Tarihi cinayete uzanan bir araştırma: “Che’yi kim Öldürdü?” – Elif Şahin Hamidi

cheyi-kim-oldurdu

Che Cinayetinin Failleri
Ernesto Guevara de la Serna ya da kısaca Che Guevara; nam-ı diğer Che. Arjantin doğumlu bu yakışıklı doktor, kararlı devrimci, efsanevi gerilla lideri, 9 Ekim 1967’de öldürüldü. 20. yüzyılın büyük devrimcisi, -Uğur Kökden’in “Tedirgin Zamanlar” kitabındaki çok manidar tanımını ödünç alarak söyleyecek olursam- ‘çağın Spartacus’ü, katledildiğinde henüz 39 yaşındaydı, ancak kısacık ömrüne büyük başarılar sığdırmayı başarmıştı. Peki kim/kimler tarafından öldürülmüş, tetiği kim çektirmişti? Yaygın olan ve geniş çapta kabul görmüş Amerikan anlatısına göre ABD hükümeti Che’yi sağ bırakmak istemesine rağmen cinayet emri Bolivyalılar tarafından verilmiş ve yerine getirilmişti. Ama ne var ki Che’yi ölüme götüren koşullara yakından bakıldığında bu çok da gerçekçi görünmüyor. “Che’yi Kim Öldürdü?” kitabının yazarları Michael Rather ve Michael Steven Smith de bu yaygın anlatıya inanmıyor ve “CIA Cinayetten Nasıl Sıyrıldı?” alt başlığını taşıyan bu kitapta, Che’yi öldürenin CIA olduğunu belgelerle, delillerle ortaya koymaya çalışıyor.

Rather ve Smith kitapta, Che’nin yakalanıp yaralanması ve silahsız bırakıldıktan iki gün sonra öldürülmesine kadar giden süreçle ilgili iç görülü ve tutarlı bir açıklama sunuyor. Bütün CIA belgeleri de gösteriyor ki ABD ve CIA, kendi eğittiği ve silahlandırdığı Bolivyalı askerler aracılığıyla gerilla lideri Che’yi öldürmüştür. ABD ve CIA’in, Che’yi öldürmek için türlü sebepleri olduğu gayet açıktır. Öyle ki Bolivya’da bir devrim, Che’nin umduğu ve planladığı gibi komşu And Dağları bölgesi ülkelerinde başka devrimleri ateşleyebilirdi. Elbette bu ABD ve CIA’in hiç istemeyeceği ve izin vermeyeceği bir durumdu. Beri yandan kitaptaki belgeler kanıtlıyor ki CIA, 1954’ten beri Che’nin izini sürüyor. Yani Küba devriminin gerçekleşmesine daha beş yıl vardır ve Che henüz Guatemala’da genç bir doktordur.

“Hayati önemde” bir cinayet
Kitapta yer alan 33 numaralı belge de Che’nin ölümünün ABD için hayati önem taşıdığını gösteriyor: “Che Guevera”nın ölümü, Bolivya gerilla hareketi için felç edici -belki de ölümcül- bir darbeydi ve Fidel Castro’nun Latin Amerika ülkelerinin ‘hepsinde ya da hemen hemen hepsinde’ şiddetli devrimi kışkırtma umutları için ciddi bir yenilgi sağlayabilir.” Dolayısıyla Che’nin yaşamasına izin vermeleri olası değildi ve ABD ile CIA, elbirliğiyle bir cinayete imza attılar. Üstelik sıradan bir cinayet değildi Che’nin öldürülmesi: “bir devletin sorumlusu olduğu ve Washington’daki en yüksek hükümet mevkilerini ellerinde tutanların suçu omuzladıkları bir cinayetti.” Rather ve Smith, suçun boyutunu şu sözlerle ortaya koyuyor: “Gerilla savaşı da dahil savaş durumunda hüküm süren kanunlara göre bir tutsağı öldürmek cinayettir ve savaş suçu teşkil eder. Savaş suçlusu fiilen tetiği çeken kişi değildir; bu cinayeti emreden, karşı çıkmayan ya da engellemeyen yüksek rütbeliler de savaş suçunu işlemiş olurlar. Bu suç için zaman aşımı geçerli değildir.”

Küba devriminin Küba ile sınırlı kalmasını istemeyen, başka ülkelerde de devrim ateşini yakmak isteyen Che, takvimler 8 Ekim 1967’yi gösterirken Bolivya’nın dağ köyü La Higuera’da yakalandı. Bolivya’da 11 aydır gerilla savaşını sürdüren Che’yi ölüme giden yola sevk eden, Pedro Pena isimli bir köylünün ihbarı oldu. Uğruna savaştığı köylüler tarafından ihbar edilen Che, kuşatmayı kırmak için son ana dek mücadele etti. Ancak bacağından yaralı ve silahsızdı; Bolivya İkinci Kolcu Taburu’ndan Yüzbaşı Gary Prado tarafından yakalandı. Ardından La Higuera’daki küçücük bir okul binasında, elleri ve ayakları bağlı bir şekilde tutsak edildi. Yakalandıktan bir gün sonra, 9 Ekim’de CIA ajanları ve Bolivya askerleri tarafından dokuz kurşunla acımasızca katledildi. Che’nin Vallegrande’ye götürülen cesedi buradaki bir hastanede, küvetin içinde basına gösterildi. Daha sonra askeri bir doktor tarafından elleri kesildi ve Bolivya Ordusu subayları tarafından, kimsenin bilmediği bir yere götürüldü. Ve tam otuz yıl sonra, 1997’de Che’nin bedeninden geriye kalan kemikler Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin altında bulundu. DNA testiyle kimlik tespiti yapılarak Küba’ya geri getirildi. 17 Ekim 1997’de, Che için özel olarak hazırlanan Santa Clara’daki anıtmezara askeri törenle gömüldü.

Kitapta, Che’nin arka planına da yer veriliyor ve bu arka planda Che’nin entelektüel boyutuna, okuyup yazmakla olan ilişkisine yakından tanık oluyoruz. İki yaşındayken astıma yakalanan Che, hayatı boyunca yakasını bırakmayacak olan bu hastalık yüzünden eğitiminin büyük bir bölümünü evde almak zorunda kaldı. Ama bu sıkıntılara rağmen her daim okuyup yazdı, ardında kıymetli eserler bıraktı. Gençlik yıllarında şiirler yazan ve beş felsefe defteri dolduran Che, babasına ait 25 ciltlik Modern Dünyanın Çağdaş Tarihi’nin yanı sıra Jules Verne, Sigmund Freud, Bertrand Russel, Aldous Huxley, Benito Mussolini, Joseph Stalin, Emile Zola, Jack London ve Vladimir Ilyiç Lenin’in bütün eserlerini okudu. Seyahat etmek ve tüm gözlemlerini ve deneyimlerini günlüklere kaydetmek de sıkı sıkıya bağlı olduğu bir alışkanlıktı. 1952’de, henüz 24 yaşında bir tıp öğrencisiyken motosikletle tüm Latin Amerika’yı keşfe çıkan Che her şeyi günlüklerine kaydetmişti. Bolivya’da yaşadıklarını da… Kitaptaki 9 numaralı CIA belgesi de Che’nin düzenli olarak birliklerine bir şeyler okuduğunu ifade ediyor ve “bir Latin’e göre oldukça entelektüel” diyor bu Amerikan karşıtı gerilla için.

Che, Şubat 1965’te, Cezayir’de gerçekleştirilen “Afrika-Asya Dayanışması Ekonomik Semineri”nde son kez halka seslenmişti ve emperyalizme karşı mücadelede uluslararası dayanışmanın gerekliliğine vurgu yapmıştı: “Çünkü ölümüne mücadelede sınır yoktur; dünyanın herhangi bir yerinde olup bitenler karşısında kayıtsız kalamayız. Herhangi bir ülkenin emperyalizm karşısındaki zaferi, hepimizin zaferidir; tıpkı bir ülkenin yenilgisinin hepimizin yenilgisi olduğu gibi. Enternasyonalizmin pratiği, yalnızca daha iyi bir gelecek için mücadele eden halkların görevi değildir; aynı zamanda kaçınılamaz bir gerekliliktir.” Yine kitaptan alıntıyla ifade edecek olursam bugün Che, “emperyalizmin tahakkümüne karşı başkaldırıyla, kapitalist sosyal adaletsizliğe duyulan öfkeyle, mevcut düzene karşı kararlı mücadeleyle ve toplumun sosyalist devrimci dönüşümüne duyulan yoğun arzuyla şekillenen belirgin bir ahlaki ve siyasi ruhu simgeliyor.” Ve Fidel Castro da, Che ile ilgili verdiği bir söyleşide şöyle diyordu: ‘Geriye ne bıraktı? Bence bıraktığı en önemli şey, gerçekten de ahlaki değerleri, vicdanı. Che en yüksek insani değerleri simgeledi ve sıra dışı bir örnekti. Büyük bir ruh, bir etki alanı yarattı.” Michael Rather ve Michael Steven Smith’in kaleme aldığı “Che’yi Kim Öldürdü?”, bir yandan belgelerle Che cinayetinin perde arkasını aralarken öte yandan da devrimci ruhun ölümsüz sembolü Che’nin simgelediği ahlaki ve siyasi duruşu bir kez daha idrak etmemizi sağlıyor.

Elif Şahin Hamidi

NOT: Bu yazı, 12 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki’nde yayınlanmıştır.

“Che’yi Kim Öldürdü?”, Michael Ratner-Michael Steven Smith, Çev: Sanem Öztürk, 319 s., İthaki Yayınları, 2013.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir