ADAM SMITH: Bol bol iyi toprak ve işlerini kendi bildikleri gibi görme serbestliği, öyle görülüyor ki, bütün yeni sömürgelerde refahın en büyük iki nedenidir.

Yeni Sömürgelerin Refah Nedenleri

Kimsesiz bir ülkeye ya da yerlilerin yeni yurt edinenlere kolay yer verdiği seyrek nüfuslu bir ülkeye el koyan uygar bir milletin sömürgecileri, zenginliğe ve yücelmeye doğru, herhangi bir başka insan topluluğundan daha tez yol alırlar.

Vahşi ve barbar uluslar arasında nice yüzyılların geçmesiyle tarım ve öbür faydalı sanatlar üzerinde kendiliğinden gelişebilecek bir bilgiden daha üstününü, sömürgeciler birlikte götürürler. Bundan başka, aşama sırası gözetme alışkanlığını, kendi ülkelerinde bulunan, kurallarına uygun hükümet, onun dayandığı kanunlar sistemi ve kurallarına uygun bir adalet dağıtımı üzerinde epeyi bir bilgiyi de götürürler; yeni yerleşmede, tabii, onlara benzer bir şeyler kurarlar. Gelgelelim vahşi ve barbar uluslarda, hukuktaki ve hükümetteki doğal gelişme (hukuk ve hükümet, sanatların kayrılması için gereğince kurulduktan sonra) sanatların doğal gelişmesinden daha da yavaştır. Her sömürgecinin eline, ekip biçmeye gücünün yetebileceğinden çok toprak geçer. Sömürgeci yönünden ödenecek rant yoktur; herhangi bir vergi de yok gibidir. Toprağın mahsulüne ortak çıkan arazi sahibi olmadığı gibi hükümdara düşecek pay da çoğu kez pek azdır. Böyle hemen hemen tümü kendine kalacak bir mahsulü elden geldiğince çoğaltmak için gerekli dürtülerin hepsi onda vardır. Gelgelelim, toprağı çokluk pek geniş olduğu için, gerek kendinin gerek çalıştırmak için bulabildiği öbür kimselerin olanca çabasıyla, oradan, yetişmesi kabil mahsulün onda birini zor yetiştirir. Bundan ötürü, sağdan soldan ırgat devşirip, onlara en dolgun ücreti vermeye can atar. Ancak bir yandan toprak bolluğu ve ucuzluğu, bir yandan bu dolgun ücretler dolayısıyla, o ırgatlar, toprak sahibi olmak ve kendileri ilk efendilerini hangi nedenle bırakıp gittilerse, aynı nedenle çabuk ayrılıp gidecek başka ırgatlara aynı derecede bol ücret vermek üzere, sömürgeciden çabuk ayrılırlar. Emeğin bol ödül görmesi, evlenmeyi imrendirir. Kolay incindikleri körpe çağlarda, çocuklar iyi beslenmiş, gereği gibi bakılmış olur; yetiştikleri zaman da, emeklerinin değeri, bakımlarının masrafını fazlasıyla çıkarır. Olgun yaşa geldiler mi, emeğinin yüksek olan bedeli ve toprağın düşük pahası, onların, kendilerinden önce babalarının yaptığı gibi, yer yurt edinmelerine imkân verir.

Öbür ülkelerde rant ile kâr, ücretleri yutar; o yüzden, halkın iki üst tabakası, alt tabakayı ezer. Yeni sömürgelerde ise, iki üst tabaka çıkarı dolayısıyla, alt tabakaya hiç değilse, o alt tabakanın köle durumunda olmadığı yerde, daha cömertçe, daha insanca davranmak zorunda kalır. Ekilmemiş, doğası en bereketli topraklar, hemen hemen bedavaya alınır.

Mal sahibinin, işletilmesi hep kendi üstünde bulunan toprakların bayındırılmasından beklediği gelir artışı, bu gibi şartlar içinde onun çokluk pek fazla tutan kârını oluşturur. Gelgelelim, bu büyük kâr, toprağın temizlenmesinde ve ekilip biçilmesinde başkalarının emeği kullanılmadan elde edilemez. Yeni sömürgelerde uçsuz bucaksız toprakla kıt ahali arasında genellikle var olan oransızlık, mal sahibinin bu emeği bulmasını güçleştirir. Bundan ötürü, mal sahibi ücretler üzerinde çekişmeyip her ne pahasına olursa, emeği kullanmaya istek gösterir. Yüksek olan emek ücretleri, nüfusu özendirir. İyi toprağın ucuz ve bol oluşu, arazi bayındırmayı gayrete getirip, mal sahibinin, bu dolgun ücretleri ödeyebilmesine imkân verir. Toprağın hemen hemen bütün pahası, bu ücretlerden oluşur. Emek ücreti olarak düşünüldükte her ne kadar yüksek iseler de, bu derece değerli bir nesnenin pahası olarak düşünüldükte, düşüktürler. Nüfusun ve toprak bayındırılmasının gelişmesini özendiren şey, gerçek zenginliğin ve yücelişin de, gelişmesini özendirir.

Nitekim eski Yunan sömürgelerinden çoğunun zenginlik ve yücelme yolunda pek hızlı ilerledikleri görülüyor. Birkaçı, öyle görülüyor ki, bir iki yüzyıl içinde ana kentleriyle boy ölçüşmüş, hatta geçmişlerdir. Sicilya’daki Syracuse ile Agrigentum, İtalya’daki Tarentum ile Locri, Anadolu’daki Ephesus ile Miletus, bütün söylenenlere göre, eski Yunanistan’ın herhangi bir kentine hiç değilse denkmiş.

Sonradan kuruldukları halde, buralarda, öyle görülüyor ki, kemal işi olan bütün sanatlarla; felsefe, şiir ve belagatle; anayurdun herhangi bir yerinde olduğu gibi erkenden özene bezene uğraşılmış ve bunlar aynı derecede ileri götürülmüştür. Dikkate değer ki, en eski iki Yunan filozofunun, yani Thales ile Pythagoras’ın okulları, eski Yunanistan’da değil, biri bir Küçük Asya[286] sömürgesinde, öbürü bir İtalya sömürgesinde kurulmuştur. Bütün bu sömürgeler, yeni yurt edineceklere kolayca yer açan, uygarlıksız ve barbar ulusların oturduğu ülkelerde kurulmuştu. Buralarda iyi toprak boldu; ana kentten tamamıyla ayrı oldukları için, bunlar işlerini çıkarlarına en elverişli gördükleri şekilde yönetmekte serbest idiler.

Roma sömürgelerinin tarihi, hiç de öyle parlak değildir. Gerçi, üstünden nice yüzyılların geçmesi ve ana kentin yüceliğini yitirmesiyle, bu sömürgeler içinde Floransa gibi kimisi, koskoca devletler olmuşlardır. Ama öyle görülüyor ki, bunların hiçbir zaman pek tez gelişeni olmamıştır. Hepsi, çoğu halde ahalinin iyiden iyiye önceden yerleşmiş bulunduğu, fethedilmiş illerde kurulmuştu. Sömürgeci başına tahsis edilen toprak miktarının çok bir şey tuttuğu yok gibiydi. Sömürgeciler bağımsız olmadığı için de, işlerini çıkarlarına en elverişli gördükleri şekilde yürütmekte her zaman serbest değillerdir.

Amerika ile Batı Hint Adaları’nda kurulan Avrupa sömürgeleri, iyi toprağın bol oluşu bakımından, eski Yunan sömürgelerini andırırlar; hatta, onlara göre çok ileridedirler. Ana devlete bağımlılık bakımından, eski Roma sömürgelerine benzerler. Gelgelelim, Avrupa’dan çok uzakta bulunuşları, bu bağımlılığın etkilerini hepsinde az çok hafifletmiştir.

Yerleri dolayısıyla, ana yurtlarının pek öyle gözü önünde ve nüfuzu altında değillerdir. Çıkarlarını bildikleri gibi kollarken, yönetim tutumları, Avrupa’da ya bilinmediği ya anlaşılmadığı için, çoğu hallerde görmezlikten gelinmiş; uzak oluşları önlenmesini güçleştirdiği için de, kimi zaman, açıkça hoş görülüp kabul edilmiştir. Ali kıran, baş kesen İspanya hükümeti bile, bir çok hallerde, sömürgelerinin yönetimine ilişkin olarak verilmiş buyrukları genel bir ayaklanma olur korkusuyla geri almak yahut yumuşatmak zorunda kalmıştır. Bundan ötürü, bütün Avrupa sömürgelerinde zenginlik, nüfus ve bayındırlık yönünden gelişme, çok büyük olmuştur.

İspanya hükümdarı, altın ve gümüşten aldığı pay ile, sömürgelerinden, ilk kuruluşları anından beri bir miktar gelir sağlıyordu. Aynı zamanda bu, daha da büyük çabalara kavuşmak bakımından en aşırı umutlara kapılmak için insanın açgözlülüğünü kızıştıracak türden bir gelirdi. Onun için, İspanya sömürgeleri, kurulur kurulmaz ana yurdun iyiden iyiye dikkatini çektiler. Öbür Avrupa milletlerinin sömürgeleri ise, uzun zaman gereken ilgiyi pek görmedi. Belki, ne bu dikkat sayesinde İspanya sömürgelerinin işi pek yolunda gitmiş, ne de ilgisizliğe uğramakla ötekilerin işi pek sarpa sarmıştır. Bir dereceye dek sahibi bulundukları ülkenin genişliğine oranla, İspanya sömürgeleri hemen hemen herhangi bir başka Avrupa milletinin sömürgelerine göre daha az nüfuslu ve daha az gelişken sayılır. Bununla birlikte İspanya sömürgelerinin de nüfus ve bayındırlık bakımından gösterdikleri gelişme, kuşkusuz, pek hızlı ve pek büyük olmuştur. Fetihten bu yana kurulmuş bulunan Lima kentini, Ulloa, yaklaşık otuz yıl önce, elli bin nüfuslu olarak tanıtmaktadır. Berbat bir Kızılderili köyceğizi olan Quito’yu, o yazar kendi bulunduğu sıralarda aynı derecede kalabalık göstermektedir. Düzmece bir gezgin olduğu söyleniyorsa da, doğrusu, bütün yazdıklarında çok sağlam bilgiye dayandığı görülen Gemelli Garreri, Mexico kentini yüz bin nüfuslu gösteriyor. İspanyalı yazarların bunca abartmalarına karşın, bu, Montezuma zamanında orada bulunanların ihtimal ki beş katından da yüksek bir rakamdır. Bu rakamlar, İngiliz sömürgelerinin en büyük üç kenti olan Boston, New York ve Philadelphia’nınkini çok aşmaktadır. İspanyalılar fethetmeden önce, Meksika’da da Peru’da da, yük çekmeye yarar hayvan yoktu. Ellerinde yük hayvanı olarak topu topu bir lama vardı. Lamanın kuvveti öyle gözüküyor ki, basbayağı bir eşeğin gücünden epey azdı. Orada, saban nedir bilinmiyordu. Demir kullanmayı bilmiyordular. Basılmış paraları olmadığı gibi, saptanmış herhangi türden bir alışveriş araçları da yoktu. Ticaretlerini trampa ile yürütüyorlardı. Belli başlı tarım aletleri, ağaçtan yapılma bele benzer bir şeydi. Onlara keskin taşlar, kesmek için bıçak ve balta, balık kılçıklarıyla bir takım hayvanların katı sinirleri, dikiş dikmek için iğne hizmetlerini görüyorlardı. Belli başlı zanaat aletleri, anlaşılan bunlardı.

O hale göre, bu imparatorlukların ikisinin de, şimdi olduğu üzere –ki artık kendilerine her türlü Avrupa hayvanları bol bol verilmiş, demirin, sapanın kullanılması öğretilip oralara bir çok Avrupa sanatları sokulmuştur– böylesine iyi bayındırılması, yahut böylesine mükemmel ekilip biçilmesi imkânsız gibi görünür. Gelgelelim, nüfusun her ülkenin bayındırılma ve işlenme derecesi oranında olması gerekir. Fetihten sonra yerlilerin kıyasıya yok edilmelerine karşın, bu iki imparatorlukta, ihtimal ki eskiden hiç olmayan bir nüfus kalabalığı vardır; hem de halk kuşkusuz bambaşkadır. Zira, İspanyalı melezlerin pek çok açıdan eski Kızılderililer’den üstün olduğunu, öyle sanırım ki, teslim etmemiz gerekir.

İspanyalılar’ın yerleşme yerlerinden sonra, herhangi bir Avrupa milletinin Amerika’da kurduğu en eski yerleşme yeri olarak, Portekizliler’in Brezilya’da kurdukları yerler gelir.

Ancak, ilk keşiften uzun zaman sonra altın ya da gümüş madenleri bulunmadığından, bu yüzden de hükümdara az gelir sağladığı, ya da hiç gelir getirmediği için, orası ile uzun süre gereğince ilgilenilmedi. Böylece ilgilenilmeyişi sırasında gelişti; büyük, güçlü bir sömürge oldu çıktı. Portekiz İspanya’nın egemenliği altında iken, Brezilya’ya Felemenkliler saldırdı. Brezilya’nın bölünmüş bulunduğu on dört ilden yedisi Felemenklilerin eline geçti. Felemenkliler çok geçmeden öbür yedi ili zapt etmeyi umarken, Braganza ailesinin tahta çıkması üzerine, Portekiz yeniden bağımsızlığına kavuştu. Bunun üzerine, İspanyalılar’ın düşmanı sıfatıyla Felemenkliler, aynı tarzda İspanyalılar’a düşman bulunan Portekizliler’le dost oldular. Brezilya’nın fethetmedikleri kısmını, bundan ötürü, Portekiz Kralı’na bırakmayı kabul ettiler. Kral, Felemenkliler’in fethettiği bölgeyi, böyle hayırlı müttefiklerle üzerinde çekişmeye değmez bir sorun olarak, onlara bırakmaya razı oldu. Fakat Felemenk hükümeti pek az sonra Portekizli sömürgecilere kıymaya başladı. Bunlar sızlanmakla zaman geçirecek yerde, yeni efendilerine karşı silaha sarıldılar. Anayurtla danışıklı dövüş etmekle birlikte, onun açıktan açığa hiçbir yardımını görmeden, doğrusu, yiğitlikleri ve azimleri sayesinde Felemenkliler’i Brezilya’dan dışarı püskürttüler. Bundan ötürü, ülkenin hiçbir bölgesini elde tutmaya imkân görmeyince, onu olduğu gibi Portekiz hükümdarına geri vermek, Felemenkliler’in işine geldi. Söylentiye göre sömürgede melez, beyazla zenci karışık ve Portekiz-Brezilya kırması olmak üzere ya Portekizli ya Portekiz soyundan altı yüz bini aşkın ahali vardır. Öyle sanılıyor ki, Amerika’da, hiçbir sömürgede Avrupa kökenli bunun kadar çok ahalisi olan yer yoktur.

On beşinci yüzyıl sonlarına doğru ve on altıncı yüzyılın büyük kısmında, okyanuslar üzerinde iki büyük denizci devlet İspanya ile Portekiz’di. Çünkü Venedik’in ticareti Avrupa’nın her yanına dalbudak salmakla birlikte, donanmaları Akdeniz’den öteye hemen hemen hiç sefer etmiş değildi. İlk keşfeden kendileri olduğu için İspanyalılar, bütün Amerika’ya sahip çıkmak istiyorlardı; Portekiz devleti gibi büyük bir denizci devletin Brezilya’yı yurt edinmesine engel olamıyorlardı ama, o zamanlar İspanyalı adından öyle ürkülüyordu ki, Avrupa’nın çoğu öbür milletleri, o büyük kıtanın herhangi bir başka bölgesinde yerleşmeye korkuyordu. Florida’yı yurt edinmeye kalkan Fransızlar’ın topunu birden İspanyalılar öldürmüşlerdi. Ama, yenilmez Armada adını verdiği donanmasının on altıncı yüzyıl sonlarına rastlayan yenilgisi ya da başarısızlığa uğraması üzerine, deniz kuvvetinin zayıf düşmesiyle artık, o millette öbür Avrupa milletlerini önleyecek takat kalmadı. Bu nedenle okyanus üzerinde limanları olan büyük milletlerin hepsi; İngilizler, Fransızlar, Felemenkliler, Danimarkalılar ve İsveçliler, on yedinci yüzyıl içinde yeni dünyada bazı yurt edinme girişimlerine kalkıştılar.

İsveçliler, New Jersey’de yerleştiler. Ana yurdun desteğini görse, bu sömürgenin pek âlâ gelişebilecek durumda olduğunu hâlâ orada bulunan İsveçli ailelerin sayısı ispata yeter. Ama İsveç gereğince ilgilenmediği için, burasını çok geçmeden New York’taki Felemenk sömürgesi yuttu. Bu sömürge de, 1764’de, İngilizlerin egemenliği altına girdi.

Yeni Dünya’da Danimarkalılar’ın elinde bulunan ülkeler, olmuşu bitmişi, yalnızca St. Thomas ve Santa Cruz adacıklarından oluşur. Hem de bu ufak yerleşme yerleri, tekelci bir ortaklığın yönetimi altında idiler. Gerek sömürgecilerin fazla ürününü satın almak, gerekse başka ülkelerden muhtaç oldukları malları onlara sağlamak hakkı, tek başına, ortaklığındır. Bundan ötürü, ortaklığın, alımlarında olsun satımlarında olsun, sömürgecileri hem ezecek gücü, hem de bu yolda onu son derece ayartan nedenler vardı. Hangi ülke için olursa olsun, hükümetlerin en kötüsü, tacirlerden oluşan tekelci bir ortaklıkça yönetilmektedir. Öyle iken o, bu sömürgelerin ilerlemesini yavaşlatıp gevşetmekle birlikte, büsbütün durduramadı. Danimarka’nın ölen kralı bu ortaklığı bozdu. O zamandan beri, bu sömürgeler refah içinde yüzmektedir.

Felemenk’in gerek Batı gerek Doğu Hint ülkelerindeki yerleşme yerleri, ta baştan, tekelci bir ortaklığın yönetimine verilmiştir. Onun için, kimisinde gelişme, nice zamandır halkın yerleşip yurt edindiği hemen hemen herhangi bir başka ülkedekine kıyasla epey ileri olmakla birlikte, yeni sömürgelerden çoğundakine kıyasla cansız ve yavaştır. Surinam sömürgesi pek büyük olmakla birlikte, hâlâ öbür Avrupa milletlerinin şeker sömürgelerinin çoğuna göre aşağı kalmaktadır. Şimdi New York ve New Jersey illeri olarak ikiye bölünen Nova Belgia sömürgesi de, Felemenkliler’in yönetiminde kalmış olsaydı bile, belki az zamanda büyüyecekti. İyi toprağın bol ve ucuz oluşu öyle güçlü refah nedenidir ki, bunun etkin bir şekilde işleyişini büsbütün körletmek, en kötü hükümetin de kolay kolay elinden gelmez. Sonra, ana yurttan çok uzak bulunmaları, sömürgecilere, ortaklıkça aleyhlerine olmak üzere yararlanılan tekelden kaçakçılık yaparak az çok yakayı sıyırmaları imkânını verir. Şimdi ortaklık, bütün Felemenk gemilerine, yüklerini değeri üzerinden yüzde iki buçuk ruhsatiye bedeli ödeyerek Surinam ile ticaret etme izini vermektedir. Yalnızca, Afrika’dan Amerika’ya, hemen hemen tümü köle alım satımından oluşmak üzere doğrudan doğruya yapılan ticareti, ortaklık, sırf kendisine alıkoymaktadır. O sömürgenin şimdi içinde yaşadığı refah düzeyinin başlıca etkeni, ihtimal ki, ortaklığın tekelci ayrıcalıklarındaki bu gevşemedir. Felemenkliler’in iki belli başlı adası, Curaçoa ile Eustatia, bütün milletlerin gemilerine açık olan serbest limanlardır. Limanları ancak bir tek milletlerin gemilerine açık tutulan daha iyi sömürgeler ortasında, o iki çorak adanın refahında, bu serbestlik en büyük etken olmuştur.

Geçen yüzyılın büyük kısmı ile şimdiki yüzyılın bir kısmında, Fransa’nın Kanada sömürgesi, tekelci bir ortaklığın yönetiminde idi. Böyle elverişsiz bir yönetim altında ilerleyişi, öteki yeni sömürgelerin ilerleyişine kıyasla ister istemez çok yavaştı. Fakat Missisipi projesi denilen iş suya düşüp bu ortaklık feshedilince, ilerleme çok daha hızlandı. Ellerine geçtiği zaman İngilizler, orada Rahip Charlevoix’nın yirmi otuz yıl önce bu ülke için saptadığı rakamın aşağı yukarı iki katı ahali buldular. Bu Cizvit keşişi, ülkeyi bir baştan bir başa dolaşmıştı ve orasını önemce olduğundan aşağı göstermeye eğilimi yoktu.

Fransız sömürgesi St. Domingo’yu, korsanlarla haydutlar kurmuştu. Bunlar uzun zaman Fransa’nın ne kayırmasını istediler, ne de nüfuzunu tanıdılar. Bu eşkıya[287] sürüsü, Fransa’nın nüfuzunu tanıyacak yurttaş kıvamına gelince de, o nüfuzun uzun zaman pek tatlı kullanılması gerekti. O dönemde, bu sömürgede, nüfus ve bayındırlık çabuk aldı yürüdü. Fransa’nın bütün öbür sömürgeleriyle birlikte, bir süre altında kaldığı tekelci ortaklığın baskısı da onun gelişmesini, kuşkusuz geciktirmekle birlikte, büsbütün durduramamıştı. O baskıdan kurtulur kurtulmaz, yeniden refah yolunu tuttu. Burası şimdi, Batı Hint Adaları’ndaki şeker sömürgelerinin en önemlisi olup, ürünü söylentiye göre, bütün İngiliz şeker sömürgelerinin tüm ürününden çoktur. Fransa’nın öbür şeker sömürgelerinin hepsinde işler genellikle çok yolundadır.

Bununla birlikte, İngilizler’in Kuzey Amerika’daki sömürgelerinden daha çabuk ileri giden sömürge yoktur.

Bol bol iyi toprak ve işlerini kendi bildikleri gibi görme serbestliği, öyle görülüyor ki, bütün yeni sömürgelerde refahın en büyük iki nedenidir.

İyi toprak, Kuzey Amerika’daki İngiliz sömürgelerinde kuşkusuz alabildiğine boldur ama, İspanyalılar’la Portekizliler’in sömürgelerine kıyasla az olup, geçen savaştan önce Fransızlar’ın elinde bulunanlardan kimisine göre fazla değildir. Şu var ki, İngiliz sömürgelerindeki siyasal kurumlar bu toprağın bayındırılıp işlenmesine, öbür üç milletten herhangi birinin sömürgelerindeki kurumlardan daha uygun gelmiştir.

Birincisi, işlenmemiş toprağı işgal, İngiliz sömürgelerinde büsbütün önlenmiş olmamakla birlikte, herhangi bir başka sömürgedekine göre daha sınırlanmıştır.

Her mülk sahibine sınırlı bir zaman içinde topraklarının belli bir kısmını bayındırma ve ekip biçme ödevini yükleyen; bu yapılmadığı takdirde, o gereğince ilgilenilmeyen toprakların bir başkasına verileceğini ilan eden sömürge kanununun, belki pek sıkı uygulanmamış bile olsa, yine de biraz etkisi dokunmuştur.

İkincisi, Pennsylvania’da, mülkün büyük evlada kalması hakkı yoktur; topraklar da, taşınır mallar gibi, ailenin bütün çocukları arasında eşitlik üzere bölüşülür. New England illerinden üçünde, en yaşlı evlada, Musa Peygamber’in yasasında olduğu gibi, yalnızca iki pay düşer. Onun için, bu illerde belli bir kimse bazen, haddinden fazla toprak işgal ederse, bir iki kuşak geçmekle, bu toprağın yeniden yeterince parçalanması olasıdır. Öbür İngiliz sömürgelerinde, mülkün en büyük evlada kalması doğrusu İngiltere hukukundaki gibi olur.

Ama bütün İngiliz sömürgelerinde, hep, bir tür kişisel hizmet veya para karşılığı mutlak şekilde almış olan toprağa tasarruf hakkı, ferağı kolaylaştırır; ve eline senetle geniş bir toprak parçası geçen kimse yalnızca hizmet yerine kabul edeceği ufak bir belli kirayı kendine alıkoyarak, toprağın büyük kısmını elinden geldiğince tezlikle başkasına ferağ etmeyi genellikle çıkarına uygun görür.

İspanya ve Portekiz sömürgelerinde, üzerine herhangi bir şeref unvanı ekli bulunan bütün o büyük toprak mülklerinin miras kalışında, Majorazzo hakkı[288] denilen şey vardır. Bu tür mülkler hep, tek kişiye geçer ve gerçekte, şartla kısıtlı olup, başkasına temlik edilemez. Fransız sömürgeleri, toprak tevarüsünde,[289] küçük evlatları, doğrusu İngiliz kanunundan çok daha fazla kayıran Paris örfüne bağımlıdır. Gelgelelim, Fransız sömürgelerinde, şövalyelik ve biat[290] yöntemi uyarınca asilzadelik hukukunca üzerinde tasarrufta bulunulan bir toprak mülkünün herhangi bir parçası ferağ edilirse, bu parça ya metbuun[291] ya ailenin mirasçısı lehine sınırlı bir süre içinde yeniden satın alınma hakkına bağımlıdır; ülkenin bütün en büyük toprak mülklerinin hepsine bu tür asilzadelik hukuku gereğince tasarruf edilmekte olup; bu hal, ferağ[292] ister istemez güçleştirmektedir. Ama, yeni bir sömürgede işlenmemiş büyük bir toprak mülkünün, miras yolundan çok, ferağ yoluyla pek daha çabuk bölünmesi olasıdır. Önceden de görülmüştü ki, yeni sömürgelerin tez elden refaha kavuşmasında, iyi toprağın bolluğu ve ucuzluğu başlıca etkenlerdir. Toprak, bir elde kalmakla, gerçekte, bu bolluk ve ucuzluk ortadan kalkar. Üstelik, bir elde kalışı, işlenmemiş toprağın bayındırılmasını baltalayan en büyük engeldir. Gelgelelim, toprağın bayındırılıp işlenmesinde kullanılan emek topluluğa en büyük ve en değerli ürünün verilmesinde etken olur. Bu durumda ürünü, emeğin hem kendi ücretlerini ve emeği kullanan sermayesinin kârını hem de işlediği arazinin rantını öder. Şu halde, İngiliz sömürgecilerinin emeği, toprağın bayındırılmasında ve işlenmesinde daha çok kullanıldığı için, muhtemel olarak toprağın bazı ellerde toplanmasından ötürü az çok başka işlere doğru sapmış olan öteki üç milletten herhangi birinin emeğine göre, miktar ve değerce daha fazla ürün vermek gerekir.

Üçüncüsü, İngiliz sömürgecilerinin emeğinin, miktarca ve değerce daha fazla ürün vermesi olası bulunduğu gibi, vergileri ağır olmadığı için, bu ürünün daha büyük bir kısmı da kendilerine kalır. Onlar bu kısmı biriktirebilir ve daha da çok emeği işe koşmak için kullanabilirler. İngiliz sömürgecilerinin, ana yurdun savunması ya da mülki yönetim masrafının görülmesi yolunda henüz hiçbir yardıma katıldıkları olmamıştır. Tersine, kendileri bugüne dek, hemen hemen tamamıyla anayurdun sırtından savunulmuştur. Ama, donanmalarla orduların masrafı, mülki hükümet için gerekli masrafa göre nispet kabul etmeyecek kadar fazladır. Sömürgelerin mülki yönetim masrafı her zaman çok sınırlı kalmıştır. Genellikle valiye, yargıçlara, daha bir takım zabıta memurlarına geçer aylık verilmesi ve en faydalı birkaç bayındırlık yapıtının bakımı için gerekli masrafla sınırlı kalmıştır. Son karışıklıklar başlayıncaya değin, Massachusetts Bay’e ait mülki örgüt masrafı, yılda yaklaşık 18.000 İngiliz lirası tutardı. New Hampshire ile Rhode Island’ınki 3.500’er lira idi. Connecticut’ınki 4.000 lira idi. New York ile Pennsylvania’nınki 4.500’er lira, New Jersey’inki 1,200 lira, Virgina ile Güney Carolina’nınki 8’er bin lira idi. Nova Scotia’nın ve Georgia’nın mülki örgüt masrafının bir kısmı, parlamentonun yıllık bir bağışıyla karşılanmaktadır. Ama, sömürgenin kamu masrafları için Nova Scotia ayrıca yılda yalnızca 7.000 İngiliz lirası, Georgia ise yılda yaklaşık 2.500 İngiliz lirası para vermektedir. Sözün kısası, hesabı kesin olarak elde edilmeyen Maryland ile Kuzey Carolina’nın mülki örgütü dışında, Kuzey Amerika’daki türlü mülki örgütlerin hepsi, şimdiki karışıklıklar başlamadan önce, ahaliye yılda 64.700 İngiliz lirasından fazlaya mal olmuyordu. Üç milyonluk nüfusun ne az masrafla, nasıl, hem de ne güzel yönetilebileceğinin her zaman hatırda tutulmaya değer bir örneği… Hükümet masrafının en önemli kısmı, yani savunma ve korunma gideri, gerçekte, boyuna anayurdun başına kalmıştır. Üstelik sömürgelerde yeni bir valinin kabul töreni, yeni bir meclisin vb. açılmasına ilişkin mülki hükümet törenleri, enikonu güzeldir ama, bunların yanı sıra masraflı hiçbir gösteriş ya da geçit resmi olmaz. Kilise yönetimleri aynı derecede idareli bir düzen üzere yürütülmektedir. Bunlar öşür nedir bilmezler. Sayıları hiç de çok olmayan rahipleri ya ufak maaşlarla ya halkın gönlünden kopan yardımlarla geçinir. İspanya ve Portekiz devletleri ise tersine, bir kısım masraflarını sömürgelerinden devşirilen vergilerle çıkarırlar. Sömürgelerinden topladığı vergiler, genellikle kendilerine harcandığı için, Fransa, sömürgelerinden gerçekte hiçbir zaman hatırı sayılır bir gelir elde etmemiştir. Fakat bu üç milletin üçünün de sömürge hükümeti, çok daha masraflı törenlerle yönetilmektedir. Örneğin Peru’da, yeni bir kral vekilinin kabul töreni için harcanan para, çoğu zaman pek aşırı olmuştur. Bu çeşit törenler, o vesilelerle varlıklı sömürgecilerin ödediği gerçek vergiler olmakla kalmayıp bütün başka vesilelerle de çalım satma ve masrafa girme alışkanlığını onlara aşılamaya yardım eder. Bunlar hem ara sıra ortaya çıkan pek yürekler acısı vergilerdir; hem de aynı türden daha yürekler acısı sürekli vergilerin, yani perişan edici bireysel gösteriş ve israfın kökleşmesine yardım eder. Yine bu üç milletin her üçünün sömürgelerinde, kilise yönetimi, pek mi pek ezicidir. Üçünde de öşür vardır ve İspanya ile Portekiz sömürgelerinde aşırı şiddetle tahsil edilir.[293] Ayrıca hepsinde, sürüsüne bereket dilenci keşişler ortalığı haraca keserler. Keşişlere sadaka vermelerinin bir ödev ve onları eli boş çevirmelerinin pek büyük bir günah olduğu büyük özenle kendilerine belletilen yoksulların sırtında, keşişlerin dilenciği, din açısından hem hoş görüldüğü hem aziz tutulduğu için pek yürekler acısı bir vergidir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, o sömürgelerin hepsinde toprakları en fazla ellerinde toplayanlar, rahiplerdir.

Dördüncüsü, arta kalan yahut kendi tüketimlerini aşan ürünlerinin elden çıkarılması bakımından İngiliz sömürgeleri, herhangi bir başka Avrupa milleti sömürgesine göre daha çok kayrılmış, kendilerine daha geniş bir pazar bırakılmıştır. Her Avrupa milleti, sömürgelerinin ticaretini aşağı yukarı yalnız kendi elinde toplamaya çalışmış; dolayısıyla da, yabancı milletlere ait gemilerin onlarla serbest ticaret etmesini, onların da herhangi bir yabancı milletten Avrupa malı ithal eylemelerini yasak etmiştir. Ancak, bu tekelin çeşitli uygulama tarzı birbirinden pek farklı olmuştur.

Kimi milletler, sömürgelerinin bütün ticaretini, tekelci bir ortaklığa bırakmışlar; sömürgeciler, gereksindikleri bütün Avrupa mallarını ondan almak, ürünlerinin bütün fazlasını ona satmak zoru altında tutulmuşlardır. Bundan ötürü, ortaklığın çıkarı hem Avrupa mallarını elden geldiğince pahalıya satıp sömürge ürünlerini imkân ölçüsünde ucuza almakta hem de, Avrupa’da pek yüksek fiyata satabileceğinden fazlasını, o düşük fiyata bile satın almamakta idi. Hem sömürgenin ürün fazlasının değerini her zaman düşürmekte hem miktarının doğal artışını çoğu zaman tavsatıp durdurmakta çıkar vardı. Yeni bir sömürgenin doğal çalışmasını kösteklemek için hakkıyla akıl edilebilecek bütün çareler içinde, tekelci bir ortaklık kuşkusu en etkinidir. Öyle iken, Felemenk’in tuttuğu yol bu olmuş ama Felemenk ortaklığı, bu yüzyıl içinde, birçok bakımdan tekelci ayrıcalıklarını kullanmaktan vazgeçmiştir. Ölen kralın saltanatı zamanına gelinceye dek Danimarka da aynı yolun yolcusu idi. Fransa, bu siyaseti zaman zaman benimsemiştir. İler tutar yeri olmadığı için bütün öbür milletlerce, 1755’te terk edilmesinden beri, o siyaseti, son zamanlarda Portekiz, hiç değilse Brezilya’nın iki kalbur üstü ili –Fernambuco ile Marannon– hakkında benimsemiştir.

Öbür milletler, sömürgelerinin bütün ticaretini, tekelci bir ortaklık kurmaksızın, anayurdun belli bir limanı ile sınırlamışlardır; bir gemi o limandan ancak ya başka gemilerle birlikte kafile halinde ve belli zamanda, ya da tek başına olduğu takdirde, karşılığında çokluk pek büyük harç ödenen özel bir ruhsatiye ile yola çıkabilir. Bu siyaset, gereken limandan, gereken zamanda ve gereken gemilerle yapmaları şartıyla, sömürgeler ticaretini, gerçekte, anayurdun bütün yerli halkına açmıştır. Fakat bu ruhsatiyeli gemileri donatmak için sermayelerini bir araya getiren türlü tacirlerin hepsinin el birliği ile hareket etmek işlerine uygun geldiğinden, bu tarzda yapılan ticaret, ister istemez, hemen hemen tekelci bir ortaklık ticaretinin dayandığı aynı ilkelere göre yürütülür. Bu tacirlerin kârı, aşırılıkta ve insafsızlıkta ondan pek aşağı kalmaz. Sömürgelerin gereksinmeleri iyi sağlanmaz olur; bunlar hem pek pahalıya almak hem pek ucuza satmak zorunda kalırlar. Ama, şu son birkaç yıla gelinceye dek, İspanya hep bu yolu tutmuştu. Onun için de, İspanyol Batı Hint Adaları’nda, söylentiye göre bütün Avrupa malları ateş pahası imiş. Ulloa’dan öğreniyoruz ki, Quito’da demirin libresi İngiliz parası ile aşağı yukarı dört peniden altı peniye, çeliğin libresi ise altı peniden dokuz peniye dek satılırmış. Ama sömürgelerin kendi ürünlerini elden çıkarmaları, özellikle, Avrupa malı satın almak içindir. Şu halde sömürgeler Avrupa malına ne denli fazla para verirlerse, kendi ürünlerine karşılık gerçekten ellerine geçen o denli az olur. Birinin pahalı olması öbürünün ucuz olması demektir. Bu bakımdan, Portekiz’in, Fernambuco ile Maronnon dışında bütün sömürgelerine karşı siyasal tutumu İspanya’nın eski tutumunun aynıdır; o iki sömürgeye karşı ise, son zamanlarda, Portekiz büsbütün kötü bir tutum benimsemiştir.

Öbür milletler, sömürgelerinin ticaretini, bütün uyruklara serbest bırakmaktadır. Uyruklar, anayurdun türlü limanlarının hepsinden sömürgelerle ticaret edebilir ve olağan gümrük evrakından başka ruhsatiyeleri olmasına gerek yoktur. O takdirde, başka başka tacirlerin sayısı ve dağınık durumu herhangi bir şekilde topluca elbirliği etmelerini imkânsızlaştırır ve aralarındaki rekabet, pek aşırı kâr etmelerini önlemeye yeter. Böylesine geniş görüşlü bir siyasal tutumla, sömürgelerin akla uygun bir fiyata hem kendi ürünlerini satmaları hem Avrupa mallarını satın almaları kabil olur. Ama Plymouth ortaklığının, sömürgelerimizin henüz emekleme çağına rastlayan dağılmasından bu yana, İngiltere hep bu yolu tutagelmiştir. Yine Fransa’nın da davranış çizgisi genellikle bu olmuş; adına İngiltere’de çokluk Fransız Missisippi Ortaklığı denilen şirketin dağılmasından beri, o kararda kalmıştır. Bundan ötürü, Fransa ile İngiltere’nin sömürgeleriyle yaptıkları ticarette kârlar, rekabet bütün öbür milletlere açık bulunduğu takdirde olabileceğine göre kuşkusuz biraz yüksektir ama, hiç de pek aşırı değildir; dolayısıyla da bu milletlerden her ikisinin çoğu sömürgelerinde, Avrupa malları aşırı derecede pahalı değildir.

Ürünlerinin fazlasını ihraç konusunda da, Büyük Britanya sömürgeleri, yalnız bazı mallar bakımından anayurt piyasasına hapsedilmiştir. Bu mallar denizcilik kanununda ve ondan sonraki daha bir takım kanunlarda, teker teker gösterildikleri için, bunlara cetvele giren mallar denilmiştir. Geri yanına cetvele girmeyen mallar denilmekte; bunlar, başka ülkelere doğrudan doğruya ihraç edilebilmektedir. Elverir ki, sahipleri ve tayfasının dörtte üçü Britanya uyruğu olan Britanya gemileriyle ya da sömürge gemileriyle gönderilsinler.

Cetvele girmeyen mallar arasında, Amerika ile Batı Hint Adaları’nın en önemli bazı ürünleri, tahılın her türlüsü, kereste, et salamurası, balık, şeker ve rom vardır.

Bütün yeni sömürgelerde ekimin ilk, belli başlı hedefi, tabii, tahıldır. Tahıl sürümü için, kanun, sömürgelere pek geniş bir pazara müsaade etmekle onları bu ekimi, seyrek nüfuslu bir ülke tüketiminin çok üstüne çıkarmaya; böylece, boyuna artıp giden bir nüfusa yetecek nafakayı önceden hazırlamaya özendirir.

Baştan aşağı ormanla kaplı bulunduğu için kerestelik ağaç değerinin ya az ya hiç olduğu bir ülkede, toprağın bayındırılmasına başlıca engel, araziyi temizleme masrafıdır. Kerestelerinin sürümü için sömürgelere pek geniş bir pazar bırakmakla, kanun, haliyle fazla para etmeyecek bir malın fiyatını yükseltip, haliyle yalnız masraftan oluşacak şeyden onların biraz kâr etmelerini mümkün kılarak, toprak bayındırılmasını kolaylaştırmayı gözetir.

Yarı yarıya bile yerleşilmiş ve işlenmiş olmayan bir ülkede hayvanlar, doğal olarak, ahalinin tüketiminden fazla ürer ve bu yüzden çokluk değerleri ya azdır, ya hiç yoktur. Gelgelelim, önceden de gösterilmişti ki, bir ülke topraklarının büyük kısmı işlenebilmek için, önce hayvan fiyatı ile zahire fiyatı arasında belli bir oran bulunmak gerekir. Cansız ve canlı olmak üzere, her şekilde Amerika hayvanı için pek geniş bir pazara müsaade etmekle kanun, yüksek fiyatı toprağın bayındırılmasına böylesine gerekli bir malın değerini yükseltmeyi gözetir. Fakat postlarla derileri cetvele giren mallar arasına sokup, Amerika hayvanlarının değerini düşürmeye vesile olan III. George’un 4’üncü saltanat yılındaki kanunların 15’inci bölümü, bu serbestliğin hayırlı etkilerini biraz eksiltmiş olsa gerektir.

Sömürgelerimizde balıkçılığı ilerleterek, Büyük Britanya’nın gemilerini ve deniz gücünü çoğaltmak, kanun koyucunun hemen hemen hiçbir zaman üzerinden gözünü ayırmadığı görülen bir hedeftir. Bu nedenle, sömürgelerdeki balıkçılık, serbestliğin sağlayabileceği olanca özendirmeyi görmüş; öyle olduğu için de gelişmiştir. Son karışıklıklardan önce, özellikle New England’daki balık avcılığı, belki dünyanın en önemli balıkçılığı idi. Büyük Britanya’da hesapsız bir prim verilmesine karşın, çoğu kimselerin (doğruluğuna güvenilir iddiasında olmadığım) fikrince, tüm ürünü, her yıl ödenen primlerin tutarını pek geçmeyecek kadar az sonuç alınan balina avcılığı, New England’da, hiçbir prim olmaksızın, çok geniş ölçüde yapılmaktadır. Balık Kuzey Amerikalılar’ın İspanya, Portekiz ve Akdeniz’le ticaretini yaptıkları belli başlı maddelerden biridir.

Başlangıçta, şeker cetvele giren bir maldı; yalnız Büyük Britanya’ya ihraç edilebiliyordu. Fakat, büyük şeker çiftçiliği sahiplerinin bir önerisi üzerine, 1731’de, dünyanın her yanına şeker ihracına izin verildi. Gelgelelim, bu serbestlik verilirken konulan kısıntılar, Büyük Britanya’daki yüksek şeker fiyatı ile bir araya gelince, ihraç iznini büyük ölçüde etkisiz bırakmıştır. Britanya’nın şeker tarımı alanlarında üretilen şekerin hepsi için, Büyük Britanya ile sömürgeleri hâlâ hemen hemen biricik pazar olmakta devam etmektedir. Oralarda tüketim öyle hızla artmaktadır ki, gerek Jamaika’daki, gerekse (1763 Paris Antlaşması’yla) İngiltere’ye bırakılan adalardaki[294] artan gelişme dolayısıyla, şu son yirmi yılda şeker ithali pek çoğaldığı halde, yabancı ülkelere ihracat, söylentiye göre, eskisinden pek fazla değildir.

Amerikalılar’ın Afrika kıyısı ile yaptıkları ticarette, rom pek önemli bir maddedir; roma karşılık Amerikalılar, oradan zenci köleler getirirler.

Amerika’nın her türlü tahıl, et salamurası ve balık şeklindeki bütün ürün fazlası, cetvele giren mallar arasına sokulup, öylece Büyük Britanya piyasasına akmaya zorlansa, bunun kendi halkımızın çalışma ürününe çok zararı dokunur. İhtimal ki, Amerika’nın çıkarını kollamaktan çok, o zarardan korkulduğu içindir ki, bu önemli mallar hem cetvele sokulmamış, hem başka bütün tahılların ve salamura etlerin Büyük Britanya’ya girmesi yasak edilmiştir.

Cetvele girmeyen mallar, başlangıçta dünyanın her yanına ihraç edilebiliyordu. Bir kez cetvele girmiş bulunduğu için, kereste ile pirinç sonradan cetvel dışı edildiğinde, Avrupa piyasası bakımından, Finisterre Burnu güneyine düşen ülkelere hasrolundu. Cetvele girmeyen bütün mallar, III.
George’un 6’ncı saltanat yılındaki kanunların 52’inci bölümü gereğince buna benzer kısıntılara bağımlı tutuldu. Avrupa’nın Finisterre Burnu güneyine düşen bölgeleri sanayici ülkeler değildir. Onun için, sömürge gemilerinin oralardan dönüşte yurda, bizimkilerine zararı dokunacak mamuller getirmesini pek öyle kıskanmıyorduk.

Cetvele giren mallar iki türlüdür: Birincisi, ister Amerika’nın kendine özgü ürününden olan, ister anayurtta ya üretilemeyen, ya da hiç değilse üretilmeyen mallardır. Şeker pekmezi, kahve, hindistan cevizi, tütün, yeni bahar, zencefil balina kanatları, ham ipek, ham pamuk, kunduz derisi ve başkaca Amerika kürkleri, çivit, ağaç sarı boya ve öbür ağaç boyaları bu türdendir. İkincisi, Amerika’nın kendine özgü ürününden olmayan, ancak anayurt talebinin büyük kısmını karşılayacak miktarlarda olmasa da anayurtta üretilen ya da üretilebilecek olan ve büyük bir kısmı yabancı ülkelerce sağlanan mallardır. Bütün denizcilik gereçleri, direkler, serenler ve civadarlar, katran, zift ve terementi, külçe ve çubuk demir, bakır cevheri, postlar ve deriler, potas ve saf kalya taşı bu türdendir. Birinci türden mallar ne denli çok ithal edilse, anayurt ürününden herhangi bir kısmın üretimini tavsatamaz ya da satışına zarar veremezdi. Anayurt piyasasına hasredilmekle, bunları, tacirlerimizin hem tarım alanlarında daha ucuza satın alıp dolayısıyla anayurtta daha elverişli kârla satmaları, hem de sömürge tarım alanlarıyla yabancı ülkeler arasında kazançlı bir yük taşımacılığı kurmaları kabil olacağı umuluyordu. Büyük Britanya da bu malların ilk ithal edildikleri Avrupa ülkesi olarak ister istemez merkezlik ve ambarlık edecekti. Yine, ikinci çeşit malların ithalinin, yurt içinde üretilen mallar türünden malların satışına değil, yabancı ülkelerden getirilen malların satışına dokunacak şekilde tertiplenebileceği düşünülüyordu, çünkü uygun resimler aracılığı ile bunların, her zaman yerli mallardan epey ucuz hale getirilebilmesi mümkün görülüyordu. İşte, bu gibi malların anayurt piyasasına hasredilmesinden maksat, Büyük Britanya ürününün değil, hangi ülkelerle olan ticaret dengesi Büyük Britanya’nın aleyhine olduğuna inanılıyorsa, o yabancı ülkeler ürününün kösteklenmesi idi.

Büyük Britanya’dan başka herhangi bir ülkeye, sömürgelerden direk, seren ve civadara, katran, zift ve terementi ihracının yasak edilmesi; tabii, sömürgelerde kerestelik ağaç fiyatını düşürmeye, dolayısıyla da, sömürge topraklarının bayındırılmasına belli başlı engel olan arazi temizleme masrafını artırmaya vesile oluşturdu. Gelgelelim, bu yüzyılın başlarında, 1703’de, İsveç katran ve zift ortaklığı, kendi gemileriyle, kendi koyduğu fiyatlar üzerinden ve uygun göreceği miktarlarda olmadıkça mallarının ihracını yasak ederek, İngiltere’ye karşı mallarının fiyatını yükseltmeye çalıştı. Tüccarca politikanın bu dikkate değer örneğine karşı koymak ve gerek İsveç’in gerek bütün öbür kuzey devletlerinin eline bakmaktan imkân ölçüsünde kurtulmak için, Büyük Britanya, Amerika’dan gemi gereçleri ithaline prim verdi. Bu prim etkisini, kerestelik ağacın Amerika’daki fiyatını ana yurt piyasasına hasredilişin düşürebileceğine kıyasla çok fazla yükseltmekle gösterdi. Her iki düzenleme de aynı zamanda kabul edilmiş olduğu için, bunların ortaklaşa sonucu, Amerika’daki arazi temizlemeyi tavsatmak değil, gayrete getirmek oldu.

Külçe ve çubuk demir de, cetvele giren mallar arasına sokulmuştur ama, Amerika’dan ithallerinde, bir başka ülkeden getirtilirken bağımlı bulundukları azımsanmayacak resimlerden bağışık tutuldukları için, bu düzenlemenin bir yanının Amerika’da demir fırınları kurulmasını teşvikte, öte yanının onu engellemesine kıyasla, daha çok katkısı vardır. Bir demir fırını kadar odun tüketimine ihtiyaç gösteren, ya da ormandan geçilmeyen bir ülkede arazi temizlenmesine[295] onun kadar yardımı dokunan sanayi yoktur.

Bu düzenlemelerden kimisinin Amerika’da kerestelik ağaç değerini yükseltmek ve öylece arazi açmayı kolaylaştırmak eğilimini, kanun koyucu, ihtimal ne aklından geçirmiş, ne de anlamıştı. Fakat o düzenlemelerin faydalı etkileri bu bakımdan rastlantı olmakla birlikte, o yüzden daha az gerçek de değildir.

Amerika’daki Britanya sömürgeleri ile Batı Hint Adaları arasında, cetvele giren ve girmeyen mallar üzerinden, ticaret serbestliğinin en mükemmeline izin verilmiştir. Bu sömürgeler artık öyle kalabalıklaşmış, öyle zenginleşmişlerdir ki, her biri, ötekilerinden bazısında, her kısım ürününü sürecek büyük ve geniş bir piyasa bulmaktadır. Topu birlikte, birbirinin ürünü için büyük bir iç pazar oluşturmaktadır.

Bununla birlikte, sömürgelerinin ticaretine karşı İngiltere’nin geniş görüşlü davranışı, daha çok, onların ya işlenmemiş haldeki ya imalatının pek ilk aşamasında denilebilecek olan ürünlerinin sürüleceği pazara inhisar etmiştir. Daha gelişmiş ve daha ince mamulleri, sömürge işi dahi olsalar, Büyük Britanya tacirleri ile imalatçıları, kendilerine alıkoymayı yeğ tutarlar. Bu tür sanayinin sömürgelerde kurulmasının, kimi zaman yüksek resimler, kimi zaman kesin yasaklarla önlenmesi için, kanun koyucunun gönlünü de etmişlerdir.

Örneğin, Britanya şeker tarımı alanlarından gelen esmer şeker için, ithal halinde kental[296] başına yalnızca 6 şilin 4 peni ödenirken, beyaz şeker için 1 İngiliz lirası 1 şilin 1 peni, katmerli ya da yalın kat arıtılmış kelle şeker için 4 İngiliz lirası 2 şilin 5 8/20 peni ödenmektedir. Bu ağır resimler konulduğu sırada Büyük Britanya, İngiliz sömürgeleri şekerinin ihraç olunabileceği biricik pazardı; hâlâ da belli başlı pazar olmakta devam ediyor. dolayısıyla, bu resimler ilk başta, şekerin herhangi bir yabancı piyasa için, şimdi ise, tüm ürünün belki onda dokuzundan çoğunu tek başına çeken piyasa için balçıkla ağartılmasını ya da arıtılmasını yasak etmek demekti. Nitekim, şekeri balçıktan geçirerek ağartma ya da arıtma sanayisi, Fransa’nın bütün şeker sömürgelerinde, kendi piyasalarına dönük olandan başkası için o sanayinin gelişmesine pek az çalışılmıştır. Grenada Fransızlar’ın elinde iken, hemen hemen her şeker tarımı alanında, şekeri hiç değilse balçıktan geçirerek ağırtacak bir tasfiyehane vardı. Ada İngilizler’in eline düşeliberi, bütün bu tür işletmeler yüzüstü bırakılmış olup, güvenilecek biçimde bana dediklerine göre, kalanlar şimdi (1773 Ekimi’nde) iki üçü geçmemektedir. Bununla birlikte, balçıktan geçirilerek ağartılmış ya da arıtılmış şeker, kelle biçiminden toz haline getirildi mi, şimdi gümrük idaresinin hoş görüsü ile, çokluk esmer şeker imişçesine ithal edilmektedir.

Büyük Britanya, Amerika’nın külçe ve çubuk demiri mamullerini, bir yandan benzeri malların herhangi bir başka ülkeden ithalinde bağımlı olduğu resimlerden bağışık tutarak özendirirken Amerika’daki sömürgelerinden herhangi birinde çelik fırınları ve keski makineleri kurulmasını kesinlikle yasak etmektedir. Sömürgecilerin kendi gelecekleri için bile bu ince sanayi ile uğraşmalarını hoş görmemekte, gereksindikleri bütün bu tür malları Britanya tacirleriyle sanayicilerinden satın almalarında ayak diremektedir.

Büyük Britanya, Amerika işi şapkaların yünlerin ve yünlülerin, bir ilden öbürüne su yolu ile ihracını ve hatta beygir sırtında yahut araba ile karadan taşınmasını yasak etmektedir. Öyle bir düzenleme ki, o tür malların uzak yerlerde satışı için sanayi kurulmasını büsbütün engeller ve böylece, sömürgecilerinin çalışmasını içine dönük bir ailenin çokluk kendi ihtiyacı ya da aynı il içindeki kimi komşularının ihtiyacı için yaptığı kaba saba, ev işi mamullerle sınırlar.

Gelgelelim, bir çok kimsenin kendi ürününün her parçasından imkân ölçüsünde alabildiğine yararlanmasını, yahut sermayesi ile emeğini kendisi için en kazançlı gördüğü şekilde kullanmasını yasak etmek, insan oğlunun en kutsal haklarını açıktan açığa çiğnemektir. Ancak, hakka ve insafa sığmasa da, bu gibi yasakların şimdiye dek sömürgelere pek bir zararı olmamıştır. Sömürgelerde toprak hâlâ öyle ucuz, dolayısıyla da emek öyle pahalıdır ki, ince yahut gelişmiş mamullerin hemen hemen hepsini, bunlar, kendi yapabileceklerinden daha ucuza anayurttan ithal edebilirler. Demek ki, bu gibi sanayiyi kurmaları sömürgelere yasak edilmemiş olsa bile, gelişmelerinin şu halinde kendi çıkarlarını gözetmeleri, ihtimal ki o yolda hareket etmelerini önler. Gelişmelerinin şu halinde bu yasaklar, sömürgecilerin çalışmasını belki körletmeksizin ya da kendiliğinden erişeceği herhangi bir işten alıkoymaksızın, anayurt tacirleriyle imalatçılarının sebepsiz kıskançlığı yüzünden, yok yere sırtlarına vurulmuş yakışıksız kulluk damgalarıdır yalnızca. Sömürgelerin daha ileri bir durumunda bu yasaklar, gerçekten bunaltıcı ve çekilmez hale gelebilirler.

Büyük Britanya, sömürgelerin en önemli ürünlerinden kimisini kendi piyasasına hasrederken, karşılık olarak benzeri ürünlere, kimi zaman başka ülkelerden ithal edildiklerinde daha yüksek resimler koymak, kimi zaman sömürgelerden ithal edildiklerinde prim vererek, o piyasada sömürge ürünlerinden kimisine üstünlük sağlamaktadır. Birinci şekilde, sömürgelerinin şekerine, tütününe ve demirine; ikinci şekilde ham ipeğine, keneviri ile ketenine, çivitine, gemi gereçlerine ve yapı kerestesine, anayurt piyasasında üstünlük vermektedir. Sömürgelerin ürününü bu ikinci şekilde, ithale prim vererek özendirme, öğrenebildiğim kadar, bir Büyük Britanya’da vardır. Birinci şekil, Büyük Britanya’ya özgü değildir. Portekiz, herhangi bir başka ülkeden tütün ithaline, yalnızca daha yüksek resimler koymakla kalmayıp bunu, en şiddetli cezalarla yasak etmektedir.

Avrupa’dan mal ithali konusunda, sömürgelerine karşı İngiltere, yine herhangi bir başka millete göre daha açık görüşlü davranmıştır.

Büyük Britanya, yabancı malların ithalinde ödenen resimden bir kısmının (hemen hemen her zaman yarısının, genellikle daha fazlasının ve bazen tümünün) mallar bir yabancı ülkeye ihraç edildiğinde, geri alınmasına müsaade etmektedir. Bunları, üzerlerine, hemen hemen bütün yabancı malların Büyük Britanya’ya girerken bağımlı tutulduğu ağır resimler bindirilmiş olarak geldiği takdirde, hiçbir bağımsız yabancı ülkenin kabul etmeyeceğini önceden kestirmek güç değildi. Demek ki, bu resimlerden bir kısmı ihraç halinde geri alınmadı mı, merkantilist sistemin pek el üstünde tuttuğu bir ticaret olan taşımacılık sona ererdi.

Ama sömürgelerimiz, hiçbir bakıma bağımsız yabancı ülkeler değildir; Büyük Britanya, sömürgelere Avrupa’nın bütün mallarını tek başına kendisi sağlamak hakkını kabullenmiş bulunduğundan, onları (öbür ülkelerin kendi sömürgelerine yaptıkları tarzda) bu gibi malları anayurtta ödenen bütün resimlerin tıpkısı üzerlerine binmiş olarak almaya zorlayabilirdi. Oysa 1763’e dek, çoğu yabancı malların sömürgelerimize ihracı halinde tersine, herhangi bağımsız bir yabancı ülkeye ihracında geri verilen resimlerin aynı ödenmiştir. Doğrusu, 1763’tde III. George’un 4’ncü saltanat yılındaki kanunların 15’nci bölümü gereğince, bu müsaade epey daraltılarak şu hüküm konuldu: “Şaraplar, beyaz pamuklularla muslinler hariç olmak üzere, bu ülkeden Amerika’daki bir Britanya sömürgesine yahut çiftliğine ihraç edilecek, Avrupa ya da Doğu Hint ülkelerinde yetişen, üretilen yahut imal edilen herhangi bir maldan alınmış eski akçalı yardım adlı resmin hiçbir kısmı verilmez.” Bu kanundan önce, sömürgelerde başka başka birçok yabancı mal çeşitleri, anayurda göre daha ucuza satın alınabiliyordu; kimisi hâlâ da alınabilmektedir.

Sömürgeler ticareti ile ilgili çoğu düzenlemeler için akıl hocalığı edenlerin başında o ticaretle uğraşanların geldiği gözden kaçırılmamak gerekir. Dolayısıyla, düzenlemelerin çoğunda onların çıkarı, sömürgelerin ya da ana yurdun çıkarına göre daha fazla gözetilmişse, buna şaşmamalıyız.

Sömürgelerin çıkarı, Avrupa’dan istedikleri bütün malları onlara sağlamak ve onların fazla ürünü içinde anayurtta tacirlerin kendi uğraştıkları ticaretlerden birine zarar veremeyecek olanların hepsini satın almak konusundaki tekelci ayrıcalıkları dolayısıyla, o tacirlerin çıkarına feda edildi. Avrupa ve Doğu Hint ülkeleri mallarının büyük kısmının sömürgelere yeniden ihracı halinde, resimlerin tıpkı herhangi bir bağımsız ülkeye yeniden ihracında olduğu gibi geri ödenmesine müsaade edilerek, anayurdun çıkarı tacirlerin çıkarına (o çıkar hakkındaki tüccarca düşüncelere göre bile) feda edildi. Sömürgelere gönderdikleri yabancı mallara elden geldiğince az para vermek, dolayısıyla da o malların Büyük Britanya’ya ithalinde peşin olarak ödedikleri resimlerden elden geldiği kadarını geri almak, tacirlerin çıkarına uygundu. Öylece ya aynı miktar malı daha çok kârla ya daha çok malı aynı kârla sömürgelerde satma, dolayısıyla da ister öyle, ister öteki türlü bir şey kazanma olanağını bulabilirlerdi. Yine bütün bu gibi malları elden geldiğince ucuz ve bol almak sömürgelerin çıkarına uygundu. Ama bunun, ana yurdun çıkarına uymadığı zaman da olabilirdi. Anayurt, bir yandan bu gibi malların ithalinde ödenmiş resimlerden çoğunu geri vermekle geliri bakımından, bir yandan da bu geri ödenen resimler sayesinde yabancı mamullerin sömürgeye iletilebilmesindeki kolay şartlardan ötürü, sömürge pazarında kendi mamullerinden ucuza satılmasıyla, sanayi bakımından sık sık hırpalanabilirdi. Hep derler ki, Amerika sömürgelerine Alman keten bezlerinin yeniden ihracında resimlerin geri ödenmesi, Büyük Britanya keten bezi sanayisinin gelişmesini çok geri bıraktırmıştır.

Sömürgelerinin ticareti karşısındaki tutumunu, Büyük Britanya’ya dayatırcasına zorlayan merkantilist zihniyet, başka milletlerininkinin aynı olmakla birlikte, topluca bakıldıkta onunki, herhangi birinin tutumuna oranla daha az dar görüşlü, daha az ezicidir.

İngiliz sömürgelerinin, dış ticaretleri dışında her işlerini bildikleri gibi yürütme serbestliği eksiksizdir. Bu, her bakımdan anayurttaki hemşerilerinin serbestliğine denk olup oradaki gibi, sömürge hükümetinin masrafının görülmesi için vergi koyma hakkının yalnız kendisinde bulunduğunu iddia eden halk temsilcilerinden oluşan bir meclisçe gereği gibi korunmaktadır. Bu meclisin nüfuzu yürütme erkini sindirmekte; sömürgecilerin en değersizi olsun, en uygunsuzu olsun, kanuna saygı gösterdikçe, ne valinin ne de ildeki herhangi mülki ya da askeri memurun içerlemesinden hiçbir bakıma korkmamaktadır. İngiltere’deki Avam Kamarası gibi, sömürge meclisleri de halkı her zaman pek eşit biçimde temsil edenlerden oluşmaz, ama bu niteliğe Avam Kamarası’na göre çok daha yaklaşırlar. Yürütme erki ya para yedirip bu meclisleri satın alma imkânına sahip olmadığından ya da anayurtça desteklendiği için buna gerek görmediğinden, o meclisleri, genellikle seçmenlerinin eğilimleri belki daha çok etkiler. Sömürgelerin yasama örgütünde Büyük Britanya’daki Lordlar Kamarası’na tekabül eden kurullar soyluluğu babadan oğula kalan zadegân takımından oluşmuş değildir. Üç New England Hükümeti’nde olduğu üzere, sömürgelerin kimisinde, bu kurullara kral atamayıp halkın temsilcileri seçer. İngiliz sömürgelerinin hiçbirinde soyluluğu babadan oğula kalan zadegân takımı yoktur. Gerçi, bütün öbür özgür ülkelerde olduğu gibi, bu sömürgelerin de hepsinde, eski bir sömürge ailesinden gelen kimse, liyakat ve servetçe eş bir türediye göre çok itibar görür. Ama görüp göreceği yalnızca bundan oluşup komşularına el aman dedirtecek ayrıcalıkları yoktur. Şu son karışıklıklar başlamadan önce; sömürge meclislerinde yasama yetkisinin yanı sıra, bir kısıntı yürütme yetkisi de vardı. Connecticut ile Rhode Island’da, valiyi onlar seçiyordu. Öbür sömürgelerde, her birinin kendi meclislerine konulan vergileri toplayacak maliye memurlarını onlar atıyordu; bu memurlar, doğrudan doğruya meclislere karşı sorumlu idiler. Bundan dolayı, İngiliz sömürgeleri arasında, anayurt ahalisine göre daha fazla eşitlik vardır. Yine, töreleri daha cumhuriyetçidir; hükümetleri ve özellikle üç New England ilinin hükümetleri, bugüne dek daha cumhuriyetçi olagelmiştir.

İspanya, Portekiz ve Fransa’nın ise tersine, mutlak[297] yönetimleri sömürgelerinde egemen olmakta; bu türlü yönetimlerin alt basamaktaki bütün memurlarına, çokluk vekalet yolu ile verdikleri takdir yetkisi, mesafe uzak olduğu için, oralarda tabii kıyasıya kullanılmaktadır. Mutlak yönetimlerin hepsinde, ülkenin herhangi başka yerine göre, başkentte daha çok serbestlik vardır. Adalet düzenini altüst etmek yahut büyük halk topluluğunu ezmek açısından hükümdarın ne çıkarı, ne de eğilimi olabilir. Başkentte hükümdarın var olması, alt basamaklardaki bütün memurlarını az çok sindirir; halktaki sızıltıların hükümdara ulaşması ihtimali daha az olan ücra illerde, memurlar daha göğüslerini gere gere kıyıcı olabilirler.[298] Fakat Amerika’daki Avrupa sömürgeleri, bugüne değin bilinen gelmiş geçmiş en büyük imparatorlukların en ücra illerine kıyasla daha ıraktırlar. Dünya kurulalı beri böyle uzak bir ilin ahalisine tam güvenlik sağlayabilen tek yönetim, belki, İngiliz sömürgelerinin hükümeti olmuştur. Bununla birlikte; Fransız sömürgelerinin yönetiminde İspanya ve Portekiz sömürgelerine göre her zaman daha tatlı ve daha ölçülü davranılmıştır. Yönetim tutumundaki bu üstünlük, Fransız milletinin hem seciyesine hem her milletin seciyesini yoğuran etkene, yani hükümetinin doğasına uygundur. Büyük Britanya hükümetine kıyasla keyfi ve astığı astık olmakla birlikte, İspanya ile Portekiz’in hükümetlerine kıyasla Fransız hükümeti, niteliği bakımından kanuna dayanır ve özgürdür.

Ama İngiliz siyasetinin üstünlüğü, daha çok, Kuzey Amerika sömürgelerindeki ilerlemede göze çarpmaktadır. Fransa’nın şeker sömürgelerindeki ilerleme, hiç değilse İngiltere’nin çoğu şeker sömürgelerindeki kadar olup belki ondan üstündür. Oysa İngiltere şeker sömürgelerinde, hemen hemen İngiltere’nin Kuzey Amerika sömürgelerindekini andırır özgür bir hükümet vardır. Ama Fransız şeker sömürgelerinin kendi şekerlerini arıtmalarına, İngiliz sömürgelerindeki gibi ket vurulmamaktadır. Daha da önemli olmak üzere, hükümetlerinin özel niteliği ellerindeki zenci kölelerin daha iyi kullanılmasının yolunu doğal olarak öğretmektedir.

Bütün Avrupa sömürgelerinde, şeker kamışı tarımı ile uğraşanlar, zenci kölelerdir. Ilımlı Avrupa ikliminde doğmuş kimselerin bünyesi, öyle sanılıyor ki, yakıp kavuran Batı Hint Adaları güneşi altında toprağı kazmak zahmetine dayanamaz. Şimdiki halde, şeker kamışı tarımı baştan aşağı el ile yapılmaktadır. Ama, birçoklarının düşüncesine göre, bu işe pulluk sokulması pek faydalı olabilir. Gelgelelim, hayvanla yapılan tarımda kâr ve başarı, bu hayvanların iyi bakımına pek çok bağlı olduğu gibi, kölelerle yapılanda da, kâr ve başarı bu kölelerin aynı derecede hoş tutulmasına bağlı kalmaktadır. Kölelerini hoş tutmakta ise, öyle sanıyorum ki, Fransız tarımcılarının İngilizler’e göre üstün oldukları genellikle teslim edilmektedir.

Efendisinin şiddetli davranışına karşı köleyi iyi kötü kayırmak bakımından kanun, hükümeti çokça keyfi bir sömürgede, hükümeti tamamıyla özgür bir sömürgedekine göre daha iyi uygulanabilir. Kara bahtlı kölelik kanunun kabul edilmiş olduğu her ülkede, üst makamlardaki yetkili memur köleyi kayırdığında efendinin özel mülkünün bir dereceye kadar yönetimine karışmış olur. Efendinin belki ya sömürge meclisi üyesi ya böyle bir üyenin seçicisi olduğu özgür bir ülkede yetkili memur, bunu olsa olsa pek büyük tedbir ve ihtiyatla göze alabilir. Efendiye göstermek zorunda olduğu saygı, köleyi kayırmasını güçleştirir. Ama hükümeti çokça keyfi olan yetkili memurun, bireylerin özel mülkünün yönetimine de karışması ve mülkü diledikleri gibi yönetmedikleri takdirde, belki bir lettre de cachet[299] göndermesi olağan bulunan bir ülkede, köleyi biraz kayırma, yetkili memur için çok daha kolaydır. Sırf insanlık gereği olarak da, kendisi tabii, bu yolu tutar. Yetkili memurun kayırması üzerine, efendisi köleyi daha az hor görür. Böylece köleyi daha adam yerine koyup ona daha nazik davranmasına yol açılır. Tatlı muamele kölenin bağlılığını artırdığı gibi, onu daha anlayışlı hale getirir; dolayısıyla, her iki yüzden, daha faydalı kılar. Köle, itibarca, özgür bir uşağın durumuna yaklaşır; efendisinin çıkarına karşı epey dürüstlük ve ilgi gösterebilir. Bunlar çokluk özgür uşaklarda bulunan meziyetler[300] olup efendinin iyice özgür ve güven içinde bulunduğu ülkelerde kölelere yapılması olağan muameleyi gören bir kölede hiçbir zaman bulunamaz.

Bir kölenin özgür bir hükümete göre keyfi bir hükümetin yönetiminde daha iyi durumda olduğunu, öyle sanıyorum ki, bütün çağların ve bütün milletlerin tarihi doğrulamaktadır. Roma tarihinde, üst makamın, köleyi efendinin hırpalamasına karşı kayırmak için araya girdiğini, ilkin, imparatorlar zamanında okuyoruz. Vedius Pollio, ufak bir suç işleyen kölelerinden birinin parça parça edilip balıklara yem olmak üzere balık havuzuna atılması için Augustus’un önünde buyruk verince, İmparator öfkelenerek yalnız onu değil başka ne kadar kölesi varsa, hepsini derhal azat etmesini Pollio’ya emretti. Cumhuriyet yönetiminde, hiçbir üst makamın köleyi kayıracak kadar kâfi yetkisi olamazdı; efendiyi cezalandırma yetkisi ise daha da azdı.

Fransa’nın şeker sömürgelerini, özellikle Büyük St. Domingo sömürgesini bayındıran sermayenin hemen hemen hepsi öyle görülüyor ki, bu sömürgelerin azar azar bayındırılması ve işlenmesiyle elde edilmiştir. Bu sermayenin, hemen hemen tümü sömürgecilerin topraklarıyla emeklerinin ürünü yahut (hepsi bir kapıya çıkar) o ürünün iyi yönetilerek azar azar biriktirilip daha çok ürün yetiştirmekte kullanılan bedeldir. Fakat İngiltere’nin şeker sömürgelerini bayındırıp işleyen sermayenin büyük bir kısmı İngiltere’den yollanmıştır; hiçbir bakıma baştan aşağı sömürgecilerin toprağı ile emeğinden üremiş değildir. İngiliz şeker sömürgelerindeki refah, büyük ölçüde, İngiltere’nin bu sömürgelere, öyle demek yakışırsa, bir kısmı sanki taşmış bulunan büyük serveti sayesinde olmuştur.

Ama Fransız şeker sömürgelerindeki olanca refah sömürgecilerin güzel tutumlarından ileri gelmiştir. İngiliz sömürgecilerinin tutumuna göre, bunda bir takım üstünlükler bulunmuş olmak gerektir. Bu üstünlük ise, Fransız sömürgecilerinin, herşeyden çok, kölelerini hoş kullanmalarında göze çarpmıştır.

Başka başka Avrupa milletlerinin, sömürgeleriyle ilgili siyasetin ana çizgileri, işte bunlar olmuştur.

Şu halde, Amerika’daki sömürgelerin gerek ilk kuruluşlarında, gerekse yönetim içlerini ilgilendirmesi bakımından daha sonraki refahlarında, Avrupa siyasetinin pek övünülecek bir tarafı yoktur.

Bu sömürgelerin kurulmasına ilişkin ilk tasarıya egemen olup yön veren asıl nedenler öyle görülüyor ki, çılgınlık ve insafsızlıktı. Altın ve gümüş madenleri peşinde, akıllar baştan gitti. Zararsız yerlileri, Avrupalılar’a hiçbir zaman dokunmak şöyle dursun, ilk girişimcileri türlü nezaket ve konukseverlik gösterileri ile karşılayan bir ülkeyi ele geçirmek için açgözlülük edilmekle, insaf ayaklar altına alındı.

Sonraki yerleşme yerlerinden kimisini kuran girişimcilerin altın ve gümüş madenleri bulma yolundaki hayal dolu tasarılarına, doğrusu daha akla uyar ve övülmeye değer başka etkenler de katıldı; ama bu etkenler de, Avrupa’nın siyasal tutumuna fazla şeref kazandırmakta değildir.

Yurtlarında baskı altında kalan İngiliz Püriten mezhebi mensupları, özgürlüğe kavuşmak için Amerika’ya kaçarak, orada dört New England hükümetini kurdular. Ezilmenin çok daha ağırına uğrayan İngiliz Katolikleri Marylanda hükümetini, Quaker’lar Pennsylvania hükümetini kurdular. Engizisyon mahkemesi elinden çekmediği kalmayan, soyulup soğana çevrilerek Brezilya’ya sürülen Portekizli Yahudiler, bu sömürgeye ilk yerleşen sürgün suçlularla fahişeler arasında verdikleri örnekle bir tür düzen ve çalışma sistemi soktular. Onlara, şeker kamışı yetiştirmeyi öğrettiler. Bütün bu birbirinden farklı durumlarda, Amerika’nın yurt edinilmesi ve işlenmesi, Avrupa hükümetlerinin akıllı davranışından ve siyasal tutumundan değil, düzensizliğinden ve zulmünden ileri geldi.

Türlü Avrupa hükümetlerinin bu yerleşme yerlerinden en önemli bazılarını gerçekleştirmekte olduğu kadar, tasarlamak bakımından da fazla hüneri görülmüş değildir. Meksika’nın fethi İspanya Meclisi’nin değil, bir Küba valisinin tasarısı idi. Kendisine ödev verilen atılgan bir serüvenci, böyle bir adamın ipiyle kuyuya indiğine çoktan pişman olan valinin buna karşı çıkmak için elinden geleni ardına koymamasına karşın fethi gerçekleştirdi. Şili ve Peru’yu ve İspanya’nın Amerika kıtasındaki hemen hemen bütün öbür yerleşme yerlerini fethedenler, yanlarında devletin desteği olarak, topu topu, İspanya Kralı adına kol salıp fetihler yapmak için bir genel ruhsatname götürüyorlardı. Bütün bu girişimlerin zararı ve masrafları girişimcilerin kendilerine aitti. İspanya hükümeti bunlardan hiçbirine hemen hemen hiçbir yardımda bulunmuyordu. İngiliz hükümetinin, Kuzey Amerika’daki en önemli sömürgelerinden kimisinin kurulmasını gerçekleştirmek bakımından katkısı aynı derecede azdı.

Bu yerleşim yerleri gerçekleşip dikkatini çekecek kadar önem kazanınca, anayurdun üzerlerinde çıkardığı ilk düzenlemeler, hep onların ticaretlerinin tekelini kendi eline geçirmeyi, pazarlarını sınırlamayı ve sırtlarından kendi pazarlarını genişletmeyi, dolayısıyla da onların refah yolundaki ilerleyişini hızlandırıp ilerleteceğine, ağırlatıp tavsatmayı gözetiyordu. Sömürgelerine karşı türlü Avrupa milletlerinin siyasal tutumunda en esaslı farklardan biri, bu tekelin uygulanışındaki farklı yöntemlerden oluşur. İçlerinde en iyisi olan İngiltere’nin tutumu, ötekilerin herhangi birine göre yalnızca bir parça daha az dar görüşlü ve daha az ezicidir.

Öyleyse, Amerika sömürgelerinin gerek ilk kuruluşlarına, gerek şimdiki büyüklüğüne, Avrupa’nın siyasal tutumu ne yönden katkıda bulunmuştur? Bir yönden ve yalnız bir yönden epeyce katkısı olmuştur. Magna Virum Mater!.[301] Böyle büyük işlerin hakkından gelebilecek, bu büyüklükte bir imparatorluğun temelini atabilecek yetenekte adamları, yetiştirip çıkarmıştır. Dünya yüzünde siyasal tutumu bu tür adamlar çıkarabilecek ya da eylemli olarak ve gerçekten herhangi bir zamanda çıkarmış başka yer yoktur. Sömürgeler, tuttuğunu koparan, becerikli kurucularının eğitimini ve engin görüşlerini, Avrupa’nın tutumuna borçludurlar; en büyüklerinden ve en önemlilerinden kimisinin ise, iç yönetimleri bakımından hemen hemen bundan başka hiçbir borçları yoktur.

ADAM SMITH
MİLLETLERİN ZENGİNLİĞİ
İNGİLİZCE ASLINDAN ÇEVİREN: HALDUN DERİN
SUNUŞ: PROF.DR. GÜLTEN KAZGAN
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI