Karl Jaspers Düşününde Sınır Durumlar Kavramı ? Mert Sarı

Kişioğlunun Yaşamda Kafasını Duvara Toslamasının Felsefesi

Başlangıçta bir kavramsal ayrıştırmanın gerekli olduğunu düşünmekteyim. Burada ?sınır durumlar? kavramı Jaspers felsefesine içkin özgün felsefe terimi olarak kullanılmıştır. Ruh hekimliğindeki nevrotik, psikotik sınıflandırmanın yanı sıra Borderline ruhsal bozuklukları anlatan sınır durumuyla karıştırılmamasını dileriz. Karl Jaspers ?in mesleği de olası böylesi bir karmaşada etkili olabilir. Felsefe kürsüsünde öğretim üyeliği öncesinde kendisi psikiyatri uzmanlığı edinmiştir. İlk önemli çalışması da ?Dünya Görüşlerinin Ruhbilimi? yapıtı sayılabilir.

Kendisine iliştirilen varoluşcu yakıştırmasına karşı çıkan Jaspers, varoluş felsefesi yaptığını ileri sürmüştür. Onun uslamlamasının odağında insan-varlık?ının sorunsal oluşu, trajik oluşu ve öznelerarası iletişim sorunlarının derinlikli bir çözümlemesi vardır.

Bendeniz Jaspers düşüncesini onun ana gövdesini kuran üç temel yapıtını kullanarak özetlemeye çalışacağım. Bu eserler sırasıyla, yukarıda da değinilen ve 1919 yılında yayımlanan ?Dünya Görüşlerinin Ruhbilimi?, 1932?de yayımlanan ?Felsefe? başlıklı üç ciltlik kült yapıtı ve 1931?de yayımlanan ?Zamanımızın Tinsel Gerçekliği? başlıklı çalışmadır (Özgün Almanca başlıkla Türkçeleştirilmiştir).


20. yüzyılda varlık felsefesi yapan pek çok düşünür gibi Jaspers ?de Danimarkalı düşünür Soren Aabye Kierkegaard ?dan (1813-1855) esinlenmiştir. Ayrıca Platinus?u, Giordano Bruno?yu, Baruch Spinoza?yı ve Friedrich Wilhelm Nietzsche?yi de düşünme ustalarından saymaktadır.
Jaspers?e göre felsefe varlık?ın (insan), olası tüm varoluş biçimlerinin bir araştırmasıdır. Kümeler matematiğinin diliyle söylersek kişi her zaman için bildiğinden ve sandığından daha fazla bir olabilirlik olanağına sahiptir. Örneğin bir halk adamının uzak tarihte Aramca adlı bir dilin yaşadığından haberdar olmadığını varsayalım. Yine de bu kişi kuramsal olarak bir gün bu ölü dili öğrenme olanağına sahiptir. Ben, deniz bilimlerinden bihaber olsam da denizler altında gizemli ve muhteşem bir dünya yaşamakta olduğunu bilmekteyim. Ben onları hiç tanımayacak olsam da dünyada kişilik eğilimlerini birbirini yanıtlayabilecek pek çok gizil dostum vardır. O halde felsefe insanın varlık ufkunu zorlayıp sıyırıp aşabilme çabasıdır. Felsefe bir aşım deneyi, bir aşkınlık vaadidir. En geneliyle varlıklar iki sınıfa ayrılabilir. Özne ya da bilinç varlıkları ve nesne ya da ?şey? varlıkları. Nesnelerin ?şeylerin? varlık yapısı belirlenmiştir, sınırlanmıştır, donmuştur. Özne varlığın veya bilinç varlığının varlık yapısı ise deringen ve başkalaşım yeteneği taşır. Nesneler neyseler odurlar, bilinç varlıkları ne olmuşlarsa odurlar ve ne olacaklarsa o olacaklardır. Felsefenin ödevi insanı, olabilirlikleri ve içine girilebilecek kimlikler hakkında aydınlatmak, uyandırmaktadır. Bütün olanak ve olabilirlikler, eylemle gerçeklik değeri kazanır, yaşanmışlık anlamına yükselir. Değerlendirilmeyen olabilirlikler gizil, örtük kalır, harcanır gider. Kozasını delip kelebeğe dönüşemeyen tırtıl, çiçeğe dönüşemeyen tomurcuk imgeleri bu gerçekliği anıştırmaktadır.


Yaşam hakkı eylemlilikle ödenir, yoksa bitimsiz düşünme kumkumalıklarıyla ya da kuru lafazanlıkla değil. Doğal gerçeklikteki ve toplumsal gerçeklikteki kör nedensellik yasasının dayattığı zorunluluk istençli etkinlikte zorlanabilir ancak. Doğru yaşayabilmek sürekli uyanık bir tutumu gerektirecektir. Yaşam sürekli akmaktadır, sürekli eyleriz ve durmadan yeni seçimlerde bulunuruz. Bir anlık dalgınlık, uyuşukluk varoluşu löplöştürür, yanlış seçimlere savurur. En dopdolu yaşanmış hayat bilincin en yoğun uyanıklığıyla yaşanmış hayattır. Bu asla gergin bir uyanıklık hali değildir. Tersine dingin, kendine güvenen bir uyanıklık tutumudur. Jaspers?in de kullandığı batı dillerindeki ?eksenel? kavramı bir zamansallaşma anlamı içermektedir. Bu anlamı karşılamak üzere ben kenid buluşum olan Türkçemizdeki ?olmaklığımız? kavramını öneriyorum. Peki! Jaspers?e göre ?olmaklığımız?ı nasıl açımlayıp boyutlandırabiliriz?


1. Günlük tavrıyla: Gerekirciliğinin koşulladığı doğa-toplumsal zora karşı direterek. Ki bu konuyu yukarıda önemli ölçüde tartıştık.
2. Varoluşsal İletişimle: Hiç kimse bir başına esenlik bulamaz. Üstadım felsefeci Prof. Dr. Ahmet İnam ?neyleyim yarsiz hakikati ben? diyor. Yar kökünden türetilen yaren, yarenlik, dostluk anlamını karşılamaktadır. Bendeniz bu önermenin tersine de dikkat çekmek isterim; ?neyleyim hakikatsiz yari ben?.


Varoluşsal iletişime gündelik lakırdıyla boşboğazlıkla karıştırmamalı. Kanımca insanların çoğu sürekli konuşurlar da hemen hiç bir şey söylemezler. Boş konuşma zaman zaman gündelik bilinç koşullarını bilerahatsız ediyor olmalı ki tutup adama ?karnından konuşma? derler. Maalesef pek çok insanın hayatı ?maşallah, inşallah, kısmet, ismet? gibi kök kalıplarını gün boyu değiş tokuş etmekle geçer gider. Pek çok sohbetten daha öncesinden daha da büyük psişik yoksunlukla kalkılır. Adalet hanımın (Adalet Ağaoğlu) ?ruh üşümesi? dediği şey bu olsa gerek. Varoluşsal iletişim ise çok daha derinlere işleyen sahici bir yaşamtılamadır. Burada etkin, halk deyimiyle can kulağı dinlemek de içi dolu konuşmak da pek önemlidir. Ön hazırlıksız farkındalık kazanmadan böyle bir iletişime birdenbire becerebilmek pek olası değildir. Bütün gözlemlerim, sezgilerim, okumalarım bana sahici bir iletişimin önkoşulunun uzunca yaşanmış yalnızlık dönemleri olduğunu gösteriyor. Karl Jaspers?in bu konuda benzer düşünmektedir. Ona göre de kişi uzun uzun bekleyip dolu dolu özlemeyi bilmelidir. Kavurucu özleyişlerle geçen uzun bekleyiş dönemlerinde en büyük risk yalancı yarenliklere kapılma tehlikesidir. Dosta susamışlık kişiyi sahicilik kalplik ayarında yanılsamaya düşürmelidir. Her çağrıya ever diyen, kendini bozuk para gibi her köşe başında harcayan kişi hiçbir zaman ciddi bir insan olamaz. Karl Jaspers sevenlerin savaşı dediği olgun ruhların şöleni kaçınılmaz olarak meşakatli bir yolculuktur.


Sevme yetisi: Sanırım fark edilmiştir, Jaspers?in izleklerini Türk diline aktarabilmek için sürekli yaratıcı bir felsefe dilini kurmak çabasında kalıyorum. Bu doğrultuda sevgi kavramını da, ham sevgi ve tavında sevgi olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Ham sevgi bir değerden beslenmeyen ve bir değeri gözetmeyen bir sevgidir. Böylesi bir sevgi naif enfantil bir sevgidir. Marx 1844 El Yazmaları?nda ?sevme gücü karşısındaki insanda bir sevme yetisi oluşturmuyorsa o zaman sevgi yazık bir sevgiymiş o zaman? demektedir. Tavında sevgi ise bilgi, emek, varlığına ilgi, ilişkisel sorumluluk değerlerini gerektirir. Öylece söylersek varlığını başka bir insanın varlığına açmak demektedir. Her şölen nasıl hazırlık gerektirse varoluş aydınlamaları da bilgi, emek, istenç sağlamlığı gerektirir. Yine yalın olarak söylersek bu kişinin kendisini bir seçkince kurması demektir. Burada söz konusu edilen siyaset bilimsel seçkinlik kavramı değildir. Siyasal-toplumsal seçkin konumu başta parayla, iktidarla, bilgiyle, statüyle, silahlı güçle, diplomayla vb. toplumsal güç araçlarıyla sağlanır. Felsefi veya tinsel seçkin ancak ve sadece erdemle sağlanabilir. Bilgi, ekin (kültür) pek soylu değerlerdir. Ancak ruhsal seçkinlik için onlar bile zorunlu değildir. Erdemlilik ise tek ve zorunlu koşuldur. Bu anlamda bir üniversite profesörünün eğer erdemsizse değersiz; bir emekçi kişi ise erdemli ise seçkin sayılacaktır.


Kişioğlu tekdüze, ?gül gibi? yaşayıp giderken suya sabuna dokunmayıp maliyeyi idare edip emaneti kırdırmaksızın birdenbire varlığını derinden sarsacak bir yaşam olayı ile karşılaşabilir. Bir yakının ölümü, ağır bir hastalık, bir acı yaşanabilir. Elde bulunan veya bulunmayan nedenlerle içine sürüklenilen bu varoluşsal krize gündelik dilde ?duvara çarpmak? denir. Böyle bir dramatik yaşam olayı kişi için sahici yaşamanın doğru yaşamanın ne olduğu ve nerede bulunduğu konusunda bir sorgulama sürecini uyarabilir. Bu ille de olumsuz anlamda dramatik bir yaşantı olması gerekmez. Diyelim bir seyahat, karşılaşma gibi yaşantıda aynı dramatik etkiyi de ilgili içsel yoğunlaşmayı uyarabilir. Benlik yaşam diyalektiğindeki böylesi bir kararlı tutum kişiyi bir varoluş aydınlanmasına yükseltebilir. Böylesi zorlu bir çabanın ödülü ise çok daha doygun bir hayat demektir. Aslında her birimizin karşısına yaşamda zaman zaman Jaspers?in şifre dediği bu uyarıcı işaretlerde çıkar. Çoğunlukla kayıtsızlıkla ya da yetersiz bir kararlılıkla geçiştirilirler. Geliştirici şifrelerin daha çok dramatik olumsuz yaşam olaylarında saklı bulunanlar olduğu söylenebilir. Çünkü insanoğlu ?ne yaptım da başıma bunlar geldi? demeğe daha bir eğilimlidir. Kafasını duvara çarpan kişi dehşet duygusu içinde durumunu sorgular. Onun içine sürüklendiği bir sınır durumdur. Burada başka bir yaşam yoluna uzanmak ise yepyeni erinçler, esenlikler vaat edebilir. Avusturyalı yazar Ingeborg Bahman ?30. yaş? uzun öyküsünde bu gerçeği çok iyi örnekler.


İyi sanat evrensel doğruları tekil görünümler sunan sanattır. Yazının sonuna geldiğim bu anda Deniz Dilan balkondan sesleniyor: ?varoluşculuk üzerine çok yazıyorsun. Yoksa sen de varoluşcu musun??


Varoluşculuğun önde gelen kolularından ikisini sağlayamadığımı düşünürüm. İlki varoluşcular çoğunlukla ölümden bucak bucak korkarlar. Çocukluğum batıda geçse de ben Ortadoğulu bir ruha sahibim. Ve sanırım bu nedenle ölümden hemen hiç korkmadım. Yaşamda sadece annemden korktum. İkinci olarak varoluşcular sevişmesiz bir aşkın olamayacağını savunurlar. Ben ise sevişmenin aşkı öldürdüğünü gözlemledim hep. Dolayısyla sevgili Deniz Dilan ben varoluşcu falan değilim!
Aslında ben haytanın biriyim.
Deniz kurduyum, kamarotum, devrimciyim!
Saygılarımla.
Mert Sarı

Yazarın Yazıları

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir