Etiket: #ilyada

Kapitalist Toplumun Aynasında Rastignac’ın Hırsı

Rastignac, taşradan Paris’e gelen genç bir hukuk öğrencisi olarak, toplumsal yükselişin cazibesine kapılır. Hırsı, kapitalist toplumun sunduğu maddi ve sosyal ödüllerin peşinde koşarken, Marx’ın yabancılaşma teorisiyle açıklanabilir. Marx, kapitalist üretim ilişkilerinin bireyi kendi emeğine, ürününe, diğer insanlara ve nihayetinde kendine yabancılaştırdığını savunur. Rastignac’ın Paris’teki aristokratik çevreye girme çabası, kendi öz

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varoluşun Çıplaklığı

Meursault’nün kayıtsızlığı, Camus’nün absürd felsefesinin somut bir ifadesidir. Absürd, insanın anlam arayışıyla evrenin sessizliği arasındaki çatışmadır. Meursault, bu çatışmayı reddetmez; aksine, ona teslim olur. Annesinin ölümü, bir sevgilinin varlığı ya da bir cinayet işlemek—hiçbiri onda derin bir duygusal yankı uyandırmaz. Sartre’ın otantiklik kavramı, bireyin özgürlüğünü üstlenmesini ve kendi anlamını yaratmasını

OKUMAK İÇİN TIKLA

Söğüt’ün Fantastik Evreninde Gerçekliğin Örtüsü: Politik Psikolojik Yüzleşmeler ve Gogol’ün Mirasıyla Buluşma

Söğüt’ün eserlerindeki fantastik unsurlar, gerçekliğin sınırlarını esneterek insanlığın derin katmanlarını, özellikle politik psikolojik gerçekleri, çarpıcı bir şekilde açığa çıkarır. Bu unsurlar, bireyin ve toplumun bastırılmış korkularını, arzularını ve çelişkilerini metaforik, alegorik ve sembolik bir dille dışa vururken, Gogol’ün fantastik anlatımıyla hem biçimsel hem de kavramsal bir akrabalık kurar. Her iki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Dokusu: Heidegger, Spinoza ve Parmenides Üzerine Bir İnceleme

Varlığın Kökenine Doğru Varlık sorusu, insan düşüncesinin en kadim ve en derin meselelerinden biridir. Parmenides, Spinoza ve Heidegger, bu soruya farklı çağlarda, farklı dillerde ve farklı zihinsel dünyalarda yanıt aramışlardır. Parmenides’in varlığın değişmezliği üzerine vurgusu, Spinoza’nın doğanın birliği ve Tanrı-doğa özdeşliği, Heidegger’in ise varlığın tarihsel ve insani bağlamda açığa çıkışı,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış Destanı: İnsanlığın Ölümsüzlük Arayışı ve Toplumsal Yansımalar

Gılgamış Destanı, insanlık tarihinin en eski yazılı anlatılarından biri olarak, yalnızca bir kahramanın yolculuğunu değil, aynı zamanda insanlığın varoluşsal sorularla mücadelesini, doğayla ilişkisini ve toplumsal düzenin karmaşıklığını ele alır. Destan, hem bireysel hem de kolektif düzeyde, insanın tanrılarla, doğayla ve kendi iç dünyasıyla olan çatışmalarını inceler. Bu metin, destanın tanrıların

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış Destanı: İnsanlığın Kadim Sorularına Bir Yolculuk

Uruk’un Görkemi ve Toplumsal Gerçeklik Gılgamış Destanı’nın başında Uruk, insan uygarlığının bir zaferi olarak sunulur: yüksek duvarlar, düzenli tarım alanları, tapınaklar ve krallık sarayı, bir şehrin idealize edilmiş bir portresini çizer. Ancak bu görkem, toplumsal hiyerarşilerin ve eşitsizliklerin örtüsü olabilir mi? Uruk’un ihtişamı, Gılgamış’ın tanrısal otoritesiyle şekillenirken, halkın emeği ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tufan ve Yolculuk: İnsanlığın Yeniden Doğuşu ve Kendini Arayışı

Tufan Anlatısının Evrensel Çağrısı Tufan anlatıları, insanlığın kolektif hafızasında derin izler bırakmış, farklı kültürlerde yeniden şekillenerek evrensel bir hikâyeye dönüşmüştür. Bu anlatılar, genellikle bir yıkım ve ardından gelen yenilenme sürecini betimler. Örneğin, Mezopotamya’daki Gılgamış Destanı’nda Utnapiştim’in tufan hikâyesi, insanlığın ahlaki çöküşüne karşı ilahi bir müdahale olarak sunulurken, aynı zamanda hayatta

OKUMAK İÇİN TIKLA

Selim Işık’ın Tutunamama Hali ve Sartre’ın Varoluşsal Felsefesi Üzerine Bir İnceleme

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki Selim Işık karakteri, modern insanın varoluşsal krizini ve toplumsal bağlardan kopuşunu temsil eden derin bir figürdür. Selim’in “tutunamama” hali, Jean-Paul Sartre’ın varoluşsal felsefesiyle, özellikle “varoluş özgürlüğü” ve “hiçlik” kavramlarıyla kesişen anlam katmanları taşır. Bu inceleme, Selim’in tutunamama durumunu Sartre’ın felsefi çerçeveleriyle ilişkilendirerek, onun intiharının bireysel özgürlüğün

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yeraltı Bilincinin İsyanı: Freud’un Gölgesinde Yeraltı Adamı’nın Toplumsal ve Psişik Sınırlarla Mücadelesi

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki Yeraltı Adamı, insan bilincinin en kuytu köşelerinde gezinen, kendi varoluşsal sancılarıyla boğuşan ve toplumsal normlara karşı isyan eden bir figür olarak modern edebiyatın en karmaşık karakterlerinden biridir. Bu karakterin kendi bilincine hapsolması, Freud’un bilinçdışı kavramıyla derin bir ilişki kurarken, toplumsal normlara başkaldırısı bireysel özgürlüğün politik bir eleştirisi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Athena’nın Bilgeliği ve Arendt’in Vita Activa’sı: Politik Eylemin Etiği ve Liderlik

Athena, Yunan mitolojisinin bilgelik, strateji ve şehir devletlerinin koruyucu tanrıçası olarak, insan aklının ve toplumsal düzenin sembolüdür. Hannah Arendt’in vita activa kavramı, insan yaşamını çalışma (labor), iş (work) ve eylem (action) üzerinden tanımlarken, özellikle eylem, politik alanın özünü oluşturur. Athena’nın akılcı liderliği ile Arendt’in politik eylem anlayışı arasında derin bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gece’nin Adsız Kahramanları: Foucault’nun Özneleşme Kavramı ve Modern Bireyin Kimliksizlik Krizi

Bilge Karasu’nun Gece adlı eseri, modern insanın otorite karşısında örselenen varoluşunu, kimliksizlik ve özneleşme süreçleri üzerinden derin bir felsefi sorgulamaya açar. Eserdeki adsız kahramanlar, Michel Foucault’nun özneleşme kavramıyla ilişkilendirildiğinde, bireyin toplumsal ve politik mekanizmalar tarafından nasıl inşa edildiği, aynı zamanda bu inşaya direnme çabalarının çaresizliği ortaya çıkar. Karasu’nun anlatısı, bireyin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Selim Işık’ın Tutunamayan Kimliği: Yabancılaşma mı, Direniş mi?

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı eserinde Selim Işık, modern Türk toplumunun hem aynası hem de yadsımasıdır. “Tutunamayan” kimliği, bireyin toplumsal düzenle uyumsuzluğunun trajik bir tezahürü olarak okunabilir; ancak bu uyumsuzluk, aynı zamanda bireysel bir varoluş arayışının, hatta sessiz bir isyanın izlerini taşır. Selim’in kimliği, modernitenin dayattığı yabancılaşmanın kaçınılmaz bir sonucu mu,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış ve Enkidu: Dostluk mu, Yalnızlığın Aynası mı?

Gılgamış Destanı, insanlığın en eski yazılı anlatılarından biri olarak, dostluğun ve yalnızlığın insan varoluşundaki yerini sorgulamaya devam eder. Gılgamış ile Enkidu’nun dostluğu, modern bireyin yalnızlığına bir çare sunabilir mi, yoksa insan ilişkilerinin kırılganlığını mı açığa vurur? Bu soruyu, kuramsal, kavramsal, psişik, politik, politik psikolojik, distopik, ütopik, felsefi, ahlaki, etik, metaforik,

OKUMAK İÇİN TIKLA

İlyada’nın Savaş Sahneleri: İnsanlık Tarihinin Aynası mı, Evrensel Doğanın Simgesi mi?

Homeros’un İlyada destanı, insanlık tarihinin en eski ve en güçlü anlatılarından biridir. Truva Savaşı’nın kanlı sahneleri, yalnızca bir tarihsel olayı değil, aynı zamanda insan doğasının karmaşıklığını, toplumsal düzenlerin çelişkilerini ve varoluşsal sorgulamaları yansıtır. Savaş sahneleri, insanlık tarihindeki şiddet döngüsünün bir alegorisi olarak mı okunmalı, yoksa evrensel bir insanlık durumunun sembolü

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kant’ın Evrensel Yasası ve Anna’nın Bireysel İhlali

Immanuel Kant’ın kategorik buyruk, ahlaki eylemin öznel arzulara değil, evrensel bir yasa olarak genelleştirilebilir bir ilkeye dayanması gerektiğini savunur: “Yalnızca, senin iradenin aynı zamanda evrensel bir yasa haline gelmesini isteyebileceğin bir ilkeye göre hareket et.” Anna Karenina’nın Vronsky ile olan aşkı, bu ilkeye doğrudan bir başkaldırıdır. Anna, evliliğini ve toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Öfkenin Mitik ve Felsefi Sahnesi

Homeros’un İlyada destanında Akhilleus’un öfkesi, yalnızca bireysel bir duygu patlaması değil, insan doğasının kaotik ve çelişkili derinliklerine açılan bir kapıdır. Nietzsche’nin Apolloncu ve Dionysosçu kavramları, bu öfkeyi anlamak için güçlü bir felsefi çerçeve sunar. Apolloncu, düzeni, aklı ve biçimlendirilmiş estetiği temsil ederken; Dionysosçu, kaosu, tutkuyu ve sınırların ötesine taşan coşkuyu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış Destanı: İnsanlığın Sonsuz Arayışı

Gılgamış Destanı, insanlığın en eski yazılı anlatılarından biri olarak, yaşamın anlamı, ölümün kaçınılmazlığı ve bireyin toplumla ilişkisi gibi evrensel temaları işler. Bu metin, destanın bilgelik arayışı, tanrısal adalet ve dostluk bağlamındaki sorularını derinlemesine ele alarak, Nietzsche’nin “üstinsan” kavramı, tanrı-insan ilişkileri ve bireysel-toplumsal kimlik gerilimleriyle ilişkilendirir. Anlatı, insanın kendi varoluşunu sorgulama

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gılgamış Destanı: Ölümlülük, Özerklik ve İsyanın Evrensel Yankıları

Gılgamış Destanı, insanlığın en eski yazılı anlatılarından biri olarak, yalnızca tarihsel bir belge değil, aynı zamanda bireyin varoluşsal sorgulamaları, otoriteyle çatışması ve toplumsal düzenle mücadelesinin zamansız bir yansımasıdır. Bu metin, Gılgamış’ın Enkidu’nun ölümüyle yüzleşmesi, tanrılarla çatışması ve bu çatışmanın proto-anarşist bir duruş olarak yorumlanabilirliği üzerine derinlemesine bir inceleme sunar. Evrensel

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kafka’nın Dava’sı ve Foucault’nun Panoptikonu: Gözetim, İktidar ve Modern Bireyin Kaderi

Franz Kafka’nın Dava adlı eseri, Josef K.’nın belirsiz bir suçlamayla karşı karşıya kalması ve anlaşılmaz bir bürokratik sistemin içinde kayboluşu, modern bireyin varoluşsal çaresizliğini ve iktidarın görünmez ağlarını çarpıcı bir şekilde resmeder. Michel Foucault’nun panoptikon kavramı ve iktidar analizleri, Kafka’nın distopik vizyonunu anlamak için güçlü bir kuramsal çerçeve sunar. Belirsizliğin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kamburun Tekinsiz Evreni: Şule Gürbüz’ün Grotesk Dünyasında Freud’un Uncanny Kavramı ve İnsan Ruhunun Bastırılmış Yüzleri

Şule Gürbüz’ün Kambur adlı eseri, insanın varoluşsal çatlaklarını, bedensel ve zihinsel deformasyonlarını grotesk bir evrende işleyen bir başyapıttır. Eser, Freud’un “tekinsiz” (uncanny) kavramıyla derin bir bağ kurar; tanıdık olanın birdenbire yabancılaşması, bastırılmış olanın rahatsız edici bir aşinalıkla geri dönüşü, karakterlerin iç dünyasında ve anlatının dokusunda belirgindir. Bu metin, Kambur’un grotesk

OKUMAK İÇİN TIKLA