Marx Öldü, Yaşasın Marx!

1968 yılı, küresel bir dönüm noktası oldu. Sermayenin “altın yılları” sona erdi, Fordizm ve Keynesçiliğin krizleri derinleşti. Ancak bu sadece ekonomik bir kriz değildi; Amerika’daki karşı-kültür hareketlerinden, Fransa’daki Mayıs olaylarına ve İtalya’daki işçi mücadelelerine kadar uzanan, yeni bir sosyal isyan türü yükseliyordu. Bu isyanlar, sadece iktidarı ele geçirmeyi değil, bireysel ve sosyal kurtuluşu hedefliyordu.

Bu yeni devrim, aynı zamanda ideolojik bir devrimdi ve Marksizm’i de derinden etkiledi. Muhafazakar güçlerin “Marksizmin öldüğünü” ilan ettiği o günlerde, aslında yeni bir Marksizm doğuyordu.


İspanya’da 1968: Marksist Düşüncenin Çatlakları

İspanya’da bu ideolojik devrim, somut siyasi örgütlenmelere yansıdı. Hiyerarşik Komünist Partiler, Sovyetlerin Çekoslovakya işgaliyle Moskova’dan uzaklaştıkça bölünmeye başladı. Bu, Avrupa-komünizmi gibi daha muhafazakar bir evrime yol açarken, Troçkist ve Maoist partiler gibi heterodoks grupların da ortaya çıkışına zemin hazırladı.

  • Troçkizm ve Maoizm: Devrimci Komünist Birliği (LCR) gibi Troçkist gruplar, sınıf işbirliğini reddediyor ve kapitalizmi sona erdirmeyi hedefliyordu. Maoist gruplar ise daha radikal bir solculuğu temsil ediyordu.
  • İşçi Komisyonları: İşçi Komisyonları (Comisiones Obreras), Franco karşıtı mücadelede işçi hareketini yeniden inşa etti. Ancak başlangıçtaki öz-örgütlenme ruhu, zamanla Komünist Parti (PCE) tarafından kontrol edilen bir sendikaya dönüştürüldü.
  • Yeni Hareketler: Guevaristlerden Katolik devrimcilere kadar uzanan çeşitli gruplar, işçi sınıfı hareketinde hegemonya mücadelesi verdi. Bu gruplar, işçi konseyleri gibi doğrudan örgütlenme biçimlerini savunuyordu.

Tüm bu çalkantılar, İspanya’daki Marksist solun, hem içeride hem de dışarıda, çeşitli ideolojik ve pratik sorunlarla boğuştuğunu gösteriyordu.

Marksizmin Rönesansı: Ekonomizm ve Mekanizmadan Kurtuluş

Ancak bu kriz, Marksizmin sonu değil, onun yeniden doğuşuydu. Althusser, Marcuse ve Reich gibi düşünürler, Marx’ın eserlerini yeniden okuyarak, Marksizmi iki temel hatadan arındırmaya çalıştılar:

  • Ekonomizm: Bu, her şeyi ekonomik temele indirgeme hatasıydı. Engels’in de uyardığı gibi, Marx ve kendisi, ekonomik unsurun tek belirleyici unsur olduğunu asla iddia etmemişti. Yeni Marksizm, üretici güçlere bilgiyi, üretim ilişkilerine toplumsal ilişkileri ve sınıflara bireysel ve sosyal mücadeleleri ekleyerek bu hatadan kurtulmaya çalıştı.
  • Mekanizma: Bu, tarihi önceden belirlenmiş ve her zaman ilerleyen bir süreç olarak görme hatasıydı. Oysa tarih, sosyal oluşumların ve sınıf mücadelesinin öngörülemez bir sonucudur. Yeni Marksist düşünce, geleceği tahmin etme mitini bir kenara bırakarak, tarihin sınıf mücadelesinin sonucu olduğunu vurguladı.

Marx’ın kendisinin “Ben Marksist değilim” demesi de bu durumu özetler. O, kendi düşüncesinin, öğrencileri tarafından bir dogma haline getirilmesine karşıydı.


Yaşasın Marx!

Marx’ın kendisi ölmüş olabilir, ancak onun keşfettiği temel bilim, yani tarihin sınıf mücadelesinin sonucu ve yaratıcısı olduğu gerçeği, bugün her zamankinden daha geçerlidir. Modern dünyada, ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, yeni teknolojik gelişmeler ve sosyal hareketler, sınıf mücadelesinin bitmediğini gösteriyor.

Bu nedenle, George Sorel’in dediği gibi: “Marx’a dönelim, bu benim sloganım ve bunun doğru yol olduğuna inanıyorum.” Marksizm bir dogma değil, bir yöntemdir. Bizi, dünyanın işleyişini anlamaya ve onu değiştirmeye davet eden bir eleştirel düşünce aracıdır.