlık: Niteliğin Dönüşü
ISBN: 978-605-314-396-3
Baskı: 1.Baskı – 2019
Özgün Adı: Life and Work – Writers, Readers and the Conversations Between Them
Yayın No: 1333
Dizi No: 64
Sayfa: 512
Dizi: Sanat ve Kuram
Dizgi: Hediye Gümen
Kapak Tasarımı: Deniz Çelikoğlu
Son Okuma: Barış Özdemir
Yayıma Hazırlayan: Derviş Aydın Akkoç
Çeviri: Aydın Çavdar
Yazar: Patrick Doorly
Ayrıntı Yayınları
Yazar Hakkında
Patrick Doorly
Oxford Üniversitesi’nde sanat tarihi dersleri vermektedir. Oxford’un yanı sıra, yarı-zamanlı olarak İtalya’daki kimi üniversitelerde de Yunan ve Roma sanatları üzerine dersler vermekte, bu alanlarda kitaplar yazmaktadır.