Kategori: Martin Heidegger

Varlığın Dokusu: Heidegger, Spinoza ve Parmenides Üzerine Bir İnceleme

Varlığın Kökenine Doğru Varlık sorusu, insan düşüncesinin en kadim ve en derin meselelerinden biridir. Parmenides, Spinoza ve Heidegger, bu soruya farklı çağlarda, farklı dillerde ve farklı zihinsel dünyalarda yanıt aramışlardır. Parmenides’in varlığın değişmezliği üzerine vurgusu, Spinoza’nın doğanın birliği ve Tanrı-doğa özdeşliği, Heidegger’in ise varlığın tarihsel ve insani bağlamda açığa çıkışı,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gerçekliğin Bulanık Sınırları: Dalí’nin Sürrealizmi ve Heidegger’in Varlık Sorusu

Salvador Dalí’nin sürrealist eserleri, gerçeklik ile yanılsama arasındaki çizgiyi kasıtlı bir şekilde eritirken, insan bilincinin, algının ve varoluşun sınırlarını sorgular. Bu eserler, yalnızca görsel bir deneyim sunmaz; aynı zamanda izleyiciyi, varlığın doğası, zamanın akışkanlığı ve bilincin kırılganlığı üzerine düşünmeye zorlar. Martin Heidegger’in varlık sorusu, yani “Neden varlık var da hiçlik

OKUMAK İÇİN TIKLA

Böcek Bedeninin Varoluşsal Yabancılaşması

Heidegger’in “varlık” ve “otantiklik” kavramları, bireyin dünyada kendi varoluşunu anlamlandırma çabasını merkeze alır. Gregor’un böceğe dönüşmesi, onun insan bedeninden koparak Dasein’in (varlık) otantik bir şekilde sorgulanmasına zorlanması olarak okunabilir. İnsan bedeni, toplumsal roller ve beklentilerle şekillenmiş bir kimlik taşırken, böcek bedeni bu kimliği tümüyle parçalar. Gregor, artık bir “seyahat eden

OKUMAK İÇİN TIKLA

Anayurt Oteli: Zebercet’in İntiharı Varoluşsal Bir Kaçış mıdır, Bir Yüzleşme midir?

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli adlı romanı, Zebercet’in iç dünyasında yankılanan varoluşsal sancılar üzerinden insanlık durumunu derinlemesine sorgular. Zebercet, bir otelin yalnız bekçisi olarak, hem kendi varoluşunu hem de çevresindeki dünyayı anlamlandırma çabasıyla boğuşur. Bu metin, Zebercet’in hikayesini Albert Camus’nün absürd felsefesi, Martin Heidegger’in varlık ve hiçlik kavramları, Friedrich Nietzsche’nin “Tanrı’nın

OKUMAK İÇİN TIKLA

Göçmenlerin Vatan Arayışı ve Mitolojik Kutsal Toprak İdeali

Göçmenlerin “vatan” arayışı ile mitolojik “kutsal toprak” kavramı, insanlığın en derin özlemlerini ve varoluşsal mücadelelerini birleştiren güçlü bir karşılaştırma sunar. Her iki kavram da, bir yuvaya, anlama ve aidiyete duyulan evrensel ihtiyacı yansıtırken, aynı zamanda bireylerin ve toplulukların tarih boyunca karşılaştığı zorlukları, umutları ve çelişkileri açığa vurur. Yersiz Yurtsuzluğun Evrensel

OKUMAK İÇİN TIKLA

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Üzerine Felsefi ve Kuramsal Bir İnceleme

Enstitü’nün Varoluşsal İkilemi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, insanlığın ideal bir düzen arayışıyla bu arayışın kırılganlığı arasında salınan bir aynadır. Enstitü, yüzeyde zamanı düzenleme iddiasıyla modernitenin rasyonel hırsını temsil eder; ancak bu iddia, bürokratik bir karikatüre dönüşerek kendi anlamsızlığını ifşa eder. Ütopik bir düzen vaadi, Enstitü’nün kaotik ve absürt

OKUMAK İÇİN TIKLA

Spinoza, Heidegger ve Deleuze’ün Ontolojik Kavşaklarında Özgürlük, Varlık ve Zamanın Diyalektiği

1. Spinoza’nın Natura Naturans’ı ile Heidegger’in Dasein’ının Ontolojik KarşılaşmasıSpinoza’nın “Deus sive Natura” kavramsallaştırması, Natura naturans (doğuran doğa) ve Natura naturata (doğmuş doğa) ayrımında köklenir. Burada Tanrı, kendisini sürekli üreten ve dönüştüren bir dinamik olarak karşımıza çıkar. Heidegger’in “Varlık ve Zaman”da geliştirdiği Dasein analizi ise, bu panteist bütünlük içinde insanın ontolojik

OKUMAK İÇİN TIKLA

Çiçeklerin Ontolojik Tiyatrosu: İnsanlığın Kökleri ve Açan Bilinçleri

Varoluşun Botanik KodlarıÇiçekler, biyolojik işlevlerinin ötesinde, insan zihninin ontolojik sorgulamalarına cevap veren sessiz filozoflardır. Heidegger’in “Dasein” kavramı çerçevesinde, çiçeklerin zamansal açılımları – tomurcuklanma, çiçeklenme ve solma – insanın “orada-olma” halinin bir mikrokozmosudur. Japon “mono no aware” estetiği, kiraz çiçeklerinin geçiciliğinde insanın kendi faniliğiyle yüzleşmesini sağlarken, Azteklerin savaş çiçeği (Cempoalxochitl), ölüm

OKUMAK İÇİN TIKLA

Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu

Byung-Chul Han’ın şeffaflık toplumu kavramı, modern dünyanın görünürlük, erişilebilirlik ve açıklık taleplerini merkeze alarak bireylerin, toplumların ve kurumların nasıl dönüştüğünü sorgular. Şeffaflık, yüzeyde güven, eşitlik ve özgürlük vaat ederken, derinlemesine incelendiğinde bireysel özerkliği, toplumsal bağları ve hatta varlığın anlamını tehdit eden bir yapı olarak ortaya çıkar. Güvenin İnşası ve Yıkımı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Spinoza’nın Etkilenimleri ve Psiko-Politik Direniş: Deleuze, Guattari ve Baker Üzerine Bir İnceleme

Spinoza, Deleuze, Guattari ve Baker’ın düşünceleri, bireyin iç dünyasından toplumsal hareketlere uzanan bir çerçevede, insan varoluşunun karmaşık dinamiklerini anlamak için güçlü bir zemin sunar. Spinoza’nın “sevinç” ve “keder” etkilenimleri, bireyin yaşam gücüyle olan ilişkisini merkeze alırken, Deleuze ve Guattari’nin “arzu makineleri” ve “mikropolitika” kavramları, bu etkilenimlerin toplumsal ve politik alana

OKUMAK İÇİN TIKLA

“Dindarlık Azalıyor, İnançsızlık Artıyor” Söyleminin Bedensel, Tarihsel, Politik, Etik ve Varoluşsal Katmanları Bölüm 2

🌍 1. Bedenden Kopuş: Tanrıyı Ararken Toprağı Kaybetmek İnanç sadece Tanrı’ya değil, yaşama, bedene, doğaya ve başkasına duyulan bir bağdır.Dindarlık azalırken, yalnızca Tanrı figürü değil; ritüelle gelen bedensel düzen, toplumsal zaman, tekrarın sağaltıcılığı da dağılır. 👉 Bugün postmodern birey bedeniyle bağ kurmakta zorlanır çünkü bir ritüel dizgesi yoktur.Yoga’yı da, meditasyonu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Aidiyetin Kırılgan Yankıları: Göçmen Ruhun Arayışı

Köklerin Sessiz Çığlığı Aidiyet arayışı, göçmen bireyde çoğu zaman nostaljinin kucaklayıcı ama yanıltıcı kollarında başlar. Nostalji, yalnızca geçmişe özlem değil, aynı zamanda yitirilmiş bir benliğin hayaletidir. Göçmen, anavatanın kokusunu, çocukluk sokaklarının sesini ya da bir bayram sofrasının sıcaklığını hatırlarken, bu anılar birer mitolojik anlatıya dönüşür. Kuramsal açıdan, Freud’un “yas ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

Arzunun Varolma Çabasıyla Buluşması

Varolma Çabasının Özü: Spinoza’nın Conatus Kavramı Spinoza’nın conatus kavramı, her varlığın kendi varlığını sürdürme ve güçlendirme yönündeki içsel dürtüsünü ifade eder. Bu, bir tür ontolojik itki; yaşamın kendisini koruma ve genişletme arzusudur. Conatus, bireyin yalnızca hayatta kalma mücadelesini değil, aynı zamanda kendi özünü gerçekleştirme çabasını da kapsar. Spinoza için bu,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ulus Baker’in Sinema Merceğinden: Farkın Tekrarı ve Teknolojinin Eleştirisi

Fark ve Tekrarın Sinemadaki Yansıması Gilles Deleuze’ün “fark ve tekrar” kuramı, özünde varlığın sabit bir öze dayanmadığını, aksine sürekli bir oluş süreci içinde farklılaşarak tekrar ettiğini savunur. Bu, Baker’ın sinema ve imge analizlerinde, imgelerin statik anlamlar taşımadığı, her gösterimde yeni bir bağlamda farklılaştığı bir temel oluşturur. Sinema, Deleuze için, zamanın

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın İçkin Dansı: Spinoza, Heidegger ve Deleuze Üzerine Bir Deneme

Monizmin Tekil Düzlemi Spinoza’nın monist ontolojisi, varlığın tek bir tözde, Tanrı ya da Doğa’da birleştiğini savunur. Bu töz, sonsuz nitelikleriyle her şeyi kapsar; bireyler, nesneler, düşünceler, yalnızca bu tözün geçici ifadeleridir. Spinoza için gerçeklik, nedensel bir determinizmle işler; her şey, kendi doğasından zorunlu olarak akar. Bu, özgürlüğü bir yanılsama gibi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Heidegger’in Fırlatılmışlık ve Dasein Kavramları: Endişenin Yıkıcı Etkisi ve İnotantikliğe Sürüklenen Winston

Totaliter Rejim ve Fırlatılmışlık: Heidegger’in ‘fırlatılmışlık’ kavramı, ‘Dasein’’in (insanın varoluşsal varlığının) dünyaya belirli bir bağlamda, kendi seçimi olmaksızın “atılmış” olduğunu ifade eder. Winston Smith, Okyanusya’nın totaliter rejiminde, Parti’nin her düşünceyi, hareketi ve hatta geçmişi kontrol ettiği bir dünyada doğmuştur. Bu, onun ‘fırlatılmışlık’ durumunun politik bir tezahürüdür: Winston, özgürlüğün ve bireyselliğin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Oblomov’un eylemsizliği, bilinçaltında ölüm korkusundan (Heidegger’in “varlık” sorunu) kaynaklanıyor olabilir mi?

Oblomov’un eylemsizliğini Heidegger’in varlık anlayışı, özellikle ölüm bilinci ve kaygı (Angst) kavramlarıyla birlikte düşünmek, onun pasifliğinin yüzeysel bir tembellikten değil, daha köklü bir ontolojik sarsıntıdan kaynaklandığını düşündürebilir. Oblomov’un pasifliği, belki de gündelik varoluşun sıradanlığına değil, varlığın çıplaklığına ve ölümün kaçınılmazlığına dair sezgisel bir karşılaşmayaverilen örtük bir tepki olabilir. Bu yaklaşımı şimdi adım adım, Heideggerci felsefeyle örerek inceleyelim. ⸻

OKUMAK İÇİN TIKLA

Martin Heidegger: BENİ FENOMENOLOJİYE GÖTÜREN YOL

Akademik çalışmalarım 1909-1910 kışında Freiburg Üniversitesinde teoloji ile başladı. Fakat teoloji çalışmasının ana yapıtı , her nasılsa müfredat programına dahil edilen felsefe için yine de yeterince zaman bıraktı. Böylece Husserl’in Logical Investigations’larının her iki cildi benim orada bulunduğum ilk sömestreden beri teoloji seminerinde masamın üzerinde durdu. Bu ciltler Üniversite kütüphanesine

OKUMAK İÇİN TIKLA

Martin Heidegger: FELSEFENİN SONU VE DÜŞÜNMENİN GÖREVİ

Bu başlık, soru sormada üsteleyen bir düşünme girişimini gösteriyor. Sorular bir yanıta giden yollardır. Eğer yanıt verilebilirse, bu yanıt, tehlikeli bir- soruna ilişkin önerme niteliğindeki bir ifadeden değil, düşünmenin bir dönüşümünden ibaret olacaktır. Aşağıdaki metin daha geniş bir bağlama aittir. O, Varlık ve Zaman sorusunu daha esaslı bir tarzda şekillendirmek

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hannah Arendt ve Martin Heidegger’in aşkları ve mektupları

“Sevgili Bayan Arendt! Hemen bu akşam size gelmeli ve kalbinize hitap etmeliyim.” 35 yaşındaki filozof, evli ve baba Martin Heidegger en önemli eseri Varlık ve Zaman üzerinde çalışırken 18 yaşındaki Yahudi öğrencisi Hannah Arendt’e 1925 yılında yazdığı ilk mektupta bu satırlarla seslenir. Felsefe tarihinin bu en ilgi çekici aşk ilişkisini

OKUMAK İÇİN TIKLA