Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı eserindeki İvan İlyiç, hayatının son anlarında ölümle yüzleşen, sıradan bir yaşam sürmüş ve bu yaşamın anlamsızlığını fark eden bir karakterdir. Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt eserindeki Zerdüşt ise, yaşamı anlamlandırmak için bireyin kendi değerlerini yaratması gerektiğini savunan, Tanrı’nın ölümünü ilan eden ve “üstinsan” idealini ortaya koyan bir figürdür. Bu iki karakterin kurgusal bir karşılaşması, yaşamın anlamı üzerine derin bir felsefi tartışmayı ateşlerdi. Aşağıda, bu hayali diyalogu ayrıntılı bir şekilde tasvir edilebilir:
Sahne: İvan İlyiç’in loş, havasız odası. İvan, yatağında bitkin bir halde yatıyor, yüzünde acı ve korku karışımı bir ifade var. Kapı hafifçe gıcırdayarak açılır ve uzun sakallı, kararlı bakışlı bir adam, Zerdüşt, içeri girer. İvan, zayıf bir sesle konuşmaya başlar.
İvan İlyiç: (güçlükle nefes alarak) Kimsiniz? Doktorlardan biri misiniz? Bana yardım etmeye mi geldiniz?
Zerdüşt: (gülümseyerek, ama sert bir tonda) Ben Zerdüşt’üm, dağlardan inen bir bilge. Sana yardım etmeye değil, seni uyandırmaya geldim, İvan İlyiç. Ölüm döşeğinde yatarken bile hâlâ bir kurtarıcı mı arıyorsun? Tanrı öldü, dostum, ve doktorlar da senin ruhunu kurtaramaz.
İvan İlyiç: (şaşkın ve biraz öfkeli) Tanrı öldü mü? Ne saçmalık! Ben… ben bir ömür boyu dürüst yaşadım, görevlerimi yerine getirdim, mahkemede adalet dağıttım. Ama şimdi… (sesi titrer) şimdi her şey boş geliyor. Acılarım, korkum… Hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi. Siz neyi kastediyorsunuz?
Zerdüşt: (yatak kenarına oturur, gözlerini İvan’a diker) Anlamı dışarıda arıyorsun, İvan. Tanrı’da, görevlerinde, başkalarının onayında. Ama anlam, senin içinde doğmalı. Sana bir soru sorayım: Hayatın boyunca gerçekten yaşadın mı, yoksa sadece ölümü bekleyen bir gölge miydin?
İvan İlyiç: (düşünceli, acı bir iç çekişle) Yaşadım… sanırım. Evlendim, çocuklarım oldu, terfi aldım. Herkes gibiydim. Ama şimdi, bu yatakta, hepsi bir yanılsama gibi. Sanki hiçbir zaman kendim için yaşamamışım. Hep başkalarının istediği gibi oldum. Peki, sizce ne yapmalıydım?
Zerdüşt: (coşkulu bir şekilde) Kendin olmalıydın, İvan! Hayat, bir sürüye katılmak için değil, kendi yolunu çizmek içindir. Üstinsan, kendi değerlerini yaratır; başkalarının zincirlerini reddeder. Senin “görev” dediğin şeyler, seni köleleştiren iplerden ibaret. Ölümün kapında, ama hâlâ özgür olabilirsin. Şunu sor kendine: “Ben neyi isterdim, eğer bu hayatı tekrar tekrar yaşayacak olsam?”
İvan İlyiç: (gözleri dolar, sesi çatallaşır) Tekrar yaşamak mı? Bu acıyı, bu boşluğu tekrar çekmek istemem. Hayatım bir hataydı. Keşke daha çok sevseydim, keşke korkmasaydım… Ama artık çok geç. Ölüm her şeyi alıyor.
Zerdüşt: (başını sallar, kararlı bir ifadeyle) Hayır, İvan, ölüm her şeyi almaz. Ölüm, hayatının bir aynasıdır. Seni korkutan şey, yaşamamış olman. Ama şunu bil: Hayatın anlamı, ona senin verdiğin anlamdır. Tanrı yoksa, sen Tanrı’sın. Acıların bile senin eserindi. Şimdi, son nefesinde bile, bu gerçeği kucaklayabilirsin. “Evet, ben yaşadım!” diyebilir misin?
İvan İlyiç: (bir an sessiz kalır, sonra zayıf bir gülümseme belirir) Belki… belki son anda bunu söyleyebilirim. Ama bu kadar basit mi? Acılarım, korkularım… Bunlar da mı benim eserim?
Zerdüşt: (ayağa kalkar, sesi yükselir) Evet, hepsi senin! Acı da, korku da, sevinç de. Bunları reddetmek, hayatını reddetmektir. Amor fati, İvan – kaderini sev. Her anını, her çığlığını kucakla. Ancak o zaman özgür olursun. Ölüm, senin son öğretmenin; ona kulak ver.
İvan İlyiç: (gözlerini kapatır, derin bir nefes alır) Kaderimi sevmek… Bilmiyorum yapabilir miyim. Ama ilk kez, içimde bir şey kıpırdıyor. Belki de haklısınız. Belki de bu son anlarda, kendim için bir şey hissedebilirim.
Zerdüşt: (kapıya doğru yürür, son kez dönüp bakar) İşte bu, İvan. Kendin için hisset. Ölümün gölgesinde bile, yaşam senindir. Hoşça kal.