Yoksulluk Halleri, Editör: Necmi Erdoğan ‘Yoksulluğun anatomisi’

Krizler ülkesi Türkiye?de ekonomik krizlerden önce de sonra da yoksul olanlar, hep yoksul kalacak olanlar, yoksulluğu kader gibi yaşayanlar, ?en alttakiler? konuşuyor bu kitapta… Yoksullar, kendi hallerini, gördükleri muameleyi, dünyayı, memleketi, zenginleri, kadınları-erkekleri, dini-maneviyatı, milleti-milliyeti nasıl algıladıklarını anlatıyor. Yoksulların kendi anlatımları ve hikâyeleri üzerinden, yoksulluk hallerinin farklı yönlerinin analizi de yapılıyor:Yoksulların kendi anlatımları ve hikâyeleri üzerinden, yoksulluk hallerinin değişik cephelerine dair analizler de yer alıyor kitapta:

? ?Garibanların dünyası?: Türkiye?de yoksulların kültürel temsilleri (Necmi Erdoğan)
? ?Yok-sanma?: Yoksulluk-mâduniyet ve fark yaraları (Necmi Erdoğan)
? ?Olmayanın nesini idare edeceksin??: Yoksulluk, kadınlar ve hane (Aksu Bora)
? Yoksulun evi (Ersan Ocak)
? Yoksulluk ve milliyetçilik (Kemal Can)
? Yoksulluk ve dinsellik (Ahmet Çiğdem)
? Kökene dayalı yardımlaşma ve dayanışma (Mustafa Şen)
? Bir süreç ve durum olarak yoksullaşmayı sorgulamak (Ömer Laçiner)

*‘Yoksulluğun Halleri’, Türkiye’de kent yoksulluğunun kültürel-siyasal formasyonunu analiz ederken, yoksulluğun ne denli toplumsal bir soruna dönüştüğünün altını çiziyor.
Yoksulluğun irdelenmesi gereken bir problematik olarak ele alınması gereken çerçeve köklü bir biçimde farklılaşmıştır. Bu farklılığı yaratan temel gelişme bir üretim ve toplumsal ilişki modeli olarak kapitalizmdir. Dolayısıyla, herhangi bir toplumda-Türkiye’de dahil- yoksulluk fenomenini deşmek için kapitalist-postkapitalist sosyo-ekonomik sistemleri ve bunların yoksulluk üzerindeki izdüşümlerini dikkate almak zorundayız. Bu bakımdan yaşadığımız dünyada, yoksulluk sorunu ekonomik indirgemeci paradigmanın vazettiği gibi paylaşım sorunundan menkul bir vakıa değildir. Yoksulluk, artık toplumsal-insani bir problematik haline gelmiştir.
Üzerine konuşacağımız bu özgün ve çok katmanlı Yoksulluğun Halleri adlı kitap, kabaca Türkiye’de kent yoksulluğunun kültürel ve siyasal formasyonunu analiz etmeyi hedefleyen iki kısımdan oluşuyor. Kitabı okumaya değerli kılan odak noktalarından biri, kitabın kent yoksullarının içinde yaşadıkları toplumsal varoluş koşullarını, tahakküm ve sömürü ilişkilerini, marjinalleştirilme ve dışlanma süreçlerini nasıl anlamlandırdıklarını ve bunların mevcut siyasal söylemlerle nasıl bir ilişki kurdukları konusu.

Hiyerarşinin açtığı yaralar
Genel hatlarıyla, araştırmanın rahmini oluşturan temalar, yoksulların kendilerine ve ‘zenginlere’ dair imgeleri, toplumsal eşitsizliklerin ve dikey hiyerarşilerin yoksullarda açtığı örtük yaralar, yoksulların siyasal süreçlerle olan ilişkileri ve özellikle de milliyetçilik, dinsellik, Alevilik ve Kürt kimliğinin yoksulluğun algılanmasın ve anlamlandırılmasındaki etki(sizlik)leri, kadınların yoksulluğu gündelik hayatlarında nasıl yaşadıkları, içselleştirdikleri ve onu bertaraf etme mücadeleleri, yoksulluğun ev bağlamındaki mekânsal pratikleri üzerinde yoğunlaşıyor.
Birinci bölümdeki makalelerin ana hatlarından biraz bahsedelim. Necmi Erdoğan’ın Garibanların Dünyası başlıklı makalesi, yoksul-mâdunların kültürel temsillerini, kendisinin deyimiyle içinde telaffuz edildikleri tahakküm ve sömürü ilişkileriyle kopmaz bir bağı olan bak-ış-ma, konuş-ma, hisset-me, dokun-ma, idare et-me ve kabullenme-me pratikleri dolayımında inceler. Bu bölümdeki bir diğer önemli yazı Aksu Bora’nın kadınların yoksulluğu nasıl yaşantıladıklarını ele alan ve ‘olmayanın idaresi’ üzerinde yoğunlaşan çalışmasıdır. Bora, yoksul kadınların sağlık ve beslenme sorunlarıyla nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını irdelemenin yanında; evlilik, cinsiyet rolleri, kadınlık ve erkekliğin yoksullarca nasıl anlamlandırıldığını da inceler. Ersin Ocak’ın yazısı ise, yoksulluğun onun öznesi tarafından en derin biçimde yaşandığı mekân olarak ‘ev’i inceler. Ocak’ın yazısında dikkat çeken nokta yaptığı özgül ‘mekan’ tanımlamasıdır. Ocak, mekanı ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve psikolojik süreçlerin içinde oluştuğu ve aynı zamanda bu süreçlerin oluşumuyla yeniden biçimlenen bir şey olarak ele alır.
Kemal Can’ın yoksulların anlatıları ışığında yoksulluk ve milliyetçilik ilişkisini tartışan yazısı, bu ilişkinin hem temsil, hem de etkileme düzeyinde doğrudan-organik bir ilişki olarak belirmediğini gösterir. Öte yandan, Ahmet Çiğdem, dinsellik ve yoksulluk arasındaki ilişkinin nasıl ve hangi bağlamlarda kurulabileceğini tartışır. Dinin yoksulluğu ve zenginliği nasıl gördüğünü inceleyerek, bu görüşün pratikte nasıl işlediğini göstermeye çalışır. Mustafa Şen’in yazısı ise, Alevi ve Kürt yoksullarının hikâyelerinden yola çıkarak, etnik ve dinsel kökene dayalı kimlik ile yoksulluk ilişkisini, yoksulluk, zenginlik ve dayanışmaya ilişkin algı ve anlatıları ele alır. İlk bölümde yoksulluğun farklı veçhelerini farklı bağlamlarda kavramsallaştıran yazılar, kitabın Yoksulluk Hikâyeleri başlıklı bölümünde yoksulluğun özneleriyle yapılan mülakatlar ekseninde ete kemiğe büründürülür. Bu sayede, yoksulların sesine kulak verilir.
Elimizdeki bu değerli çalışma, yoksulluğu basitçe ekonomik bir sorun olmaktan çıkarıp; toplumsal, kültürel ve siyasal boyutlarıyla birlikte sorunsallaştıran gerçekten çok ‘yeni’ bir eser. Aksu Bora çok haklı, yoksulluk gerçekten kader olmamalı. Bu olmaması gereken ‘kader’in hal-i pürmelali bu kitapta kendini ifşa ediyor.
*Makalenin Yazarı: Ümit Kurt

YOKSULLUK HALLERİ
Türkiye’de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri
Editör: Necmi Erdoğan, İletişim Yayınları, 2007, 959 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir