Yaşar Kemal: Deveye Demişler ki…

Deveye Demişler ki…
Bir bozuk düzen içindeyiz. Hepimiz yakınıyoruz. Hangi, aklı azıcık bir
şeye erenle konuşsan, bir dert kumkuması. Vah memleketin hali, ah
memleketin hali. Bu gidiş ne olacak sorusunu biribirine sormayan yok. Ama
hiçbir kimse, bu yakınanlar, ah vah edenlerden hiç kimse de durumumuzu
düzeltmek için parmağını kımıldatmıyor. Lafın kolayındayız. Uyuşmuşuz.
Hiçbir iş karşısında sorum kabul etmiyoruz. Bin dereden su getirip herkes
kendisini temize çıkarıyor. Hakları var yok, o başka iş. Ama memlekette
hangi dalı tutsan eline geliyor. Var olan bu.

Herkes umudunu kesmiş gibi. Biribirine kimsenin güveni yok.

Bütün umutsuzlukların, ahü vahların üstünde gene de bir şeyler, bazı
yönlerde bir şeyler yapmak zorundayız. Parmağımızı kımıldatmak
zorundayız. Uyanmak, bazı meselelerimizin üstüne dostça eğilmek
zorundayız. Öyle meselelerimiz var ki, onları savsaklamak bize çoğa
malolacak. Bir ölüm dirim işi. Var olmak, ya da olmamak.

Geçen günkü Cumhuriyette, bir yazı çıktı. Yalnız bizim değil, bütün
dünyanın üstünde duracağı, önemle benimseyeceği bir meseleyi gözümüzün
önüne seriyor. Yazıyı Fransız Ziraat Enstitüsünden Profesör J. Kelling
yazıyor. Yazının adı, “Göçebeler ve Köylüler”.

Yazı, toprağa bağlı olanlarla toprağa bağlı olmayanların durumlarını
inceliyor.
“Yalnız iki esas nokta var,” diyor. “Göçebe, muvakkaten üzerinde yaşadığı
toprağı sömürür, o gittikten sonra varsın bu toprak çöl olsun, aldırmaz.”
Köklüler için de başka bir sonuca varıyor:

“Köklü, üzerinde yaşadığı, tıpkı kendinden evvelki ceddi gibi kendinden
sonra da ahfadının üzerinde yaşayacağı toprağı besler,” diyor.
Bunu yüzyıllar oranında söylüyor.

Bu ayrımı göz önünde tutacak olursak, biz bu topraklarda hiçbir zaman
yerli, yani köklü olmadık. Böyle söylemek belki de büyük bir iddiadır. Ama
gerçek de budur. Biz topraklarımızı yok etmek için elden geleni ardımıza
komamışız.

Orta Anadolu, biliyoruz ki, böyle çöl değildi. Orman kalıntıları daha var
Orta Anadoluda. Bunu bilginler söylüyor. İnanmayan bizim Ormancılık
Fakültesine soruversin. Doğu Anadolu da böyle çöl değildi. İnanmayanlar
Van Gölü yakınındaki, güneyindeki ormanları gitsin görsün. Ya da bilenden
sorsun. Ben 1951 yılında bu ormanı gördüm. Aradan sekiz yıl geçti. Sekiz
yılda bu orman belki de bitmiştir. O zaman ben yalancı çıkarım.

Göçebe olmayanlar, kendilerinden sonra gelenlere bakılmış topraklar
bırakırlar. Biz hiçbir zaman bakmamışız toprağa, bakmıyoruz da. Toprak
yene yene, kemrile kemrile, akıp gide gide bitmiş. Yurdumuzun
topraklarından dörtte üçü, bire beşten fazla vermiyor. Verimini artırmak için
de bu toprağın, hiçbir şey yapmıyoruz. Tam aksini yapıyoruz. Köylüsü,
aydını el ele vermişiz, kemiriyoruz, öldürüyoruz topraklarımızı. Bu gidişle
elimizde bire bir, bire iki verim veren topraktan başkası kalmayacak.

Yirminci yüzyılda, şu modern dünyanın başını alıp Ay’a gittiği
günlerdeyiz. Eller, toprağına gözü gibi bakıyor. Toprağı nasıl toprak eder de,
verimini nasıl artırırız diye çaba içindeler. Toprak bilimi en ileri bilimlerden
biri olmuş. Ziraat Fakültesi kurmuşlar. Bilim adamları harıl harıl çalışıyorlar.
Bizde de var bunlardan. Bizim ektiğimiz biçtiğimiz toprağa hiç karıştığımız
var mı? İyi yönden diyorum. Kötülüğüne gelince, elimizden gelmeyenleri
bile yapıyoruz. En ileri ziraatçiliğimizin olduğu bölgelerimizde toprak gübre
yüzü, yağmurdan başka su yüzü görüyor mu? Bilimin karıştığı var mı
işimize?

Ormansız toprak olmaz. Birkaç dikili ağacımız kalmış, onu da bitirmek,
tüketmek için büyük çabamızı görmüyor musunuz? El ele verip, milletçek
birleştiğimiz tek şey ormanlarımızı bir an önce yok etmek çabası değil mi?
Köylü toprağından kopuyor, şehirleri gecekonduyla dolduruyor. İnsanlar
böyledir. Bütün dünyada da böyle olmuştur, diyebiliriz. İnsanlar daha iyi bir
yaşayışa geçmek için yerlerini terk ederler, bunun önüne geçilemez de
diyebiliriz. Köylerden gelenler işçi olurlar, endüstriyi beslerler de diyebiliriz.
Bizimkiler ölmüş, çoluklarını çocuklarını yaşatamaz topraktan kaçıyorlar.

Arkanda toprak olmayınca ne kadar büyük endüstri kurarsan kur, onu
sürdüremezsin. Biliyoruz ki, bizde endüstri de yok. Bu gidişle, gidiş bunu
apaçık gösteriyor, topraklarımızın üstünde aç, sefil, ekmeğe, bir dilim kuru
ekmeğe muhtaç sürüneceğiz.

Bu memleket halkını göçebe olmaktan kurtaralım. Daha o kadar elimizden
çıkmış değil topraklarımız. Bizi besleyecek birkaç verimli yerimiz daha var.
Bu söylediklerimi okuyup da yalan, yanlış diyecek bir tek kişi var mı?
Öyleyse ne duruyoruz? Gene biribirimizin gözünün içine bakarak sızlanacak
mıyız? “Yaa, doğru ama… Efendim çok doğru… Ama ne çare ki… Olmaz
ki… Bunun önüne geçmek gerektir… Vatan toprakları… Vaah vah,” mı
diyeceğiz?
Vaaah ormanlarımız, vaah…

Yaşar Kemal
25.10.1959

Baldaki Tuz
Yapı Kredi Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir