İki Yakın Halk İki Uzak Komşu – Hrant Dink

2007 yılında katledilen gazeteci yazar Hrant Dink’in Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Dış Politika Programı için kaleme aldığı kitabı “İki Yakın Halk İki Uzak Komşu” Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından 2008 yılının haziran ayında yayımlandı.
TESEV için yaptığı bu çalışma, onun fırsat bulup tamamlayabildiği tek kitap olma özelliğine sahip. Hrant Dink Türkiye ve Ermenistan’a dair kurguladığı ortak gelecekle, geçmişi de onarmaya talip yepyeni bir bakış açısı sergilemekte. Kitap o dönemde yayımlanmamasına karşın bu kendisi için bir mesele değildi… Emek emekti, nasıl olsa ziyan olmazdı. Hem, yeni eklemler yapmak için daha çok zaman vardı…
Onun emeği, aynı zamanda tüm meramıdır. Şimdi, Hrant Dink’in meramını anlayabilmek
her zamankinden daha da önemli. Yaşam da ölüm de ziyan olmasın diye…
Hrant Dink’in hiçbir zaman bir kitabı olmadı. Kendisi de bu durumla dalga geçer, “Ben kitapsız bir yazarım” derdi. Elbette bu şaka önemli bir gerçeğe de işaret eder: Hrant, gerçek anlamda bir eylem insanıydı. Ancak AGOS’un kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni olarak Türk-Ermeni ilişkileri başta olmak üzere Türkiye’nin en köklü sorunlarına ilişkin söylem ve eylem geliştirirken demokratikleşme sürecine de katkıda bulundu.

Kitabı yayıma hazırlayan Etyen Mahçupyan yazdığı önsözde, “Bu kitap bir davet… Yüreğe, sevgiye, vicdana, topyekün insanlığa bir davet… Bu dünyaya, hepimizin ruhuna damgasını vurmuş, bir dokunuşla bizi yumuşatmış olan bir eylem adamının yadigarı bu…” diyor.
Mahçupyan’ın anlattığına göre, Dış Politika Programı’nın yöneticisi Mensur Akgün’ün Dink’ten beklediği ” “Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin boyutlarını ele alan, ama aynı zamanda arka plandaki, Türkler-Ermeniler ilişkisine de bakan, çözüme yönelik dengeli bir monografik metin.” Ancak Dink, 2005’te kendi usulünce yazdığı metnin Akgün tarafından uygun bulunmayacağını öngörüyor. Nitekim Akgün kitabın istenen mesafeli duruşun “biraz” uzağında olduğunu düşündüğü kitapta bazı değişiklikler istiyor. Ve daha sonra Hrant Dink aramızdan alınıyor.
Akgün’ün “bu kitabın basılmasının bir vefa borcu olduğunu ve yayımlanmasının da artık Uluslararası Hrant Dink Vakfı?na yakışacağını söylemesi” üzerine, Mahçupyan’ın editörlüğüyle kitap basılıyor.
Mahçupyan “İnanılması zor ama bu kitap sanki tamamen aklımdan çıkmıştı. Belki de Hrant’ın kaybı, onun yerine geçecek duygusuyla ele alınan her şeyin de iç dünyamda reddedilmesine yol açmıştı. Ama aradan geçen zaman sonrasında bu kitap benim de ruhen iyileşmemin araçlarından biri oldu” diye yazıyor önsözde.
Dink, kitapta “Ermeni sorunu”nun, Türk-Ermeni “ilişkisizliği”ndeki uzlaşmazlığın çözümünde, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ne denli anahtar bir role sahip olduğunu anlatıyor.
Kitapta Dink’in Bilgi Üniversitesi’nde yaptığı, “Su çatlağını buldu” başlığıyla anımsanan ünlü konuşmasının tam metni, Ermenistan Dışişleri Bakanı Varkan Oskanyan’ın 2005’te Türkiye’ye çağrısının metni ve Dink’in Meclis komisyonlarındaki konuşmalarının metinleri de ekler bölümünde yer alıyor.
Dink kitabı “binlerce yıldır bu topraklarda üretken bir halk olarak yaşayan, ancak o acı dolu yıllarda yaşadıkları topraklardan koparılarak, yaşamla ve yarattıkları uygarlıkla ilişkileri kesilen Ermeni halkına ve o dönemde yaşamını yitiren Ermeni, Türk ya da Kürt tüm masum Anadolu insanının anısına ithaf ettiği” kitabı adarken şunları söylüyor:
Türk-Ermeni ilişkileri açısından da işte, asırlardan gelen ve asırlara gidecek olan ortak yazgımız bir kez daha önümüzde. Atalarımız geçmişte kendilerine düşen sayfaları iyi kötü doldurdular. Asıl sorun bugün bizim bu beyaz sayfaları nasıl dolduracağımız.
Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız, yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana yakışır bir şekilde mi yazacağız? Bu, önümüze konmuş en büyük sorumluluk. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmekten kaçınanlar ya da hâlâ kötü ve acı yaşanacaklarla doldurmak isteyenler, aslında geçmişte yaşanan o acıların sorumlularından hiç de aşağı kalmayanlardır. Biz, sorumluluk hissedenler ise onlara izin vermemeli ve bu sayfaların aynı şekilde yazılmasını onların tekeline bırakmamalıyız.
Dink’in kitabı beyaz sayfaları başka türlü doldurmak isteyenler, bunu umursayanlar için önemli bir kaynak. Aynı zamanda Dink’in onu kabaca susturmaya çalışanları bile diyaloğa ikna etme becerisinin bir başka örneği olarak, herkes için bir davet.
30/06/2008 Günlük Evrensel Gazetesi (İstanbul/BİA)

Oral Çalışlar?ın 04.07.2008 tarihinde Radikal Gazetesi Kitap Eki?nde çıkan yazısı
Hrant Dink hayattayken kaleme aldığı ancak kitapçı raflarında göremediği kitabı ?İki Yakın Halk İki Uzak Komşu?da, Ermenistan -Türkiye ilişkilerini ve iki halkın inişli çıkışlı ruh hallerini anlatıyor. Dink kitabında şu saptamayı yapıyor: ?Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla birbirlerine nazaran iki klinik vaka konumdadırlar?
Bilgi Üniversitesi?nde 25 Eylül 2005 tarihinde yapılan tarihi sempozyumun ikinci günündeydik. ?Tarihi? diyorum, çünkü ülkemiz tarihinde resmi görüşün dışındaki Türkiyeli akademisyen, bilim insanları ve gazeteciler ilk kez ?Ermeni Konferansı? düzenliyorlardı. Kamuoyunda çok tartışmalı geçen, bazı bakanların ?arkamızdan hançerliyorlar? diyerek suçladığı bu sempozyumun konuşmacılarından birisi de Hrant Dink?ti.
Benim konuşmam ondan sonraki oturumdaydı. Hrant?ı dinledim, daha sonra gazeteye günlük yazımı yetiştirmek amacıyla gazetecilerin çalıştığı bölüme geçtim. Gazetecilerin bulunduğu bölümde muhabirler bu önemli sempozyumla ilgili haberlerini gazetelerine, TV?lerine ulaştırmaya çalışıyorlardı.
Hrant’ı Amerikalı sanan muhabir
Ben yazıma yoğunlaştığım sırada, yanımdaki genç muhabirlerin konuşmaları dikkatimi çekti. İçeriden gelen ve haber geçmeye çalışan bir ajans muhabiri olduğunu sonradan öğrendiğim genç gazeteci yanındaki arkadaşına Hrant?tan söz ediyordu. ?Hrant diye Ermeni asıllı Amerikalı gazeteci biraz önce konuştu ve gerçek niyetlerini itiraf etti. Dedi ki, ?Bizim bu topraklarda gözümüz var.?? Az önce dinlediğim için öyküyü biliyordum. Hrant, Fransa?da yaşayan ve Sivas?ın köylerinden olduğunu belirttiği kadının dramatik öyküsünü aktarmıştı.
İki Yakın Halk İki Uzak Komşu adlı Hrant Dink?in yazdığı ve geçen günlerde Başkanlığını sevgili eşi Rakel Dink?in yürüttüğü Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından basılan kitabında yer alan öykü özetle şöyleydi: Hrant?a bir telefon geliyor. Sivas?tan yaşlı bir bey. Bir yaşlı kadının öldüğünü ve bu kadının Ermeni olduğunu anlatıyor. Bir yakını varsa haber ver yoksa biz burada namazını kılıp gömelim diyor.
Hrant, ölen yaşlı kadının kızını buluyor. Kadın Sivas?a annesinin cenazesini almaya gidiyor. Ertesi gün Hrant?a Sivas?tan bir telefon daha geliyor. Telefondaki kadın ağlıyor. Yaşlı bey ölen kadının kızına ?annen kalsın, burada gömülsün? diyor. Adam ölen kadınının kızını ikna ederken şunları söylüyor: ?Su çatlağını buldu.? Hrant bu öyküyü anlattıktan sonra sözlerini şöyle tamamlaşmıştı: ?Evet biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var, çünkü kökümüz burada, ama merak etmeyin; bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine girmek için.?
O bunları söylemişti… Konferansı izlemeye gelen bir gazeteci ise bunu ?bu topraklarda gözümüz var? diye anlamıştı. Genç muhabiri yanıma çağırıp ona bu konuşmayı dinleyip dinlemediğini sordum. Yarım yamalak dinlemişti ama dinlediğini de anlamamıştı. Benim orada bulunmam, gazetecinin dediklerini şans eseri duymam kamuoyunu yeniden ayağa kaldıracak bir haberle yüz yüze gelmemizi önlemişti.
Hrant Dink?in Ermenistan -Türkiye ilişkilerini anlatan, iki halkın inişli çıkışlı ruh hallerini tahlil eden kitabını okurken, birden ?bu topraklarda gözümüz var? sözcüğünden üreyen gazetecilik, yorumculuk tarzını anımsadım. Hrant?ı planlı bir kurşunla ölüme götüren örgütlü cinayet; işte bu türden gazete haberleriyle, TV yorumlarıyla gereken ortamı bulmuş, bu yolla Hrant?a yönelik düşmanlık yaygınlaştırılmıştı.
Hrant?ın öldürülmesi, benim yaşamımda bir dönüm noktası oldu. Birçok şey bana onun ölümüyle birlikte sona ermiş gibi geliyor. Onun yokluğuna katlanamıyorum ve içimdeki acı hiçbir şekilde hafiflemiyor.
İnsanı etkileyen bir cazibeye sahipti
Onu çok yakından tanıdığım ve sevdiğim için böyle bir duyguya kapıldığımı sanıyordum. Bu arada, onu hiç tanımamış, Türkiye?nin dört bir yanında karşılaştığım vicdanlı insanların da benimle aynı duygular içinde olduğunu gördüm. O zaman anladım ki Hrant biz Türklerin yaşamında zannettiğimizden çok daha derin izler bırakmış. Tabii yalnız Türklerin değil, Ermenilerin, dünyada demokrasi ve özgürlük yanlısı insanların da gönlüne yer etmiştiÖ
Hrant?ın dostları çoktu. O insanı etkileyen bir cazibeye sahipti. Dostluğu güven verirdi. Açıksözlüydü. Ülkemizdeki Ermeni kimliğinin ne olup ne olmadığı konusunda, uzun yıllardan sonra ilk kez bir adam açık açık, dost bir dille ama, kimliğini de savunarak bize kendilerini anlatıyordu, dünyaya Türkiye?deki Ermenileri anlatıyordu. Hrant sırf kendilerini anlatmakla yetinmeyecek bir yüreğe ve etkiye de sahipti. Aynı zamanda bu konuda önyargıları, son yargıları da yıkmaya kararlı bir ruh haliyle konuşuyordu. O gerçekten bir ezber bozucuydu, toplumun kafasındaki Ermeni imajını yıkıp atmıştı. O bir devrimciydi. Var olan duruma teslim olmak istemiyor, suskun Ermeni cemaatinin konuşan aklı olarak öne çıkıyordu. Agos gazetesini de bu amaçla çıkarmaya karar vermişti. Birikmiş bütün enerjisini yıllarca Agos gazetesi için kullandı. Ona pasaport vermiyorlardı. Bu yüzden yurtdışına çıkamıyordu. Bu dönemde neredeyse Türkiye?nin birçok yerini dolaştı. Bu yolculukların bir çoğunda ben de onunla birlikteydim.
Sonra pasaportunu cebine koydu ve yeniden yollara düştü. Bu kez, Ermeni diyasporasının ezberini bozma görevini üstlenmişti. Onu ilk kez dinleyenler önce sinirleniyor ve tepki gösteriyorlardı. İçtenliği, düşündüklerini büyük bir sevgiyle dile getirmesi tepkiyi ilgiye dönüştürüyordu. Toplantıların sonunda ona kulak verenler artık baştaki gibi düşünmüyorlardı. Ermeni sorununa da, Hrant?a da daha değişik bir gözle bakmaya başlıyorlardı.
Bunu TESEV basmayacak…
İki Yakın Halk İki Uzak Komşu, Hrant?ın hayatta iken kaleme aldığı ancak kitapçı raflarında göremediği bir kitap. Aslında tek kitabı… Bu kitabın hazırlanma öyküsünü Etyen Mahçupyan kitabın önsözünde anlatıyor. ?TESEV Dış Politika Programı?nın projelerinden birinde yer alması istendiğinde hemen kabul etmişti. Program direktörü Mensur Akgün?ün ondan beklediği, Türkiye-Ermenistan ilişkisine de bakan çözüme yönelik dengeli bir monografik metindi.?
Hrant?ın heyecanla sarıldığı proje onu coşkuya sürüklüyor ve projenin ondan beklediği ?serinkanlı? yoldan uzaklaşıyordu. Bunu TESEV basmayacağını hissediyor, o zaman bunu ben basarım diyerek yazmayı sürdürüyordu. Gerçekten de TESEV sorumlusu Mensur Akgün bu metnin istediklerini metin olmadığını söyleyecekti. Bu nedenle metin TESEV?in bilgisayarlarında kalacaktı. İşte yayınlanan bu kitap böyle bir öyküye sahip.
Kapağında Hrant?ın Türkiye-Ermenistan sınırında çekilmiş bir fotoğrafıyla yayımlanan kitap, Türkiye?deki Ermenilerin geçmişe ilişkin duruşunu fevkalade canlı bir üslupla anlatıyor. Hrant, Türkiye Ermenistan ilişkilerindeki tutumunu sergilerken, iki ülke arasındaki tarihsel geçmişi, duygusal iniş çıkışları aktarıyor. Satırları okurken Hrant?ın kim olduğunu yeniden anlıyoruz. Onun dili, içtenliği, coşkusu, hayal kırıklıkları ve umutları kitapta bütün çarpıcılığıyla karşımızda beliriyor.
Kitaba yazdığı önsözde, iki ülke ve iki halk arasındaki ilişkiyi nasıl ele aldığını şöyle ifade ediyor: ?Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız, yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana yakışır bir şekilde mi yazacağız??
?Bu mütevazı çalışmayı, beyaz sayfaların sorumluluğunu üstlenen tüm barışçı kesimlerle paylaşıyor, binlerce yıldır bu topraklarda üretken bir halk olarak yaşayan, ancak o acı dolu yıllarda yaşadıkları topraklardan koparılarak, yaşamla ve yarattıkları uygarlıkla ilişkileri kesilen Ermeni halkına ve o dönemde yaşamını yitiren Ermeni, Türk ya da Kürt tüm masum Anadolu insanına ithaf ediyorum.?
İlişkisizliğin tarihi
Hrant, bu kitapta iki kimlikli olduğunu anlatıyor. ?Türkiyeli Ermeni? kimliği olarak tanımladığı bu kimliğin hangisiyle ele alınırsa alınsın, yaşamının en vazgeçilmez görevi olarak Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi ve Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesini önüne görev olarak koyduğunu ifade ediyor.
Ermeni sorunun dünyada gündeme gelmesiyle, değişik ülke meclislerinden ?soykırım kararları? alınmasıyla Türkiye?de yaşayan Ermenilerin nasıl bir ruh hali içine girdiklerini de anlatıyor: ?Nitekim böylesi olaylar her ortaya çıktığında, yakın zamana kadar Türkiye Ermenilerinin basına yansıyan ?Biz Türkiye?de çok rahatız? dışında gerçek duygularını ortaya koyan açılımlara ne yazık ki rastlanmıyordu. Sergilenen daha ziyade ?açmazımız?dı.?
İlişkisizliğin Tarihi başlıklı bölümde 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsız bir devlet haline gelen Ermenistan?la Türkiye arasındaki ilişkinin nasıl kilitlendiğine dikkat çeken Hrant, şöyle bir değerlendirme yapıyor: ?On yıllarca Rusya?yı tanıyan ve kendini orayla koşullandıran Ermenistan, ha ki değişik bazı açılımlar peşindeyken, ona el uzatmamak, bu bağımlılıktan kurtulmasına sırt vermemek, Ermenistan?ın tekrar bölgenin hakimi güce yönelmesinden başka bir sonuç doğurmadı. Belki acımasız bir yargı ama denebilir ki, ?Ermenistan?ı Rusya?ya tekrar Türkiye iteledi.??
Hrant, birçok konuşmasında ifade ettiği şu saptamayı kitapta yeniden yapıyor: ?Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla birbirlerine nazaran iki klinik vaka konumdadırlar.? Ermeni dünyasının kendi içindeki farklılıklara dikkat çekiyor, Ermenistan Ermenilerinin ayrı, Diaspora Ermenilerinin ayrı, Türkiye Ermenilerinin ayrı ele alınması gerektiğini vurguluyor.
Dünyada yaşayan 8 milyon Ermeni?nin 2/3?ü Diaspora?da, 1/3?ü ise Ermenistan?da yaşıyor. Hrant bu tablonun, Ermeni ulusunun yaşadığı paradoksu anlattığını düşünüyor: ?Bir asır önce bağımsızlık peşinde koşan bir ulus, bu arzusunun kurbanı olmak pahasına sadece 4 bin yıldır yaşadığı topraklardaki varlık halini değil, nüfus sayısının büyük bölümünü de kaybetti. Bugün yaklaşık bir asır sonra hiç ummadığı bir anda bağımsız bir devlete sahip olmasına rağmen, şimdi bu kez de nüfusunun büyük bölümü bağımsız devletin dışında.?
1915?deki dramatik ve acı olayların, ?tehcir?in yarattığı travmanın her bölgedeki Ermeniler arasında farklı etkileri olduğunu söyleyen Dink, Türkiye?de yaşayan Ermenilerin Türklerle kurdukları diyalogların, beraber yaşamayı becerebilme alışkanlıklarının, kimliklerindeki travmayı önemli ölçüde yok edebildiğini ve ilişkilerin normalleştiğini belirtiyor. Aynı gelişmenin yavaş da olsa son yıllarda Türkiye?ye iş için gelen Ermenistanlılar arasında da gözlendiğini ifade ediyor.
Hrant Dink, 1915 ?tehcir?ini Türkiye?de yaşayan bir Ermeni olarak açık bir dille eleştiriyor. Bunu bir düşmanlık vesilesi yapmadan, dost bir dille ama acı acı dile getiriyor: ?Sonuç olarak şu tespiti tartışmasız dile getirmek bir insanlık borcudur: Birinci Dünya Savaşı?nın getirdiği savaş ortamından da yararlanarak Ermeniler yerlerinden yurtlarından edildi ve Ermeni tarihçilerin deyişiyle ?Anadolu topraklarından kökleri kazınmaya çalışıldı.??
Derin devletin yön verdiği değişmez politika
Cumhuriyet dönemindeki siyasetlere ilişkin eleştirisi ise şöyle: ?Azınlıkların varlığını sürekli olarak bir tehdit olarak algılayan zihniyetin politikası, Cumhuriyet tarihi boyunca hangi siyasal iktidar işbaşına gelirse gelsin hiç değişmedi, çünkü bu yöndeki politikalara siyasal iktidarlar değil, Devletin derin iktidarı yön veriyordu. Devletin derin defterine bir kere kazınmıştı: Azınlıklar çoğalmamalıydı. (…) Sonuçta arzu edilen başarıldı. Cumhuriyet?in başında 300 bin olan Ermeni nüfusu 50-60 binli nüfuslara düştü.?
Hrant, bu kitapta Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki temel sorunlara dikkat çekiyor ve çözüm yollarına da kafa yoruyor. Sorunun kaç kişi öldü sorusundan yola çıkarak değil kalanlara ne oldu üzerinden yapamaz mıyız diye soruyor ve ?Onlara ne oldu?? diyor.
Bu sorunun ardından endişelerini dile getiriyor ve şunları söylüyor: ?Ama görüyoruz ki kalanlar üzerinden konuşmak daha tehlikeli, daha zor. AGOS?ta yer verdiğimiz Atatürk?ün manevi kızı Sabiha Gökçen?in akrabaları olduğunu iddia eden Ermenilere yönelik haberimize gösterilen infial ve tepki çok net olarak ortaya koydu ki, Türkiye?de 1915?te ölenler üzerinden konuşmak mümkün olabilir, ama kalanlar üzerinden konuşmak asla mümkün olmaz.?
Hrant?ın kitaptaki son sözleri aslında onun duruşunu da çok güzel özetliyor: ?Türkiyeli bir Ermeni olarak değişik adreslerde konuşmak durumunda kalırken özellikle iki noktaya özen gösterdim. Birincisi hitap ettiğim adrese karşı eleştirel durabilmeye, ikincisi bu adresleri birbirine karıştırmamayaÖNe yazık ki aynı özeni, hitap ettiğim adresler göstermediler. (…) Bakın bir şey doğrudur… Ermenilerin bu topraklarda elbette gözü var. Ama o göz gelip de bu toprağı sırtlayarak götürmek, ya da bu toprağı parçalamak için değil. Korkmayın onlardan… Onlar bu toprağı götürmeye değil, toprağın kendisi olmaya hasretler. Hepsi bu…?
Hrant?ın kitabı Hrant?ı anlamayanlar için önemli bir belge niteliği taşıyor.
Bu toprakların yiğit çocuğu, açık sözlü Ermeni kardeşim!
Sen yaşadığımız çağın büyük seslerinden birisiydin…
Seninle çok şey kazandık, seni yitirerek dünyayı yitirdik…
Sen bize sevgiyi ve her şart altında dik durmayı öğrettin…
Özlemin hiç bitmeyecek…

Kitabın Künyesi
“İki Yakın Halk İki Uzak Komşu”
Yazan: Hrant Dink
Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları
Yayıma hazırlayan: Etyen Mahçupyan
Haziran 2008,
104 sf.

Bir yorum

  1. O yürekli bir yabancıydı, yaşananlara, söylenenlere, uygulananlara, sisteme, oynanan oyunlara kısacası akışını bulamamış azınlıklardan biriydi susmayan, farkı da buydu…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir