( * ) Hepimiz Gogol?un ?Palto?sundan çıktık? sözü, Batı edebiyatının mihenk taşları olan İlyada ve Odysseia için de geçerlidir. Homeros?un, Batı edebiyatının tartışmasız klasikleri olan bu iki eseri, Dante ve Joyce gibi Avrupa edebiyatının ünlü yazarlarının eserlerini de doğurur. Çok katmanlı metinleriyle bu yazarlar, Homeros?un anlam zenginliğini ortaya çıkarırken kendi bakış açılarını da ortaya koyarlar.
Alberto Manguel, Versus Yayınları?nın ?Dünyayı Sarsan Kitaplar? serisinden yayımlanan İlyada ve Odysseia: Homeros adlı yapıtında, bu efsanevi şiirlerin Batı edebiyatındaki metinlerarası yolculuğuna odaklanır. Homeros?un yüzyıllık yorumlarını, dönemsel sırayla okurlara aktararak yakın okuma gerçekleştiren Manguel, yapıtını daha anlaşılır kılmak için her iki eseri kısaca anlatır. Bunun ötesinde, Homeros?un bir zamanlar yaşadığını gösteren biyografilere çalışmasında yer ayıran Manguel, yaşlı ozanın gerçek ailesinin Odysseus?un ailesine benzediğini ifade eder. Hatta buna inanmayan 19. yüzyıl şairi Samuel Butler, Homeros?un genç ve güzel bir Sicilyalı kadın olduğunu yazar. 1954?te, İtalyan yazar Alberto Moravia da Homeros?un savaş sonrası döneminin anlatıcı-yönetmeni, ?halka yönelik izlencelik? sıfatından türediğini söyler. Ancak, Manguel?e göre Homeros?un sözlü gelenekten yazılı geleneğe geçişte bir sembol olarak yüklendiği anlam, onu ölümsüz bir kişilik haline getirir. Manguel, Homeros?un gerçekten yaşayıp yaşamadığına dair söylentilere de açıklık getirir. Zira eski Yunan?ın kör bilgesinin dilden dile dolaşan söylenceleri, yüzyıllar içinde onun varlığını hayalet yazara dönüştürür.
Öyle ki, Fransız edebiyatının büyük ismi Flaubert, 1850?de kaleme aldığı Klişeler Sözlüğü adlı el kitabına ?Homeros: Hiç Yaşamadı? bölümünü yazar. Manguel ise, bu kadim yazarı, Shakspeare ve Cervantes?le kıyaslayarak Oscar Wilde?ın ?yaşamları dehalarının muhafazası, eserleriyse yeteneklerinin ürünü olan yazarlar vardır? sözünü hatırlatır. Ona göre Homeros, dehasıyla yaşamını koruyan; eserlerinin, yeteneğinin ürünü olduğu gerçeği okurları tarafından anlaşılan büyük bir dehadır.
Modern bireyin doğuşu
Troya Savaşı?nı konu alan İlyada?nın asıl meselesiyse, güzel Helen?in, Troyalı Paris tarafından kaçırılmasıdır. Destanın en ilgi çekici yanı zengin karakterleriyle, uygarlık kavramını sorgulaması ve savaşın dehşetini insan psikolojileri üstünden anlatmasıdır. Destan, psikolojiye ?Aşil topuğu? kavramını kazandıran ve sıradan insanın zaaflarını ve tanrısal iktidarla olan mücadelesini temsil eden Akhilleus?un, kölesi Briseis?in tanrıların oyunlarıyla elinden alınmasına küserek, savaştan çekilmesiyle başlar.
On yıllık kuşatmanın sonucunda iki gözde kahramanın çarpışmasıyla süren Troya Savaşı?nın galibi yoktur aslında. Paris?in kaybedişinden sonra Akhilleus?un, dostu Patroklos?u öldüren Hektor?u kent surlarının dışında atlı arabasının arkasına bağlayarak sürüklemesi destanın ünlü son sahnesidir. İntikam hırsıyla, yas kavramının anlamını yitirişini sergileyen bu sahne, kral Priamos?un, tanrıların öğüdüne uyarak Akhilleus?a oğlunun ölü bedenini geri vermesi karşılığında kan parası ödemesiyle son bulur. Epik şiir, Hektor?un, kadınların ağıtları arasında yükselen cenaze töreniyle biterken, artık yalnız bir birey olarak ölen kahramanın klan tarafından nasıl kutsallaştırıldığını da gösterir. Troya?nın düşüşünden sonraki on yılı anlatan Odysseia ise, savaş sonrası kaybolan ve evine dönmek için tanrıların gazabını alt ederek bir dizi deniz yolculuğu yapan Odysseus?un öyküsüdür.
Büyücü Kalypso?nun esaretinden, prenses Phaiak?ın evlilik önerisinden, Zeus?un öfkesinden, sirenlerden, Tepegözlerden, büyücü Kirke ile canavar Skylla?dan kurtulup bilici Teiresias?ın yardımıyla ölüler diyarından geçerek nihayet yıllar sonra eve dönen Odysseus, taliplerini oyalayan sadık karısı Penelopeia ve oğlu Telemakhos?a, Ithake ise barışa kavuşur.
Tarihin, birey öyküleri üzerinden yeniden yazılmasına öncülük eden Homeros?un metinleri, insanların o dönemdeki göçlerinin de belirli bir güzergâh üstünden haritasını gösterir. Calvert ve Schielmann gibi tarihçiler Troya?nın bugünkü yerini tespitte Homeros?u kaynak almakta tereddüt ederek çekişseler de, Homeros bir biçimde öyküleyici-tarih geleneğinin de başlangıcıdır. Bununla beraber, bilhassa modern dönemde Margaret Atwood gibi yazarlar tarafından gerçekleştirilen Odysseia?nın feminist okumaları, bu destanlarda ve eski Yunan?da var olduğu bilinen kadın düşmanlığı ile ataerkinin eleştirisidir.
1990?da ise Karayipli şair Derek Walcott, arka planında Karayipleri konu alan, çağdaş İngilizce ile Creole karşımı bir dille Odysseai?yı yeniden Omeros olarak yazar. Walcott, Ölüler Diyarı?nı ziyaret eden siyah kölelerin, ülkeleri Afrika?ya dönme düşlerinin asla ulaşamayacakları bir İthake imgesine dönüşmesini sonsuz sürgün temasıyla anlatır.
İslam?da ve hıristiyanlıkta Homeros
Modern edebiyatın kendisinden önce ise, Vergilius ve Dante?nin dünyasında, Homeros?un nasıl Hıristiyanlaştığını da anlatır Manguel. Ve Vergilius?un, Homeros?u bir Latin yazarına dönüştürerek Roma edebiyatının muazzam eserlerinden biri olan Aineias destanını yarattığını söyler. Bu bağlamda, devletin kurucusu olarak ozan, destan ilişkisi de açığa çıkar; Roma?nın ilk mit yaratıcısı, Vergilius?un yorumladığı Homeros?tur. Vergilius?tan sonraki Hıristiyan Roma?da da Homeros?un pagan edebiyatı kendi yerini alarak, yeni öykülere öncülük eder.
Şüphesiz ondan en çok etkilenen şair ise Dante?dir. Ünlü eseri İlahi Komedya?nın ?Cehennem? bölümünde, Aineias ile Odysseus?un dönüş yolculuğunda uğradıkları ?Ölüler Diyarı?nı yeniden yazarak kendini Vergilius?un kılavuzluğunda cehenneme sokar. Bu sahne, Dante üzerinden Blake, Shelley ve Verlaine gibi Romantik şairlerin metinlerine de ilham olurken edebi bir tür olarak destanın, yazarların tanrısallıkla imtihanı olarak da okunabileceğini gösterir.
16. yüzyılda ise Montaigne, Racine ve Pascal?la birlikte klasik Fransız tiyatrosunun tragedya yapısını bu iki destan oluşturur. Yine modern şiire geçişte bu metinleri kaynak almayan şair yok gibidir. Alexander Pope?tan, Philip Sidney?e, modern dönemde T.S. Eliot ve Matthew Arnold? da kadar pek çoğu Homeros?u yeniden yorumlarlar. Son kertede Homeros, modern Batı şiirinin kurucu epik şairi olarak yerini alırken nihayet Joyce?un Ulysses?iyle sürgün bir İrlandalıya dönüşür.
Homeros?un, Batı dünyası kadar Doğu edebiyatındaki referansları da dikkat çekicidir. ?İslam?da Homeros? adlı çarpıcı başlığında Manguel, Homeros?un, yabancı edebiyatların Arapçaya çevrilmesi yoluyla Doğu edebiyatına girdiğini belirtir. 1001 Gece Masalları?nın haylaz Sinbad?ının pek çok öyküsü, hilekâr Odysseus?un öyküleriyle benzerlik taşırken Hint Destanı Kelile ve Dimne?de bu öykülerle paralellik taşır.
Manguel, kitabın sonunda Borges?in 1958?de yazdığı ?Ölümsüz? adlı öyküsünün giriş alıntısına atıfta bulunur: ?Süleyman dedi ki: Yeryüzünde yeni bir şey yoktur. Yani Platon bilgi külliyen anımsamadır tasavvuruna ulaştıysa, Süleyman da yenilik külliyen unutuştur yargısına varmıştır.? Ve Homeros?un, İlyada ve Odyssesia?sının her devirde yorumlanan modernpost-modern, eski-yeni ayrımını bir arada barındıran içsel yapısının dönüşümü sağladığını söyler.
Bireyin, Batı?dan Doğu?ya uzanan benlik mücadelesinin, tanrılar, kader, iktidar ve zaaf gibi kavramlar eşliğindeki çok katmanlı, lirik bir yakın okuması olan İlyada ve Odysseia: Homeros eseri, Batı edebiyatının bu iki kült eserinin yüzyıllardır temel bir alt metine dönüşme serüvenini edebi bir keyifle anlatıyor.
( * ) Yeliz Kızılarslan’ın 09/04/2010 Tarihinde Radikal Kitap Eki’nde Yayınlanan “Hepsi ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’dan çıktı!” Adlı Yazısı
Kitabın Künyesi
İlyada ve Odysseia – Homeros
Alberto Manguel
Çeviren: Algan Sezgintüredi
Versus Yayınları
2010
250 sayfa
Tanıtım Yazısı
Homeros’un gerçekte yaşayıp yaşamadığı bilinmemekle birlikte, adına atfedilmiş epik şiirlerin, iki bin yıldır imgelemleri besleyerek Batı edebiyatının temel taşlarını oluşturduğuna kuşku yoktur. İlyada ve Odysseia, Troya Savaşlarıyla, Akhilleus, Odysseus ve Penelope’yle, Sirenleriyle, Tepegözüyle, Troyalı Helen’iyle ve huysuz tanrılarıyla defalarca anlatılmış, yorumlanmış, süslenip yeniden anlatılmıştır. Alberto Manguel bu lirik ve zarif çalışmasında, kadim Yunan’da doğuşundan başlayıp, Horatius ve Vergilius’un Roma’sından, Joyce’un Dublin’ine, Dante ve Racine üzerinden Derek Walcott’un Karayiplerine kadar bu iki muazzam şiirin batı edebiyatındaki etkisini ve bulduğu yankıyı özgün şiirlerin hazzıyla tarih boyu varlıklarını onurlandırarak gösteriyor. Aklı müthiş derecede tahrik eden bir okuma?