Dört Parçada Anarşizm: Apartman Yöneticisinden Kurtulmak Üzerine Mahalle Dedikodusu

Şöyle bir bina hayal edelim.
Adı: Medeni Dünya Apartmanı.

En üst katta holding sahipleri oturuyor; alt katlarında devlet memurları, biraz daha aşağıda “orta sınıf” diye bildiğimiz kredi kartı kulları; en altta da asansöre binmeye bile çekinen, zemin katın nemini soluyan “çalışan kesim”.

Apartmanın kapısında kocaman bir levha:

“Yönetim, huzurunuz ve güvenliğiniz için tüm yetkiyi kendi elinde toplar.
Fazla soru sormayınız, aidatınızı düzenli ödeyiniz.”

Libertarian Socialist Rants’ın Anarchism in Four Parts metni, işte bu apartmanın içini dolaştırıyor bize:
Hiyerarşi nedir, neden sorunludur, yerine ne konabilir, “anarşi olursa kaos çıkar” diyenlere ne cevap verilebilir?


1. Hiyerarşi: Tepeden Bakan İnsan Piramidi

Metnin ilk kısmı, “The Case Against Hierarchy” başlığını taşıyor: Hiyerarşiye karşı dava.

Yazar diyor ki:

  • İklim krizi,
  • Nükleer savaş tehlikesi,
  • Ekolojik yıkım…

Bunlar gökten düşmedi; bunlar, küçük bir azınlığın elinde toplanmış güç ve zenginliğin, bütün gezegeni kendi kâr hırsına göre işletmesinin doğal sonucu.

Kısaca:

“Uçurumun kenarındayız; ama halk intihar etmek istediği için değil, tepede oturanlar bizi oraya sürüklediği için.”

Ve çok basit bir ilke öneriyor:

“Hiyerarşi, yani birinin diğerinin üzerinde yetki ve otorite kurduğu her yapı, meşruiyetini kanıtlamak zorunda. Kanıtlayamıyorsa, aşağıdan sökülüp yerine yatay örgütlenme konmalı.”

“Efendim, kimdir ki kimseyi tepesine çıkarmasın?
Merdivene çıkıp da bütün mahalleye tepeden bakmak isteyen,
önce o merdiveni niçin hak ettiğini izah ede.”


2. Kapitalizm: Apartman Aidatını Yiyen Yönetici

Metin, hiyerarşinin birinci durağı olarak kapitalizmi ele alıyor.

Özetle:

  • Üretim araçları (fabrika, ofis, tarla vs.) bir avuç insana ait;
  • Çoğunluk iş gücünü satarak hayatta kalıyor;
  • Üretilen değerin bir kısmı işçiye ücret olarak dönüyor, kalanı “artı-değer” diye patronun cebine park ediyor.

Bizim apartman metaforuna çevirelim:

  • Binanın tüm dairelerini “Yönetici Bey” satın almış;
  • Herkes ondan kiralıyor;
  • Sen temizlik yapıyor, çöpleri indiriyor, apartmanı boyuyor, bahçeyi suluyorsun;
  • Karşılığında asgari düzeyde bir oda ve azıcık yemek alıyorsun;
  • Ama yaptığın iş, tüm binayı ayakta tutuyor; yine de karar hakkın yok.

Yazar diyor ki:

“Çalışmayan aç kalır” diye öğretilen sistemde,
aslında çalışan da ömrünü başkasının emirlerine göre tüketiyor.
“Boş zaman” dediğimiz şey bile, işin yorgunluğundan dolayı tam boş değil.

Üstüne bir de:

  • Medya, şirketlerin çıkarına göre bilgi süzüyor; “özgür basın” aslında sermayenin ağzı.
  • Zenginlik inanılmaz yoğunlaşmış: Oxfam’ın verisine göre 2017’de sadece sekiz erkeğin, dünyanın yoksul yarısıyla aynı servete sahip olması, bu sistemin saçmalığını afişe ediyor.

“Sekiz tane adam, koca dünyayı satın almış;
geri kalan milyarlar, onların apartmanında kapıcılık için sıraya girmiş.
Sonra da ‘herkese fırsat eşitliği var’ diye nutuk atıyorlar.”


3. Devlet: Biraz Zorba, Biraz Kâtip, Çokça Bekçi

İkinci büyük hiyerarşi: Devlet.

Metne göre:

  • Devlet, belli bir coğrafyada “meşru şiddet tekeli”ni elinde tutan,
  • Prof politikacılardan oluşan,
  • Hiyerarşik, merkezî bir kurum.

Görevi ne?

  • Kendi iktidarını ve kapitalist sistemi korumak.
  • Polis, ordu, mahkemeler; hepsi gerektiğinde toplumun üzerine yürümek için hazır bekliyor.

ABD’nin kurucu babalarından James Madison’ın sözü özellikle aktarılıyor:

Eğer seçimler tüm halka açılırsa, zenginlerin mülkü tehlikeye girer;
o yüzden hükümet, “zengin azınlığı çoğunluğa karşı koruyacak” şekilde kurulmalıdır.

Yani: Temsili demokrasi, en iyi ihtimalle,

“Halkı yönetmeye en uygun zenginleri seçme sistemi”.

Bize gelince:
“Halkın oylarıyla seçildik” cümlesi,
bazen “Siz evrakları doldurun, gerisini biz hallederiz” demenin süslü versiyonu.

Metin ayrıca şunu söylüyor:

  • Sosyal devletin ufak iyileştirmeleri (asgari ücret, sosyal güvence vb.), yukarıdan “lütuf” değil, aşağıdan örgütlü mücadeleyle koparılmış tavizlerdir.

Kısaca:

Devlet, apartmanın yöneticisi değil;
çoğu zaman malikânelerin özel güvenliğidir.


4. Beyaz Üstünlük, Cisheteropatriyarka, Ableizm: Apartmanın Görünmeyen Kuralları

Metin, hiyerarşinin sadece sınıf ve devletle sınırlı olmadığını hatırlatıyor:

  • Beyaz üstünlük,
  • Cisheteropatriyarka (cis, hetero, erkek üstünlüğü),
  • Ableizm (engellileri dışlayan yapı).

Bunlar da aynı mantıkla işliyor:
Bir grup “normal ve üstün”, diğerleri “eksik ve sorunlu” ilan ediliyor.

Örnekler:

  • Kölelikten günümüze uzanan ırkçı yapılar, polis şiddeti, “uyuşturucu savaşları” ve hapishane sistemiyle siyahların aşırı kriminalize edilmesi.
  • Kadınların ve LGBTİ+’ların şiddet, taciz, ekonomik eşitsizlik, zorla cinsiyet normlarına sokulmasıyla şekillenen patriyarka.
  • Engelliliği sadece “kişisel kusur” sayan tıbbi model yerine,
    “toplum kendini uyarlamadığı için engel üretiyor” diyen sosyal model.

Metin, özellikle otizm üzerinden şu eleştiriyi yapıyor:

“Autism Speaks gibi yapılar, otistik insanı ‘bozuk cihaz’ gibi görüp
toplumu değiştirmek yerine kişiyi ‘tamir etmek’ istiyor.”

“Sokağa merdiven yapmayan belediye,
sonra tekerlekli sandalyedeki vatandaşa ‘niye dışarı çıkmıyorsun’ diye sitem eder.
Ayıbı kendi mimarisine değil, adamın bacağına yazar.”

Metnin ana vurgusu:

Bu bütün hiyerarşiler –kapitalizm, devlet, ırkçılık, patriyarka, ableizm– iç içe geçmiş;
beraberce insan özgürlüğünü buduyor.
Hepsi meşruiyet sınavını geçemediği için, birlikte sökülmeleri gerekiyor.


5. Özgürlük = Kendi Hayatının Yönetim Kurulu Olmak

İkinci kısım: “The Case For Liberty” – Özgürlük için dava.

Burada “özgürlük” kavramı öyle “istediğini al, istediğini tüket” seviyesiyle bırakılmıyor.
Şöyle tanımlanıyor:

“Özgürlük, insanın kendi kapasitesini en fazla geliştirebileceği,
kendi kendini yönettiği etkinliklere katılma imkânıdır.”

Anarşist proje, üçlü paket sunuyor:

  1. Özgürlük – Kendi hayatın üzerinde söz hakkı.
  2. Eşitlik – Bu özgürlüğe erişimin herkes için mümkün olması.
  3. Dayanışma – İnsanların ortak amaçlar için yardımlaşması, birbirini sırtlaması.

“Özgürlük, sadece ‘istediğim çayı içerim’ demek değil;
mahallenin çay ocağını birlikte işletip,
kimin ne kadar çay içeceğine birlikte karar verebilmektir.
Hem çaycıyı, hem müşteriyi insan yerine koymaktır.”


6. Sosyalizm: Çalıştığın Yerin Ortak Sahibi Olmak

Metin, anarşizmin ekonomik ayağını liberter sosyalizm (öz-yönetimli sosyalizm) olarak tarif ediyor.

  • Üretim araçları kolektif olacak;
  • İşçiler, yatay örgütlenmiş konseyler aracılığıyla
    ne üretilecek, nasıl üretilecek, ürün ne yapılacak sorularına birlikte karar verecek.

Yani:

  • Fabrika, ofis, hastane, okul; hepsi “oy hakkı olanların meclisi” olacak.
  • Bu konseyler, federasyonlar hâlinde yatay şekilde birbirine bağlanacak.

Metin, bunun “ütopya” değil, tarihte denenen bir şey olduğunu hatırlatıyor:
İspanya İç Savaşı sırasında (1936–39) anarşist kolektifler:

  • Yaklaşık 1.8 milyon kişi, tarım ve sanayide kolektiflere katılıyor;
  • Su, elektrik, ulaşım, tekstil, sağlık gibi alanlar işçi öz-yönetimiyle yürütülüyor.

George Orwell’in Homage to Catalonia’dan alıntı:

“İşsizlik yoktu, hayat ucuzdu, dilenciler kaybolmuştu;
insanlar kapitalist bir makinenin dişlisi değil, insan gibi davranmaya çalışıyordu.”

Bizim apartmana çevirirsek:

  • Yönetici ve kapıcı yok;
  • Tüm sakinler bir araya gelip karar alıyor;
  • Kimse “aidat nereye gidiyor?” diye şüphe etmiyor, çünkü bizzat karar sürecinde.

7. Devletsizlik: Apartman Yönetimini Lütfen Dağıtalım

“Devlet olmayınca kaos olur” klişesine karşı metnin cevabı,
“yerine ne koyduğuna bağlı” diye özetlenebilir.

Önerilen model:

  • Mahalle, işyeri, okul düzeyinde meclisler;
  • Bu meclislerin seçtiği, her an geri çağrılabilir delegeler;
  • Delegelerin oluşturduğu federasyonlar.

Yani:

“Yukarıya yetki devri değil, aşağıdan örülen bir ağ.”

Devlet ile fark:

  • Devlette profesyonel bir yönetici sınıfı, bürokrat kalıcı bir “üst kat”tır.
  • Anarşist modelde delege, sadece iş götüren kuryedir; efendi değil.

“Apartman yöneticisi, sürekli babamız gibi başımızda duracağına;
her daire sırayla, kısa dönemli yöneticilik yapsın.
Memnun kalmazsak, ‘hadi hemşerim, anahtarı bırak’ der, başkasını seçeriz.”


8. Devrim: Önce Prova, Sonra Büyük Oyun

Üçüncü kısım: “The Case for Revolution” – Devrim meselesi.

Burada üç önemli vurgu var:

  1. Prefigurasyon
  • “İleride kurmak istediğimiz dünyayı, bugünden küçük ölçeklerde deneyelim.”
  • Kooperatifler, dayanışma ağları, işgal evleri, yatay örgütlenmiş gruplar…
  • Yani gelecek toplumu, bugünden prova etmek.
  1. Doğrudan eylem ve direniş kültürü
  • Dilekçe yazıp “yönetime arz” ile sınırlı kalmayıp,
  • Grev, işgal, boykot, sokak eylemi gibi yöntemlerle bizzat müdahil olmak.
  1. Enternasyonalizm
  • Kapitalizm küresel; o hâlde mücadele de uluslararası olmak zorunda.

Bizim dilde:

“Hem apartman toplantısında ses çıkaracağız,
hem de yan sokak apartmanlarıyla haberleşeceğiz;
çünkü doğalgaz zammı sadece bizim binaya gelmiyor.”


9. “Anarşizm Olmaz, İnsanlık Kötü” Diyenlere Kısacık Bir Cevap

Son bölüm, “Arguments Against Anarchism”, yani anarşizme itirazlar.

Klâsik soruları biliyorsun:

  • “Peki yolları kim yapacak?”
  • “İnsan doğası kötü, herkes birbirini yer.”
  • “Lider olmayınca işler yürümez.”

Metnin temel cevabı şu çizgide:

  • Bugün “düzen” dediğimiz şey de gayet savaş, açlık, kriz üretiyor;
  • İnsanlar zaten her gün, devlet emir vermeden de örgütleniyor:
  • Grevler, dayanışma kampanyaları, afetlerde yardımlaşma, mahalle inisiyatifleri…
  • Sorun, hiyerarşiyi doğalmış gibi kabul etmekte.

“İnsan fıtratının bozuk olduğunu söyleyenler,
nedense kendi iktidar hırslarını fıtrat saymıyor da,
başkalarının özgürlük arzusunu tehlike telakki ediyor.”


10. Son Söz: “Yönetici Bey’e Mahkûm Muyuz?”

Bu metnin özü şu cümlede toplanabilir:

“Eğer bir yapı özgürlüğümüzü kısıtlıyorsa,
önce kendini haklı çıkarmak zorundadır.
Çıkaramıyorsa, aşağıdan sökülmelidir.”

Kapitalizm, devlet, ırkçılık, patriyarka, ableizm…
Hepsi “böyle gelmiş böyle gider” diye pazarlanan,
ama aslında gayet insan yapımı, dolayısıyla insan eliyle değiştirilebilir sistemler.

Anarşizm, “hiç kural olmasın” diyen çocukça bir kaos fantezisi değil;

“Kurallar tepeden, sopayla değil;
aşağıdan, birlikte konuşarak konulsun” diyen bir öneri.

Belki de en basit soruyu sorarak başlamak iyi:

“Bu apartmanın yöneticisini gerçekten biz mi seçiyoruz,
yoksa oy sandığı sadece süs mü?”

Bu soruyu ciddiye aldığımız gün,
hiyerarşinin çatlaklarından içeri sızan özgürlük ihtimalleri de çoğalmaya başlar.


Kaynak: Libertarian Socialist Rants, Anarchism in Four Parts (Video Series Transcript),