26 Kasım 2011?de Paris?te Özgül Kitabevi?nde Felsefe Üzerine isimli yeni kitabımın tanıtımı için düzenlediğimiz toplantı epey şirin bir biçimde ve dostlar arasında geçti. Ortaklaşa yaşanan o birkaç saat yapaylıktan uzak ve kendine özgü dogaçlamasıyla güzel bir anı olarak kalacak.
Kitabevi?nde biz daha hazırlıklarımızı bitirmeye çalışırken, Faruk Tepe, yılların dostu, hem de ne vefalı dostu, her yoklamada « Burdayım ! » diyenlerden, merhabaladı. Sarıldık öpüştük. Grip salgınıymış, kış nezlesiymiş hiçbiri umurumuzda değil, bizde karşılama böyle olur dedik ve gereğini yaptık. Onun peşinden ve birkaç dakika sonra Mustafa Çakar ve eşi Halise Hanım geldiler. Kitabevi?ndeki dostluk havası daha da ısındı. Edebi konulara ilişkin sohbetler başladı …
Onlar sohbet ederken ve kitaplara bakarken, biz, kitapları düzenlemeyi sürdürdük ve son yıllarda yayınladığım kitaplardan yirmibeşinden kalanları masaya serdik. Sergiledik. Ben bile şaşırdım ! Yahu bu kadar zamanda bu kadar kitap yayınlamak neyin nesi oluyor? Yılların gazetecisi, Paris?te olup bitenlerin tümünü ve tamamını izlemesiyle ünlü, şeker dost Tansu Sarıtaylı böyle çok hassas konulara temas etmekten kendini alamaz ve nitekim taşı gediğine koydu ve en zor soruyu soruverdi :
« Yahu bu kadar kitabı yazmak zor olmuyor mu ? » Hem de nasıl. Kitap yazmak için uzaklara gitmek, iç yolculuklara çıkmak, bir kenara çekilmek, kendi sorunlarımızla, yazmak sorunlarımızla başbaşa çile doldurmak öyle şaka maka değil, basbayağı göbek çatlatan, ömür törpüleyen cinsinden bir iş.
Tansu Sarıtaylı hem soru soruyor, hem kendisine sorulan sorulara yanıt veriyor, hem de aralıksız fotograf çekiyor, yazarı, dostlarını « Şöyle durun, şuraya bakın, yaklaşın » filan gibi uyarılarla düzene sokuyor, « sahneye koyuyor » ve deklanşöre basıyor. Hakiki bir yönetmen, bu apaçık belli. Çok fotograf çekti. O yalnız da değil bu konuda. Çünkü birazdan SİPA?nın acar elemanlarından ve Gökşin Sipahioğlu?nun en samimi kardeşlerinden Mustafa Sevgi de katıldı fotograf çekme işine. Mustafa sabahın erken saatlerinden beri aynı anda iki iş peşinde koşturmaktan çok yorulduğunu anlattı. Bu arada Fransa?nın en iyi fotograf dergilerinden birinin son sayısında Gökşin Sipahioğlu?na dört sayfa ayırdığı haberini bizlerle paylaştı. Buna istisnasız hepimiz çok sevindik. Çünkü Gökşin Sipahioğlu?nun Fransa?da fotografcılık alanında ve gazete fotografcılığındaki yardım ve katkılarını anlatmakla bitirmemiz mümkün değil, bunun Fransızlarca tanınması önemli …
İki fotograf ustası sayesinde o birkaç saatin an ve anıları « ölümsüzleştirildi ». Keşke değişik nedenlerden (Demir F. Önger hastaydı, François Georgeon Fas?taydı, Ali Tolu sendika toplantısındaydı, Leyla Güz haftalarca önce alınmış bir randevusunu iptal edemezdi, Irmak?ın uçağı Paris?e rötarlı indi, diğerlerini saymıyorum çünkü liste çok uzun) mazeret bildiren dostlarımız da aramızda olsaydı dedim.
Sohbetimiz sürerken gelen, geçerken ugrayan dostların sayısı da arttı. İşte Ody Saban. Ressam. Bilenler bilir. Felsefe Üzerine?de sayfa onaltıda sözünü ettiğim ressam. Daha önce Söyleşiler : Vir-Gül-Üne Dokunmadan isimli kitabımda (Kaldıraç Yayınları, Ankara, 2008, s. 147-155) hayatını kısaca anlatmış, kendisiyle yaptığım söyleşiyi sunmuştum. Yıllardan, çok uzun yıllardan, beri yaptıklarını severek, eğlenerek ve zaman zaman coşarak izlediğim şirin ressam. Ody eli boş gelmedi : 8 Aralık 2011?de « Publico » Kitabevinde (145, rue Amelot, 75011 Paris adresinde) açacağı serginin davetiyesini ve sergi kataloğunu armağan olarak getirdi. Kataloğunu imzaladı ve benim için bir resim kondurdu ki diliniz tutulabilir bakarsanız ! Serginin başlığı çok önemli ve buraya mutlaka almalıyım : « Louise Michel est en nous et avec nous » : « Louise Michel bizde-içimizde- ve bizimle ». 1871 Paris Komünü?nün bu gözü pek ve hakiki kahraman kadınlarından biri olan, ilkokul öğretmeniyken « İmparatora bağlılık yemini » etmeyi rededen, Komün?de elde silah « Toplumsal Cumhuriyet » kurulması için savaşan, evet evet elde silah savaşan ve onca işkence, hapis ve zulme dayanıp, onları aşıp Fransa?ya yeniden dönmesinden sonra ihtilal şiirini, sınıf mücadelesini kaldığı yerden alıp 20. yüzyılın başına taşıyan, her konuda tam eşitlik yanlısı feminist, Ody?nin de benim de hayran olduğumuz Louise Michel?i mutlaka her vesileyle anmak lazım. İşte Aralık 2011?de böyle anılacak.
Anjel Dikme yanında ortak dostumuz, iyi insan, çok kültürlülük temsilcisi Caner ile giriyorlar Kitabevi?ne. Anjel yazardır, radyo sunucusudur, her parmağında birçok marifet bulunan, birçok dünyanın çiçeklerini koklamış kendisi de çiçek bir dostumuzdur, ona birazdan tekrar değineceğim, göreceksiniz. Caner yazar değil, veya henüz değil diyelim, ama yazılması gereken öyle tatlı ve öyle ilginç şeyler anlatıyorki şaşarsınız. Anlattıklarını öyle deyişlerle, çok az bilinen deyişlerle süslüyor ki pat diye düşüp bayılabilirsiniz, şakası yok. Nitekim sayesinde birkaç deyişi de sohbetimizi zenginleştirdi: İşte bir örnek : « Fakiri döveceğine çeketini yırt. » Oturup iki saat düşün cinsinden bir deyiş. Hem de ciddi bir hayat dersi. Felsefe Üzerine için bundan iyisi düşünülemezdi.
Epeydir haberlerini vermeyen Enis Coşkun?un çıkagelmesi ve bir süre sonra oğlu Taylan?ın da bize katılması neşemizi birkaç misli artırdı. Enis geçmiş günlerinin « raporunu » sundu. Her zamanki gibi merakla ve dünya kadar bilgi edinerek dinledik. Enis?in giyimi hep iki dirhem bir çekirdek. Elaziz kasketini ise bir fırsatını bulur bulmaz mutlaka araklamalıyım. Bu kadar şık kasketi buralarda bulmamız mümkün değil çünkü. Elaziz?den gönderecek kimsemiz de yok maalesef. O zaman iş başa düşüyor elbette. Bu konu ne olur aramızda kalsın ve bana güvenebilirsiniz işi bitirince ayrıca yazacağım. Taylan Coşkun Paris VIII. Üniversitesi?nde felsefe okuduğu için kitabıma özel bir ilgi gösterdi. Kitapta sözünü ettiğim Fransız filozoflar ve konular bildiği şeyler. Kitabı okuduğunda gözlem, eleştiri, öneri ve saptamaları paylaşma sözü verdi. Umarım birkaç satır, belki birkaç sayfa yazabilir kitap üzerine. Ama yine de bu konuda çok umutlu olmamak lazım, çünkü çalışma hayatı çok dolu ve zamanının tümünü neredeyse alıp götürüyor. Her şey zamana bağlı. Bir kez daha. Zamanı ise biz denetle(ye)miyoruz ? Ne dersiniz ?
Bu 26 Kasım 2011 Pazar günü Paris?te « Küçük Türkiye » nam mahallemizde aynı saatlerde üç ayrı etkinlik var :
Paris Kürt Enstitüsü?nde birkaç hafta önce yitirdiğimiz yeri doldurulamaz İsmet Şerif Vanlı?yı anma toplantısı yapıldı : Kendisini tanıma olanağı bulduğum İsmet Şerif Vanlı ile yaptığım söyleşiye Kürtler Kendilerini Anlatıyor isimli kitabımda yer verdim (APEC Yayınları, Stockholm, 1999, s.47-50), öldürülmek istenen ve suikast sonrasında öldü sanılarak ölüme terkedilen Vanlı önce ölümü yendi, sonra kendisini öldürmek isteyenleri. Tarih en büyük tanığımızdır. Toprağı bol olsun. Kürt halkının önemli ve değerli aydınlarından biriydi.
İmza ve tanıtım toplantısını yaptığımız Kitabevi?ne iki yüz metrelik mesafedeki Paris 10. İlçe Belediyesi?nde ise Dersim Kültür Merkezi?nin Demokratik Kadın Hareketi ile birlikte düzenlediği « Kadınlara Yönelik Her Türlü Şiddete Hayır Konseri »nde Grup Su ve Pınar Sağ sahneye çıktılar. Tiyatro gösterisi ve sinevizyon sunuldu. Ama programda yer alan Grup munzur vize mize sorunları, tutuklama belaları nedeniyle ülkeden çıkamadı ve konsere maalesef katılamadı. Devlet(ler) kendi(leri)ni unutturmak istemiyor nedense. İlle yirminci yüzyıl kafası, ille baskı ! Yetti be ! Yetti gayri !
Grup Munzur?u ve Pınar Sağ?ı daha önce, bu yılın ocak ayında, Yılmaz Güney Festivali vesilesiyle bizim de katıldığımız bir panel sonrasındaki konserlerinde dinlemiş ve fena halde vurulmuştum.
Bu kez iki işi birarada yapmam mümkün olmadığı için Pınar Sağ?ı maalesef dinlemeyedim. Davetiyem cebimde kaldı. Ama onları dinledikten sonra mest olan üç yoldaş, Müslüm Yalçın, Adnan ve Dost konser sonrasında Kitabevi?ne uğramak inceliğini gösterdiler. Pınar Sağ?ı öve öve bitiremediler. Ben de aynı kanıdayım : Pınar Sağ kendi adıyla ve soyadıyla kendi yolunda ilerliyor. Yolu açık olsun.
Grup Munzur?a, Adnan?a ve diğerlerine de başarılar diliyorum. Gelecekte mutlaka gelecekler ve seslerini bir daha bir daha mutlaka duyacak, duyacağız. Hep birlikte paylaşarak, kolkola yürümek en güzeli.
Birkaç saat önce öğle yemeği sonrasında Dersim meselesini Urfalı Yılmaz dostuyla konuştuğumuz ve o olmazsa aşsız kalacağımız « Gemlik Restaurant »ın sahibi, aşçısı, ruhu ve her şeyi Hüseyin Usta da yine vefa örneği verdi ve imza toplantımıza katıldı. Yanında bu kez Bingöl?den Yılmaz vardı. Yılmaz Güney hayranı Hüseyin Usta?ya da bu yakışır : Yılmaz?larla yol arkadaşlığı …
Nihayet uzun zamandır izini yitirdiğim Mustafa Aslandoğdu da aramıza katıldı. Hem de dört yıl önce emanet bıraktığım ve doğrusunu isterseniz epeydir unuttuğum siyah çantayı, içindeki dosyalarımı (Abidin Dino çalışmamın ikinci cildinin daktilo edilmiş metnini ve birkaç notumu içeren), deste kağıdı, iskambil kağıdı değil A4 boyutundaki malum kağıt destesini ve bloknotumu da getirdi. Pes ! Böylesi dost ta artık bulunmuyor, insanlıktan gittikçe uzaklaşan malum dünyamızda. Mustafa gibi kaç kişi kaldı bu dünyada ? Yanıtlayabilir misiniz ? Zor yanıtlamak. Mustafa yeniden resme dönüş yaptığını da muştuladı. Buna da çok sevindik.
Tamam seçme dostlarımızla biraradayız, artık programı başlatabiliriz. Doğrusunu isterseniz önceden tasarlanmış filan bir programımız yoktu, ama birden o andaki tek yazarın ben olmadığımı farkedince ve son aylarda kitapları yayınlanan üç yazarın, Mustafa Çakar, Anjel Dikme ve Müslüm Yalçın?ın da kitaplarından mutlaka söz edilmesinin gerektiğine karar verince en iyisi kitaplarından birer parçayı dostlarımla paylaşmalıyım dedim ve öyle yaptım.Kitabevi?nde üçünün de kitapları bulunduğu için işim kolaylaştı ve Mustafa Çakar?dan başladım :
Etki Yayınları?nca Ekim 2011?de okuyuculara sunulan dördüncü kitabı Sessizliği Giyindi Oda?dan özgeçmişini aktardığı satırları aynen okudum, buraya da olduğu gibi alıyorum, yazarın kendine özgü mizahının tadını birlikte alalım arzusuyla :
« 78 Kuşağı Devrim Fakültesi Sokak sınıfında okudu. Devrim hazırlıkları yaparken, ülkede yaşanan Eylül depreminde okulu yıkıldı. Diplomasını almadan okul değiştirdi. Sürgün Fakültesi uzaklık dalına kaydını yaptırdı. Arkadan gelen 89 depreminde altında ezildiği duvardan çıkması kolay olmadı. İlk yardımına edebiyat yetişti. İzmirsizliği az hasarla yaşayabilmek için, Paris?teki odasından baktığı dışarıdaki hayatı ti ye almaya dadandı. »
Nasıl ?
Kimlik İstemem Anjel Dikme?nin yapıtının ismi. RED Yayınları?nın sunduğu bu kitabın arka kapak yazısını dostlarıma okudum buraya da aynen almama lütfen izin veriniz :
« Ben « BEN »i keşfetmekte ve « AN »ı yaşamayı deneyimlemekte iken, hafiflemiş iken, tekrar üst kimliklerin ağırlığında boğulmak istemem ! Yeryüzündeki tüm cinayet, katliam ve soykırımlardan utanırım ! Canım acır ! Sussam, o ruhlara ihanet, konuşsam, kendime ihanettir yaşadığım en derin ikilem … Her inkârda yeniden, tüm masum ruhların çığlıklarıyla uyanırken ben … İşte tam da burada atarım yardım çığlığımı ….
Ne yapmalıyım kadeşlerim, söyleyin ne yapmalıyım ? »
Okurken zorlanmadım dersem yalan olur. Boğazıma bir şeyler tıkandı evet.
Müslüm Yalçın?ın tüm hayatı yazılacak ve yazılması gereken cinsten. O kadar dolu o kadar inişli çıkışlı ki bu hayat yazılmazsa toplumsal tarihimiz eksik kalır emin olun. Ütopya Yayınevi yazarın ikinci kitabını Nisan 2011?de meraklılarına sundu : Sabah Yıldızı başlığını taşıyan bu yapıt iç konuşmalar, dış konuşmalar bağlamında geçmişe, kendi geçmişimize, yolculuk daveti :
« Keşke çocukluğuma geri dönebilsem, keşke okul yıllarıma geri dönebilsem, güneşin doğuşuna uyansam. Dilan ve Cemile?nin yanında olsam, onlarla gece boyu sohbetlere katılsam, lekesiz, tertemiz bir geleceği hayal etsem, onlarla kırda çiçek toplasam … Onlarla yine gelecek üzerine hayaller kursak. (…) Geçmişe dönsem, kapasam gözlerimi şafak sökerken uyansam, kendimi ailemin içinde (…) bulsam … »
Kentler kendi gecelerinde daha güzeldir. Geceler kentlere yakışır. Bu işin şakası yok ! Ey geceler, ışıklı ve ışıksız mekanların geceleri duyun bizi. Duyun !
M. Şehmus Güzel