Yaşadığımız gezegeni ne kadar tanıyoruz? Çoğumuz Dünya’nın milyarlarca yıllık bir geçmişe sahip olduğunu biliyoruz, ama yeryüzündeki jeolojik olayların muazzam zaman ölçeklerini kavramakta pek başarılı değiliz. Jeolog Marcia Bjornerud işte bu eksikliği doldurmayı hedefliyor. Bjornerud’a göre, içinde bulunduğumuz çevre krizinin en önemli nedenlerinden biri, Dünya ile ilişkimizde geniş kapsamlı bir zaman bilincine sahip olmamamız ve şimdi-odaklı bir bakış açısına saplanıp kalmamız.
“Bir tür olarak Dünya’da kendimizin ortaya çıktığı zamanın öncesine karşı çocuksu bir ilgisizlik ve inanmazlık sergiliyoruz. Kahramanları insan olmayan hikâyelere burun kıvıran pek çok kişi doğa tarihine aldırmıyor. Dolayısıyla duygularımızda ayarsız olduğumuz kadar ‘zamansızız’, zaman cahiliyiz. Deneyimsiz ama aşırı özgüvenli sürücüler gibi, doğal alanlara ve ekosistemlere, onların yerleşik trafik kurallarından habersiz gazlayıp giriyoruz, sonra da doğa yasalarına aldırış etmediğimiz için kesilen cezaları şaşkınlık ve öfkeyle karşılıyoruz.”
Ama tam gaz ilerlediğimiz bu yoldan dönmek için hâlâ çok geç değil, diyor Bjornerud. Yeryüzünü tanıyarak, onun ritimlerini öğrenerek, kaynaklarının ne kadar uzun zaman aralıklarında oluştuğunu anlayarak, geçmişte yaşanan çevre felaketleri ve toplu yok oluşlar hakkında bilgi edinerek, kısacası dünyamıza bir jeoloğun gözleriyle bakarak geleceği kurtarabiliriz.
2019 yılında Amerikan Yayıncılar Birliği’nin PROSE Ödülü’ne layık görülen bu kitabı, yeryüzünün halen devam eden görkemli hikâyesine ilgi duyan tüm okurlarımıza tavsiye ediyoruz.
OKUMA PARÇASI
Dünya’nın Temposu, “Gelip Geçici Coğrafyalar”, s. 72-75
En eski okul anılarımdan biri, 1963 yılı sonlarına doğru İzlanda açıklarında Atlantik Okyanusu’nun içinden yükselmeye başlayan volkanik bir ada olan Surtsey’in ortaya çıkışıyla ilgili bir filmdir. Siyah beyaz kareler patlamalarla yükselen buhar ve kül sütunlarının henüz hiçbir haritada görünmeyen, tütüp duran kömür karası közden bomboş yeni bir dünya oluşturmalarını gösteriyordu. Volkanik püskürmeyi ilk fark eden bir gemi kaptanı olmuş ve ilk başta başka bir geminin yanmakta olduğunu sanmıştı. Benim etkilenmeye açık genç zihnimde yeni bir karanın oluşması fikri heyecan vericiydi: Hareketsiz, taş suratlı Dünya’nın içinde gizli bir yaşam gücünün varlığını ima ediyordu. 1963-67 yılları arasında Surtsey deniz yüzeyinin 130 m altındaki bir sırttan, yüzeyin 170 metre üstüne yükselen küçük bir koni haline geldi. En geniş halinde ada 2,6 km2 yüzölçümüne ulaştı. Ancak patlamalar sona erince, erozyon, oturma ve alçalma da aşağı yukarı aynı hızda gelişti. Bugün 1967’deki büyüklüğünün yarısına inmiş olan adacığın 2100 yılında (ya da deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak belki de daha erken) tümüyle gözden kaybolması bekleniyor. Surtsey’in yaşam döngüsüne –bir kara parçasının doğuşuna, gençliğine, kısa süren erişkinliğine ve durdurulamaz ölümüne– tanıklık etmiş olmak, hâlâ etkilenmeye açık olan orta yaşlı zihnime biraz tedirgin edici geliyor.
Hutton, Lyell ve Darwin’e göre jeolojik süreçlerin çok büyük kısmı fark edilemeyecek kadar yavaştı ve on yıllar boyunca jeologlar da bu fikri halkın kafasına yerleştirdiler. Ama bugün yüksek duyarlılıkta jeokronoloji, Dünya’daki süreçlerin uydularla uzaydan doğrudan izlenebilmesi ve gezegenin yaşamsal verilerinin –sıcaklık, yağış, nehirlerin akışı, buzulların davranışı, yeraltı su rezervleri, deniz seviyesi, sismik etkinlik– bir asır boyunca takip edilmiş olması sayesinde, bir zamanlar insanlarca doğrudan gözlenemez sayılan jeolojik süreçlerin birçoğunun hızı artık gerçek zamanlı olarak ölçülebiliyor. Ve gezegenin temposunun ne eskiden sanıldığı kadar yavaş ne de sabit olduğunu görüyoruz.
Dünya’nın Bazaltı
Hutton’ın insan ömrüne kıyasla Dünya’nın yaşının sonsuz olduğuna ilişkin fikri, Siccar Point’taki uyumsuzluğun, bir dağ sırasının oluşması ve sonradan törpülene törpülene yeniden düz bir ovaya dönüşmesi için geçen zamanı temsil ettiğini fark etmesinden kaynaklanmıştı. Peki bu süre tam olarak ne kadardı? Dağ oluşumunun arkasındaki güçler Hutton’ın ölümünün 175 yıl sonrasına, yani Surtsey’in doğduğu ve levha hareketleri kuramının sonunda Dünya’nın nasıl işlediğini açıkladığı 1960’lara kadar bilinmiyordu. Bugün biliyoruz ki, dağların oluşum temposu, son tahlilde okyanus tabanlarının oluşup yok olmasıyla belirleniyor.
Geniş bir yaş yelpazesine ve değişik tarihçelere sahip birçok farklı kaya türünün karmakarışık bir bileşimi olan kıtaların tersine, okyanusların altındaki kabuk basit ve homojendir. Surtsey’in siyah volkanik kayaları gibi tümüyle bazalttır ve tamamı aynı şekilde meydana gelmiştir: okyanus ortasındaki uzun sırtların işaret ettiği volkanik denizaltı yarıkları altındaki manto tabakasının kısmen erimesiyle. Roman ve filmlerdeki hayal mahsulü tasvirlerin tersine, Dünya’nın hacminin yüzde 80’inden fazlasını meydana getiren manto, kızgın magma dolu bir kazan değil sert kayadır, ama jeolojik zaman ölçeklerinde akar. Her birkaç yüz milyon yılda bir manto termal konveksiyon (ısı taşınımı) süreciyle devasa bir lav lambası gibi kendini altüst eder. Derinlerdeki sıcak ve nispeten hafif kayalar yükselirken daha soğuk ve yoğun kayalar batar. Lord Kelvin’in mantonun statik olduğu ve Dünya’nın yaşamı boyunca kondüksiyon (iletim) yoluyla soğuduğu şeklindeki hatalı varsayımının aksine, manto konveksiyonu ya da taşınımı Dünya’nın temel ısı kaybı mekanizmasıdır. Manto taşınımı fikrini ilk kez Arthur Holmes 1930’larda öne sürmüştü. Günümüzde manto derinliklerindeki minerallerin davranışını simüle eden yüksek basınç deneyleri, Dünya’nın içindeki kaya taşınımının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
Okyanus ortası sırtlarının, Dünya’nın kabuğunun “sorguç” denen sütun şeklinde yükselen sıcak kaya kütlelerinin üzerinde gerilip incelmeye zorlandığı taşınımsal yükselme alanlarıyla örtüştüğü düşünülüyor. Fakat paradoksal bir şekilde, yükselen kaya ısısını büyük ölçüde yitirene kadar eriyik oluşmuyor. O halde hâlâ sertliğini koruyan manto kayasını yüzeye yaklaştığında eriten ne olabilir? Bunu gerçekleştiren mekanizma mantığa biraz ters geliyor: ek bir ısı girdisi değil, basınç azalması. Çoğumuzun faz değişimleri hakkındaki anlayışımızın temelinde yatan ve son derece anormal bir bileşim olan suyun aksine, kaya normal bir maddenin davranması gerektiği gibi davranır: Eridiğinde genişler ve donduğunda büzüşür. Bu da şu anlama geliyor: Dünya’nın derinlerinde bir yerde erime noktasına yakın bir sıcaklıkta bulunan bir kayanın üzerindeki basınç (örneğin yeryüzüne yaklaştığı için) azalırsa, daha düşük yoğunluklu faz olan erime seçilir ve magma oluşur. Bu fenomene “dekompresyon (basınç azalması) erimesi” denir ve basıncın sıcaklıktan daha hızlı azalması durumunda kaya aslında soğuyorken bile gerçekleşebilir. (Basınç azalması erimesi özellikle kayak ve kızak sporlarına düşkün olanlar için anlaşılması kolay olmayan bir şeydir; çünkü suyun buna taban tabana zıt olan davranışı –yani daha yüksek basınçta erime– kaygan zemin gerektiren kış sporlarının temel gereğidir.)
Bugün Dünya’da, manto taşınımı yoluyla 4,5 milyar yıllık soğumanın ardından, yükselen manto kayaları artık toptan erime davranışı gösterecek kadar termal güç taşımıyor. Daha ziyade, okyanus sırtlarındaki magmalar manto kayasının en düşük sıcaklıkta eriyen kısmını temsil ediyor. Atası olan mantodan farklı bir içerikle silika, alüminyum ve kalsiyum açısından daha zengin, magnezyum açısındansa daha fakir olan bazaltı oluşturan, işte bu kısmi ya da parçalı erimedir.
KÜNYE
Yeryüzünün Zamanı
Bir Jeolog Gibi Düşünerek Dünyayı Kurtarabilir miyiz?
Marcia Bjornerud
Metis Yayınları
Özgün adı: Timefulness
How Thinking Like a Geologist Can Help Save the World
Çeviri: Raşit Gürdilek
Yayıma Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Haziran 2020
216 s.
İÇİNDEKİLER
Teşekkür
Önsöz: “Zamandışılığın” Çekiciliği
1. Zamanın Bilincine Varma Çağrısı
2. Bir Zaman Atlası
3. Dünya’nın Temposu
4. Havadaki Değişim
5. Büyük İvmelenmeler
6. Zaman Bilinci, Ütopyacı ve Bilimsel
Sonsöz
Ekler
Ek 1: Basitleştirilmiş Jeolojik Zaman Çizelgesi
Ek 2: Dünya’daki Fenomenlerin Süre ve Hızları
Ek 3: Dünya Tarihinde Çevresel Krizler: Nedenler ve Sonuçlar
Notlar
Dizin
Marcia Bjornerud
Amerikalı jeolog Marcia Bjornerud, Minnesota Üniversitesi’ nde jeofizik okuduktan sonra Wisconsin-Madison Üniversitesi’nde yapısal jeoloji alanında mastır ve doktora yaptı. Bir süre Byrd Kutup Araştırma Merkezi’nde ve Miami Üniversitesi’nde (Ohio) çalıştıktan sonra Lawrence Üniversitesi’ne geçti. Halen bu üniversitede jeoloji ve çevre araştırmaları profesörü olarak hizmet veren ve Amerikan Jeoloji Derneği üyesi olan Bjornerud, araştırmalarında depremlerin ve dağ oluşumunun fiziğine odaklanıyor. Yazarın Yeryüzünün Zamanı adlı kitabı 2019 yılında popüler bilim ve popüler matematik dalında Amerikan Yayıncılar Birliği’nin PROSE (Mesleki ve Akademik Başarı) Ödülü’ne layık görüldü. Makaleleri The New Yorker, New York Times, Los Angeles Times, Wall Street Journal ve Wired gibi gazete ve dergilerde yayımlanan Bjornerud’un Reading the Rocks: The Autobiography of the Earth (Kayaları Okumak: Yeryüzünün Otobiyografisi) adlı bir kitabı daha bulunuyor.