?Büyük şair? mi; böylesi bir nitelendirmeyi burada bir başıma yapmak bana düşmez. Ama, ?ustaların ustası? olduğu tartışma götürmez İlhan Berk?imiz çırağı Hüseyin Alemdar?a, ?Şairim diyorsan sabahın laciverdi yıldızları yutmadan, müezzinden önce uyanmalısın.? dediğinden habersiz, çok çok öncelerden, tam da bunca uyurum?
Şöyle deliksiz, sabah 8, hele 9?lara kadar nasıl uyunur, hiç bilemedim!
Akşamları ?gece?ye uladığımız, şarkıdaki gibi ?anason kokulu masalardan dostlar birer birer eksilmemişken? ve hadi diyelim, geberesiye bir yorgunluktan sonra bile; çocuk yaşlarımda kurduğum ?vücut saati?m böyle buyurur?
Aslında, bu kuşluk vakitleri; okuyabilmek, eliniz kalem tutuyorsa da bir tapına düşürüp yazabilmek, hadi olmadı kentin yüreğini, daha da olmadı kendinizi dinlemek için en uygun, ?bakir? saatlerdir; öneririm?
Bir önerim de şu olacak: O anlar ille de şiir okumakta kararlıysanız Attila İlhan?ı da, yine ısrarla salık verebilirim.
Şiir yazdıran şiirleri vardır Attila İlhan?ın, bilirsiniz. Yaşamışım ben bunu! Şöyle 20?li, 25?li yaşlarımda ustaya ve yazdıklarına nasıl da doymuştum? ?Sabahları Attila İlhan? diye de bir şiir yazmış ve bunu ustaya iletmiştim?
küçük İskender?in ?İğne atsam yere düşmüyor, tıklım tıklım yalnızlık? dediği biçim bir yalnızlığın acısını (acı da bir ?tat?tır sonuçta, değil mi?) duyan, okuma yetisini yitirmemiş hangimiz yine bu sabah saatlerini seçmeyiz/sevmeyiz?
İşe mişe gitmek gibi, (emekliyseniz) artık yüksündüğünüz, evin bıktırıcı angaryalarından da ?münezzeh?seniz ne âlâ, ne âlâ?
Peki, şu Fenerbahçe formasına bürünmüş muhabbet kuşunu anlarım da, ya kadınlar, kadınlar ne yapsın? Onlar için balkondan balkona söyleşmek; kahve, kısır, börek/çörekli pijama partileri ve altın günleri düzenlemek; ne değişiklik, ne değişiklik… Oya, dantel, nakış, süveter modeli alışverişinden heyecanlar üretmek; ne insancıl, kadınca duygudur o?
Adana?da ağustos-ekim arası, sokakta kadınların (ve bunu yapmayanlara yanlış örnek olan erkeklerin) savanın üzerine sıralaştıkları salçalık biber ayıklama günleri var, bilir misiniz? Biberin Karaisalı?da üretilip getirileni gözdedir; Bursa?sına ?kulağasma!? Damda (yaz günü olmayacak iş ya!) bin yılda bir yağabilecek olası yağmurlardan korkaraktan, yere serili muşambanın üzerinde güneş kırmızısının salçaya rengini bağışlamasını sağlamak adına, günlerce tahta kaşıkla karıştırmak işi var bir de; bu da unutulmamalı. Ama öncesinde, salçanın ?kıymalı? olmaması için biberleri arı sili yıkamalı? Çürüğü, eziği, böceklisi seçilip sağlamlarının çekirdeği bıçaklara vurularak temizlenip kalanı doğrudan zibil tenekesine? Tablasındaki ikinci el kıyma makinasında birinci ağzı çeken biber kıyıcısı emminin, ikinci çekim için telefonunu bir yere yazmalı; bu da unutulmamalı?
Yazabilme, okuyabilme ayrıcalığını kazanmış; boktan püsürükten televizyon dizilerinden, evlendirme, yemek, moda türü programlardan ?kurtulmuş? kadınlar, çağımıza yakışır, aydın, kişilikli bireyler olabiliyor. Kimileyin, eve para getirebilme becerilerine sahiplerse evliliğin tutsaklığa dönüşmesi ?biraz? gecikebiliyor! Böylesi bir şansı olmayanlar için gelsin mutsuzluklar, altından kalkılamaz baskılar, boşanmalar, koca faşizmi!
Oldum olası, bu okuma ve yazma uğraşı ?paylaşım? düzeyine erişmedi örneğin bizim evde de; buna yanarım?
Sistem, yapılandırdığı insan modeli üzerinde, aslında 12 Eylül?ün başlangıç yıllarından bu yana ?titizlikle? duruyor! Yalnızlaşma, aynı evlerde birbirine uzak, neredeyse selamsız-sabahsız yaşayan ?yabancılar? yarattı.
İşte yıllardır böyle; kahvaltı sonrası evde dışlığım gelmeyince, ver elini sokak?
Sokak, ama hangileri?
Takım elbise + kravat giymenin verdiği ?boğulur gibi olma? duygusuna hiç gelemem! Ana caddelerde, şatafatlı apartmanların arasında, ?zengin mahalleleri?nde ezilmiş, küçülmüş, ürkek ve yabancı yürürüm.
İçinden geldiğim mahallelerdeyse ?huzur?u o yaşam biçiminin yoksul ama süzme içtenliğinde bulurum; aramama gerek yok. Kendimden bilirim insanlarını. Selamınız, derdiniz, sevinciniz boşa gitmez. Sokaklar çocuk kaynar? Evlerden birini aradan çekseniz iskambil kâğıtları gibi yıkılacak gibidirler. Belediye zabıtalarının giremediği, dokunamadığı at arabalı, çamur/çorba kış sokaklarında tablacıların özgürce bağırdığı ?bizim mahallelerde? bir rahatım, bir rahatım; sormayın? Değil mi ki, oruç tutulan aylarda dalöğlen sigaranı tüttürebilmelisin. Bu ayların dışında, bir kıyıda, bir bankta birasını (gazete kâğıdı ya da siyah poşetle kamuflesiz) içebilmeli insan; yanılıyor muyum?
Dün, aylardır ovayı büsbütün unutan yağmurlar bulutların geceyi şimşeklemesi, bilinmedik bir yerleri yıldırımlamasına karşın bir-iki tapırdadı, o kadar? Geceki yufka ekmek ıslatır gibi yalancıktan yağan yağmur, belli etti ki öğleden önceleri ortalığı birkaç saatliğine serinletecek.
Hepten kaçan uykuyu yakalayamayacağımı anlayınca, dün gündüzden posta kutusundan çıkarır çıkarmaz ayaküstü kabasını aldığım bir dergiye yumuldum.
Dergilerde yayımlanan şiirlerin niteliğinin Türkiye şiirinin düzeyini gösterdiği herkesin birleştiği bir noktaydı. ?Usta?lıkları hepimizce benimsenmiş şairlerin şiirlerinde kimi zaman görülen tekleme, yineleme bir yana, dilde yaşatılmak istenen gerici akım, şimdilik, bir özenti olarak sesini, söylemini oluşturamamış gençleri vuruyordu.
Son yıllarda, yaşları 30 dolaylarındaki gencecik insanlar sokakta, şairler şiirlerinde Osmanlıca-Farsça ortaya karışık; ?alâka, mesela, hususiyet, sene, ehl-i keyif, azade, huşu, hüsn-ü aşk, ilahi, vuslat, mahşer, pür-i hal, sükut, içre, firakına, münakaşa, müsaade, teşhis, tebessüm, muallak, daim, mahrum, iştigal, sima, ayrıyeten?? vb. sözcükleri kullanıyordu.
Geceki yağamayan yağmurdan sonra laciverdi tül perdenin zerreciklerinden gözlenen şafağa
kadar dergide gezinen gözlerime söz geçiremeyip uyuklamaya başlayacakken, bir şiirin ilk dizesinde sersemleyiverdim:
?sevgilinin en güzel gözyaşısıdır yağmur?
buyurmuştu genç bir şair.
Görülen oydu ki, aynı şiirin 19. dizesinde de yinelenen ?gözyaşısı?, bir dizgi yanlışı değil; söylenişinde zorluk, melodisinde bozukluk, yazılışında tuhaflık barındıran yapıdaydı. Ayrıca, bu ?gözyaşısı?, yıllar önce arabesk bir şarkıdaki ?canısı?nın ikizi değil miydi?
Her ay her dergide görünebilmek uğruna, yaşamadıkları kopya hayatların şiirlerini yapay ve zorlama imgelerle yazan kimi genç şairler, şiirimiz adına, sizlerin olduğu kadar benim de canımı sıkıyor. Ne iyidir ki tümü değil, ama birçoğu, ulaşmak istedikleri ?ses?in yolunun 2.Yeni?cilere taş çıkartacak soyutlukta, ayağı yere basmayan, sokakta karşılığı olmayan imgelerden geçeceğini sanıyor.
?Yolları açık olsun!? diyeceğim de, görmüyorlar ki yol tıkalı? Belirli bir dünya görüşünden yoksun, apolitize şair-yazar olunabilir mi? Mırıldandıkları iç dökmeler, altı doldurulamayan ?şiir?lerle
?piyasaya? sürülüyor.
?Ben?siz bir tek dizeleri yok!
Hayatta nerede durduğumuz, nereye baktığımız yazdıklarımızın taşıyıcı kolonlarıdır. Sokaktaki insandan farklı olarak, dövüş alanlarımızdan biri de ?şiir?se, iki lafın üçünde de ?şairim? diyorsak ?Ben yazdım oldu!? dememeliyiz.
Hadi gelin, bir Arap atasözünde söyleneni yineleyip şu işi tatlıya bağlayalım n?olursunuz:
?Dilde kabadayılık sökmez!?