Felsefe-i Zenan – Ahmet Mithat Efendi

Edebiyat tarihimizin çok yönlü, çalışkan ve ilginç kalemi Ahmet Mithat Efendi, Felsefe-i Zenan isimli eserini 1870 yılında, henüz 28 yaşındayken yazmış. Kadın haklarını savunduğu bu kitap, bireylerin cinsiyetleri, din, dil, ırk veya sosyal statüleri gözetilmeksizin eşit olduğu fikri üzerine kurulu. Edebiyat tarihimizde kadın haklarının savunulduğu ilk kitap olarak değerlendirilen Felsefe-i Zenan, kadınların ekonomik özgürlüklerine ulaşmaları gerektiği ve evlenmeden de hayatlarını sürdürebileceği konusunu da ele alıyor. Kitap, aynı zamanda Fransız ve İngiliz edebiyatında önemli yer tutan epistolary (mektup roman) geleneğinin de kültürümüzdeki ilk örneği. Sedat Oksal, 1944 senesinin Aralık ayında Tanin gazetesinde çıkan bir yazısında  Ahmet Mithat Efendi için, ” kadınların hayat şartlarını beğenmeyen ve o zamanın yaşayışına ilk isyan sesini yükselten adamdır.” der. Bu doğru bir tespittir. Üstelik Ahmet Mithat Efendi, ilk olarak kadın haklarını savunmakla kalmaz; bütün hayatı boyunca bu meselenin üzerine gider.
(Önsöz’den)

*İlklerin yazarıdır Ahmet Mithat. Züppe tipini Türkiye edebiyatında ilk kez o işlemiş, romana ekonomiyi ilk o sokmuş, esaretin ilk tenkitini o yazmış, romanın milli meselelere açılması gerektiğini ilk o söylemiştir
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın yayımlanmasından kısa bir süre sonra, sahneye Ahmet Mithat Efendi çıkar. Başlı başına bir edebiyat olayıdır bu olağanüstü üretken yazarımız. Diğer bütün Tanzimat romancılarından farklı olarak, özellikle yazarlık kariyerinin ilk döneminde eğitirken eğlendirmeyi, hoşça vakit geçirtmeyi yeğlemiş, başlıca eğlendirici motif olarak da aşk ve cinselliği kullanmıştı. İlk telif roman onun kaleminden çıkmamıştı belki, ama Osmanlı-Türk romanının serpilip gelişmesini sağlayan Ahmet Mithat Efendi’dir. Sadece romanla yetinmemiş, tam teşekküllü aydın tipinin ilk örneği olarak, Osmanlı toplumunu aydınlatması için yazılı edebiyatın her türünde ve ayrıca her konuda -makale, eleştiri, çeviri, gezi, anı, hikâye, piyes, roman türlerinde edebiyat, tarih, felsefe, dil, din, coğrafya, astronomi, fizik, matematik, müzik, ekonomi, askerlik konularında- iki yüzden fazla eser vermişti. Hikâye ve romanlarında ilgi alanı aşklardan evliliklere, kıskançlıklardan boşanmalara, kadının iffetinden kadınların eğitimine, dinsel tartışmalardan Doğu-Batı karşılaştırmasına, insan psikolojisinden sosyal meselelere, görgü kurallarından zengin-fakir ayrımına kadar genişler.
Hikâye yazmaya devlet göreviyle gittiği Bağdat’ta (1870), romancılığa ise sürgüne gönderildiği Rodos’ta Hasan Mellah’la (1874) başladı. Alexandre Dumas’nın Monte-Cristo’sunun adaptasyonu muhtemelen bir adaya sürülmüşlüğün esiniyle yapılmıştı. Ancak sonuçtan memnun olmalı ki Ahmet Mithat’ın Batı edebiyatından esinlenmeleri ve adaptasyonları hiç bitmedi. Macera konusunda Alexandre Dumas’dan, seyehat ve bilim kurgu alanında Jules Verne’den yararlanmış, onların temalarını ve anlatım tekniklerini yerlileştirmeye çalışmıştır. Mesela Batı romanındaki anlatıcı vazifesi gören üçüncü tekil şahıs yerine daha etkin bir anlatıcı konumunu benimsemiştir. Olaylara bizzat dahil olup okuyucuya seslenen, tavsiyelerde bulunan, sorular sorup cevaplar veren, ansiklopedik bilgiler aktaran bu geveze anlatıcı meddah geleneğinin uyarlanmasıdır.
Ahmet Mithat Efendi’nin -ya da halk dilinde Efendi Baba’nın- ilk romanlarında Fransız romantiklerinin, sonrasında yine Fransız natüralistlerinin ve gerçekçilerinin etkisi görülmekle birlikte, bu etki akımların felsefi boyutlarını kapsamaz. Her ne kadar felsefi kitaplar yazsa da, iş edebiyata geldiğinde onun asıl meselesi topluma yarar sağlayacak hikâyeler üretmek, güzelliği sevdirmek, eğlendirirken eğitmektir. “Romanın realisti, natüralisti olmaz; roman romandır” şiarından hareketle kalemi eline alır ve son derece serbest bir üslup, rastlantılara dayalı bir kurguyla her türden hayali romanlaştırır. Ahmet Mithat’a göre aslolan hayaldir ve roman muhayyel olan şeyi tasvir etmektir. Kendi hayalleri yetmediğinde dönemin çok okunan romantik, realist, natüralist yazarlarından faydalanmaktan tereddüt etmeyecektir.
Sonuçta yazar ve okuyucusu buluşmuş; Mısır Çarşısı’nda aktar çıraklığı yaparak hayata atılan Ahmet Mithat, ilk halk romancısı payesiyle, özellikle seyehat, macera ve esrar romanlarıyla, çağının en çok satan ve etki yaratan yazarı olmuştu.

Efendi Baba’nın kadınları
Ne var ki Felsefe-i Zenan, Efendi Baba’nın eğlendirmek maksadıyla yazdığı romanlardan değil. Yirmi beş cüzlük Letaif-i Rivayat serisinin üçüncü ve en önemli cüzü olan Felsefe-i Zenan’da, genellikle kadın-erkek ilişkileri üzerinden ele aldığı toplumsal meseleler işleniyor. Basit bir hikâye; Fazıla hanımın evlatlıkları Akile ve Zekiye, annelerinin verdiği mükemmel eğitimle yetişmiş, özgürlüklerinden ödün vermemek için evlenmeyi bile reddeden iki genç kız. Zekiye’nin Mısır’da görevli bir Osmanlı paşasının çocuklarına ders vermeyi kabul etmesi, kızları birbirinden ayırır. Ablası Akile’nin mektuplarla yaptığı bütün uyarılara rağmen evlenen Zekiye, felaketini de hazırlamıştır…
Edebiyatımızda mektup formunda yazılan bu ilk uzun hikâyede ilk ince hastalık vakasıyla karşılaşırız. Zaten hep ilklerin yazarıdır Ahmet Mithat; züppe tipini Türk edebiyatında ilk kez o işlemiş, romana ekonomiyi ilk o sokmuş, esaret meselesinin ilk tenkiti onun kaleminden çıkmış, romanın milli meselelere açılması gerektiğinden ilk o söz etmiştir… 1870 tarihli bu hikâyede iki ana tema ele alınıyor; ilki kadın-erkek eşitliği, ikincisi toplumsal özgürlük için ekonomik özgürlüğün zorunluluğu. Her iki temayı hikâyenin ilk satırlarıyla vurgulamış Ahmet Mithat;
“Büyük Ayasofya mahallesinde ikamet eden bayanlardan Fazıla Hanım, pederi Bedrettin Efendi’nin hayatta olduğu süre boyunca kendisinden gramer, mantık, ilahiyat gibi kimi temel bilgileri aldıktan sonra hadis, tefsir ve buna benzer diğer ilimleri de sırf kendi gayretiyle çalışıp öğrenmiş, pederinin ölümünden sonra dahi felsefeye merak sararak, ele geçirebildiği kitaplarla haşır neşir olmuş ve söz konusu ilimce de bir hayli bilgi edinmişti. Kendisinin ilim tahsil etmeye ve bu yolda bir ilim sahibi olmaya o kadar istek ve gayreti var idi ki pederinden kalan iki evden, Büyük Ayasofya’da bulunan iki odalı evceğizi alıkoyup babasının yaşadığı zamanlarda oturdukları sekiz on odalı bir büyük evi, gerekli gereksiz birçok eşyasıyla beraber satmış ve bu parayla mevduat sertifikası almıştı. Bu sertifikalardan kazandığı yıllık on bin kuruş kadar gelire kanaat etmiş ve böylelikle olanca vaktini de öğrenmeye ve ilim sahibi olmaya adamıştı.”
O dönemde erkeklere özgü ilgi ve becerilerle donanımlı Fazıla hanım hiç evlenmeyecek, evlatlıklarını da kendisi gibi ilim ve irfanla yetiştirecek, onlar da geçimlerini annelerinin mirası mevduat sertifakalarıyla temin edecekler, bu sayede özgürlüklerine halel gelmeyecektir. Evlilikte bir erkeğin zulmüne maruz kalmaktansa evlenmemeyi yeğlerler. Efendi Baba’nın kadınlardan beklediği nitelikler hikâyedeki kadın karakterlerin isimlerinde gizlidir; toplumsal yaşamda kadının hangi nitelikleriyle ön plânda olması gerektiğini eserindeki dört kadın karakterin adlarıyla imler: Fazıla, Akile, Zekiye ve Kamile. Lakin Zekiye, iradesi zayıf bir Divan Efendisi’yle evlenecek, eve alınan güzel cariye ile aldatılacak ve üzüntüden ince hastalığa yakalanacaktır. Zekiye’nin, kocasını zina halinde yakaladığında sarf ettiği sözler, yine kadın erkek eşitliğine vurgu yapar; “Ne olacağım? Sen beni bir erkekle bulmuş olaydın ne olur idiysen ben de aynıyla öyle oldum!”
İlk hikâye ve romanlarında kadınların çektiği sıkıntılara hassaslık gösteren, okuyucunun erkekler kadar kadınlar olduğunu bilen, kadınların da âşık olabileceği, cinsel hazlar arayabileceği konusunda duyarlıdır. Elbette sınırları çiğneyecek kadar değil; rehber yine İslam ve erkek, kadının okutulmasındaki gaye yine iyi bir eş iyi bir anne yetiştirmek ihtiyacındandır. Ancak hakkını teslim etmek gerekirse, kadınları, kadın cinselliğini hem en iyi o yansıtmıştır edebiyata, hem de dönemin koşulları elverdiği kadar kadın-erkek eşitliğini savunmuştur; Ahmet Mithat Efendi, 1875’te yazdığı Yeryüzünde Bir Melek romanında, evli bir müslüman kadını -temiz de olsa- evlilik dışı bir ilişkiye sokunca zamanın gazetelerinde tenkit edilmiş ve bir daha metinlerine müslüman kadının ihanetini işleyememiştir. Onun, -Henüz On Yedi Yaşında’daki gibi- bazı romanlarında dürüst fahişelerden söz etmesini ise ikinci karısı Hafize Melek hanımın eski bir fahişe olmasına bağlayanlar vardır.
Aşk ve serüven ağırlıklı ilk dönem romanlarında kimi zaman sonu ölümle biten ilişkilere yer vermekle beraber, yaşam doludur Ahmet Mithat’ın hikâyeleri. İronik ve mizahi uslubunu hiç elden bırakmaz. Mesela Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında araya kendi görüşlerini katıp “O şehvet denen şey yok mu? Pek murdardır, ama gerçekten murdardır. Aşk denilen hayali şeyin temiz eteği, murdar şehvet ile kirlenince tadı kaçar” tarzında sözler sarfeder, ama roman kahramanı Rakım Efendi’nin cinsel duygu ve ilişkilerini sevimli ve ‘temiz’ bir atmosferde canlandırır. Karı Koca Masalı ise romandan çok yazarın okuyucu ile kadın-erkek ilişkileri üzerine sohbeti biçiminde kurgulanmıştır. Kadınları över, bir erkek gibi bir kadının da beklentileri olabileceğini savunur ve eşitlik bahsinin merkezine yine cinselliği yerleştir…
Ne var ki, çoğu Osmanlı aydını gibi ikirciklidir. Yenilikçiliği ile gelenekçiliği arasındaki gergin dengede gelenekçiliği ağır basacak, II. Abdülhamit’e biat etmesinden sonra diğer aydınlarla ilişkisi bozulacaktır. Özellikle Servet-i Fünün’cuları suçlayan Dekadanlar makalesinden sonra büyük tepki toplamış, yazarlığı bırakmasına neden olmuştur (Felsefe-i Zenan’da yüksek edebiyatı eleştiren satırlara rastlamak mümkün). Bu süreçte kadın özgürlüklerine bakışı da değişmiş, tutuculaşmıştır. 1908’de yazdığı Jöntürk romanında kadın bedeni iyilik ve kötülük çatışmasının simgesidir artık.
Gerek içeriği gerek biçimiyle romanları bugünkü edebi beğenimize cevap verecek nitelikte değil. Ancak bunu dert edecek hali yoktu Ahmet Mithat’ın. Misyon adamıydı. Ve üstlendiği misyonu bayrağı Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi’ye devrederek başarıyla tamamladı.

*A. Ömer Türkeş’in 18/04/2008 tarihinde Radikal Gazetesinde “Felsefe-i Zenan” adlı kitaba dair yayınlanan yazısı

Felsefe-i Zenan
Ahmet Mithat Efendi, Sel Yayıncılık, 2008, 158 sayfa

Ahmet Mithat Efendi’nin Yaşam Öyküsü
1844’te İstanbul?da doğdu. 28 Aralık 1912’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. İstanbul Mısır Çarşısı esnafından Hacı Sülayman Ağa’nın oğlu. Babasını küçük yaşta kaybetti. 1854’te Vidin’de bulunan ağabeyi Hafız Ali Ağa’nın yanına gönderildi. Eğitimine burada başladı. 1857’de ailesi ile birlikte İstanbul’a döndü. Mısır Çarşısı?nda bir aktarın yanına çırak verildi. Ağabeyinin yanında çalıştığı Mithad Paşa’nın yanına girdi. Mithad Paşa 1861’da Niş Valiliği’ne atanınca ağabeyi ile birlikte Niş’e gitti. Rüşdiyeyi orada bitirdi. Rusçuk’da Tuna Vilayeti Kalemi’ne memur olarak girdi. Çalışkanlığı ile Mithad Paşa’nın gözüne girdi. Paşa ona kendi adını verdi. Bu arada özel dersler alarak Fransızca’sını ilerletti. 1866’da çevirmen olarak gittiği Sofya’da evlendi. Tuna Gazetesi’nin başyazarı oldu. 1869’da Mithad Paşa ile birlikte Bağdat’a gitti. Vilayet matbaası ve resmi vilayet gazetesi Zevra’nın müdürlüğünü yaptı. İlk kitabı olan Hece-i Evvel adlı ders kitabını burada yazdı. 1871’da ağabeyi ölünce İstanbul’a döndü. Tahtakale’deki evinin altına küçük bir matbaa kurarak kendi kitaplarını basmaya başladı. Bir yandan da Basiret gazetesine yazılar yazdı. 1872’da Namık Kemal ile tanıştı. Devir ve Bedir isimli iki gazete çıkardı. Bu gazeteler kapatılınca Dağarcık ve Kırkambar dergilerini yayınladı. Bu dergilerde çıkan yazılar nedeniyle Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi yazarlarla birlikte Rodos’a sürgüne gönderildi. 3 yıl kaldığı Rodos’ta Medrese-i Süleymaniye isimli bir okul açıp ders verdi. 5. Murat’ın affıyla 1876’da İstanbul’a döndü. 1876’da İttihat Gazetesi’ni yayınlamaya başladı. Muhalif tutumunu yumuşatarak 2. Abdülhamit’e yakınlaştı. Devletin resmi gazetesi Takvim-i Vakayi ve devletin basımevi olan Matbaa-i Amire’nin müdürlüğüne atandı. Mithad Paşa davasında paşanın aleyhine tanıklık yaptı. 1878’de Osmanlı Sarayı’nın desteğiyle Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. 1888’de İsveç’te toplanan Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. 1895’te Meclis-i Umur-ı Sıhhiye ikinci reisi oldu. Aynı yıl Sabah gazetesinde yayınlanan “Dekadanlar” başlıklı yazısıyla Servet-i Fünun’u eleştirdi. Sanat ve edebiyat çevrelerinin tepkisini çekti. Yazarlığı bırakmak zorunda kaldı. Ölümüne kadar Darülfünun’da dünya tarihi ve dinler tarihi dersleri verdi.

Eserleri:

Roman-Öykü:
Kıssadan Hisse (öykü, 1869)
Esaret (1870)
Hasan Mellah (1873)
Hüseyin Fellah (1873)
Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş (1873)
Yeryüzünde Bir Melek (1875)
Felatun Bey’le Rakım Efendi (1875)
Karı Koca Masalı (1875)
Paris’de Bir Türk (1876)
Süleyman Musuli (1877)
Karnaval (1881)
Vah (1882)
Dürdane Hanım (1882)
Acaib-i Alem (fenni roman, 1882)
Cellad (1884)
Letaif-i Rivayat (25 kitaplık öykü dizisi, 1887)
Haydut Montari (1888)
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar (1888)
Gürcü Kızı yahit İntikam (1889)
Diplomalı Kız (1890)
Müşahedat (romanın romanı, 1891)
Hayal ve Hakikat (1892)
Taaffüf (Fatma Aliye ile, 1895)
Gönüllü (1896)
Amerika Doktorları (fenni roman, 1898)
Jön Türk (1910)

Oyunlar:
Eyvah (oyun, 1871)
Açık Baş (oyun, 1874)
Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1874)
Zuhur-ı Osmaniyan (1877)
Çengi (1877)
Çerkeş Özdenler (1884)
Fürs-i Kadim’de Bir Facia yahut Siyavuş (oyun, 1884)

Dil Kitapları:
Durub-ı Emsal-i Osmaniye Hekimiyatının Ahvalini Tasvif (1871)

Tarih:
Kainat (15 kitap, 1871-1881)
Üss-i İnkilab (2 cilt, tarih 1877-1878)
Tarih-i Umumi (2 cilt, 1878-1879)
Mufassal Tarih-i Kurun-ı Cedide (3 cilt, 1886-1888)
Tedris-i Tarih-i Edyan (1913)
Tedris-i Tarih-i Umumi (1913)

Makale-Mektup:
Menfâ (1877)
Zübdet-ül Hakayık (anı-belge, 1878)
Ekonomi-Politik (1879)
Müntehabat-ı Tercüman-ı Hakikat (3 cilt, 1883)
Arnavudlar ve Solyotlar (1888)
Müntehebat-ı Ahmed Mithad (3 cilt, 1889)
Halla-ü Ukad (mektuplar, 1890)

Ruhbilim:
Nevm ve Hâlât-ı Nevm (1881)
İlhamat ve Tagligat (1885)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir