Yüzümdeki Kuyu – Metin Kaygalak ‘Işığın kör olduğu yerdeyim.’

Metin Kaygalık’ın ilk şiir kitabı “Yüzümdeki Kuyu” sevgili Orhan Koçak’ın da dediği gibi “kesik kesik akan bir suyu andırıyor”… Ama kendine dönük, kendine akan bir su… Sanki her şey suda başlayıp suda bitiriyor gibi… Kimbilir belki de o büyük sırrı arıyor…


” Bana yüzümü gösterin
ölüme günah sinisiyle sunulan sırrın
çürüyen aynasında”…

Ya da herşeyin sustuğu yerde, Doğu’nun kendisi, sesi konuşuyor. Doğu, saçlarından başlıyor tutuşmaya, bütün kapılarını kırıyor Doğu’nun. Sanki şair hep bir at üzerinde yazıyor şiirlerini… Atını Doğu’ya mı sürüyor yoksa nereye giderse Doğu’yu beraberinde mi götürüyor bilemiyorum ama şair Metin Kaygalak’ın duyduğu acı dünyayı acıtan cinsten!..

” Doğu’da herşey kendine kopuk
bir dille tutanmaktaydı. Hikâyesi
olmayan bir hiçlik duygusuydu çünkü,
her ayinde bir seyyîde bırakılmış
cinnet duygusu, saklıydım her resimde,
her yerde fail ve meczub. Sustum,
Doğu’da susmak ne kadar susmak,
ah, acı ne kadar kendiydi.”..

Metin Kaygalak kalbini mühür bilmiş, kalbiyle fışkırmış!.. Doğu’nun en suçsuz hâliyle yazmış şiirlerini, hiçbir borcu yok şehre karşı, üçüncü sesleri sevmiyor, kâlp literatüründe söz, bir aşk tutumuyla yola çıkmıştır, burada ruhun kendisini geriye çekmesinde ne bir maraz ne bir kibir bulamazsınız!..

“yedi mum diktim
yedi kapıya.
yedi dirim söz.
kırk söz söylendi
yedisini bildim.

bildim bir keşişin remilinde yiten
o masal çocuğu.”..

Çocukların rüyalarına yaslanmanın kederini de duyuyor içinde… Ölüm; yüzümüzdeki bir tel örgüdür hepsi bu! Yara hırçındır, yara; suda boğulan bir nilüfer, aşkın ağzı gülle doldurulmuştur ve huysuz bir cümle eriyip gider ellerimizde… Yoksul bir merhametin boynumuzu ısırması var ki; bütün kelimeler itina ile alnımıza düşerler. İşte burada nasibimizle kendimize kalakalırız!..

“kederden bildim her şeyi
toprağın ve gülün âhı kederden”..

Metin Kaygalak’ın şiirlerini okuduğumda şiir adına çok sevindim. İşte dedim herkese pek benzemeyen, kendine ait, kendi sesiyle, kendi sözünü söyleye-bilenlerden birisi!..
Hakiki ve sahici olmanın lezzetini çıkarıyor, hem “ışığın kör olduğu yerdeyim” demesi de boşuna değil! Bence söyleyecek sözü olanlardan ve sözünü nasıl söyleyeceğini bilenlerden!.. Ya da şöyle mi demeliydim: Bazı sözler bazı şairlerde iyi duruyor. Bakın şiirinin bir yerinde ne söylüyor:

“hiç kimse bilmese de olur
yılanların kederli hikayesini. kimi
tanıdıysam biraz o’ydum. gidip
vardım huzura,
ah, içimi içimde oydum.”

Metin Kaygalak başka bir nehirden akıyor. “Yetimim işte, kendi gövdemde de”, sanki bir ışığı sürüklüyor gibi akıyor, bir çölü sürükleyerek gibi akıyor… Yokluğun deryasında, hakiki olanın, erdemli olanın, su gibi bir rüyanın kardeşliğiyle akıyor… Söylemeden geçemeyeceğim, ilk kitabı olmasına rağmen, sanki üçüncü, dördüncü kitabıymış gibi özenle yazmış şiirlerini…

“Her şeyin ayna ve yokluk” olduğunu söyleyen şair Metin Kaygalak’ın şiirleri birkaç kültürün imbiğinden süzülüp gelmişler. Kibirsiz ve sonsuz bir hürmetle yazılan bu şiirlerin içinden müthiş bir kalbin sıcaklığı geçiyor dersem doğruyu söylemiş olurum. “Kederin bile kederde âhı var”ken, “herkes kendi tabutuyla dolaşıyor”ken, “her sözde bir esrâr” dururken, elbette “herkes bir oyunla bağlıdır celladına”… Şunu rahatlıkla söylemek zamanı gelmiştir artık! Herkes yüzündeki aynayı kırsın, içimizin kuyusuna inelim ve biraz da oradan çıkaralım şiirimizin bakırını…

“Her şey yaralı bir zamana akarken, kim
söyleyebilir çıraların beyhude söndüğünü.
bu son düğümün herkese atıldığını,
herkese yağdığını bu son yağmurun.
ateşin üşüdüğünü, suyun acıdığını…
rastladım bir akşamüstü herkese,
herkes nasıl yalnız!..”

Engin TURGUT
Cumhuriyet Kitap eki

Metin Kaygalak’ın ‘Yüzümdeki Kuyu’ adlı şiir kitabına dair yorumlar

“Bir noktada tıkanıp kalmış ve ancak çok sonra azar azar, kesik kesik akmaya başlamış bir suyu andırıyor Kaygalak’in şiiri. Tıkandığı yerde çok kalmış ve böylece kendi üzerine dönmüş, kendini, kendi tıkanışını iyi tanımış bir şiir. İmkânlarını da. Yahya Kemal gibi, Diranas ve Tanpınar gibi, Cemal Süreya ve Ece Ayhan gibi, Hilmi Yavuz ve İsmet Özel gibi, yapacağı isi en bastan sezen ve çoktan biçimlenmiş olarak doğan bir şiir. Tıkanma bir tür erken olgunlaşmaya yol açıyor burada. Bir koyulaşma, kıvam bulma: Takılıp kaldığı yerin bütün minerallerini, bütün ışıltılı kirini de üstlenmiş bir madde. “taşların unutulan / yüzüyüm ben. / söz’ün / dil’in / ve zaman?ın… / / dağların / kilitlenmiş yüzüyle / mühürlendim, / resimlerin taslarda unuttuğu dile.” Bu kilitlenme, ilerleme düşüncesinin tehlikeli aldatıcılığına işaret eden ama olgunlaşmayı da büsbütün yadsımayan bir Karanlık Aydınlanmaya da işaret ediyor. “birazdan susacak / dilini bildiğim her şey. / yeryüzü / ve gökyüzü. / yüzümü döndüğüm kalpler…” Orhan Koçak
Kitabın birinci baskısının arka kapak yazısı

“Yüzümdeki Kuyu (1998) şiirin tarihinin her şeyden önce dilin ve tekniğin tarihi olduğunu anlamıştır. Bazı şairler böyledir. Yıllarca içten içe dille, tarihle, teknikle yoğrulmuş doğarlar. Yazmaya nice yıl sonra başlarlar, ilk kitabıyla da şaşırtırlar. Metin Kaygalak?ın şiirini ben böyle şaşırarak öğrendim. Sonra da onu izlemeyi sürdürdüm. Özellikle de Suya Okunan Dua?yla da (2000) beklentim perçinlendi. Kısa sürede tekniğin ve dilin anlayışıyla donandım, zenginleştim.”
İlhan Berk, Yasakmeyve sayı: 6, Ocak-Şubat 2004

“İlk kitabı Yüzümdeki Kuyu ile dikkatleri çekti.”
Mehmet H. Doğan (1999 Yılı Şiir Yıllığı, Adam Yay.)

“İlerde bir destan ya da tragedya yazabilir Metin Kaygalak; çünkü Yüzümdeki Kuyu bunun rehberliğini yapmaya soyunmuş gibi. Uzun bir monolog olarak okunan kitap, hüzünlü bir kahramanın son perdede, son dakikalarda attığı bir tirat havasında. Sanki boğucu, ama değil. Sanki bunaltıcı, ama değil. Sanki hayal, ama değil. Sanki hakikat, ama değil.”
Küçük İskender, Şiirlideğnek, Varlık sayı: 1090 Temmuz 1998

“Kaygalak, ilk bakışta, şiir dilinin yeni zamanlara meydan okur görünmesinin müsebbibi olan argümanları, kendisinden önce bu argümanlara bel bağlamış edebiyatçıları aşarak var ediyor. Bu argümanları bütün şiirlerinde tarif ettiği azabın çehresini çizmede, ruhunun derinliklerini açıklamada kullanmaktan kaçınmasa da, onlara teslim olmadığını ele veriyor.”
Yılmaz Varol, Virgül, sayı: 10, 1998

Yüzümdeki Kuyu?dan

Sedeften bir tabuta işlendi, bir
Çocuğun gözlerine terkedilen kuyu.
Dokundum safirden bir avluya tutuşan
Gözlerimle, kimse görmedi. Kimse görmedi
bir kuyuya düştüğünü yüzümün. O son
arzuda herkesin kollarını yılan çiçekleriyle
açtığını, unuttuğunu kendini kendinde o
son kelamda. Acının sularında yıkandığını
dilinin, her şeyin yakıldığını, her şeyin ve
kalbinin. Her şeyin bir nefeste varolduğunu
unuttuğum vakitler, her şeyin kör bir
rüyayla başladığını ve bittiğini her şeyin…
kimse anlamıyor,

ah, her şeyin kendinde bir sonbaharı avr.

Dağları ve suları unutsam, dokunsam
şimdi zamanına çocukluğumun,
yeniden dönsem suya ya da çırılçıplak
bir üşümeyle kendime. unutsam sesimi
örneğin, kırılmış onca şeyin hürmetine
sığınsam,sussam ve dinlesem o hikmeti,
çocukluğum olur bırakmaz beni, üşüdükçe
annem ve kandil. o büyük sırla döndüm
kendimi acıttığım yeşil suya. Her yeri
yeniden yıkmalı, her şeyi yeniden, yeniden
her şeyi öldürüp dönmeli o büyük sırra.
nereye dönsem yüzümün acıyan kalbine
akıyor, üşüdüğüm her sela. Sonunda herkes,

ah,yenilir içindeki çocukluğa.

hiç kimse yoktu, kör oldum. Çocukluğumun
ürkek elleriyle bir ip gibi dolandım boynumla,
çıplak ve soğuk gecesinde ölüme, defterimi
kapadım. Öldüm çünkü her çocuk gibi
kaçırdığım o saklı fotoğraflarda. Suları
yorumladım, telaşlı bir tutkuyla geldim bir
nehrin kendine döküldüğü yere. Çocuktum
çünkü unutulmuş her çocuk gibi eksik,

ah, unutulmuş her çocuk gibi nezir.

Kuzeyde bıraktığım son defterden
bir şey kalmadı saklayacak. Yüzüme
saydığım kötülükler de yok
artık.anneme kalsa Faris haklıydı,
insan okunan her duada yasin,
yaşanan her yaşta Mem olmalıydı.
oysa Doğu?da her şey kendine kopuk
bir dille tutunmaktaydı. Hikâyesi
olmayan bir hiçlik duygusuydu çünkü,
her ayinde bir seyyide bırakılmış
cinnet duygusu. Saklıydım her resimde,
heryerde fail ve meczub. Sustum,
Doğu?da susmak ne kadar susmak,

ah, acı ne kadar kendiydi.

Kitabın Künyesi
Yazar :Metin Kaygalak
Şiir Kitabının Adı: Yüzümdeki Kuyu
Yayınevi: Avesta
Birinci baskının kapağı: Deniz Bilgin
Basım Yılı: 1998

Metin Kaygalak’ın Hayatı
1968’de Bingöl?de doğdu. İlk-orta ve lise öğrenimini Bingöl’de tamamladı.Uludağ üniversitesi iktisadi ve idari bilimler fakültesi’ni bitirdi. 1986 yılında Uludağ Üniversitesi İktisat Fakültesini kazanan ve 1991 yılında mezun olan Kaygalak, Bingöl Lisesinde okurken Felsefe grubu öğretmenliğini yapan ve Sivas Madımak otelinin yakılması sırasında hayatını kaybeden Yazar ve Şair Metin ALTOIK’tan çok etkilendiğini ve o zamanlardan beridir şiir yazadığını belirtiyor. İlk şiiri güneş gazetesi genç şairler şiir antolojisi’nde yayımlandı. Bunu; ayrım, biçem, yazıt, promete, poetik’us, yine hişt, defter, ludingirra dergileri izledi.
Metin Kaygalak?ın ?Nar Defterleri? ve ?Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur? adlı iki şiir kitabı eşzamanlı olarak Avesta Yayınları tarafından yayımlandı. Doğu?ya dair izleri barındıran, mistik, mitolojik okumalara uzanan şiiriyle dikkat çeken şair, her iki kitabıyla da beğeni kazandı.

Şiir Kitapları
Yüzümdeki Kuyu (1998)
Suya Okunan dua (2000)
Nar Defterleri (2006)
Ortodoks oğlanlar için fücur (2006)
Bîra Rûyê Min

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir