Mark Twain, 1909’da Shakespeare yaşamöykülerinin Doğa Tarihi Müzesi’nde duran dinozora benzediğini yazmıştı. “Elimizde dokuz kemik vardı, geri kalanını alçıdan yaptık.”
Twain her zamanki gibi abartıyordu. Ama bir noktaya parmak basmıştı: Shakespeare hakkında yazılan milyonlarca satıra rağmen, hakkında pek bir şey bilinmiyordu. Yaşamöyküsü yazarlarının hakkında söyleyebildiği şeyler, Avon yakınlarındaki Stratford kasabasında oturduğu ve bir eldiven imalatçısının oğlu, ayrıca küçük roller üstlenen bir aktör olduğuydu. ‘King’s Men’ adlı bir tiyatro grubuna oldukça başarılı bir yatırım yapmıştı. Vaftiz edilişi, evliliği, görülen davaları, vergileri, ölümüyle ilgili belgeler de vardı. Ama hepsi bu kadar, geri kalanı Twain’in söylediği gibi, alçıdan yapılmadır.
Stratford arşivlerinde Shakespeare’in bırakın dünyanın en büyük yazarı, yazar olduğuyla ilgili hiçbir ipucu bulamazsınız. Kendi elinden çıkma hiçbir elyazması, hatta mektup bile yoktur. Altı adet titrek paraf dışında hiçbir imza da yoktur. Vasiyetinde kitaplar, elyazmaları ya da edebiyata dair bir ima bile yoktur. Stratford’da orta öğrenim kurumlarında eğitim gördüğüne ya da yurtdışına gittiğine ya da kraliçenin sarayında herhangi biriyle yakın ilişkileri olduğuna dair hiçbir belge de yoktur. Bununla birlikte, bir şekilde, oyunları ve şiirlerinden yola çıkarak, Shakespeare’in İtalya, kraliyet, felsefe, edebiyat, tarih, hukuk ve tıp konusunda yoğun bilgi sahibi olduğu çıkarılabilir.
Adı dışında Stratford’lu adam ile oyun yazarı arasında başka bir açık ilişki bulunmuyordu. Burada bile bazı kuşkular söz konusuydu. Stratford belgelerinde, bu ad farklı biçimlerde yazılmıştı: Shaxper ya da Shagsber ya da Shakspere. Yapıtlarının yayınlanmış versiyonları ya da bunlara yapılan o günkü göndermelerde, ad her zaman ya Shakespeare ya da Shakespeare olarak geçiyordu.
Twain açısından tüm bunların açıklaması basitti; oyun yazarı ve şair eldiven imalatçısının oğlu ile aynı kişi değildi. Twain oyunları yazanın kesin kimliğinden emin değildi. Ama başkaları emindi. Yıllar boyu bu kişiler aralarında Kraliçe Elizabeth, Kral James, Walter Raleigh, Christopher Marlowe ve (açıkçası, “Şeyh” sözcüğünün “Shake” gibi okunmasından yola çıkılarak) El Spar adlı bir Arap şeyhi olan birçok aday önerdiler.
Ölümünden sonraki ilk iki yüzyılda Shakespeare hakkında söylentiler yayılmış olabilir ama bunlar ancak 1800’lerde ciddi bir çalkantı yarattı. O yıllar Shakespeare’i şiir sanatının tam somutlaşması olarak gören ve yapıtlarına ne kadar taparlarsa, oyunları ve şiirleri yazarın Stratford’daki olağan gündelik hayatıyla uzlaştırmakta o kadar zorlanan Romantiklerin altın çağıydı. Hatta Coleridge gibi içten bir Shakespeareci bile, “Bu nitelikteki yapıtların böyle bir hayat yaşamış olan bir adamdan doğmuş olduğuna” şaşırmıştı.
Yüzyıl ilerledikçe Stratford’lunun karşıtları tek bir adayda bileşmişlerdi: Francis Bacon. Bacon, Shakespeare’in yoksun olduğu her türlü ehliyete sahipti. Bacon, filozof, bilim adamı, avukattı, hem Elizabeth hem de James dönemlerinde saray çevrelerine yakındı. Bu tezin en ateşli savunucusu, Delia Bacon (aralarında hiçbir akrabalık yoktu) adlı Amerikalı bir kadındı. Delia Bacon, aynı soyadını taşıdığı Bacon’ın yazarlığını kanıtlayan belgelerin Shakespeare’in Stratford’daki mezar taşının altındaki bir çukurda gömülü olduğuna inanıyordu. 1856 Eylülünde, elinde kürekle mezarlıkta göründü. Son anda, sinirleri kaldırmadığından, Shakespeare’in kemiklerini huzur içinde bıraktı. Ama kendisine inananlardan oluşan ve sayıları giderek artan izleyicilere bu söylentiyi yaymaktan da vazgeçmedi.
“Bacon”cılar daha sonra gömülü elyazmalarını aramaktan vazgeçip, bunun yerine varolan yapıtlar üzerinde yoğunlaştılar. Ne var ki, bu sınırlı kalan bir araştırmaydı. “Bacon”cılar neredeyse tamamen metinlerde güya hepsi Bacon’ın Shakespeare olduğunu gösterdiği sanılan gizli şifreler, şifreli mesajlar ve kodlara odaklanmışlardı. Şifre çözücülerin başını çeken Bacon’ınki dahil, her türlü garip davanın peşinde koşan Minnesotalı bir Kongre üyesi, Ignatius Donnelly’ydi.
Donnelly’nin bu konuda yazdığı 1888 tarihli kitabın büyük bölümü okunamayacak kadar karışıktır. Metinde “Francis,” “William,” “shake,” ve “spear” gibi çeşitli sözcüklerin geçtiği sayfa, satır ve sözcük numaralarını toplama, çıkarma, bölme ve çarpma işlemlerine dayalı her tür hesaplamayı içine alır. Ne var ki, Donnelly’nin buluşlarından birkaçı çok kolay anlaşılabilir; örneğin, Shakespeare’in oyunlarının 1623 tarihli bir derlemesinde, Birinci Kitap’ında, “bacon” sözcüğünün tarihçelerin 53. sayfasında ve aynı zamanda komedilerin de 53. sayfasında geçtiğine dikkat etmiştir. Donnelly’ye kalırsa, bu bir rastlantı olamazdı, yazarın gerçek kimliğini açıklamak için bulduğu bir yol olmalıydı.
Donnelly’nin yolunu izleyen başkaları da vardı. Onlar açıkça Shakespeare’in oyun ya da şiirlerini yazan meçhul kişinin, en başta gelecek kuşakların çözmesi için çetrefil bilmecelerle ilgilenmiş olduğuna inanmışlardı. Örneğin, Walter Begley, Shakespeare’in bir şiirinin son iki dizesini incelemişti: “Romalılar akıllı davranıp razı oldular/Tarquin’in müebbet sürgününe.”[çn. Eski Roma’da efsane kahramanı Etrüsk Kralı; Tarquinius Superbus sürgün edildikten sonra Roma Cumhuriyeti kurulmuştu (İÖ 510)] Begley, ikinci dizenin son sözcüğünün [çn. “banishment”] ilk iki harfini (ba), ilk dizenin son sözcüğünün [çn. “consent”] ilk üç harfiyle (con) birleştirirsek, şiirin gerçek yazarını bulabileceğimizi söylüyordu. Donnelly gibi, Begley de rastlantının rolünü göz ardı ediyordu; herhalde Bacon sözcüğündeki harflerin çok yaygın olduğu ve gerek Shakespeare’in, gerekse Shakespeare’in olmayan metinlerde bunlardan çok sayıda bulunabileceği hiç aklına gelmemişti.
Kaçınılmaz olarak, şifre çözücüler özellikle Shakespeare’in ‘Love Labour’s Lost’unda bir soytarının kullandığı saçma bir sözcüğe kafayı takmışlardı. Sözcükte honorificabilutedinatibus dilediğiniz kadar gizli mesaj bulabileceğiniz sayıda harf vardı. En iyi “çözümler”den biri, 1910’da Edwin DurningLawrence harfleri “Hi Ludi F. Baconis nati tuiti orbi” sözcüklerini içerecek şekilde yeniden dizdi. Latincede bunun anlamı şuydu: “F. Bacon’ın ürünü olan bu oyunlar dünya için korunmaktadır.” DurningLawrence’ın rahatlıkla göz ardı ettiği şey, honorificabilutedinatibus’un, Love Labour’s Lost’da kullanılmadan önce zaten varolan bir sözcük olmasıydı, dolayısıyla Bacon bu sözcüğü gizli mesajını saklamak için yaratmış olamazdı.
1920’lere kadar, “Bacon”cıların gizli mesaj arama sevdası, Shakespeare’in yazarlığı konusunda en kuşkucu olanlar arasında bile saygınlıklarını büyük ölçüde yitirmelerine mal oldu. Çoğu Shakespeare uzmanı, “Bacon”cıları sabit fikirli çılgınlar olarak umursamadı ve hatta onların yapıtları üzerinde yorum yapmaya tenezzül etmediler. Ama “Bacon”cıların yıldızı sönerken, yeni ve daha saygın bir aday, 17. Oxford Kontu Edward de Vere öne çıktı.
1920’de, J. Thomas Looney [çn. soyadının Türkçe’si “Üşütük”] gibi talihsiz bir soyadı taşıyan İngiliz öğretmeninin ortaya attığı “de Vere tezi” güçlü gibi görünüyordu. De Vere, Oxford Kontu olmasının yanında, Kraliçe Elizabeth’in kuzeni ve onun vesayeti altındaydı, daha sonra da hazinedar, William Burghley’in damadıydı. Bütün bunlar ona saray hayatıyla geçici bir tanışıklıktan fazlasını veriyordu. En iyisi, de Vere tanınan bir şair ve oyun yazarıydı; 1598’de, Francis Meres adlı çağdaşı bir eleştirmen de Vere’nin “içimizdeki en iyi komedi yazan” olduğunu belirtmişti.
Tiyatro onun dolandığı çevrelerde kötü ad yapmış olduğundan, Bacon’ın tersine ‘de Vere’nin yazarlığını gizlemek için geçerli nedenleri olabilirdi. Ayrıca Elizabeth’in sarayında bazıları kendilerinin ya da atalarının portrelerinden hoşlanmayabilirlerdi. Dolayısıyla, Looney, de Vere’nin bir takma ad kullandığını öne sürdü. Ama kont gizli kimliğine ait bazı ipuçları bırakmaktan kendini alamadı, böylece bir mızrağa* [çn. spear] pençe atan* [çn. shake] bir aslan resmi çizilen aile armalarından birinden türetilen bir ad seçti.
Kont, soylu biri olduğundan, hayatı Shakespeare’inkinden daha iyi belgelenmişti ve Looney burada de Vere ve ona ait olduğu eserler arasında çok sayıda bağlantı bulmuştu. Örneğin, de Vere’nin 1575’de İtalya’ya gittiği, Padua, Cenova, Venedik ve Floransa’da kaldığı biliniyordu. Shakespeare’in oyunlarında bu yerler hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi bu şekilde açıklanabilirdi.
Looney en etkileyici kanıtın, Shakespeare’in ya da daha doğrusu, de Vere’nin en ünlü oyununda bulunabileceğine inanıyordu. Hamlet’in babası gibi, de Vere’ninki de erken ölmüştü; Hamlet’in annesi gibi, de Vere’ninki de hemen yeniden evlenmişti. De Vere bir keresinde Burghle’nin bir uşağını bıçaklayarak öldürmüştü ki, Hamlet de Polonius’u bu şekilde öldürmüştü.
Tekrar Hamlet gibi, de Vere korsanlar tarafından tutsak alınmış, daha sonra hayatı bağışlanmıştı. Looney çözümlemesini bitirene kadar, Shakespeare’in trajedisi ‘de Vere’nin özyaşamöyküsü gibi görünüyordu.
Looney, diğer Shakespeare karakterlerinde de ‘de Vere’nin hayatından esintiler bulmuştu. Lear gibi, ‘de Vere’ de büyük olan ikisi evli, üç kızıyla dul kalmıştı. Falstaff gibi o da keskin zekasıyla tanınırdı. Ve The Tempest’taki Prospero gibi, de Vere’nin hayatı da, mecazi anlamda da olsa, fırtınalı geçmişti.
Shakespeare’in sonelerine gelince, Looney, Southampton Kontu Henry Wriothesley’in Shakespeare’in “temiz genç” rolüne uyduğu sonucuna varmıştı. Daha sonra Oxfordcular bunu bir adım daha ileri götürerek, Wriothesley’in ‘de Vere’nin oğlu olduğu ve bu “temiz genç”in “Vere’nin gençliği”ne cinaslı bir gönderme olduğu kurgusunu geliştirmişlerdi.
Yirminci yüzyılın ortasında, Oxfordcular “Bacon”cıları yenilgiye uğratarak, Strattbrd karşıtı duruşa egemen olmuşlardı. Ama akademi kurumuna göre, yeni hak iddiası eskisinden hiç de daha az mantıksız değildi.
Gerçekten de, Oxfordcuların de Vere’nin hayatı ve Shakespeare’in yapıtları arasında paralellik kurma çabaları “Bacon”cıların şifre çözümüyle aynı takıntılı eğilimden ve perspektifsizlikten zarar gördü. Oxfordcular zorlama ile edebiyat kahramanlarını tarihsel karakterlere dönüştürmek istiyorlardı ama bunu çok seçici bir tarzda yaptılar. Örneğin, birçok gelenekçi bilim insanının işaret ettiği gibi, Oxfordcular oğluna Hamnet adını veren kişinin, de Vere değil, Shakespeare olduğu gibi apaçık bir gerçeği bile açıkça görmezlikten gelmişlerdi.
“Shakespeare’in gerçekte Oxford” olduğu teorisinin bir başka büyük açmazı Shakespeare’in oyunlarının tarihleriyle ilgiliydi. Çoğu bilim insanına göre, King’s Men 1614’e kadar yeni Shakespeare oyunları yaratmaya devam etti. Ama de Vere 1604’de ölmüştü. Bu durumda, Shakespeare’in otuz sekiz oyunundan sadece yirmi üçü yayınlanmış ya da basılı kaynaklarda geçmişti. Böylece, de Vere’nin ölümünden sonrasına kadar sahnelenmemiş kesinlikle oyun yazarının en başarılı yapıtları arasındaki Kral Lear, Macbeth, Antonius ve Kleopatra, Kış Masalı ve The Tempest dahil on beş oyun vardır.
Bazı Oxfordcular tarihleme sorununu de Vere’nin oyunlarına ölmeden başladığı, daha sonra bunların başkası tarafından tamamlandığını söyleyerek aşmaya çalıştılar. Diğerleri oyunlarla eşleştirilen tarihlerin yanlış oldukları ve neredeyse hepsinin 1604’den önce yazıldığını öne sürecek kadar ileri gittiler. Diğer tüm antiStratfordcular gibi, Oxfordcular da gelenekçi yaşamöyküsü yazarlarının hepsini canından bezdirmiş olan genel belgelerin olmayışını kendi lehlerine kullanmışlardır. Bazı oyunların tarihlerinin bir parça kurgu ve kestirime dayalı olduğu konusunda haklıyken, bu yüzden keyfi iddialar öne sürmekte haksızlardı.
Tersine, geleneksel tarihler Shakespeare ve yapıtlarına farklı güncel göndermelere dayalıdır. Örneğin, Francis Mere’in 1598 tarihli çalışması on iki oyunu listeliyor ve Shakespeare’in yapıtlarını “en harika” komedi ve trajedi yapıtları olarak övüyordu. Hatırlayacaksınız, Oxfordcuların, de Vere’i yazar olarak övdüğü için bağırlarına bastıkları aynı Meres’ti. Ama geleneksel tarihlemeyi desteklemek için kullanıldığında, onun tanıklığını rahatlıkla gözden düşürmekteydiler. Ayrıca Meres’in çalışması Oxfordcuların açısından bir başka rahatsız edici soru daha çıkarıyordu: Eğer Shakespeare’in oyunlarını kendi adamları yazmışsa, neden de Vere ve Shakespeare aynı çalışma içinde ayrı ayrı ele alınmıştı?
Shakespeare’e diğer güncel göndermeler de gelenekçilerin savını destekliyor. Robert Greene, Shakespeare’den 1592 tarihli bir kitapçıkta söz ederken, Ben Jonson çok sayıda yapıtta onun adını veriyordu. Oxfordcular tıpkı Samuel Clemens’e Mark Twain dediğimiz gibi, Meres, Greene ve Jonson’ın üçünün de ‘de Vere’nin takma adını kullanmış olabileceğini öne sürdüler ama bu olanaksız görünüyor. Jonson’ın 1623 tarihli Shakespeare methiyesi, ondan “Avon’ın zarif kuğusu” olarak söz ediyordu ve Avon yakınlarındaki Stratfordlu adamdan başkasını düşündüğünü hayal etmek zor. Çoğu bilim insanı için, Jonson’ın sözleri Shakespeare’in Shakespeare olduğu savını kesin olarak destekliyor.
Yine de. Oxrbrdcular ve “Bacon”cılar en azından tutkularının esiri olmayanlar belgelerdeki açıklan yakaladıkları ve Shakespeare kurumunun görmezlikten gelmeyi seçtiği sorular sordukları için saygıyla anılmayı hak ediyorlar. Son on yılda, Charles Ogburn ve Joseph Sobran gibi en son Oxfordcuların yapıtları, geleneksel bilim insanlarının az da olsa saygısını kazandı. Akademisyenler antiStratfordçulara yanıt vermeyi daha çok kendileri üstlendiler ve bu yanıtlar kendi içlerinde yararlı ve kışkırtıcı oldu.
Ne var ki, bu Oxfordcuların birçok Shakespeareciyi kendi saflarına çektiklerini söylemek anlamına gelmez. Araştırmacıların ezici çoğunluğu için, sınırlı da olsa, belgesel kayıtlar açık ve yeterlidir. Shakespeareciler “Shakespeare’in oyunlarını yazan adam Shakespeare’in ta kendisidir” diye işi sık sık espriye vuruyorlardı.
Oxfordcular, amatörler diyerek kendilerini küçük gördükleri için akademisyenleri suçlamışlardı. Ama en büyük tersleme, sadece üniversite eğitimi alan bir soylunun bir edebiyat dahisi olabileceğini varsaymaktır. Sadece bir küçük kasaba eldiven imalatçısının oğlu olduğu için Shakespeare’in başarılan yadsınamaz.
Paul Aron
Tarihin Büyük Sırları
Çevirmen: Ali Çakıroğlu
Aykırı Yayınları
Shakespear gerçek bir insan değil. edward de vere, william shakespear diye takma isim kullandı