ayşe_hürGeride kalanlar varsa da artık bir ‘Hay-horom kültürü’nden söz etmek maalesef imkânsız… Aynen Karamanlı kültüründen söz edemediğimiz gibi…

Geçtiğimiz hafta CB Erdoğan, “yüzde yüz yerli ve milli milletvekili” isteyince medyada “yerli kime denir?”, “kim daha yerli”, “milli ne demektir?” “Erdoğan kime ne demek istedi?” tartışması yaşandı. Erdoğan’ın ne kastettiğine dair tartışmaları okumuşsunuzdur, ben o konuya girmeyeceğim. Bu toprakların yerlilerinden olup, artık izleri bile kalmayan, hatta çoğu kişinin adlarını bile bilmediği için iki topluluktan söz edeceğim.

TÜRK MÜ, RUM MU?
Osmanlı döneminde ağırlıklı olarak Aydın, Antalya, Adana, Hüdavendigâr (Bursa), Ankara, Kayseri, Tokat, Kastamonu, Konya, Sivas, Nevşehir, Niğde ve Göller Bölgesi’nde (Burdur-Isparta yöresi) yaşayan, Rumca bilmeyen, Türkçeyi kendilerine özgü bir ağızla konuşan, buna karşılık Grekçe dua eden ve Grek harfleriyle yazan Ortodoks halka Karamanlılar denirdi. Karamanca/Karamanlıca ya da Karamanlidika, Osmanlıca, antik Yunanca ve Rumcanın bir karışımıydı ve Karaman alfabesinde Yunan alfabesinde bulunan delta, theta, ksi, psi ve omega harfleri yokken, Yunan alfabesinde olmayan b, d, ş, k, ö ve ü harfleri vardı.

Osmanlı Anadolu’daki Ortodokslara ‘Ortodoks milleti’ dediği halde, kaynaklarda ‘zimmiyan-ı Karaman’ adıyla ayrı bir topluluk olarak geçen bu grupların kökeni konusunda iki temel tez var. Yunan tarihçilerine göre, Karamanlılar antik dönemden beri Anadolu’da yaşayan ancak Bizans döneminde Hıristiyanlığı kabul eden Yunan kökenlilerdi. Bu tezin bir versiyonuna göre de Karamanlılar, Bizans döneminde, sınır boylarında yaşadıkları için Türk akıncıları ile sıkça temasta bulunan Grek asıllı savaşçı köylülerden ana dillerini unutanlardı.

Cami Bey ya da İzzet Ulvi gibi ‘Türk Tarih Tezi’nin erken temsilcilerine göre, Karamanlılar, prehistorik dönemden beri Anadolu’da yaşayan Hititler, Kumuklar, Kumanlar ve Urartular gibi ‘Türk’ kavimlerin bakiyesiydi. Ünlü tarihçilerimizden Mehmed Fuad Köprülü’ye göre ise, Karamanlılar, ağırlıklı olarak Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen Hıristiyan Oğuz Türklerinin bakiyesiydi. Çok azı da, Müslüman Selçuklulardan Hıristiyanlığa geçenlerdi.

BİZANS’TAKİ TÜRK AİLELER
Gerçekten de, Heredotos veya Strabon’dan gayet iyi bildiğimiz gibi, Anadolu’daki Yunan kolonilerinin tarihi MÖ 5-6 yüzyıllara kadar gider. Bizans kaynaklarında ise, Peçenek, Kuman ve Uz gibi Hıristiyan Türk boylarından gelen askerlerin yanı sıra, ayrıca ‘Türkopol’ diye adlandırılan Selçuklu Türkleri ve Anadolu Türkmenlerinden oluşan Bizans birliklerden de söz edilir. Malazgirt’te Selçuklulara karşı savaşan Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in ordusunda Hıristiyan Türklerin olduğu bilinmektedir. Yine 11. yüzyıldan itibaren, Bizans kaynaklarında Aksuhos, Maniakes, Kaloufes (Halife), Prosouch, Tziglognos, İsak, İsa, İlhan, Kutlumuş gibi pek çok aile ‘Türkopoulos’ diye anılır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarının önemli figürlerinden Köse Mihal de Müslümanlığı kabul etmiş bir Bizans beyidir. (Bu dönemin bir diğer önemli figürü Gazi Evrenos’un kökenine dair iddiaları ise bir başka yazıya bırakıyorum.)

MERAM BAĞLARI’NA ZİYARET
1473’te Gedik Ahmet Paşa ile birlikte Konya’nın Meram Bağları’na giden Gian-Maria Angiolello adlı Venedikli seyyah, buradaki Rumların tamamen Türkçe konuştuklarını, dinsel törenlerinde kullandıkları kitaplarının da Arap harfleriyle ve Türkçe yazıldığını belirtir. Bu bilgi şaşırtıcıdır çünkü Karamanlılar Türkçeyi Arap harfleriyle değil Yunan harfleriyle yazarlardı. 1551’de İstanbul’a gelen seyyah Nicolas de Nicolay ise, Yedikule’deki Karamanlı cemaatinden bahseder. 1554-55 yıllarında Habsburg İmparatorluğu’nun temsilcisi Ogier G. Busbecq’le birlikte İstanbul’a gelen seyyah Hans Dernschwam da Yedikule semtinde kendilerine Karamanlılar (Caramonos) denilen halkın ibadetlerini Rumca yaptıklarını fakat bu dili anlamadıklarını, yalnızca Türkçe konuştuklarını yazar. (Dernschwam, Karamanlılar adını ilk kullanan Batılıdır.) Bu bilgileri 17. yüzyıl yazarı Eremya Çelebi Kömürciyan da tekrarlar.

“ÖYLE BİR MAHLUDİ HATT-I TARİKATIMIZ”
Bir başka 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi ise Antalya Rumları için “Ve dördü Urum keferesi mahallesidir. Amma keferesi asla Urumca [Rumca] bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelimat iderler”, Alanya’daki Rumlar için de “Amma kadim eyyamdan beri Urum [Rum] keferesi bir mahalledir. Cümle üç yüz hane haracdır. Amma asla Urum lisanı bilmiyüb batıl Türk lisanı bilirler” der. (Çelebi’nin Türk lisanı hakkında ‘batıl’ demesine dikkatinizi çekerim.)
Karamanlıların yaktıkları şu ağıt da bu duruma dairdir: “Gerçi Rum isek de, Rumca bilmez Türkçe söyleriz/ Ne Türkçe yazar, okuruz ne de Rumca söyleriz/ Öyle bir mahludi [karışık] hatt-ı tarikatımız [yazı usulümüz] vardır/ Hurufumuz [harflerimiz] Yunanice, Türkçe meram eyleriz…” Bunlara bakınca, M. Fuad Köprülü haklı görünmektedir. 1000’li yılların başından itibaren karşılıklı etkileşim içine giren bazı Türkler Hıristiyanlaşırken, bazı Hıristiyanlar da Türkleşmişe benzemektedir.

Kendileri tarafından yazılmı eserlerlerde kendilerinden ‘Anadolu Hristiyanları’, ‘Anadolu Ortodoks Hristiyanları’, ‘Yunan dilini bilmeyen Anadolu Hristiyanları’, ‘Anadolu Rumları’ veya sadece ‘Anadolular’ olarak bahsederken, konutukları dili ‘Türkçe’, ‘açık Türkçe’, ‘sade Türkçe’, ‘yavan Türkçe’, ‘kaba Türkçe’, ‘Türk dili’ veya ‘Anadolu Lisanı’ diye adlandırıyorlardı.

Bu arada not edelim, Karamanlı Türklerine ait ilk gazete Gazete-i Anatoli, Evangelinos Misailidis tarafından 1851 yılında çıkarılmıştır. (Gazete 1921 yılına kadar yayımlandı.) Yine Karamanlı Türkçesiyle yazılmış ilk telif roman Misailidis’in yazdığı Seyreyle Dünyayı-Temaa-i Dünya ve Cefakâr u Cefake adını taşır ki 1871’de basılan bu roman, edebiyat tarihçilerimiz tarafından ilk Türkçe telif eser sayılan emseddin Sami’nin Taauk-ı Talat ve Fitnat’ından bir yıl önce basılmıştır. Konunun uzmanlarından Evangelia Balta’nın tespitlerine göre, 1711’den 1921 yılına kadar Karamanlı Türkçesiyle yazılmış ve yayımlanmış kitap sayısı 369’dur. Bunların 164’ü din, 205’i din dışı konulardadır.

ZAYIF MİLLİYETÇİLİK
Muhtemelen bu kültürel doku yüzünden 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman ve Hıristiyan tebaası arasında milliyetçilik akımları etkisini göstermeye başladığı halde, Karamanlılar arasında ‘milli’ bilinç çok düşüktü. Örneğin 1879’da Kapadokya’yı gezen Henry Tozer’e göre Karamanlılar Rusya’ya, Yunanistan’dan daha yakındılar. Yine çeşitli kaynaklara göre, Karamanlılara milliyetleri sorulduğunda ‘Türk’, ‘Rum’ veya ‘Yunan’ değil, sadece ‘Hıristiyan’ olduklarını söylerlerdi.

Yüzyılın sonlarında iyice güçlenen milliyetçilik akımlarının etkisiyle, bazı unsurların Nevşehir’deki Rum okullarında Karamanlılara Rumca öğretilmesi gibi ‘kültürel Helenleştirme’ çabalarına rağmen küçük bir azınlık dışında Karamanlılar Yunan milliyetçiliğine kayıtsız kaldılar. Bu kayıtsızlıkları yüzünden de Türk milliyetçiliğinin Fener Rum Patrikhanesi’nin etkisini kırma planlarında önemli rol oynadılar.

İTC’NİN İZMİR VEKİLİ EMMANOUİLİDİS
II. Meşrutiyet (1908) döneminde açılan mecliste, İttihatçıların onayıyla yer alan 24 Rum vekil arasında Karaman Rumları da vardı. Örneğin Aydın Vilayeti’ne bağlı İzmir’i temsil etmesi üzerinde anlaşılan iki üye Kayserili Karaman Rum’u olan Aristidis (Georgantzoglou/Yorgancıoğlu) Paşa’yla, Atina Üniversitesi öğretim üyesi Pavlos Karolidis (Pavli Karalidi Efendi) idi. Yunan milliyetçisi çevreler bu ikilinin ‘hain’ olduğu düşünüyorlardı. Aristidis Paşa kolay seçildi ama Karolidi Efendi’nin Yunan uyruklu olmasından rahatsız olan İttihatçılar ‘müntesib-i sani’lere (yani ‘ikinci seçmen’lere) Karolidis’i seçmeme yönünde talimat verince İzmirli Rumlar durumu protesto ettiler. Büyük olaylar çıktı, sonunda İttihatçılar geri adım attılar ve Karolidis’in seçildiğini ilan ettiler.
1911 seçimlerinde İttihatçılar ve Rum Cemaati, Meclis-i Ayan üyeliği teklif ettikleri Aristidis Paşa’nın yerini yeğeni avukat Emmanouil Emmanouilidis’in almasında anlaştı. Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz değerli tarihçi Vangelis Kechriotis’in dediğine göre, Emmanouilidis de aynen Aristidis Paşa gibi, 19. yüzyıl Yunan milliyetçiliğine damgasını vuran Yunancılar ve Bizansçılar tartışmalarına katılmak yerine “Osmanlıcı vatanseverliğinden ilham alarak imparatorluğun bütünlüğünü korumak üzere Türk-Müslüman unsurları ile işbirliğinin gerekliliğine samimi bir bağlılık” göstermişti. Bu yüzden 1912 seçimlerinde tekrar aday gösterilerek ödüllendirilen Emmanouilidis, 1912 yılının Ekim ayında Birinci Balkan Savaşı patlak verdiğinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) önemli isimleriyle birlikte Sultanahmet’teki mitingde Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü savunan bir konuşma yaptı, bu konuşması Atina’daki bazı gazetelerin büyük tepkisini çekti.

1920’de Meclis-i Mebusan’ın kapanmasına kadar görev yapan Emmanouilidis, bu dönemde İTC’yi sadece 1915 Ermeni Tehciri/Kırımı/Soykırımı yüzünden eleştirdi. 1922’de savaşın Yunan ordusunun yenilmesiyle sona ermesi üzerine Yunanistan’a gitti, 1923’te Venizelos’un ekibinden olmak üzere Batı Makedonya’ya vali olarak atandı, ardından da meclise girdi. (Öldüğü 1943’e kadar da vekilliği devam etti.) 1920’de tamamladığı Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yılları adlı kitabını yayımlamak için 1924 yılına kadar bekleyen Emmanouilidis, Vangelis Kechriotis’in dediğine göre “bu süre içinde Yunan Devleti’ne herhangi bir şekilde değinmekten kaçınarak Osmanlı ideolojisine bağlı kaldı ve Atina basını ısrarla ona saldırmaya devam etti.”

KARAMANLILARIN MÜBADELESİ
Yunanistan’la Türkiye arasında, 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın bir parçası olarak imzalanan Mübadele Anlaşması ile karşılıklı göçe tâbi tutulacaklar ‘Müslümanlar’ ve ‘Hıristiyanlar’ olarak belirlenince, Türkçe konuşan Ortodoks Karamanlılar da mübadeleye tâbi tutulmuştu. Sonuçta, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden çıkarılarak İstanbul, İzmir ve Mersin limanlarından Yunanistan’a gönderilirken yürek paralayan sahneler yaşanmıştı. “Biz sizdeniz, göndermeyin!” yalvarmaları işe yaramamıştı. Sadece, Mustafa Kemal’in ‘Baba Eftim’ dediği Papa Eftim ve yakınları, Mustafa Kemal’in emri üzerine 3 Ağustos 1924 tarihinde çıkarılan 3798 sayılı “Papa Eftim Tezkeresi’ ile devletin himayesine alınmıştı. Böylece Anadolu’nun en yerli halklarından biri olan Karamanlıların köküne kibrit suyu dökülmüştü… (Papa Eftim kimdir, neden bu ayrıcalığa mazhar oldu diye merak edenler şu yazımı okuyabilir: “Papa Eftim’in cemaatsiz kilisesi”, okumak için tıklayın)

Bu bölümü şu bilgiyle tamamlayalım: Cumhuriyet döneminde, ilk gayrimüslim vekiller bilindiği gibi meclise 1935’te katılmıştı. Bunlardan biri Karaman Türkü/Rumu İstamat Zihni Özdamar idi. Bodrum doğumlu olduğu halde Atatürk’ün isteğiyle Eskişehir’den aday gösterilen Özdamar, gayrimüslimlerin iflahını kesen 1942 Varlık Vergisi Kanunu’na “evet” oyu veren vekiller adasındaydı. (Varlık Vergisi için bkz.: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/1942_varlik_vergisi_kanunu-1353243 )

(Mustafa Kemal’in emriyle Fener Rum Patrikliği’nin etkisi kırmak üzere, Türk Ortodoks Kilisesi’ni kuran Papa Eftim, 23 Nisan 1922’de, II. İnönü Meydan Muharebesi’nin birinci yıldönümünü kutlamak için Meclisin önünde toplanan 50 bin kişiye Türk Ordusu’nu öven pek duygulu bir konuşma yapmıştı.)

HAY-HO(U)RO(U)MLAR KIMDIR?
Gelelim ikinci kökü kurutulmuş, unutulmuş yerli topluluğumuza… Yunanca kaynaklarda Hay-hurumlar, Ermenice kaynaklarda Hay-horomlar diye geçen topluluk, ruhani açıdan Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı ancak Ermenice konuşan bir gruptu. (Bundan sonra Ermence kaynaklardaki gibi Hay-horomlar diye devam edeceğim çünkü dilleri Ermeniceydi.) Bu ilginç kompozisyon, Hay-horomların, Yunan ve Ermeni milliyetçilikleri tarafından paylaşılamamasına neden olmuştur. Bu konuda yapılmış bilimsel araştırma yok ama, ağırlıklı olarak sözlü kaynaklardan yararlanarak Hay-horomlar konusunda önemli bilgi birikimine sahip olmuş İzmirli bir Rum olan olan Yorgos Anastasiadis’e (1874-1971) göre, Hay-horomların etnik kökeni konusunda değişlik görüşler var.

ANABASİS’İN BAKİYELERİ Mİ?
Çağdaş Yunan tarihçilere göre Hay-horomlar, MÖ 401’de kardeşi II. Artakserkes’i devirerek Pers tahtını ele geçirmeye çalışan Genç Keyhüsrev (Kiros) için savaşan ancak Keyhüsrev’in öldürülmesi üzerine geriye dönen paralı Yunan askerlerin bakiyeleriydi. Bu efsanevi ‘geri dönüş’, söz konusu sefere katılmış olan Yunan tarihçi Ksenephon tarafından “Onbinlerin Dönüşü” (Anabasis) adlı eserde anlatılmıştır. Bu tezin sahiplerine göre, bunlara daha sonra Büyük İskender’in Asya Seferi sırasında (MÖ. 334-323), güzergâhların güvenliği için bıraktığı Yunan askerleri de eklenmiş, bu gruplar, Doğu Anadolu bölgesindeki Ermeni toplumlarının kadınlarıyla evlenerek asimile olmuşlar, zamanla dillerini unutmuşlardır.

EGİNA ADASI’NDAN GELEN YUNANLILAR MI?
Hay-horomların etnik olarak Rum olduğuna dair tezin bir başka versiyonuna göre Hay-horomlar Bizans döneminde, Yunanistan’da Atina yakınlarında bir ada olan Egina’dan gelen koloni sakinleridir. Tarihte ilk Hay-horom topluluğunun ortaya çıktığı Sivas yakınlarındaki Eğin’in adı da Egina’dan gelmektedir. Bu gruplar, Bizans’a son veren Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam’a geçmek istememişler ve yaşadıkları bölgelerdeki Ermeni nüfusa katılmışlardır. Bu bölge Türkler için çok önemli olduğundan, İslam’a geçmek konusunda baskıya maruz kalmamışlar; fakat zamanla dil açısından Ermeniler tarafından asimile edilmişlerdir.

HELENLEŞMİŞ ERMENİLER Mİ?
Görece yeni Ermeni kaynaklarına göre, Hay-horomlar Bizans döneminde Helenleşmiş (Yunanlılaşmış) Ermenilerdir. İmparatorluk bu grupları Fırat’ın batısında, merkezi Eğin olan on ikiden fazla köyde toplamıştı. Ermenice konuşan bu Ortodokslar, ruhani olarak Büyük Antakya Patrikhanesi’ne bağlı Erzurum ve Diyarbakır Metropolitliği’ne tâbi olmuşlardı.

Hay-horomların kökeni ilişkin bir başka tez de şudur: Ermeni mitolojisine göre Ermeni soyunun kurucusu, efsaneye göre Iapetos’un (Yaşeth’in Yunanlaştırılmışı) neslinden olan Hayk’tır. Hayk, MÖ. 24’te yaratılmıştır ve Ermenicede ‘önder’, ‘lider’ anlamına gelir. Ermenicede Rum’a (Romalı anlamında) da ‘Horom’ denir, o nedenle Rum kökenli veya Rumlaşmış Ermenilere ‘Hay-horom’ denir.

AGİN’DEN EĞİN’E, EĞİN’DEN KEMALİYE’YE
Yine Ermeni kaynaklarına göre; Hay-horomların ilk ortaya çıktıkları merkez, Sivas’ın Eğin Köyü’ydü. Eğin adının kaynağı konusundaki söylence ise şöyle: Masis (Ararat veya Ağrı) ve İran Ermenilerinin Anadolu’ya yayıldıkları dönemde, bir grup Ermeni, Fırat boyunca ilerleyerek, etrafında çok verimli topraklar olduğu söylenen nehrin kaynağını aramışlar. İlerlerken sürekli, “kaynağa doğru” diyorlarmış, böylece onlar tarafından kurulan şehrin adı ‘Agin’ olmuş. (Emenice ‘ag’kaynağa/kaynağı anlamına geliyor).

LİSANEN ERMENİ VE TÜRK, KALBEN RUM
Yorgos Anastasiadis’e göre bu tezlerden hangisi doğru olursa olsun, bugün Hay-horomlar kendilerini Rum kabul ederler. Yüzyıllar boyunca bir kelime bile Yunanca bilmemelerine rağmen Rumluklarına olan sarsılmaz inançlarını muhafaza ederler. Anadilleri öncellikle Ermenice, sonra da Türkçedir. Ermeniceyi okulda öğrenirler. Kilisedeki ayinleri daha çok Türkçe ve Ermenice ve daha az Yunanca ilahilerin karışımıdır. Ancak, cemaat Yunanca ilahileri anlamadığı gibi, Ermenice okunan ilahilerin de Ermeni kilisesininkilerle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar Rum Ortodoks Kilisesi’nin ilahilerinin çevirisidir ve Yunan kilise müziğinin makamıyla okunur. 1896 yılında, Ermenice ilahilerin yerini daha çok Karamanlıca (yukarıda anlattığım gibi Yunan alfabesiyle yazılan Türkçe) ilahiler almıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA HAY-HOROMLAR
Sevan Nişanyan’ın Index.Anatolicus adlı eserinde 20. yüzyıl başında Hay-horumların yerleşim yeri olan köylerin adları oldukça fazla. (http://www.nisanyanmap.com/?eth1=hh) Buna karşılık, Hay-horum olduğunu söyleyen bir okurum Hay-horomların Doğu Anadolu’daki köylerinin altı tane olduğunu söylemişti. Bunlar Vag, Zorak, Musaga, Sirzu, Hogus ve Mamsa olup, ilk dördü Eğin’e, Mamsa Çemişkezek’e bağlıydı. Hogus ise diğer dört köyden epeyce uzakta, Kemah’ta idi. Yine aynı kaynağa göre Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar Erzincan ve Erzurum’a kadar ilerlediklerinde, Hogus’un sakinleri onları coşkuyla karşılamış, Rus ordusu geri çekilirken korkuya kapılıp onların peşisıra Rusya’ya gitmişlerdi. Bu gruplar Cumhuriyet dönemine kadar da orada kalmışlardı.
Fırat’ın Eğin bölgesindeki 70 Hay-horom ailesi ise 1924’te Mübadele Antlaşması ile Yunanistan’a gönderildiler ve Eğriboz’un kuzeyindeki Kastaniotisa Çiftliği’ne yerleşerek Yeni Eğin’i kurdular. İki yıl geçmeden Rusya üzerinden (muhtemelen Hogus’lu) 50 aile daha Selanik yakınlarındaki Diavata’ya yerleşti. Eğin adı ise, Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal’in onuruna, Kemaliye olarak değiştirilerek Doğu Anadolu Hay-horomlarının son izi de tamamen silindi.

BİTİNYA HAY-HOROMLARININ KADERİ
Anadolu’daki diğer geniş Hay-horom cemaati 1608’den beri Adapazarı/İzmit (Bizans dönemindeki adıyla Bitinya) bölgesinde yaşıyordu. 1915’te İzmit’te 7-8 bin civarında Hay-horom yaşıyordu. Geyve civarındaki Hudi, Ortaköy ve Şındıklı adlı üç köyün ilk sakinlerinin Eğin’den geldikleri sanılıyor.
1923’teki I. Tüm Göçmenler Konferansı’na sunduğu tebliğinde Doktor Benediktos Adamantiadis Bitinya Hay-horomlarının kaderini şöyle anlatmıştı: “Ticarette ve sanayide gelişmiş, zengin, 15 bin ve daha fazla sakiniyle Geyve-Ortaköy Rumları, Haziran 1920’nin sonlarına doğru Sakarya-Karaçay civarındaki hanlara toplanıp kapatılmışlar ve aşırı dinci gruplar tarafından kılıçtan geçirilmişlerdir. Bu kıyımdan kurtulanlar da, kaçtıkları dağlarda av köpekleriyle kovalanmış ve hunharca katledilmişlerdir. Ağustos 1920 sonlarında bölgede bir tane bile Rum kalmamıştır. Sadece, temkinli davranıp topraklarını kıyımdan önce terk etmiş birkaç yüz kişi kurtulabilmiştir.”
Bu birkaç yüz kişinin de sonra ülkeden ayrılmış olması mümkün. Geride kalanlar varsa da artık bir ‘Hay-horom kültürü’nden söz etmek maalesef imkânsız… Aynen Karamanlı kültüründen söz edemediğimiz gibi. Bu sayfalarda defalarca örneklerini verdiğim Türk milliyetçiliğinin ‘başarı hikayesi’ (!) olan gayrimüslimlere yönelik tehcirlerin, sürgünlerin, mübadelelerin, kaçırtmaların üstüne Karamanlılar ve Hay-horomların kökünün kazınmasını da koyabiliriz yani. 6,5 milyon Kürt seçmenin oyunu, “seni başkan yaptırmayacağız” diyen HDP’ye vermesinden sonra Kürtlere sempati duyması beklenmeyen CB Erdoğan’ın ‘yerli ve milli’ kontenjanını doldurma işinin, eğer Anadolu’ya gelişlerini 1071 Malazgirt Savaşı ile başlatırsak, yerlilik konusunda bu topluluklardan çok daha kısa bir tarihçeye sahip olan Türklere kaldığını söylemeye gerek yok herhalde… Kendini Türk diye tarif edenlerin ne kadarının ‘millilik’ konusunda Erdoğan’ı tatmin edecek kriterlere sahip oldukları ise ayrı bir konu…

Özet Kaynakça: Foti Benlisoy, Stefo Benlisoy, “‘Karamanlılar’, ‘Anadolu ahalisi’ ve ‘aşağı tabakalar’: Türkdilli Anadolu Ortodokslarında kimlik algısı”, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, Sayı 11, Güz 2010, s.7-22, Sula Bozis, “Karamanlılar”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.458-459, Tarih Vakfı Yayınları, 1994, Yonca Anzerlioğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yayınevi, 2009, Evangelia Balta, “Karamanlıca (Karamanlidika) Basılı Eserler”, Çeviren: Andonis Zikas, Tarih ve Toplum, C. 62. s. 57-59, E. Balta, “‘Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz’ Adventures of An Identity in The Triptych: Vatan, Religion and Language” Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.8, s. 25-44. Speros Vryonis, The decline of medieval Hellenism in Asia Minor and the process of Islamization from the eleventh through the fifteenth century, University of California Press,1986, Vangelis Ketchoridis, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemi’nde Karamanlı Rum Ortodoks diasporası, İzmir Mebusu Emmanouil Emmanouilidis”, Toplumsal Tarih, 25 Kasım 2014, s. 38-43, Yorgos Anastasiadis, “Ermenice konuşan Rumlar”, Yunanca’dan çevirenler: Frango Karaoğlan ve Elçin Macar, Toplumsal Tarih, S. 156, Aralık 2006, s. 38-43.

Not: Bu yazının Hay-horomlar ile ilgili bölümünü 3 Temmuz 2009 tarihli Agos gazetesi için yazmıştım. (O zaman Yorgos Anastasiadis gibi Yunanca ‘Hay-hurumlar’ terimini kullanmıştım.) Bu yazıya, Facebook’ta Sofya Agopyan adlı kullanıcının sayfasında rastladım. (https://www.facebook.com/notes/sofia-agopyan/ermenice-konuşan-rumlar-hay-horomlar-kimdir/1407356199550293) Sofya Agopyan kaynak belirtmediğinden ilk bakışta yazıyı kendi kaleme almış sanılabilir. Dolayısıyla o sayfayı görenler, benim o yazıdan ‘intihal’ yaptığımı düşünmesinler diye (bu sık sık başıma geliyor, benim yazılarımı birileri kendilerine malediyorlar, başka birileri de benim bu çalıntı yazılardan ilham aldığımı iddia edebiliyor!) bu notu koymak ihtiyacı hissettim.

Ayşe Hür
http://www.radikal.com.tr/ 27.9.2015

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Nazım Hikmet’ten ezber bozan mektup: Türk- Kürt halklarının kardeşliği…

Next Story

Artık çizgi roman sevmiyor muyuz?

Latest from Ayşe Hür

Go toTop