Şolohov, Durgun Don ve Gelenek – İ. Leşnev

Sovyetler Birliği yazarları arasında Mihail Aleksandroviç Şolohov, yeteneğinin gücü ve parlaklığıyla, Rus ulusal karakterinin derin bilgisiyle ilk sırayı alır. Adı, 1945?te yaşamını yitiren Aleksey Tolstoy?un yanı sıra, Gorki ve Mayakovski?nin hemen ardından anılır.

Bu arada Aleksey Tolstoy?un eski Rus yazarları neslinden olduğu ve bir sanatçı olarak geliştiği yılların devrim öncesine rastladığını belirtmeliyiz. 1917 yılı, onunla birlikte de tarihin en büyük devrimci dönüşümü yaşandığında Aleksey Tolstoy 35 yaşındaydı. O tarihe bir raf dolusu kitap kazandırmış ve edebiyat dünyasında saygın bir yer edinmiştir. Sovyet edebiyatına Aleksey Tolstoy 1922 yılında katılır. 1905?te dünyaya gelen Mihail Şolohov ise, 1917?de henüz on iki yaşında bir çocuktu. Yani tamamen Sovyet döneminin insanıdır; düşünsel ve toplumsal açıdan Gorki ve Mayakovski?ye yakındır.
Gorki gibi halkın köklerinden gelmedir. İlk gençliğinden beri, halkın daha iyi ve onurlu bir gelecek için verdiği özgürlük mücadelesine katılmıştır.
M.A. Şolohov?un kitapları, Sovyetler Birliği?nde ve yurt dışında 52 dilde yayınlandı. Toplam baskı sayısı 15 milyon 253 bin 500?e ulaşmıştır. Şolohov, dünyanın, Avustralya?ya dek uzanan birçok ülkesinde büyük bir popülariteye sahiptir. Burada yabancı eleştirmenlerin bazı değerlendirmelerine yer vermek istiyorum.
İşçi Partisi taraftarı İngiliz bir eleştirmen, ‘Durgun Don’un İngilizce yayımından sonra şunları kaleme aldı: ‘Şolohov bugün, günümüzdeki Avrupalı yazarların en iyilerinin arasında yerini almıştır. Modern edebiyatta bir klasiğin ortaya çıkışını ilan etmek, bir eleştirmene zevk veren bir görevdir.’
Şolohov?un ikinci ünlü romanı ‘Uyandırılmış Toprak’ İngilizce yayınlandığında, eleştirmen Philip Henderson ise şöyle yazdı: ‘Şolohov, çaresiz, yokluk içindeki köylüleri ve zengin çiftçileriyle (Kulaklar) eski kaotik Rusya?nın, çocuksu boş inanları ve feodal geçmişinin kalıntılarıyla birlikte sosyalist planlı ekonomiye, kolhozlara yer açışını anlatıyor. Gerçekten son derece ustaca anlatılmış bir tablo.’
Amerikan biyografiler ansiklopedisinde, ‘Şolohov, çağdaş Sovyet yazarlarının en popüler olanıdır. Bir bilginin titizliği ve bir araştırmacının ateşliliğiyle çalışıyor’ diye yazar. Kurt London, Şolohov?un, insan ruhunun derinlikleri konusunda çok kapsamlı bir bilgiye sahip olduğunu söyleyerek, ‘Bu adam her şeyi anlıyor. Yazar olmanın en büyük erdemine sahip: Daima objektif ve adil’ yorumunda bulundu.
Mihail Şolohov?un en önemli üç yapıtı: ‘Durgun Don’, ‘Uyandırılmış Toprak’ ve ‘Vatan İçin Dövüştüler’, Sovyet halkının yaşamı için son derece önemli üç büyük konuya; iç savaşa, Sovyet ekonomisinin sosyalist dönüşümüne ?kolektifleşme? ve Büyük Anavatan Savaşı?na adanmıştır.
Tek başına konuların seçimi dahi, yazarın üstlendiği görevlerin büyüklüğüne işaret eder. Şolohov, modern, yaşayan tarihin sorunlarını tutkuyla inceleyen bir sanatçı ve düşünür olarak karşımızdadır.
Yaratıcılığını her şeyden önce kendi halkına adamıştır; onun moral güçlerinin gösterdiği eşsiz gelişimine, on yıllar sürecinde bağrında gelişen olağanüstü dönüşümlere ve dev eyleminin yaşayan kaynaklarına.
Şolohov?un sanatsal yapıtlarında Sovyet halkının dört nesli gözlerimizin önünden gelip geçer ve hiçbiri diğerine benzemez. Her biri kendine özgü hatlara sahiptir. Bunlar, kitapta anlatılan insanların düşünce ve duygu biçimlerine, ruhsal dünyalarına yansır. Biz çağdaş insanlar, kendimizle hesaplaşmaksızın temelden dönüşümler geçiriyoruz. Tarihin akışına kapılmış, geçirdiğimiz tek tek evreleri düşünüp onlara pek ender dönüp bakarız. Baksak bile, evrelerin sonuçlarıyla ilgileniriz, ama bu sonuçları yaratan insana ve kendi içinde geçirdiği dönüşümlere pek önem vermeyiz.
Şolohov, saygın ve ağır bir görev üstlenmiştir: Modern tarihin tanığı olmak! Uzak geçmişle ilgilenenlere göre, o olayların ve insanların anlatımında karşılaştırılamayacak kadar yüksek bir güvenilirlik avantajına sahiptir. Ve yalnızca günümüzü ele alan kitaplar yazan yazarlara göre de, o halkın güncel eylemlerine geniş tarihi bir bakışa ve halkın ruhunun ayrıntılı bilgisine sahip olmakla avantajlıdır.
Tarihsel deneyimler ise, her geleneğin hayırlı olmadığını, geleneğe saygı gösterirken rotayı da şaşırmamak gerektiğini gösteriyor bize. Çünkü her halkın geçmişinde, onaylanmayı ve tekrarlanmayı hiçbir biçimde hak etmeyen şeyler de vardır. Öyleyse, geleneğin gerçek rolünü belirleyecek seçimin ölçütleri nedir, mantıksal sınırları ve kullanılma hedefleri nedir?
Günümüzde son derece büyük bir güncelliğe sahip bu soruların yanıtını ararken Şolohov?un deneyimini dikkate almak son derece yararlı ve gereklidir.
Yazarımızın Don Kazakları arasında, yani Rusya?nın gerici geleneğinin hakim olduğu bir zamanlarda özellikle derin kökler saldığı bir bölgede doğup büyüdüğünü ve yaratıcılığını, sosyalizmin tam da bu bölgedeki inşasına adadığını unutmamak gerek. Şolohov?un, geleneğin devasa önemini insan ruhunun şekillenişinde duyumsaması doğaldır. Ancak buna daha büyük bir şey de eklenmiştir: En az yirmi yıllık bir zaman boyunca gelenek sorununun sanatsal değerlendirmesi Şolohov?un yaratıcılığının ana motiflerinden birini oluşturmuştur.

Durgun Don
Şolohov ‘Durgun Don’un yazımına 1926?da başladı. ‘Durgun Don’, yazarın düşünsel ve sanatsal planını ifade eden şiirsel imgelemler ile doludur. Kitabın daha ilk sayfasında sembolik anlam dolu iki kıta vardır. İki eski kazak türküsüdür bunlar. İlki, kanlı savaşların anlatımını kitaba bırakmayan, çarpışmalarda ölen yiğitleri anlatan, acı ve keder yüklü türküdür. Türküye, yazarın hüznü eşlik eder; Don?a ve deliduman Kazaklara tutkundur, genç dullar ve öksüzler için gözyaşı döker. Üçüncü ciltte bu hava, yazarın coşkulu konuşması tarafından dağıtılır. Şiirsel arka plan da bir şarkıyı andırır: ‘Memleket stepleri! Karşında eğiliyor ve çocuk sevgisiyle bereketli toprağını öpüyorum. Don stepleri, paslanmaz seni sulayan kızıl Kazak kanı!’
Birçok kez eski Rusya?yı koruyan kahraman ruhlu Kazaklar, nasıl oldu da, içsavaş yıllarında Rus halkına ve bu halkın elde ettiği özgürlüğe karşı savaştı? Buna, ikinci kıta yanıt verir. Don?un suları bulanıktır, çünkü ‘beyaz balık onu bulanıklaştırır.’ Ne var ki derinliklerinde ‘kristal saflığında pınarlar kaynar.’ Bu eski Kazak türküsüyle Şolohov, bizi dış görünüşle yetinmemeye, aksine bakışlarımızı ‘durgun Don’un derinliklerine yöneltmeye çağırır aynı zamanda: Orada saf, temiz bir kaynak vardır; Kazakların çok eski erdemlerinin bulanıklaşmamış pınarıdır bu.
‘Durgun Don’, kahramanın soy tarihçesiyle, Türk savaşına katılmış Kazak Prokofey Melehov?un hikayesiyle başlar. Melehovların atası gururlu, güçlü tutkuları olan, ama ruh zenginliğine sahip bir adamdı. Eski iyi yılların bir temsilcisidir ve özgür Kazaklığın uzak geçmişini de cisimleştirir. Yazar, Don?un derinliklerinde kaynayan ‘kristal saflığındaki pınarlara’ insani, sosyal bir çehre kazandırmak istemektedir. Bu temiz pınarlar, Prokokey?de vücut buluyor.
Ancak hikayenin akışı içerisinde Kazaklık geleneği silikleşir ve arka plana atılır. Stenka Razin dönemindeki topraksız Kazaklar bereketli topraklara yerleşir ve zengin çiftlikler kurarlar. Sınıf ayrışması güçlenir. Zengin Kazaklar, yani kulaklar, yoksulları ve onların önderlerini ezmeye başlar. Sırtını bu zengin tabakaya dayayan Çarcı hükümet, bir zamanlar özgür olan Kazakları giderek bağımlılaştırır. Özgürlük tutkusunun yuvası, gericiliğin sit alanı haline getirilir.
İki yüz yılı aşkın bir süreyle Stenka Razin geleneği öyle bir aşınmaya uğrar ki, geriye yalnızca bir kabuk kalır. Ve bu içi boşaltılmış, bozuşmuş kalıba, başka, karşıt bir içerik kazandırılır. Razin geleneğinden geriye Don romantiği, Kazak türküleri, örf, adetleri ve giysileri kalmıştır yalnızca. Pazar yerlerinde kızıl şeritli şapkaları ve kadınların rengarenk çiçekli örtüleriyle kaynaşan halk kalabalığını görüyoruz; cepheden dönen Kazakların Don?u görünce coşku sarhoşluğuyla kızıl şeritli şapkalarını nehre fırlatışlarını görüyoruz. Bu, memleket suyuyla karşılaşmanın sembolüdür, çok eski geleneğin yankısıdır. Yalnızca bozuşmuş kalıntıları kalan bu geleneğin yerini Çarlığın aşıladığı, savaşçı alışkanlıkların, zümreleşme kibirliliğinin ve Kulak hırsının içinden çıkılmaz bir yumak halini aldığı ‘Kazak şerefi’ alır.
İki akım, iki gelenek… İlki demokrasi toprağında ve Kazaklığın, Rus halkının sömürülen kitleleriyle geçmişten beri gelen bağının zemininde boy vermiştir ve serfliğin kaldırılması mücadelesi anlamını taşır. İkincisi, sınıfsal ayrıcalıkların ve emekçi Rus halkından uzak düşme zemini üzerinde boy vermiştir. ‘Elebaşılara’ karşı yürütülen cezalandırma operasyonlarıyla, Rus imparatorluğunun sınır bölgelerinde yaşayan küçük halk topluluklarının yaşadığı yerlere düzenlenen sömürge istilalarıyla Kazaklığın gerici yapısı sağlamlık kazandı.
Bu iki karşıt geleneğin (‘kristal saflığındaki pınarlar’ ile ‘beyaz balık’) sıradan Kazak ruhunda yarattığı çatışma, Gregor Melehov?un şahsında vücut bulur. ‘Sonradan gelmelerin’ çektikleri yokluğu ve sefaleti hafifletmek için sınıfsal mülkiyetinin yalnızca ufak bir bölümünden bile hiçbir şart altında feragat etmek istemeyen, inatçı bir köylü olan Babası Panteley?in özellikleriyle, Kazaklığın eski demokratik geleneğinin kalıntılarını temsil eden büyükbaba Prokofey?in özellikleri onda birleşir.
Birinci Dünya Savaşı?nda Gregor, cephede cansiperane bir kahramanlık sergiler: ‘Dört Georg nişanı ve dört madalya kazandım.’ Savaşçı cesaretine yurtsever duyguları kaynaklık etmiştir. Bu duygular, Gregor?un müdahaleciliğe, ardından da, Budyoni?nin at çiftliğinde kahramanlıklar gösterirken beyaz Polonyalılara karşı mücadeleye atılmaya sevk eder. Rusya?nın içişlerine karışan yabancılara karşı yurtsever bir öfkeyle doludur. ‘Burada, Ustiy-Medvediza?da tepemi attırdı…’ der Gregor, bir topçu olan miğferli İngiliz askeri hakkında. ‘Ben olsam, toprağımıza tek bir adım atmasına bile izin vermezdim! Beyaz bir Rus subayı, bir İngiliz?le girdiği sohbet sırasında İngiltere?yi dalkavukça övüp, Rusya?yı da kötülediğinde Gregor onu azarlar: ‘Vatanınızdan bu şekilde söz etmeye utanmıyor musunuz?’
Melehov?un Beyaz subaya karşı takındığı düşmanca tutum, halk insanının demokratik bilincini, efendilerin arsız pervasızlığına karşı isyan duygusunu dışa vurmaktadır.
Gregor, halkın saflarında yer alıyor gibi görünse de; gerçekte, bütün tutumu ve eylemiyle soylu-burjuva karşıdevrimine hizmet etmektedir. Yurtsever duygulara sahip olmasına rağmen, müdahalecilerin vatanına egemen olmasını fiilen kanıksıyor. Kişiliğinde üstün ahlaki değerler barınsa da, kurtarılmış halkın her türlü ahlaka aykırı bir biçimde ezilmesine hizmet ediyor. Zümreci Kazaklığın gerici geleneği, ‘üçüncü bir yol’ yanılsaması, özgürlük tutkunu ve halkçı geleneğe baskın çıkar.
Kahramanın bilincindeki iki geleneğin çatışması, dramatik bir gerilimle doludur. İsyancıların bastırılmasından geri çekilirken kulağına çalınan, Yermak döneminden kalma eski Kazak türküsünün ruhunda yarattığı fırtına son derece dramatiktir. ‘Sanki Gregor?un içinde bir şey kopmuştur. Hıçkırıklar ansızın bedenini sarsmaya başlar ve boğazı düğümlenir… O an, boz steplere can veren ve egemen olan, yüzyılları aşıp da gelmiş o eski türküydü yalnızca. Sade ve basit sözlerle, özgür Kazak atalarını anlatıyordu. Bir zamanlar korkusuzca Çar ordularını alt eden, Çar kartalıyla süslü yelkenlileri gasp edip tüccarların, Boyarların ve Voyvodaların yüklerini hafifleten çevik korsan gemileriyle Don?da ve Volga?da seyreden ve uzak Sibirya?yı fetheden o ataları. Ve özgür Kazakların torunları asık suratlı bir suskunlukla kulak veriyorlardı ona; Rus halkına karşı yürüttükleri onursuz savaştan yenilmiş, utanç içinde geri çekilirken duyuyorlardı bu heybetli türküyü.’
Gregor, doğru yolu seçmediğini kavradığı için, en iyi Kazaklığın mirasına ihanet ettiği için hıçkırıklarını tutamaz. Ancak bu yalnızca anlık bir aydınlanmadır. O an geçer ve Melehov, kızıllara karşı savaşını son haddine kadar sürdürür. Ta ki yabancılaştığını açıkça anladığı, kendini öncü savaşçısı olarak gördüğü Kazaklık ağacından kopmuş bir yaprak olduğunu fark ettiği ana kadar.
Melehov?un yok oluşu, zümreci geleneğin ölümü, demokrat gelenek karşısındaki teslimiyetidir.
Romanın sonu, başı kadar şiirsel imgelem doludur. Melehov üzerine şunlar söylenir: ‘Don kıyısına vardı… tüfeğiyle tabancasını Don?a attı, onların ardından da mermileri döküp ellerini kaputunun eteğine güzelce sildi.’ Gregor, çiftliğe girmeden ve kendini Sovyet yargıçların eline teslim etmeden önce yalnızca silahları atmakla kalmaz. Hayır, silahsızlandırır kendini. Halkın karşısında teslim olur. Rus halkına karşı katıldığı onursuz mücadelede kendisine hizmet eden silahları Don?un derinliklerine atar; ‘kristal saflığındaki pınarların’ doğduğu, gerçekten erdemli Kazaklığın kaynağının bulunduğu yere. Kardeş katliyle kirlenen ellerini siler. Kendisini devrim düşmanlarının saflarına sürükleyen zümreci Kazaklığın gerici düşünü silkinip atar. Bu yok olan düşü Don?un diplerine gömer, tıpkı sevdiğini ?Aksinya?yı? gömdüğü gibi. Mezarını palasıyla kazmıştı, son kez, mezar açma küreği olarak kullandığı silahıyla.
Şolohov?un destanı, gerici geleneğin Don insanlarının üzerinde ne kadar müthiş bir etkiye sahip olduğunu, romantik yaldızın ne felaketler getiren tuzaklar barındırdığını gözler önüne seriyor. Binlerce Melehov, onurlu ‘Kazak şerefi’ sözünün o dönemde aslında, toprak mülkiyeti, zümre ayrıcalıkları için kullanılan bir simgeden öte bir şey olmadığını aklına getirmeksizin içgüdüsel olarak bu geleneğin tuzağına düşmüştür. Melehovların soylu-burjuva karşı devrimin saflarında katıldığı sınıf mücadelesinin en keskin biçimine, yani içsavaşa dahi, gerçek çehresiyle değil, illüzyon perdesinin ardından bakabiliyorlardı: Kazaklar için özerklik mücadelesi, ilkelerinin korunması için, bağımsızlık için mücadele verdiklerini düşünüyorlardı.
Sanatın sihirli perdesinde, aynı anda hem işçi hem mülk sahibi olan Gregor?un sınıfsal ikilemini, iki karşıt geleneğinin yanyanalığını ve karşı karşıya gelişinin ortaya konuşunu, bunların nasıl yanılsamalara, yalpalamalara ve halk düşmanı tutumlara neden olduğunu plastik bir biçimde görüyoruz. Etrafımızı Kazakların eski dünyası çevreler: Listnitski?ler ?toprak sahipleri ve sömürücüler?, Mohovlar ?kulaklar ve işkenceciler?, Korşunovlar ?sayısız cezalandırma saldırılarının katılımcıları? Kazak jandarmaları ve karanlık, hantal kitle. Hepsi de geleneklerin boyunduruğuna alınmış; yalnızca bir tek değil, sayısızca geleneğin. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak, çok çeşitli önyargıların etkisindeler, miras aldıkları alışkanlıklarının egemenliğindeler; ve tüm bunlar bir ve aynı kavramın eşanlamlarıdır: Gelenek. Bu yabancı sözcüğü Lenin şöyle çevirmiştir:’…Geleneğin gücü (yani basit alışkanlığın, dünün kör bir tekrarı).’ (Lenin, Cilt XV, sf. 610.) ‘…Bu düzenin ilkelerini, alışkanlıklarını, geleneklerini, inançlarını ana sütüyle birlikte emmiş kitle.’ (Lenin, Cilt XV, sf. 126.)
Şolohov?un gelenek anlayışı Lenin?in anlayışıyla kusursuz bir biçimde örtüşür. Kazaklarından birine, ‘Mujikler, kenevir tiftiğinden yapılmışlar ve çalı çırpı ile kaplanmışlardır’ dedirtirken, yazar bu Kazak hakkında ‘kemikli bedeninin her hücresi Kazak geleneğince emilmiş ve yoğrulmuştur’ değerlendirmesinde bulunur. Burada, Kazakların tecrit olma geleneği ifade buluyor. Devrimden önce Kazak kadınlarının gördüğü vahşi muamele de böyle bir gelenek değil midir? Ya, Bunçuk?un devrimci bir konuşmayla seslenirken Kazaklarda sezinlediği ‘yüzyıllar boyu birikmiş isyankarlık korkusu’ da bir gelenek değil midir? Ayaklanmacılara düzenlenmiş kanlı kıyımlar da bir gelenekti. Genç bir Kazağın yüreğinin, çarpışmalar içerisinde nasıl katılaştığını ve hayvanlaşmış bir jandarmayı taklit ederek tepetaklak olan sesiyle bağırışına tanık oluyoruz: ‘Hey, sen mujik, orospu anan seni…!’ İşte budur o taklit etme, dünün kör tekrarıdır, gelenektir.
Yazar, tarihin akışında geleneklerin geçirdiği dönüşümleri, nasıl yan yana var olduklarını, birbirine geçişlerini ve çarpışmalarını gösteriyor. İnsanların bilincinde derin toplumsal dönüşümler ve değişimler; geleneklerin nöbet değişimi, gerici geleneklerin yok oluşu ve sosyalist geleneklerin doğuşu yaşanmaktadır Şolohov?un büyük sanatsal anlatımlarında.
Gregor?un sonu acıklıdır. Ancak geride oğlu Mişka vardır. 1922 yılında, sakallı, korku uyandıran babası, önünde diz çöküp pembe, üşümüş ellerini öptüğünde (romanın sonunda) henüz küçüktü. 1941-1945 yıllarında büyümüştür artık ve elbette Kızıl Ordu saflarında faşistlere karşı çarpışmaktadır.
Bu savaşçıyı incelemeye kalkıştığımızda, Melehov?un özelliklerini yeniden keşfetmekte zorlanmayız. Boylu poslu, dik duruşlu Kızıl Ordulu, bizi, Gregor?un gençlik yıllarındaki dış görünüş benzerliğiyle şaşırtmakla kalmaz, kimi kişilik özelliklerinin benzerliğiyle de şaşırtır. Babanın oğluna ?doğrudan olmasa bile yine de onun aracılığıyla? aktarmaya değecek özellikleri hiç mi yoktu? Mert bir yürek, kavgada pekgözlülük, köy işlerine duyulan sevgi, dürüstlük ve dobralık, gurur, eş ve çocuğa karşı şefkat, doğaya derin bir saygı ve bağlılık, halk türkülerine karşı şairane bir tutkunluk… Gregor?un kendini aldatmanın körlüğü içerisinde, haksız savaşın öfkesiyle kendi ayaklarıyla teptiği öylesine çok ve yüksek erdemli özellikler! Melehovların soy babası Prokofey?den aldığı ?ve çok eski bir geçmişte Kazaklığın tiranlığa karşı ayaklanmanın bayrağı olan ve özgürlük tutkusunun ocağı olarak atalarında saklı olan? bunca özelliğin, bu yüce tohumların yeni bir toprakta, yeni koşullar altında, genç Kazak komünisti Mihail Koşevoy?un evinde daha Sovyet ruhuyla büyüyen ve yetişen Prokofey?in torunu Mihail Melehov?da yeniden yeşermesinde şaşılacak bir şey yoktur aslında.
Bu kalıtsal miras hattını, ‘Durgun Don’un çerçevesini aşmadan, ima etme ayrıcalığını tanıdık kendimize. Romanda, geleneklerin geçirdiği değişimler, tarihsel süreç içerisinde geleneksel biçimin nasıl farklı, düşünsel ve toplumsal içerik ?üstelik yalnızca bir benzeri değil, çoğu kez de karşıt bir içerik kazandığı yeterince açık olarak günyüzüne çıkıyor.
‘Durgun Don’da anlatıldığı gibi Kızılların safları, içsavaş yıllarında zengin Kazakların utanç verici bir biçimde unutulan Stenyika Rasin geleneğinin, yoksul Kazakların arasında yeniden yaşam bulduğunu, geliştiğini ve komünist düşünce hazinesiyle zenginleştiğini ortaya koyar. Bunların en yakın örnekleri Potyelkov ve Koşevoy?dur.
Kazaklar arasında ilerici, devrimci, sosyalist geleneklerin şekillenişini Şolohov, daha sonraki eserlerinde, ‘Uyandırılmış Toprak’ ve savaş romanı ‘Vatan İçin Dövüştüler’de anlatmaktadır. Bu kitaplarda, içsavaş yıllarında Don?un diplerine gömülen erdemlilik ve halka bağlılık gibi ‘kristal saflığındaki pınarlar’ın yeniden su yüzüne çıkışını, özgürlük tutkunu ve demokrat Kazaklığın sembolü olan bu kudretli akarsuya egemen oluşunu dillendirir.

Makalenin Yazarı: İ. Leşnev
Çeviren: Olcay Geridönmez

Bu yazı, İ. Leşnev?in Neue Welt, Sayı 9, Eylül 1946?da yer alan ‘Şolohov ve Gelenek’ adlı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir. Leşnev?in incelediği Durgun Don adlı eser ?Ve Durgun Akardı Don? adıyla Türkçede yayınlanmıştır. (Evrensel Basım Yayın, Kasım 2001, Çeviren: Tektaş Ağaoğlu)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here