Etiket: Jacques Lacan

Çürümenin Dizesinde Varoluşun Çığlığı

Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazılamaz” sözü, insanlığın tarihsel bir kırılma noktasında sanatın anlamını sorgular. Bu iddia, Bukowski’nin “çürümenin şiiri” ile karşılaştığında ve Barthes’ın “yazarın ölümü” kavramıyla birleştiğinde, insanın yaratıcılığı, acısı ve anlam arayışı üzerine derin bir tartışma başlatır. Kırılmanın Sessiz Çığlığı Adorno’nun “Auschwitz’ten sonra şiir yazılamaz” ifadesi, Holokost’un insanlık tarihindeki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sanatın Çatışan Yüzleri: Jung, Nietzsche ve Bukowski Arasında Bir Yolculuk

Sanat, insan varoluşunun en karmaşık ifadelerinden biridir; hem bireyi inşa eder hem de toplumu sarsar. Carl Gustav Jung, sanatı bireyleşme sürecinin bir aracı olarak görürken, Friedrich Nietzsche, onun Dionysosçu bir yıkım gücüne sahip olduğunu savunur. Charles Bukowski ise bu iki bakış açısını, ne tam anlamıyla uzlaştırarak ne de reddederek, kendine

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arketiplerin ve İradenin Çatışması: Jung, Nietzsche ve Bukowski’nin Varoluşsal İzleri

Kolektif Bilinçdışının Derinlikleri Carl Gustav Jung’un kolektif bilinçdışı, insanlığın ortak hafızasının bir hazinesi olarak, tarih boyunca biriken evrensel sembolleri ve arketipleri barındırır. Bu kavram, bireyin ötesine uzanan, insan türünün paylaştığı bir anlam deposudur. Mitler, Jung’un düşüncesinde, bu kolektif bilinçdışının yüzeye çıkan yansımalarıdır; insanlığın korkularını, arzularını ve varoluşsal sorgulamalarını taşır. Mitler,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Stratejik Özcülükten Moleküler Akışlara: Spivak, Deleuze ve Butler’ın Kesişimlerinde Bir Okuma

Bu metin, Gayatri Chakravorty Spivak’ın stratejik özcülük eleştirisini, Gilles Deleuze’ün molar ve moleküler ayrımı üzerinden yeniden düşünmeyi ve Judith Butler’ın queer teorisinin bu okumaya nasıl bir derinlik kattığını incelemeyi amaçlar. Spivak’ın özcülüğe dair eleştirisi, kimliklerin sabitlenmesine karşı bir uyarıyı içerirken, Deleuze’ün molar ve moleküler kavramları, toplumsal yapıların hem katı hem

OKUMAK İÇİN TIKLA

Anlamsızlığın Kıyısında: Camus’nün Başkaldırısı, Sartre’ın Kaygısı ve Bukowski’nin Yitik Karakterleri

Albert Camus’nün “başkaldırı” felsefesi ile Jean-Paul Sartre’ın “angoisse” (kaygı) kavramı, varoluşsal düşüncenin iki farklı damarını temsil eder. Bu iki kavram, insanın anlamsızlıkla, özgürlükle ve sorumlulukla yüzleşme biçimlerini ele alır. Camus, absürdün karşısında direnişi ve anlam yaratmayı önerirken, Sartre kaygıyı özgürlüğün kaçınılmaz bir sonucu olarak görür. Charles Bukowski’nin edebi karakterleri ise

OKUMAK İÇİN TIKLA

Güç, Özgürlük ve İnsanlık: Proudhon, Machiavelli ve Fanon Üzerine Bir İnceleme

Ortaklaşa İdealin Kırılganlığı Proudhon’un anarşist federasyon modeli, insan topluluklarını hiyerarşisiz, karşılıklı yardımlaşma ve özerklik üzerine kurulu bir düzenle yeniden hayal eder. Bu model, merkezi otoritenin reddine dayanır; bireylerin ve toplulukların özgür iradeleriyle, gönüllü iş birliğiyle bir araya geldiği bir sistem önerir. Ancak bu ideal, Machiavelli’nin “Prens”inde betimlenen güç stratejilerinin soğuk,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kapitalizmin Duygusal ve İdeolojik Kıyımları

Duyguların Tutsak Edilişi Kapitalizm, insan ruhunun en saf damarlarından biri olan duyguları bir üretim bandına çevirir. Martha Nussbaum’un “duygusal akıl” kavramı, duyguların yalnızca içsel tepkiler olmadığını, aynı zamanda ahlaki yargılarımızın ve toplumsal bağlarımızın temelini oluşturduğunu savunur. Ancak kapitalizm, bu duygusal aklı bir meta haline getirir. Reklamlar, tüketim kültürü ve sosyal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Absürt Edebiyatın Varoluşçu Felsefeyle Buluşması: Bukowski, Sartre ve Camus Üzerinden Bir İnceleme

Absürt edebiyat, insanın varoluşsal boşlukla yüzleştiği, anlam arayışının ironik bir şekilde çöktüğü bir anlatı evrenidir. Varoluşçu felsefe ise bireyin özgürlüğünü, sorumluluğunu ve anlamsızlık karşısındaki duruşunu sorgular. Charles Bukowski’nin çiğ gerçekçiliği, Jean-Paul Sartre’ın sistematik özgürlük arayışı ve Albert Camus’nün absürt isyanı, bu iki disiplinin kesişiminde zengin bir diyalog oluşturur. Bu metin,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hakikat Metaforlar Ordusudur: Nietzsche, Jung ve Bukowski’nin Kesişen Yörüngeleri

Nietzsche’nin “hakikat metaforlar ordusudur” ifadesi, Jung’un arketip teorisiyle ve Bukowski’nin “çürümenin şiiri” olarak adlandırılabilecek ham, yalın poetikasıyla derin bir diyalog kurar. Bu üç düşünce evreni, insan bilincinin, toplumsal yapının ve bireysel varoluşun sınırlarını zorlayarak hakikatin doğasını sorgular. Nietzsche’nin metaforlara işaret etmesi, hakikatin sabit bir özden yoksun olduğunu, dilin ve sembollerin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gerçeklik ile Hayal Arasında: Latin Amerika Edebiyatı ve Heidegger’in Varlık-Hiçlik Kavramları

Latin Amerika edebiyatı, gerçeklik ile hayal arasındaki sınırları bulanıklaştıran bir anlatı geleneğiyle tanınır. Bu edebiyat, tarihsel travmalar, sömürgecilik sonrası kimlik arayışları ve toplumsal eşitsizliklerle şekillenirken, aynı zamanda insanın varoluşsal sorgulamalarına da derin bir alan açar. Martin Heidegger’in “varlık” ve “hiçlik” kavramları, bu edebiyatın temel gerilimlerini anlamak için güçlü bir felsefi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kadın ve Fallus: Lacan ile Derrida Arasında Bir Çatışma

Jacques Lacan’ın “kadın” kavramını fallus merkezli tanımlaması ile Jacques Derrida’nın ikili karşıtlıkları yapısökümüne uğratma projesi, felsefi düşüncenin derinliklerinde bir gerilim yaratır. Bu gerilim, yalnızca dil ve anlamın sınırlarını değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyetin, kimliğin ve öznelliğin nasıl inşa edildiğini sorgular. Lacan’ın fallus odaklı sembolik düzeni, anlamın hiyerarşik bir yapıda sabitlenmesini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Şiddet, Karşılıklılık ve Erdem: Fanon, Proudhon ve Machiavelli Üzerine Bir İnceleme

Frantz Fanon’un dekolonyal şiddet teorisi, Pierre-Joseph Proudhon’un karşılıklılık ilkesi ve Niccolò Machiavelli’nin virtù kavramı, insan topluluklarının özgürlük, adalet ve güç arayışında kesişen ama aynı zamanda çatışan yollar sunar. Fanon’un sömürgecilik karşıtı mücadelesi, Proudhon’un işbirliğine dayalı toplumsal düzeni ve Machiavelli’nin pragmatik liderlik anlayışı, modern dünyanın etik, toplumsal ve tarihsel sorularına yanıt

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kırılgan İyilik ve Sosyal Adaletin Dönüştürücü Gücü

İnsanın Kırılgan Doğası ve Erdemin Yeniden Tanımlanması Martha Nussbaum’ın “kırılgan iyilik” (fragility of goodness) kavramı, insanın hem bireysel hem de toplumsal varoluşunun temelinde yatan kırılganlığı merkeze alır. Aristoteles’in erdem anlayışı, eudaimonia (mutlu ve iyi bir yaşam) hedefiyle bireyin ahlaki karakterini geliştirmesi üzerine kuruludur; ancak bu ideal, genellikle insanın kendi kontrolü

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsanlığın Aynasında: Özgürlüğün ve Esaretin Kesişim Noktaları

1. Öznenin Sahnesi: Kimlik ve İradeİnsan, kendi varlığını bir sahne gibi kurgular; burada hem oyuncu hem yönetmendir. Ancak bu sahne, özgür iradenin mi yoksa toplumsal kodların mı ürünüdür? Foucault’nun iktidar ağları, bireyin her hareketini bir gözetim mekanizmasına bağlarken, Deleuze’ün arzunun akışkanlığı, bireyi bu ağlardan sıyrılmaya çağırır. Matrix (1999), Neo’nun “gerçek”

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arzu, Gözlem ve Yüceltme: İnsanın Dünya ile Teması

İnsan, dünyaya bir arzu yumağı olarak fırlatılmış bir varlıktır. En temel düzeyde, psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud’un belirttiği gibi, bizi harekete geçiren ilksel bir enerji, bir libido vardır. Bu enerji, varoluşumuzun ham motorudur. Ancak bu ham ve kaotik arzu, dünya ile temasımızı tek başına tanımlayamaz. İnsanın dünya ile kurduğu karmaşık,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Søren Kierkegaard, Michel Foucault, Jacques Lacan, Sigmund Freud ve Erich Fromm’un İktidara Bakış Açıları,

Søren Kierkegaard, Michel Foucault, Jacques Lacan, Sigmund Freud ve Erich Fromm’un iktidara bakış açıları, her bir düşünürün felsefi ve psikolojik çerçevesine göre şekillenmiştir. İşte bu beş düşünürün iktidar kavramına dair görüşleri: Her bir düşünür, iktidar kavramını kendi teorik çerçevesi içinde ele alır ve bu, onların iktidarın doğası ve insan deneyimi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jacques Lacan Konuşuyor! – Louvain Konferansı (1972) | Türkçe Altyazılı

Psikanaliz, yirminci yüzyılda en çok tartışılan kuramsal alanlardan biri olmuştur hiç kuşkusuz. Sigmund Freud’un gerek bilinç gerekse de bilinç dışı üzerine yaptığı çalışmalar beraberinde pek çok lehte ve aleyhte görüşün doğmasına yol açmıştır. Psikanalizin bu çalkantılı dünyasında, Jacques Lacan da en az Freud kadar önemli ve etkili bir isim olmuştur.

OKUMAK İÇİN TIKLA