“İş günleri” ve “izin günleri”: Kapitalizmin iki büyük yalanı!
Kâr amaçlı üretim sistemi için çalışırken insan yorulur, verimsiz hale gelir. Tıpkı şarjı biten aletler gibi.
Aletleri şarja takmak gerekir. Sahibi için yeniden iş görür hale gelmeleri için. Tıpkı çalışanların izne çıkması gibi.
Kâr amaçlı sistemin bir çalışanı, “boş zaman”ını da aynı sisteme faydalı olacak biçimde yaşar. Öyle bir tüketicidir.
SERBESTLİK VE BOŞLUK
“Serbest zaman” ile “boş zaman” birbirlerinden çok farklı kavramlar.
Ama bir insana “hadi serbestsin, istediğini yap” demek, onun zamanını “serbest” hale getirmiyor. Serbest zaman gibi derdi olan kişi ise, ne yapıp edip, ufak tefek de olsa kendine serbest zaman yaratıyor.
Boş zaman, “başarı” ve “mutluluk” gibi amaçlarla yaşayan insanların konusu. Yani, sistemin istediği türde bir kişiliğe bürünmek karşılığında ödül bekleyenlerin. Bunlar, “hobi hastalığına” yakalanmış kişilerdir; sistemin yüklediği görevler dışında hiçbir işi hakkını vererek yapmazlar, “zaman geçirmek” amacıyla oyalanırlar.
Serbest zaman ise, “üretmek” diye bir derdi olanların konusu. Bunlar “zaman geçirmek” için değil, “zaman kazanmak” için uğraşırlar. Çünkü hayatın anlamını, yaptıkları işin hakkını vermekte ararlar. Hobi anlayışının tersi bir tarzda yaşarlar.
Buradaki “üretim” ille de maddi bir ürün olmayabilir. Her türlü ilişki, dostluk, kişilik, sevgi, düşünce, bilgi, duygu, hayatı farklı açıdan gösteren yeni bir pencere, akrabalık, lezzet… Her şey, ancak üretim süreciyle birlikte var olabiliyor.
EN KUTSAL DEĞER
Kişi, tercihleriyle ve o uğurda harcadığı emekle, aynı zamanda kendi varoluşunu da üretiyor. Ne yapıyor ve nasıl yapıyorsanız, siz o kişisiniz. Sadece bu gerçek bile, “En kutsal değer emektir” sözünü doğruluyor.
Ama bu söz, çok daha fazlasını da kapsıyor. Yalnız kişisel varoluşa etkisinden dolayı değil, emeğin kutsallığı. Konunun daha da önemli yönü, emek kavramının kolektif niteliğinde ortaya çıkıyor.
Bilgisayardan otomobil lastiğine, giyecekten hizmete, konuttan sebzeye her türlü üretimin mutlaka bir kolektif yönü var. Birbirinin devamı olan süreçlerle ortaya çıkarılan ürünler, önceki kuşaklar boyunca biriktirilen ve aktarılan bilgiler…
Sofranızdaki tek bir domatesin bile gerçek değeri, size ulaşana kadar geçen süreçlerde harcanan emeğin karşılığı değil mi? Aynı şey elbette en karmaşık elektronik ürünler için de geçerli.
Ne var ki, geçerli mülkiyet anlayışı, emeğin bu kolektif niteliğine aykırı. Dolayısıyla, yürürlükteki paylaşım yöntemleri de insan emeğine, yani insanlık varoluşuna aykırı.
İnsan, “zorunlu zamanında”, kendine aykırı bu emek dünyasında yaşamaya mecbur.
“Boş zaman” ise, özünde bu “zorunlu zaman”ın bir parçası. Sistem için faydalı hale gelmek, sisteme hizmet eden emeğin verimini artırmak…
Bir de uyumak gibi, beslenmek, duş yapmak gibi biyolojik zorunluluklara ayrılan zamanları göz ardı etmemek gerek.
Bu durumda, çalışarak yaşamak zorunda olan insanlar için “serbest zaman”ın, ancak dakikaların hesabını yaparak, günlerini planlayan bir irade ortaya koyarak ulaşılabilen bir değer olduğu anlaşılıyor.
YILLIK İZİN GÜNLERİ
Çalışan insanların yıllık izinleri, genellikle “boş zaman” kapsamına girdiği için, böyle günler çoğu zaman yılın en verimsiz günleri olarak geçmektedir. Tatillerin “Zorunlu zamanlar için şarj olmak” dışında anlamlı bir sonucu çok ender ortaya çıkar.
Biraz da yayıncılık sektörünün özendirmesiyle, sıkça “tatil kitabı” gibi konular gündeme geliyor. Çevresinde az buçuk kitap okuyan biri olarak tanınanlardan sıkça tatil kitabı önerisi istenir.
Kitap okumayı “hobi” olarak görenler ve “boş zaman” oyalanması isteyenler için kitap önerileri zaten ortalıkta dolaşıyor. Sektörün çeşitli kitap ekleri, internet yayını yapan portalları var.
Okumayı bir yaşam biçimi olarak görenler; bilgi, duygu, anlam üretimi açısından bakanlar, serbest zamanını değerlendirmek isteyenler… Onlar zaten pek sormazlar, ama yine de ara sıra okudukları hakkında bir şeyler yazan biri olarak ve böyle bir kitap sitesinde, “Marx” demiş olalım.
Öncelikle 1844 El Yazmaları. Sonra Kapital…
NİCELİK – NİTELİK
“Çok okumak” sektörün bir özendirmesi. “Kitabı doğru okumak” ve “doğru kitabı okumak” ise, anlam üretimi sürecine katılmak demek.
Çok yazının yayımlanması, çok kitabın basılması da aynı amaca hizmet ediyor. Biraz da “halkımız okumuyor” ukalalığının desteğiyle, enflasyon yaratılıyor. Sözün değeri düşüyor.
Bir okur olarak temel sorum şu olur: Bu metin bir üretimin süreci mi? Öyleyse, okuyarak bu üretime katılabiliyorsam, ayırdığım zamana değer. Ömrümün geri gelmeyecek bir dilimi o uğurda feda olsun!
Her türlü modaya ve gereksiz her kitaba ayrılan zaman, ömrümüzden gidiyor. Serbest zamanımızdan gidiyor. Günde bir iki saati geçmeyen serbest zamanımıza sahip çıkmadıktan sonra, biraz daha fazla yaşamak için uğraşıp durmanın anlamı var mı?
Zafer Köse
zaferxkose@gmail.com