İnsan: En vahşi hayvan – Çağlayan Çevik

Lydia Millet, Çaresizliğin Kuyusu?nda, deneye kurban edilen maymunları, ticari hırslar uğruna idam edilen filleri anlatırken, sokağa bıraktığımız kaptan su içen kedinin ve o kaba izmarit atan insanın doğasını sorgulamamızı sağlıyor.
Bundan dört yıl önceydi. Gün boyu vahşi doğa belgeselleri yayımlayan bir kablolu kanalda, spor balıkçılarının yakaladıkları ?dev balıklar?la ilgili bir belgeseldi bu. Kılıçbalığı, yelkenbalığı gibi nesli tükenmekte olan türleri yakalayan balıkçılar, birkaç kişilik ekip ve özel donanımlı oltalarıyla tutabildikleri en iri balığı avlıyor, ağırlığını ve boyunu ölçüp fotoğrafla belgeleyip gerisingeri suya bırakıyorlardı. Bu aslında ABD, Avustralya ve benzeri okyanusa komşu ülkelerde düzenlenen yarışmalardan biri olduğu kadar, yarışmadan elde edilen tüm gelir de söz konusu balıkların neslinin korunması için çalışan vakıflara bağışlanıyor. Buraya kadar her şey normal, ancak gecenin bir yarısı denk geldiğim bölümde izlediklerim, bir insanın hayatı boyunca yaşayabileceği en sıradışı maceralardan birisiydi. Luke Wyrista adlı genç bir balıkçı, Yeni Kaledonya açıklarında yaşayan dev kralbalığının (Caranx ignobilis) en irisini yakalamak için yarışıyordu ve henüz yirmili yaşlarındaki sporcu oltasına vuran balığı yakalamak için saatlerce uğraşacaktı. Bir taraftan Luke?un saatler süren mücadelesi tanıklarca anlatılırken, diğer taraftan da bu büyüleyici balığın özellikleri aktarılıyordu belgeselde.

Köpekbalıklarının cirit attığı resiflerde avlanan bu balığa İngilizcede ?Giant? (dev) denmesi boşuna değilmiş örneğin. Zira boyu iki metreye kadar çıkabilen balığın ağırlığı yüz kilo sınırını geçebiliyormuş. Ama balığın en önemli özelliği arka yüzgecine sağa sola hareket ettirmesini sağlayan ?kas? yapısında gizliymiş. Diğer birçok balığın aksine vücudunun en güçlü kasları burada toplandığı için birkaç yüzgeç hareketiyle çok kısa sürede yüksek bir hıza ulaşan balık, köpek balıklarının ağzındaki avlarını bile çalıp saniyeler içinde birkaç kilometre uzağa gidebiliyormuş örneğin?

Talihsiz dev, Luke?un oltasına takılmıştı takılmasına ancak kolay teslim olmaya hiç niyeti yoktu. Yaklaşık üç saat boyunca Luke?u teknenin bir burnuna bir kıçına koşturmuş ve neredeyse pes etme noktasına getirmişti. Luke?un arkadaşları teknenin motorunu çalıştırıp yavaş yavaş ters tarafa hareket ederek balığı yormak metodunu bile uygulamışlardı. Balığın gücünün ortaya çıktığı anlardan biri de buydu, çünkü teknenin motoru kapalıyken çenesi ve güçlü yüzgeciyle tekneyi resife doğru sürükleyebiliyordu. Tekneyi kurtarmak için misinayı koparıp rekordan vazgeçmeleri demekti bu? Teknedeki diğer sporcular bu anı bütün coşkularıyla ve biraz da Luke?u kıskanarak anlatıyorlardı, çünkü biliyorlardı ki bu kadar güçlü bir balık çok ufak olamazdı. Balık Luke?tan daha önce vazgeçmiş ve nihayet teslim olmuştu. Hemen güverteye çekilen balığın ağzındaki zoka çıkarılmış, boyu ve kilosu kayıtlara geçirilip birkaç fotoğraf çekildikten sonra kısa süre içinde suya geri bırakılmıştı. Ancak Luke, bir şeylerin ters gittiğini hemen fark etmişti. Deyim yerindeyse saatlerce güreştiği balık, aşırı yorulmuş ve hemen ardından suyun dışında kaldığı birkaç dakika içinde de yüzgeçleri kurumuştu. Luke, suya bıraktığı rakibinin hareketsiz bir şekilde dibe doğru gittiğini görmüştü. Köpekbalıklarının cirit attığı resif yaklaşık iki yüz metre uzaklarındaydı ve Luke, saatlerce dövüştüğü bu onurlu rakibinin köpekbalıklarına yem olmasını istememişti. Arkadaşlarının tüm engellerine rağmen suya atlamış ve dibe giden balığı kollarının arasına alıp yüzeye doğru çıkarmıştı. Kurumuş solungaçlarının yeniden ıslanması için eliyle yardım etmişti. Saatlerce yakalamak için çabaladığı balığın hayata dönmesi için mücadele etmişti bu kez. Teknedekiler, köpekbalıklarının oraya doğru geldiğini bağırırlarken Luke, hâlâ yakaladığı ?dev?in hayata dönmesini bekliyordu. Arkadaşları ne yapacaklarını bilemez bir halde olanları seyrederken, Luke?un kucağındaki ?dev? son anda kendine gelip birkaç yüzgeç hamlesiyle oradan uzaklaşmış ve iki savaşçı da kurtulmuştu.

Savaşçı diyorum, çünkü eşine az rastlanacak bir şövalyelik sergilemişti Luke. Saatler süren bir dövüşün sonrasında hasmının köpekbalıklarına yem olmaması için kendi hayatını tehlikeye atabilmişti, teknedeki diğer arkadaşlarının aksine!

Bugün çobanın biri ?bana saldırdı? bahanesiyle en son Anadolu topraklarında kırk yıl evvel görülmüş kedigillerden bir canlıyı domdom kurşunuyla vurabiliyor. Diyelim onun ?cahil bir çoban? olduğunu savunup hafifletici sebepler ürettik, ancak yakın zamanda Eskişehir?de bir ?üniversite öğrencisinin? (her şehirde bir üniversite fikrinin pek de dahiyane olmadığını ispatlarcasına) bir kediye yaptıkları, temelleri sakat atılmış bir ilişkinin göstergesi değil mi sizce de? Yakın zamanda muasır medeniyet sembollerinden bir ülkenin hayvanat bahçesinde ?ellerinde çok fazla zürafa olduğu için ve vermeyi teklif ettikleri hiçbir hayvanat bahçesi Marius?u almaya yanaşmadığı için? çocukların gözlerinin önünde kesilmesi söz konusu duyarsızlığın sadece bizim memleketimizle sınırlı kalmadığının bir ispatıydı. Tüm bunlar ve bireysel tarihinizden sayabileceğiniz daha fazla örnek, Elias Canetti?nin ?Hayvanlar olmadan dünyanın ne kadar tehlikeli olacağını tasavvur etmek mümkün değil,? sözünün aslında ne kadar doğru olduğunu gösteriyor, tekrar tekrar.

Hayvan üzerine düşünmek
İnsan-hayvan ilişkisi(zliği)ne dair gerek ülkemizden gerekse dünyadan çokça örnek sayılabilir. Zaten sosyal paylaşım sitelerinde birbiri ardına kedi-köpek fotoğrafları paylaşılıp onlarca yüzlerce ?like? alırken/verirken diğer tarafta yaşanan bilimsel deney, avcılık, gelenekler, cehalet ve benzeri sebeplerden yaşanan katliamlara seyirci kalmak ve seyirci kalmamamız gerekenleri ?Panter Emel? adlandırmasıyla alaya almak söz konusu ilişkinin samimiyetsizliğini ortaya çıkarıyor. Hayvanlar ve onlarla kurduğumuz ilişkiye dair durup tekrar düşünmemizi sağlayan bir kitap Çaresizlik Kuyusu. Yazının başından beri paylaştığım tanıklıkların sebebi de bu güzel kitap zaten. Çaresizlik Kuyusu adlı büyüleyici öykü kitabında Lydia Millet birbirinden etkileyici on öykü anlatıyor insan-hayvan ilişkisine dair. Bilimsel deney uğruna deliye dönen maymunlardan mucit-tüccarların egosuna kurban edilen fillere, parlak tüylerinin altında çok daha derin bir anlam barındıran güvercinlerden ağırbaşlı-anlayışlı köpeklere, tüm korkunç görüntüsüne rağmen insanlardan daha vahşi olamayan Komodo ejderlerinden tüfeğin namlusundan fırlayan küçücük saçmayla can çekişen sülünlere değin öyküler. Bu öykülerde hayvanlarla temas içinde olan isimler ise bilimadamı Harry Harlow, mucit Thomas Edison, dâhi Nikola Tesla, muhalif Noam Chomsky, başkan Jim Carter, megastar Madonna, seksi yıldız Sharon Stone gibi ünlü simalar?

Lydia Millet öykülerinde insan doğasının tüm yabaniliğini gözler önüne sererken, diğer taraftan hayvanların içinde gizli ?insanî? yönleri aktarıyor tüm çıplaklığıyla. Kısa süre önce yayımlanan Hayvanlar Üzerine adlı kitabında; ?Ne zaman bir hayvana dikkatlice baksanız, içinde bir insan olduğu ve sizinle dalga geçtiği hissine kapılırsınız,? sözünü söyleyen Elias Canetti?yi bir kere daha haklı çıkaran öyküler bunlar. İzlerken gözyaşlarına boğulduğunuz bazı duygusal vahşi doğa belgesellerini gölgede bırakacak anlar içeren ve değme belgesele taş çıkaracak kadar, hayvanların ?doğası?na nüfuz edebileceğiniz harika öyküler. Bu açıdan ?Kız ile Zürafa? öyküsüne dikkat etmenizi belirtmeliyim? Gerçekle kurmacanın başarılı bir şekilde iç içe geçtiği müthiş bir dile sahip kitabında Lydia Millet, hayvanlar üzerine tekrar tekrar düşünmemizi sağlarken hem edebî hem bilimsel araştırma anlamında kusursuz bir anlatıya imza atıyor. Dönüp dönüp okuyacağınız, hayranı olacağınız bu kitabı bitirdikten sonra kapınızın önüne bir kap su bırakmaktan asla üşenmeyeceksiniz. Sonra düşüneceksiniz, kapınızın önüne bıraktığınız o su kaplarına sigarasının izmaritini atanlar gerçekten ?düşünen hayvanlar mı? diye?

Kız ve Zürafa
Neredeyse alacakaranlık çökmüşken, zürafa kıpırdanıp Kız?a doğru yürümüş ve başını eğmişti.

Zürafaların hiç yatmadıklarına dair söylenenler doğru değil, dedi Adamson, ancak çok nadiren ve çok kısa süreliğine yattıkları da bir gerçek. Ama av olacakları havyanın ayakucuna yattıklarını hiç görmemiştim.

Ve yavru zürafanın yaptığı tam da buydu.

Yavru zürafa bile bile o kurumuş kütüğün yanına yattı, dedi Adamson. Bilinçli bir hareketti bu.

O sırada uyanan Kız uzun ve görkemli bacaklarını esnetip gerdikten sonra ağır ağır ayağa kalkmış ve kütükten aşağı atlayıp durmuştu. Ardından yavruya uzanıp dişlerini bedenine geçirmişti.

Çok nazikçe yaptı bunu, dedi Adamson. Zürafa hiç mücadele etmedi neredeyse; bacakları istemsiz olarak kasıldı fakat çok geçmeden kıpırtısız kaldı.

Sonraları tüm bunları hayal ettiğini düşünmüştü Adamson. Fakat zaman içinde bunun Kız?la zürafa arasında geçen sözsüz bir anlaşma olduğuna inanmıştı; yavru infazının ertelenmesini istemiş ve bu isteği kabul edilmişti. Dikenli dallarla yaprakları tatsın, güneşi, sırtına vuran gölgeyi hissetsin, uzun kirpiklerini kırpıştırsın diye ona koca bir öğleden sonra vermişti Kız.

Özgür bir öğleden sonraydı, çünkü o öğleden sonra zürafa geçmişten de, gelecekten de muaftı. Tamamen özgürdü.

Sanki dünyanın tüm olasılıkları Kız?la zürafanın içinden akıp gitmişti, dedi Adamson. Ve kendisi, olup biteni anlamaya çalışan ama anlayamamanın verdiği sabırsızlık, kızgınlık ve huzursuzlukla çalıların arasında çömelmiş duran bu primattı budala olan. Primat olduğu için onları izlemişti ve primat olduğu için sonsuza dek onlardan ayrı kalacaktı.

Aslanla zürafa, onların doğasına dair bildiği tüm şeylerin ötesinde bir şey yaşamışlardı havada öylece asılı duran. Zaman ve mekanda akmışlar ve birbirlerinin mutlak ölümü gerçeğini kabul etmişlerdi.

Bir aradaydı ikisi de, dedi Adamson, benim hiç kimseye yakın olmadığım kadar yakındılar birbirlerine. Kabullenmişlerdi; kabullenmişlerdi; ruhun ışığıyla parlıyorlardı.
Kitaptan

Tesla?nın Güvercinleri
Bay Tesla?nın tanıdığı önemli insanlardan bazıları ara sıra onu ziyarete geliyordu. Kimisi tıknaz, kare kafalı, koca göbekli Avrupalı adamlardı, kimisi de Amerikalı. Pia?ya Ölüm Işını?nı keşfetmek üzere olduğunu söylemişti, devlet görevlileri bu yüzden geliyordu ziyaretine; Almanlara karşı savaşıyorduk ve Savunma Bakanlığı?yla FBI Ölüm Işını?nın peşindeydi.

Odasında güvercinleriyle yaşıyordu. Odayı temizlememize ancak hastalık korkusu yalnız kalma isteğine galip geldiğinde izin veriyordu. O zamanlar çok seviniyordum. Onun kötü şartlarda yaşamasını hiç istemiyordum. Garip fakat şefkatli biriydi, en azından aklına geldiği zamanlarda.

Güvercinleri en iyi arkadaşlarıydı; kendi deyişiyle ?en samimi arkadaşları?. Penceresine gelen kuşları besliyordu. Hatta oraya yuvalayanlar için marangoza özel sepetler ve kafesler yaptırmış, içlerine yıkansınlar diye de bir suluk ve yem olarak da en sevdikleri üzüm çekirdeği, kenevir, kuşyemi karışımından koymuştu. Yerde ve mobilyalarda tüyler ve beyaz kalıntılar vardı. Temizlik arabamla odadan içeri girdiğimde kuytulardan kuşların sesleri gelirdi.

Yirmi küsur sene önce ölmüş bir güvercinin resmini saklıyordu Tesla. Bazen beyaz güvercin diyordu ona, bazen de beyaz kumru. Bazı dillerde ikisi için aynı kelime kullanılıyor, demişti. O benim gerçek aşkımdı, kanatlarında gri tüyler olan beyaz bir güvercin… Daha sonraları onun güvercini bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi sevdiğini okuyacaktım. Bu konudan hiç bahsetmemiş ama kuş hakkında başka şeyler anlatmıştı bana. Güvercinin, kalbini mutlulukla doldurduğunu ve onun hasta olduğunu hissettiğinde ölene dek yanından ayrılmadığını söylemişti. Öldüğünde de bedeninden parlak bir ışık çıkmış ve gözlerini kamaştırmıştı. İşte o an Bay Tesla kendisinin bu dünyada yapacak bir şeyinin kalmadığını anlamıştı.
Kitaptan

(22.02.2014, http://kitap.radikal.com.tr/)

ÇARESİZLİK KUYUSU
Lydia Millet
Çeviren: Funda Başak Dörschel
Kolektif Kitap
2014, 153 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir