Fernand Braudel, Akdeniz kitabının giriş bölümünde, tarihin ne işe yaradığına dair düşüncelerine yer verir ve bize kendi zihninden geçenleri açıklar: ‘’…Tarih, çevremizi saran ve bizi işgal eden bugünün sorunları -hatta kaygı ve sıkıntıları- adına geçmiş zamanların sürekli sorgulanmasından başka bir şey değildir…’’(1) Ünlü Winston Churchill ise sözü buradan alıp daha ileriye taşımak ister gibidir. Ian Morris’in alıntıladığı üzere Churchill ‘’ …geriye dönünce ne kadar uzağa bakabiliyorsanız ileriye bakınca da muhtemelen o kadar uzağı görürsünüz …’’(2) der.
Neden dönüp dönüp insanlık tarihi okumalarına yöneliyorum diye kendime sorduğumda verdiğim cevaplardan biri hiç değişmiyor: Tarih, bana geçmişin bilgisini yüklediğinde, yaşadığım yüzyılın deneyimleriyle düşünmekten sıyrılabiliyorum ve bu özgürlük, ortalama insan ömrünün sınırlarının ötesine geçebilme olanağı sağlıyor. Sinema, tiyatro, resim gibi görsel sanatlar da, geçmişin görüntülerini oluşturmamda bana yardım ediyorlar. Başka bir deyişle, zaman ve mekânla bağlanmamış oluyorum. Bazen, bilge insanların yüzlerinde yakaladığım çizgileri, bir kitabın sayfalarında peş peşe dizili sözcüklerde bulabiliyorum, bundan ürküyorum da: Ben kitabı okumuyorum da sanki kitap benimle konuşuyor. Metnin türünden bağımsız bir şey bu. Sihirle yüz yüze gelmiş sayıyorum kendimi. Birçok kişinin kapıldığı bir duygudan bahsettiğime bahse girerim. Demek ki Ian Morris’in Dünyaya Neden Batı Hükmediyor’ında ( Şimdilik ) veya Jared Diamond’ın Tüfek Mikrop ve Çelik’inde, geçmişten günümüze onların dünyayı tüm çeşitliliği, trajedileri ve ışığıyla anlattıklarına dikkat kesilmemde hiçbir olağanüstülük yok. Ne de olsa bu okumalar, berrak bir günde, doğup büyüdüğüm dağların içinde saklı minicik gölde, John Dowland’ın müziği eşliğinde kürek çekmekle bir sayılır.
Genellikle bir kitaba devam edip edemeyeceğimi kırkıncı, ellinci sayfalarda anlıyorum. Özellikle inceleme-araştırma çalışmalarında böyle bu. Mesela sekiz yüz sayfalık bir eseri elimden bırakamıyorsam esaslı nedenlerim var demektir. Ian Morris, daha kitabının en başında Batı’nın, günümüz dünyasına hükmetme nedenlerini sorgulayan iki ana akımdan bahsediyor: Uzun Vadeli Kilitlenme ve Kısa Vadeli Rastlantı kuramları. Bunları kısaca açıkladıktan sonra kendi görüşüne yer veriyor. Ve biz de satır aralarında onun böylesine bir çalışmaya girişme nedenlerini öğreniyoruz. Yazar niyetini, nelere karşı çıktığını, neleri savunduğunu başlangıçta açık seçik dile getiriyor. Avcı toplayıcılıktan Hilly Flanks’te tarım toplumuna geçiş; çiftçi toplulukların yaygınlaşması; iktidar savaşları, gerilemeler, yıkımlar ve ardından gelen karanlık çağlar boyunca doludizgin ilerleyen mahşerin beş atlısı. Morris, toplumların gelişim süreçlerini izlerken biyoloji, sosyoloji ve coğrafya gibi temel bilimlerin vazgeçilmez rehberliğine vurgu yapıyor bir de. Kitap boyunca Doğu çekirdeği (Güneydoğu Asya ve spesifik olarak Çin) ile Batı çekirdeğinin (Akdeniz çevresi ve yakın geçmişte Kuzeybatı Avrupa ile ABD) gelişme seyrini karşılaştırıyor. İlk altı yüz sayfadan sonra özellikle Fütüristlerin(3) hoşuna gidecek bir bölüm var: Yazar, önümüzdeki doksan yedi yılla ilgili öngörülerini sıralıyor. 2103’te ulaşılabilecek olası gelişme puanlarını -neden 2100 değil de 2103? – hesaplayarak. Bir tür geleceğin tarihi. İlham verici matematiğiyle birlikte elbette.
Diamond da benzer bir şeyi yapıyor aslında. Fakat onun matematiği, biyolog ve coğrafyacı kimliğiyle birlikte kitabın ruhunu oluşturuyor. Maddenin yaşının nasıl hesaplanabileceğinden bir ürün veya hayvanın ilk kez nerede evcilleştirildiğini saptama yöntemlerine; bitkilerin döllerini nasıl yaydığından, genlerin sonraki nesillere nasıl aktarıldığına; Hilly Flanks’te tarımı başlatan etkenlerden mikropların nasıl yayıldığına kadar kayıtsız kalamayacağımız bir dolu bilgi veriyor bize. Üstelik Doğu’nun ve Batı’nın hikâyesini Avustralya, Yeni Gine, Afrika ve Amerikan yerlilerinin hikâyeleriyle birlikte sunuyor. Her iki yazar da, dünyanın çok farklı bölgelerindeki insan topluluklarının, gelişim düzeylerindeki farklılıkların kökenlerine inerken, bu topluluklardan hiçbirinin, bir diğerinden üstün veya aşağıda olmadığını bıkıp usanmadan yineliyorlar, sakın ola unutmayalım diye…
Braudel’in kitabının matematiği ise daha çok şiirsel. Braudel ile birlikte deneme yazarlarının yeteneğine ulaşan altı yazarın metinleri bir arada bu çalışmada ve iki ana bölümden oluşuyor kitap: Mekân ve Tarih ile İnsanlar ve Miras. Yazılar arasındaki koridorlar kısacık. Şiir, Venedik’in bir alt başlık olarak ele alındığı bölümde kanatlanıyor.(4) Braudel önsözde, ‘’…gördüğümüz ve sevdiğimiz haliyle bu denizin bizi şaşkınlığa düşüren geçmişi…’’nin üçbin yıllık deneyim ve başarılarının kanıtı olduğunu söylüyor. Bin yıllardır her şey onun çevresinde dönüp, ona tutunuyor. Kitapta üç ayrı kültür topluluğundan bahsediliyor. Roma, Yunan (Ortodoks dünya) ve İslam dünyası. Bu üç canlı uygarlığın düşünce, inanç ve yeme-içme biçimlerinin temelden farklılığı, aralarındaki bitmez tükenmez gerilim, kaotik dönüşüm zamanlarının şiddetli çatışmaları. Oysa Morris ve Diamond’a göre, günümüzde daha da ufalan gezegenimiz dümdüz ve kaçacak yerimiz yok. Hele de Morris için ‘’kültür’’, toplumları incelemede anlamlı bir değişken değil. Bir toplumun geri kalmışlığını, o toplumun kaderiymiş gibi değerlendirmiyor yazar. XXI.y.y.da coğrafyanın, biyolojinin yanı sıra bizi ötekimizden ayıran farklılıkların da anlamının değişeceğini söylüyor.
Edebiyatçılar yaşamlarımızı inceleyebilmek, gözlemleyebilmek adına romanın öneminden bahsederler. Antropologlar ve tarihçiler de birbirimizi ve dünyayı yok etmemek adına tarih okumanın öneminden. Sayısız uzmanlık alanlarıyla parçalanmış işlerde çalışarak, meta bolluğu içinde, tüketim azmine odaklanarak sürdürüyoruz yaşamlarımızı. Kişisel yeteneklerimiz, becerilerimiz de parçalanmış durumda ve sürekli pedal çevirmek bizi yorgun düşürüyor. Belki de kendimize daha sık dinlenme alanları yaratmalı ve sanata, edebiyata, tarihe dönmeliyiz.
Hatice Balcı
Notlar:
(1) Akdeniz, Braudel Fernand yönetiminde, Çev: Necati Erkurt, Aykut Derman,Metis, 3.basım, Aralık 2013, syf.9
(2) Dünyaya Neden Batı Hükmediyor (Şimdilik), Morris, Ian, Çev: Gül Çağalı Güven, Alfa, 2012, syf.24
(3) Burada yazarın, Ray Kurzweil’in düşüncelerine ve yapıtlarına atıfta bulunduğunu belirtmek isterim
(4) ‘’…Venedik’in harika renklere sahip bir böceğin ‘kurutulup saklanması’ gibi, kendini bugüne taşımış olması, bir şeylerden vazgeçmiş olmasından ileri gelmiyor. Böyle olmasını büyük bir tutkuyla isteyen, Venedik’in, vaktiyle olduğu gibi bugün de değişmeden kalmasını isteyen bütün bir dünyadır. Modern görünüme bürünmek için en küçük bir çaba göstermiş olsaydı; Cenova’nın başına geldiği gibi, otoyolların ahtapot kollarıyla rıhtımlarına kadar uzanmasına göz yumacak olsaydı, bütün dünya ayağa kalkardı. Çünkü Venedik artık yalnızca Venediklilerin değildir, hepimiz onun sahibiyiz, o bizim kentimiz, düşümüz, gerektiğinde kaçıp sığınacağımız dinginlik yuvamız. Kendine dönmesin hiç, kımıldamasın, öylesine gereksindiğimiz Uyuyan Güzel’imiz olsun bizim! Hem kendisi için hem bizim için zaman akıp gitmesin artık! O baş döndürücü hızla geçen zaman!’’, age, syf 264