Şöhretlerin doğuştan sahip oldukları nitelikler ya da tipik özellikleri yerine, bu kişilere atfedilen özellikler ve mesafe üzerinde duruyorum, çünkü bence medya temsili, şöhret kültürünün biçimlenişinde anahtar ilkedir. Şöhretler bize çoğu zaman sihirli ya da insanüstü varlıklar gibi gelir. Ancak bunun nedeni, onların toplumun gözündeki mevcudiyetlerinin kapsamlı bir biçimde sahnelenmesidir. Bunun en iyi örneklerinden biri, sinema çağının da ilk reklam hünerlerinden biridir. Biograph Film Şirketi, 1910 Mart’ında en parlak yıldızlarından biri olan Florence Lawrence’ın trajik ve zamansız ölümünü duyurmuştu. Gerçekte Lawrence sapasağlaındı ve bu haberin ardından St. Louise’de ortaya çıkması film şirketinin görülmemiş bir biçimde tanınmasını sağlamıştı.
Şöhretlerin toplumun zihnini meşgul eden kişiler olarak ortaya çıkmaları, birbiriyle ilişkili üç büyük tarihsel sürecin sonucudur. Bunların ilki, toplumların demokratikleşmesi, ikincisi, örgütlü dinin gerileyişi, üçüncüsü de gündelik yaşamın metalaşmasıdır. Bu konuların her biri daha sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bu noktada, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Saray toplumunun gerileyişinin kendini yetiştirmiş erkeklere ve kadınlara kültürel sermaye aktanmını gerektirdiğini söylemek yeterlidir. Modern toplum geliştikçe, kralların tanrısal haklarına duyulan popüler inancın ortadan kalkmasından ve Tanrı’nın ölümünden doğan boşluğu şöhretler doldurmuşlardır. Amerikan Devrimi’nin amacı, yalnızca sömürgeciliğin kurumlarını değil, monarşik iktidar ideolojisini de devirmektir. Devrim bunların yerine bazı açılardan onlar kadar kusurlu ve fantastik olan bir başka ideolojiyi, sıradan insan ideolojisini koymuştur. Bu ideoloji, politik sistemi meşrulaştırmış, ticareti ve endüstriyi desteklemiş, böylece şöhretin metalaşmasına fevkalade katkıda bulunmuştur. Şöhretler, tanınma ve aidiyetin yeni simgeleri olarak monarşinin yerini almış, ve Tanrı’ya inanç zayıflarken şöhretler ölümsüz hale gelmişlerdir. Örneğin, Thomas Jefferson, George Washington, Gandhi ve Winston Churchill’ in çağdaş kültürde hala müthiş bir aurayı muhafaza etmeleri bundandır. Ölümünün üzerinden yirmi yılı aşkın zaman geçmiş olan John Wayne’in
halkoylamalarında hala Amerika’da en çok tanınan film yıldızlarından biri seçilmesi; Rudolph Valentino, Elvis Presley, Marilyn Monroe, John F. Kennedy, James Dean, John Lennon, Jim Morrison, Tupac Shakur ve Kurt Cobain’in tapılan kült idoller olarak kalmaları da bundandır. Politik ve kültürel olarak, sıradan insan ideolojisi,
olağan dışı kişiliğin ve geliştirilen tarzın kişiye farklılık kazandırarak herkesin dikkatini çekmesini sağladığı par excellence’ arena olarak kamusal alanı yüceltmiştir. O derece ki şöhret kültürü, seküler toplumda önemli bir birleştirici işlev sağlar.
Aynı zamanda, şöhret kültürü tarafından harekete geçirilen arzu soyuttur. Kapitalist birikim mantığı, tüketicil erin aralarında isteklerini devamlı olarak değiş-tokuş etmelerini gerektirir. Endüstri kültüründeki huzursuzluk ve çatışma, kısmen, kapitalist sistemin sürekli malların ve yeni markaların piyasaya sürülmesini gerektirmesinden
ileri gelir. Bu koşullar altında arzu yabancı/aşmaya eğilimlidir, devredilebilir, çünkü istekler pazardaki gelişmelere karşılık devamlı değiştirilmelidir. Pazar, şöhretin topluma sunulan yüzünü kaçınılmaz olarak bir metaya dönüştürür. Şöhret kültürüyle meta kültürünün değişmez biçimde birbirine bağlı olduğunu kabul etmediğimiz sürece, günümüzde şöhretlerin üzerimizde kurduğu kendine özgü egemenliği anlayamayız. Bunun içerdiği anlamları Beşinci
Bölüm’de ele alacağım.
Ne var ki tüketiciler, sırf ticari mallar pazarının bir parçası değil, aynı zamanda duygular pazarının da parçasıdırlar. Kapitalist örgütlenme, insanların hem arzulayan nesneler, hem de arzu nesneleri olmalarını gerektirir. Çünkü ekonomik büyüme meta tüketimine, kültürel bütünleşme de toplumsal cazibe bağlarının yenilenmesine bağlıdır. Şöhretler, meta tüketimi sürecini insanileştirirler. Şöhret kültürü, insan duyguları pazarını yapılandırmanın başlıca düzeneği olarak ortaya çıkmıştır. Şöhretler, tüketicilerin onlara sahip olma arzusu duymaları anlamında metadırlar. İlginçtir ki bu, kötü şöhretli kişileri de kapsar. Ian Brady, Myra Hindley, Rosemary West, Jeffrey Dahmer, Ted Bundy, Harold S hipman ve Timothy McVeigh gibi seri katillerin hepsine hapisteyken hayranlarından mektup yağdı. ll Haziran 2001 ‘de idam edilen McVeigh, dört kişiden evlenme teklifi almıştı. Kötü şöhretliler bile yerden yere vurulup toplum dışına itilmek yerine, toplumun dikkate değer tabakaları tarafından halk şeytanları olarak baş tacı edilir.
Egemen kültüre mal olmuş şöhretlerin gündelik hayatı neden, insanları öykünıneye özendiren, toplumu birleştirip bütünleştirmeye yardımcı olan, saygınlık uyandıran çekicilik ölçütleriyle beslediklerini anlamak zor değildir. Prime facie,” kötü şöhretlilerin hayran tabanlarını anlamak bu kadar kolay değildir. Belki de kötü şöhreti, eşitleyici işlevleri, aşırılığı ürkekçe hor görmesi ve eşit haklarla sorumlulukları muğlak bir biçimde onaylamasıyla demokrasi bağlarnma yerleştirdiğİrniz zamanların dışında. Kötü şöhret sahibi kişi böylesi bir bağlamda renkleniyor, anında itibar kazanıyor ve hatta kimi çevrelerde uygar toplumun bastırmaya çalıştığı, ket vurulmuş saldırganlık ve cinsellik duygularını açığa vurma cesaretini gösterdiği için bir kahraman gibi görülebiliyor.
Şöhret toplumu, bizi şöhretlere imrendirme ve kendimizi başkalarında çabucak arzu ve kabul duyguları uyandıracak nesnelere dönüştürme yönünde güçlü eğilimiere sahipse, bu toplum aynı zamanda kazananlardan çok kaybedenler yaratır. Günümüzde şöhret yarışı yaşamın bütün alanlarında öylesine yaygındır ki başarısızlıkla yaşamak, başarıya ulaşmış şöhretler haline gelemeyenlerimiz için acı vericidir. Kazanılmış şöhrete ulaşamayan insanlar, aşırı durumlarda, beğeni kazanmak için şiddet içeren davranışlara başvurabilirler. Şöhret ile kötü şöhret arasındaki ilişki, Dördüncü Bölüm’ de incelenecektir. Şöhret yarışının toplumdaki pusucuların artışındaki payı ele alınacak ve şöhret arayışı ile bazı cinayet biçimleri ve seri cinayetler arasında bağlantılar kurulacaktır.
Son bölümde, şöhretin gündelik yaşamın hemen her yerine yayılmış karakterini kısaca açıklamak için “şöhretleştirme süreci” kavramını tanıtacağım. Bütünleşmiş pazarların ve yaygın bir kitle iletişim sisteminin gelişmesiyle, kültürün aşama aşama medya tarafından yaratılmış hale geldiğini öne süreceğim. Televizyondaki akşam haberleri, bütün ulusal gazetelerin okurlarının toplamından daha fazla insanı bir araya getirir. Gündelik toplumsal ve kültürel alışverişlerde medyanın sunduğu tarzlar, bakış açıları, konuşma kalıpları ve yönlendinci gündemler kullanılır. Elbette içinde yer aldığımız hayatın dolaysız koşulları ve ilişkileri, bunları değiştirir, düzeltir
ve yeniden biçimlendirir. Bununla birlikte, medya etkisinin kişilerarası günlük alışverişte önemli bir etken olduğunu; bunun yanı sıra şöhretlerin toplumsal olanla kişisel olan arasındaki eklemlenmenin önemli düğüm noktalan olduklannı öne sürmek akla yatkındır. Bu nedenle, şöhret modern bir olgu olarak, geniş kitlelere ulaşan bir
gazete, TV, radyo ve film olgusu olarak anlaşılmalıdır.
Toplumbilimci Pierre Bourdieu, medya şöhretlerinin gücünü zehir zemberek sözlerle eleştirir. “‘Toplumsal sorunlar ‘ dedikleri, şehirde ya da okullarda şiddet gibi konular hakkında ne ‘düşünmemiz gerektiği’ni bize her zaman yeni anchor’lanmız, talk show sunuculanmız ve spor spikerlerimiz … söylüyorlar” diye yakınır.2 Bu görüşü fazla tek boyutlu bulup itiraz edenler olabilir. Medya şöhretlerinin etkisi, özellikle toplumu bilgilendirme ve toplumsal sorumluluğu yenileme yoluyla demokrasiyi pekiştirme bakımından, Bourdieu’nün kabul ettiğinden daha nüanslıdır. Öyle olsa bile Bourdieu’nün -yaygın olan ve büyük ölçüde, kişisel kültürün hem kişiliğin gündelik değiş-tokuş esnasındaki sunutuşu hem de yaşam hedeflerinin belirlenişi açısından, artık medya tarafından yaratılmış hale geldiği- iddiası geçerlidir. Şöhretleştirme, şöhret kültürünce geliştirilen tarzlann, somutlaşmış tutumların ve konuşma biçimlerinin sıradan kimlik oluşumuna ve genel toplumsal etkileşim biçimlerine örnek oluşturduğunu ve bunları değiştirdiğini öne sürer. Şöhretler aynı anda hem toplumsal tipleri cisimleştirir hem de rol modelleri
sağlarlar.
Medya temsilinin şöhretin temeli olduğu gerçeği, hem şöhretin gücünün gizemli dayanıklılığı hem de şöhretin mevcudiyetinin kendine özgü kırılganlığı meselesinin özüdür. izleyicilerin bakış açısından, şöhretleri aynı zamanda hem efsanevi özelliklere sahip hem de samimi birer confrere’ gibi gösterir. Medya yoluyla mevcudiyetin sahneye konması, kaçınılmaz olarak sahicilik sorununu gündeme getirir. Bu, hem şöhret hem de izleyiciler için sonu gelmez
bir ikilemdir. Şöhretler ile hayranları arasındaki maskesiz karşılaşmaların genelde üç sonucu olur. (Maskesiz ifadesiyle, bir şöhretle izleyici arasında şöhretin gerçek benliğinin ya da bu benliğin yokluğunun egemen olduğu, böylece şöhretin topluma gösterdiği yüzünün oluşturduğu beklentiler ve tepkiler kalıbıyla çelişen ya da o kalıbı yalanlayan bir etkileşimi kastediyorum.) Bu durumda ortaya çıkan üç sonuçtan birincisi onaylamadır; şöhretin topluma sunulan yüzü, hayranlada girdiği doğrudan etkileşim yoluyla sonunda yeniden elde edilir ve teyit edilir. İkinci sonuç olan normalleştirmede, şöhretlerin ve hayranlarının psikolojileri ve kültürleri arasındaki ayırt edici ortak özelliklerin dile getirilip kabul edilmesiyle şöhretin statüsü şeffaflaştırılır. Şöhret, kişiliğini maskesiz yönüyle ortaya koyarak bir anlığına bizlere daha çok benzer. Şöhretlerin de eninde sonunda bizler gibi birer insan olduğunu kabul etmek, sonuç olarak, genellikle toplumun saygısını arttırır. Elton John, Robert Downey Jnr, Boy George ve Judy Garland, bağımlılıklanyla mücadelelerini itiraf ettikten sonra halkla daha yakın ilişkiler kurmuşlardır. Bilişsel uyumsuzluk denilen üçüncü sonuçta ise, karşılaşmalar, topluma sunulan yüzü hesaplanmış bir dış cephe veya sahne dekoru olarak eleştirel bir kınarnaya açarak şöhretin medyadaki imgeleriyle temelden çatışır.
Şöhret
Chris Rojek
İngilizceden çevirenler: Semra Kunı Akbaş – Kürşad Kızıltuğ
Ayrıntı Yayınları