Zihnin Alpleri ve Sanatın Sırrı: Nörobilim ve Edebiyatın Buluşması

İnsanın kendini ifade etme biçimlerini (sanat, edebiyat, felsefe) inceleyen beşeri bilimler ile beynin işleyişini araştıran nörobilim, aslında tek bir gizemin peşindedir: Zihin nedir ve nasıl çalışır?

Norman N. Holland’ın makalesi, bu iki alanın, devasa bir Alp Dağı’nın (Zihin) iki zıt tarafından tünel kazan iki ekip gibi çalıştığını öne sürüyor. Her ne kadar yöntemleri farklı olsa da, bu ekiplerin kazıları birleşmeye başladıkça, sanat deneyimimizin beyinsel temellerine dair çarpıcı içgörüler ortaya çıkıyor.


İki Tünel Kazıcının Metodu

Beşeri bilimler (Doğu Tarafı) ve nörobilimin (Batı Tarafı) zihne yaklaşımı temelde farklıdır:

  • Beşeri Bilimler (Freud ve Chomsky Mirası): Evrensel davranışlardan yola çıkarlar. Eğer tüm insanlar bir şeyi yapıyorsa (dil bilgisi kurmak, rüya görmek, sanat yapmak gibi), bu, beynimizde doğuştan gelen bir yapıya sahip olmalıdır (Chomsky’nin Evrensel Dilbilgisi gibi).
  • Nörobilim (Deneysel Yaklaşım): Beyni daha doğrudan inceler. Kaza, felç veya hastalık nedeniyle beyin hasarı olan özel popülasyonları incelerler ve hasar gören bölge ile bozulan zihinsel yetenekleri karşılaştırarak belirli işlevleri beyinde lokalize etmeye çalışırlar.

Sanat Deneyimine Beyinden Bakış

Bu iki yaklaşımın kesişimi, sanatın en temel unsurlarının bile nöral kökenlere sahip olabileceğini gösteriyor:

  • Şiirsel Dilin İşlevi: Evrensel Dilbilgisi fikri, şiir dilinin özel bir “egzersiz” işlevi olduğunu düşündürüyor. Şiirsel dil, beynimizin doğuştan gelen dil yeteneğini standart dilin ötesinde bir şekilde zorlar.
  • Metafor: Beynin Sabit Devresi: Metaforlar, basit bir edebi süsleme değil, büyük olasılıkla beynimizde sabitlenmiş (hard-wired) “somutlaşmış düşünce” biçimleridir. Dünyayı anlamanın temel bir yolu olarak metafor, nöral bir zorunluluk olabilir.
  • Seyirci Tepkisi: Beynimizin doğasında var olan sosyallik (örneğin ayna nöronlarıyla ilgili sistemler), bir kitaba veya sanat eserine karşı verdiğimiz yoğun duygusal tepkileri açıklar. Başkalarının acısını, neşesini kendi içimizde hissederiz.
  • Sanatçı Stili: Beyindeki kalıcı bir kimlik oluşturan sistemler, aynı zamanda sanatçıların üsluplarının neden yıllar içinde tutarlı ve değişime dirençli olduğunu da açıklar.

Sanat Eseriyle Kurduğumuz İkili İlişki

Belki de en ilginç bulgu, bir sanat eseriyle kurduğumuz ikili deneyimdir. Holland, bunun bebeklerin dünyayı canlı (insanlar, hayvanlar) ve cansız (nesneler) olarak ayırt etmesinden kaynaklandığını öne sürer:

  1. Duygusal ve Empatik Deneyim (Canlı Nesne): Edebiyatı okurken, onu duyguları ve güdüleri olan canlı bir varlık gibi ele alırız. Bu, beynimizin “naif psikoloji” modudur ve esere duygusal olarak tepki vermemizi sağlar.
  2. Analitik ve Entelektüel Deneyim (Cansız Nesne): Eleştirel bir analist veya kuramcı olduğumuzda ise, esere duygusuz, dışsal bir nesne gibi yaklaşırız. Bu, beynimizin “naif fizik” moduyla hareket etmesidir.

Aslında, sanat deneyimimiz bu iki modu birleştirir; hem duygusal olarak özdeşleşiriz hem de eseri rasyonel bir şekilde yargılarız.


Sonuç: Kazmaya Devam!

Holland’ın makalesi, zihnin bilimsel olarak keşfedilmesiyle birlikte, sanat ve edebiyat teorilerinin biyolojik gerçeklikler üzerine inşa edilebileceği heyecan verici bir geleceği müjdeliyor.

Beşeri bilimciler ve nörobilimciler, Zihin Alpleri’nin altında birbirlerinin kazı seslerini duymaya başladılar. Edebiyat, felsefe ve sanatın sırrı, sadece metinlerde değil, aynı zamanda beynimizin hücrelerindeki evrensel mekanizmalarda gizli olabilir.

Bu yeni bilgiyi keşfetmek için, beşeri bilimlere düşen görev ise nörobilimden gelen ipuçlarını dikkatle takip etmek ve bu büyük “kazıya” daha aktif katılmaktır.


https://psyartjournal.com/article/show/n_holland-the_neurosciences_and_the_arts