1970?lerde ABD ve Batı Avrupa kaynaklı gelişmeler, teknolojide yenilikler soğuk savaşın güç dengeleri üzerinde belirleyici olmuştur. 1991?de SSCB dağılmasıyla birlikte, SSCB?nin çekildiği bölgelerde (Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Avrupa) güç boşluğu ortaya çıkmış ve yeni dünya düzeninde bu alanlarda -Avrasyalı olmayan bir güç- ABD etkili olmaya başlamıştır. Günümüzde renkli devrimlerle kapitalizme eklemlenmeye çalışan bu bölgeler, hala birinci derece çatışma alanıdır ve güç mücadelesine sahne olmaktadır.
Sovyetleri dağılışı ile ideolojik kamplaşma dönemi sona ermiş, Batı için en büyük tehdit ortadan kalkmıştır. Batı?nın soğuk savaşta Sovyetler Birliği?ne karşı kullandığı siyasal-ekonomik ve askeri organizasyonlar daha farklı işlevler kazanmışlardır (NATO gibi). Bu kurumlar artık dünyanın yeniden yapılandırılmasında ve tek kutuplu dünyanın inşasındaki rolleriyle öne çıkıyor.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, bölgesel ve etnik çatışmalar büyük çaplı savaşların yerini almış, siyasi ve ekonomik çıkar çatışmaları ön plana çıkmıştır. Soğuk savaş sonrasında ekonomik ve sosyal gelişmelerin yanında önemli bir nokta da stratejik açıdan önemli coğrafi bölgelerde yeni ülkelerin ortaya çıkması ve dünya haritasının sık sık yeniden çizilmesidir. Almanya’nın birleşmesi, Çekoslavakya’nın ikiye, Yugoslavya’nın beşe ayrılması ve Avrasya bölgesinde yirminin üzerinde yeni devlet kurulması önemli gelişmelerdir. Bu gelişmelerden bazıları son derece sakin cereyan ederken bazıları da yüz binlerce kişinin ölümüne, yerlerinden edilmesine yol açan sıcak çatışmaların gölgesinde yürümüş, soğuk savaş yıllarında rastlanılmayan nitelikte etnik, dinsel veya kabile ölçekli çatışmalar küreselleşme döneminin başlangıç yıllarına damgasını vurmuştur. Bu da yeni dünya düzeninde kendini mikro tehdit gibi gösteren fakat toplamda makro sonuçlar yaratabilecek sorunların başlangıcını oluşturuyordu.
Türkiye?de de GOÜ?lerde görülen benzer etkiler yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir. 1990 sonrası sıkça yaşanan ekonomik krizler yoksulluğu artırmakta; Cumhuriyetin ilk yıllarından beri hedef olan ?milli burjuvazi? küresel sermayeye eklemlenmektedir.
Küresel sermayenin kar hadlerinin bir girişimcilik başarısı olarak sunulduğu yeni dünya düzeninde, burjuvazi ile ötekiler arasındaki uçurum derinleşirken kürerselleşmenin çevresel ve toplumsal etkileriyle beraber dünyayı kendi sınıflarının rant alanı haline dönüştürüyorlar. YDD?nin yapısı ve kurumları ile ulus-devletin egemenlik alanını sınırlandırmakla beraber yetkilerini ulus üstü kurumlara devretmek zorunda bırakıyor.
Borçlandırma-Bağımlılaştırmaya bir örnek: Suudi Arabistan
1973 petrol krizini ABD kendi lehine çevirip GOÜ?leri daha da borçlandırırken, GOÜ?leri modernleştirme ve altyapılarını inşa etmek yoluyla da tamamen kendisine bağımlı kılmayı amaçlıyordu. Hemen tüm GOÜ?lerde benzeri politiklar uygulanmış ve yeni dünya düzeninde gelişmemiş ülkelerin ABD?nin isteklerini reddetme şansı kalmamıştır.
Petrol ambargosu 18 Mart 1974?te sona ermişti. 1970?1974 arasıda petrolün varil başına fiyatı bir dolar civarından sekiz dolara yükseldi. Bu durum ABD?de şirketler, hazine ve Wall Street?in daha kordineli bir şekilde birbirine bağlanmasına neden oldu.
?Ambargonun bitiminden neredeyse hemen sonra, Washington Suudiler ile müzakerelere başlayarak, onlara petrodolarlar ve en önemlisi, bir daha petrol ambargosu olmayacağına dair güvenceleri karşılığında, teknik destek, askeri teçhizat, eğitim ve ülkelerini yirmibirinci yüzyıla taşımak için bir fırsat önerdiler. Müzakereler olağandışı bir kuruluşun yaratılmasına neden oldu ? Birleşik Devletler-Suudi Arabistan Ortak Ekonomik Komisyonu (United States-Saudi Arabian Joint Economic Commisssion). JECOR olarak bilinen bu kuruluş, geleneksel dış yardım programlarının tam tersine yepyeni bir kavramı içeriyordu: Suudi Arabistan?ı imar edecek Amerikan şirketlerinin tutulması için Suudi parasını kullanmak.?(1)
Suudi Arabistan?ın Amerikan şirketlerince inşasında iki hedef öne çıkyordu: İlki Suudi Arabistan?ı borçlandırarak ABD?ye bağımlı kılmak; ikincisi imar çalışmalarında ABD şirketlerine yapılacak ödemeleri maksimum seviyeye çıkartmak.
ABD, Suudilere askeri ve politik destek vermeyi tahahüt edip hanedanın ülkede egemen olarak varlığını sürdürmesini garanti altına alacaktı. Suudi hanedanı teklifi kolayca kabul etti ve proje yürürlüğe konuldu. Suudi hanedanı ABD?nin ?stratejik ortağı? konumundan memnundu. ABD şirketlerinin Suudi Arabistan?da faaliyetleri ve Suudi kaynakları ABD?ye akması o dönemden günümüze kadar hiç aralık vermeden devam ediyor.
?Amerikalılar, göçmen çadırları ve çamurdan çiftçi evlerinden oluşan uçsuz bucaksız ve kasvetli bir toprak parçasını, köşedeki Starbucks ve yeni kamu binalarında kullanılan tekerlekli sandalye rampalarına kadar kendi görüntülerinde yeniden biçimlendirdiler. Suudi Arabistan bugün bir otoyollar, bilgisayarlar, zengin Amerikan banliyölerinde bulunan aynı süslü dükkanlarla dolu klimalı alışveriş merkezleri, zarif oteller, hamburgerciler, uydu yayınları, modern hastaneler, gökdelenler ve dönme dolaplı luna parklar ülkesidir.?(2)
ABD ile Suudilerin bu ortaklığı özellikle Sovyetlere karşı ?yeşil kuşak? oluşturma politikası çerçevesinde -bugün en büyük terörist olarak niteledikleri- Usame bin Ladin?in Afgan Savaşı sırasında Suudi hanedanlığı tarafından (ABD isteği ile) finanse edilmesi ile stratejik ortaklık zirveye çıkıyordu. ABD ve Suudi hanedanlığı mücahitlere dört milyar dolara yakın para yardımı yapmışlardı.
Bugünkü durumu nasıl okursak okuyalım, Dünya ABD?nin oyun oynadığı bir satranç tahtası değil. Irak ve Afganistan?daki durum ortada. Bunun yanı sıra kapitalizmi krizler daha açmaza sürükleyeceğini görebiliyoruz.
Osman Bulugil
Notlar
(1) Perkins, John. 2007. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları. Çeviri: Murat Kayı, April Yayıncılık. Ankara. Sf:129
(2) Perkins, John. 2007. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları. Çeviri: Murat Kayı, April Yayıncılık. Ankara. Sf:144