Yengeç Adımlarıyla / Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm – Umberto Eco

Eco soruyor: ?Yeni binyılda tarih geriye mi ilerliyor??

Dünyaca ünlü İtalyan yazar ve düşünür Umberto Eco?nun Yengeç Adımlarıyla adlı yeni kitabı, günümüz dünyasıyla ilgili önemli soruları gündeme taşıyor. Eco?nun 2000-2005 yılları arasında yazdığı bazı makale ve konferans metinlerinden oluşan kitap, özellikle ?sıcak savaşlara geri dönüş? ve ?medyatik popülizm? konuları üzerinde yoğunlaşıyor.
Eco?ya göre, içinde bulunduğumuz ?yazgısal boyutlu? bir dönem. Yeni binyıla duyulan kaygılarla açılan bu dönem, 11 Eylül saldırısı, Afganistan ve Irak savaşlarıyla devam ediyor; İtalya?da ise Silvio Berlusconi?nin yükselişi görülüyor.
Eco, özellikle tarih ve iletişim alanlarındaki ?ilerleme?nin ?yengeç adımlarıyla? yani geriye dönük olduğunu söylüyor. Başlıca örnekleri, Soğuk Savaş?ın ardından ?Yeni Savaş? adını verdiği bölgesel sıcak savaşların gündeme gelmesi, 11 Eylül saldırılarının yol açtığı İslamofobinin nerdeyse yeni bir Haçlı Seferi?ne dönüşmesi; ?evrim? karşıtı görüşlerin güçlenmesiyle Hıristiyan köktendinciliğinin yeniden ortaya çıkışı; Çin?in gelişmesiyle birlikte ?Sarı Tehlike? hayaletinin canlanması; Yahudi düşmanlığının geri dönüşü; İtalya?da Silvio Berlusconi?nin ?medyatik popülizm?inin yükselişi; ?ağır iletişim?den (televizyon) ?hafif iletişim?e (internet ve devamı) geçiş sonucu medyanın kimlik değiştirmesi.
Eco?nun düşündürürken eğlendiren kaleminden, savaş, iletişim, medya, dinbilim, Latince, televizyon, Ortaçağ, internet gibi pek çok konuyla ilgili okurlar için, kısacası herkes için bir kitap.

Medyanın palavra cümleleri bunlar – Levent Cantek
(22.10.2012 tarihli Radikal Kitap Eki)
Eco, “insan insanın kurdudur” tarihini anlatıyor. Yengeç Adımlarıyla, gazete ve dergi yazılarından oluşuyor. Teferruatı ve ironisi bol yazılar bunlar.
Umberto Eco yaşadığımız dönemin en ilgi çekici entelektüellerinden biri. Son derece zeki, donanımlı, eğlenceli, sadece siyaset felsefesi ve sosyolojiye değil popüler kültüre de vakıf olan başka biri. Bu denli yoğun ve hızla değişen bir gündemde söz söylemek, sözünü dinletebilmek, etki yaratabilmek hiç kolay değil. Hem popüler olacaksın hem de derinlikli öneriler de bulunacaksın. Entelektüeller en az onun kadar okumak,yazmak ve eylemek zorundalar artık.

Eco?yu Türkçedeki ilk kitabı olan, 1985?te çıkan, Gülün Adı romanından beri tanıyoruz, neşeli ve iştahlı bir yazar oldu hep. Bütün eserlerini incelerseniz görülebiliyor: Kolay anlaşılamayan koyu akademik kitapları da var, saçmalamayın diyen yüzlerce gazete yazısı da. Ve sanki her kitabında, hiç karamsar olmadı, okurken iki paragraf aşağıda fıkra anlatacak gibi durabiliyordu. Karamsarlıktan ziyade toplum ya da insanlar neden karamsarlaştılar diye sormayı tercih etti. Savaş çığlıkları atmadı, karşısındakini saldırganlıkla suçlayan saldırganlıkları olmadı. Metaforlarla konuşmadı, her defasında açıklamaya çalıştı. Bana hep yaşlı bir adam olan yazarlardan biri gibi gelir, bu bilmenin ve sakinliğinin sonucu. Şahane romanlar yazdı, meselelerini şahsileştirmedi, kolay kolay kimselere salak da demedi, demeye getirdi. Kendini tanrı katında saymadı.

Medya, bilim ve teknolojiyi karıştırıyor
Eco?nun konuşkanlığı ve anlama çabası bazen onu orta sınıfın makbul ve mutedil feylesofu olarak da gösterdi. Bunu pek umursadığını sanmıyorum. Hayatın içinde kalmak istediği için gazete-dergi yazısı yazdığı veya hatiplik yaptığı anlaşılıyor. Bunu politik bir mücadele saydığı, ısrar ettiği, inatla hikayelerini sürdürdüğü çok açık . Gazeteciler günü yaşarlar. Eco ise hafızayı temsil ediyor, bize geçmişi ve kıyaslamayı hatırlatıyor. Eğitim kurumları ve yazılı kültür, teorik olarak okumayı teşvik eder ve eleştirel düşünmeyi öğretir. Pratikteyse bunun karşılığı klişelerdir, ne yazık ki tabu ve ezberdir. Eco zengin bir perspektiften yazıyor: kitaplar, filmler, mitler, dedikodular, hatıralar, kuramcılar…Üstelik gülerek anlatıyor, bazen kızarak da anlatıyor ama hayat o kadar çok bağırmazsam fark edilmeyeceğim diyen insanla dolu ki…O gürültüden olmalı, Eco kızıyormuş gibi gelmiyor okuyana.

Ne anlatıyor peki? Ekseriyetle basit ve dünyevi, sık rastlanır bir kirliliği diline dolayıp bizi satırlarında gezdiriyor. ?Bu yazıda? zihin açıcı bir fikir var dedirtiyor okuyana. Gerisi merak edenlere kalmış… Örneğin, diyor ki; medya, bilim ve teknolojiyi karıştırıyor. Teknoloji bilimin bir uygulaması ve sonucudur ama asla temeli olamaz. Teknoloji size her şeyi hemen verir oysa bilim ağır ilerler. ?Üzgünüm? diyor Eco: ?günümüzde bilim yalnızca kitle iletişim araçlarının bize sunduğu biçimde, sihirli yanıyla ortaya çıkmaktadır ve bilimden ancak mucizevi bir teknoloji vaat ettiğinde söz edilmektedir.? Bilimadamlarının sihirbazlar gibi sunulduğunu hatırlatıyor, nasıl değil ne yaptıklarıyla ilgilenildiğini anlatıyor. Sihirden, yüz elli yıllık bir şiirden, altı yüz yıllık şifreleme tekniklerinden, ilk bilgisayar kullanıcılarından, tarikatlardan, favelalardan, tıptan, tv dizilerinden, bilim kurgu hikâyelerinden söz ediyor. Sonra yine aynı fikre dönüyor: ?Madam Curie bir akşam evine döndüğünde bir kağıdın üzerindeki lekeyi görür ve radyoaktiviteyi keşfeder, Doktor Fleming dalgın bir şekilde bir küfe bakar ve penisilini bulur, Galileo bir lambanın sallandığını görür ve bir anda her şeyi, dünyanın döndüğünü bile anlar, çektiği efsanevi cefalar aklımıza gelince, dünyanın hangi eğriye göre döndüğünü bulamadığımızı unutuveririz?.

Medyanın palavra cümleleri bunlar. Geçerken de asıl meselenin dışında duran, bazen kendini kattığı bir yorum ekleyebilir: ?Virilio günümüzden hızın egemenliği altında bir çağ olarak söz eder (…) hatta ben hızın insanları hipnotize ettiğini söyleyebilirim (…) hıza o kadar bağımlıyız ki elektronik postamızı açamadığımızda ya da uçak geciktiğinde öfkeleniriz?. Eğer teknoloji tartışmalarına aşinaysanız (örnekler hariç) ana fikir size yabancı gelmeyecektir çünkü Eco insanı şaşırtmaz, sakinlikle meselesini özetler, toparlar, kendini katar, önerisini yapar ve yazısını bitirir.

Soru soran anlamak isteyendir
Eco nasıl biri? Bir liberter mi demeliyiz? Onu siyaseten tanımlayan epey görüş var, bazıları öfkeyle ve küçümseyerek yapıyor bunu. Eco da seçim ya da referandum zamanlarında bunu yaptı, kendini anlattı, bir şeyden yana oldu. Bu ittifaklar ve bariz gibi duran tercihler söz konusu olan Eco ise o denli mühim değil. Onu bir akıma ya da eyleme dahil etmek de zor, dahil olduğunda eylem ya da akımla onu özdeşleştirmek de. Şöyle diyor: ?Bütün biriktirdiğim parayı deniz kenarında küçük bir ev almak için harcarsam, önümdeki sahile insanların gelip gürültü yapmasını ve çöpleriyle birlikte Coca-Cola şişelerini bırakıp gitmelerini engelleme hakkım var mıdır? Bu sorunun yanıtı hayırdır, evimin önünde bir geçiş yeri bırakmak zorundayımdır, çünkü sahilin küçük bir şeridi herkese aittir. Yapabileceğim tek şey çevreyi kirletenleri polise ihbar etmektir.? Bunun açıklaması şu: Demokrasilerde herkes diğer insanların haklarına zarar vermemek kaydıyla özgürdür. Eco size faşist hukuk demez, yasaların faşistçe nasıl yorumlanıp uygulandığını uzun uzun anlatır, son kertede hukukun üstünlüğüne inanır. İnsanın beş önemli ihtiyacı olduğunu söylüyor, bunu da Aydınlanmaya bağlıyor. Ne de olsa o bir İtalyan, kendini kadim geleneğin parçası ve taşıyıcısı sayıyor. Sıralamış: beslenme, uyku, sevgi (cinsellik ve evcil hayvana olan bağlılık dahil buna), oyun oynamak (bir şeyi sırf zevk duymak için yapmak) ve soru sormak. İlk dört ihtiyaç hayvanlar için de geçerlidir ?ama beşincisi yalnızca insanlara özgüdür ve dil kullanımı gerektirir?. Eco, her yazısında soru sorar, okuyanları soru sormaya zorlar. Soru soran anlamak isteyendir. Soru soran konuşur ve dinler. Galiba dünyaya bakışını belirleyen en önemli karakteristik insancıllığı.

Kitabın Künyesi
Yengeç Adımlarıyla / Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm
Orijinal adı ve dili: A Passo di Gambero
İtalyanca
Umberto Eco
Doğan Kitap / Deneme / Eleştiri
Çeviren: Şemsa Gezgin
Doğan Kitap
Ekim 2012,
384 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir